Bozkırda diyar diyar dolaşan bir derviş ve çırağı, geçmişten aldıkları kültürel emaneti sözün büyüsüyle yeni bir zamana taşımaktadırlar. Bugünden yarının düşünü kuran gençler ise yaklaşmakta olan bozkışın telaşındadırlar. Çağ değişmektedir. Dün ve yarın aynı gedikte buluşmuş, dünün inadının üstüne geleceğin gölgesi düşmeye başlamıştır.
“Xoca Nasır’ın göle çaldığı maya neyse ikimizin şu bozkıra verdiği emek aynıdır. Damar sürer miyiz, yaprak açar mıyız kim bilir. Fakat dersen ki memnun musun? Sana Nazım Hikmet’in bana Çankırı Cezaevinde, ‘Memed gel otur yanımıza’ deyip, uzun uzun konuştuktan sonra, ‘Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime,’ dediği gibi cevap veririm.”
Hasan Sever, hikayesini çocukluğun ışığında anlatırken, kapılar büyük, gölgeler uzun ama dünya şuncacıktır.
Birinci Cilt
Poyraz & Bozkış
biz değiliz büyüyen,
çocukluğun gölgesi.
Annem Şerfe Xanım’a
Şerife Mortaş Sever’e
Poyraz
Birinci Tablet
Uzunyayladan kopan poyraz, vadi boyunca Gürün’ü sağ- da, Hekimhan’ı solda bırakıp Darende-Setrek üzerinden Yoğunsöğüte ulaştığında kış başlamıştı.
Vicik Vadisi, Yoğunsöğüt’te çatallanıp, bir koluyla batıya Elbistan’a keskin dönüş yaptığından, rüzgâr, önce, Söğütlü Suyu’na bakan Serse tepelerinin kuzey yamaçlarına çarptı, burgulandı; Yoğunsöğüt çukurunda bir iki kez dönüp, kö- pükleri karaya sıçrayan deniz misali Kurtkulak Tepesine doğru genişledi. Sırtını Kurtkulak’a dönmüş, genişçe bir taşın üstünde oturan Hasan, değneğiyle, kurumuş ışkını kökünden söktüğünde, poyrazın ilk dalgası tepenin eteklerine ulaşmıştı. Poyraz, görünmez bir el gibi işkını önce Hasan’ın paçalarına savurdu, oradan hafif kavis yaparak sağa, peşinden tepenin eteğine doğru alıp götürdü. Hasan, oyuncaksız kalmış çocuk gibi değneğini amaçsızca sağa sola oynattıktan sonra yanına bıraktı. Elini, ceketinin cebine attı. Parmakları tütün taba- kasıyla, demin topladığı yaban kış armutlarına aynı anda temas etti. Kararsız kaldı. Bir iki gelgitten sonra armuda karar verdi. Cebinden bir tanesini çıkarıp, tepesini dişleriyle kesti. Dudaklarında tuttuğu çöpü sol elinin baş ve işaret parma- ğıyla alıp, sigara külü çırpar gibi uzağa çırptı. Armudu tek ısırışta, sapından ayırıp, bir iki çiğnedi. Damaklarıyla ezip suyunu çıkardı. Henüz olgunlaşmamış olan meyvenin ekşi, pütür ve yapışkan suyunu yutup, posayı tükürdü. Poyraz burgulanmaya devam ediyordu. Ceketine sarındı. İçinden, kış geldi galiba, dedi. Kalktı. Az ileride, yazın bütün güneşini bağrına gömmüş, çoban döşeği misali sere serpe büyümüş kevenin yanına gitti. Mekap ayakkabının ucuyla kevenin altına doğru bir iki dürttü, ufak bir boşluk açtı. Çömeldi. Ceketinin iç cebinden muhtar çakmağını çıkardı. Çakmağı kevenin altına, demin ayağıyla oluşturduğu boşluğa doğru çaktı. Ayaklarının arasından tünel yapan poyraz çakmağı söndürdü. Sırtını poyraza verip yere bağdaş kurdu. Ceketini uçlarından tutarak, çadır olacak şekilde kevene doğru kavis yaptı. Eğildi. Keven kokusu burnuna doldu. Çakmağı bir kez daha çaktı. Nurhaklara baka baka kurumuş olan keven, çakmağın yalımını alır almaz ateşi içine çekti. Tüttü. Hasan, yaş içinde kalan gözlerini kapatıp ayağa kalktı. Poyrazın önü- nü açtı. Poyraz, ateşi kevenin içine üfleyip, koca bir duman öbeğini alıp, demin ışkını sürüklediği tarafa doğru savurdu. Hasan gözlerini sildi. Ateşin alt tarafına, sürüsünü karşısına, poyrazı sağına alacak şekilde oturdu. Askerden henüz dön- müştü. Döner dönmez de ağıla, merteklerin arasına emanet bıraktığı değneğini alıp, bildiği tek iş olan çobanlığa mutlak bir isteksizlikle yeniden başlamıştı. Orta boylu, hafif kumral, öfkeli bakışlıydı. Yüreğine düşen bir ateş henüz olmamıştı; zaten gözü dışarıdaydı. Buralardan gidecek, belki de bol ışıklı bir şehirde başka bir hayata başlayacaktı. Sabır ipinin yünü çaresizlikten eğrilmiştir, diyen bozkır bilgelerinin ir- fanından uzak, keven ateşinin sıcaklığı yüzüne vurunca, alışkanlıkla elini cebine attı. Eli bu sefer tereddütsüz taba- kasına gitti. İhtiyarları takliden, sol elinde tuttuğu tabakayı sağ eliyle bir iki kere tıpışladıktan sonra, sağ baş parmağıyla açtı. Tütün kokusunu içine çekti. Halep işi kâğıt destesini tütünün üstünden alıp, desteden bir yaprak kopardı. Alışık parmaklarla sigarasını sarıp, ateşin etrafında köz olabilecek bir şeyler aradı. Bulamadı. İsteksizce çakmağını çıkarıp siga- rasını yaktı. Çakmağı ceketinin iç cebine koyduktan sonra, ağzında biriktirdiği ilk dumanı, kahredercesine dışarıya bıraktı. Duman, keven ateşininkine karışıp uçup gitti. Gözü köy yoluna daldı. Ortalıkta rüzgâr dan başka hiçbir şey yoktu. Acıktığını hissetti. Keven ateşine birkaç armut atıp, sürüsünü şöyle bir gözden geçirdi. Sürüyü dağa getirmenin bir anlamı kalmamıştı. Sonbaharla birlikte sararan bozkır, kararmış; kaya sığınaklarında ve tarla sınırlarında saklanabilmiş otlar da tükenmişti. Her şey, kararmış bozkır sayfasına beyaz bir nokta koyacak olan ilk kar tanesini bekliyordu.
“Selâmün aleyküm asker, nasılsın?”
Hasan, hızla geriye döndü. Bir anlığına, askerde olduğu- nu, komutana uygunsuz yakalandığını sandı. Neyse ki gelen komutan değildi. Yerinden fırlayıp,
“Mam Hasan, hiç duymadım seni,” dedi. Sigarasını çabu- cak kevenin içine atıp, Mam Hasan’ın elini öptü.
“Tezkere almışsın. Geçmiş olsun.”
“Sağ ol Mam Hasan. Aldık tezkereyi. Yine vazifeye devam. Buyur otur.”
Mam Hasan ellisine merdiven dayamış, kara yağız, ma- raş şalvar; Nurhaklardan Kurtkulak’a, daha öteye Setrek, Darende, Kırkısrak, Sarız’a kadar herkesin tanıdığı keskin avcılardandı. Hasan’ın öz amcası değildi ama bütün köyün amcasıydı. Evlenmemiş, elinden her iş gelen, meclislerin aranan insanıydı. Hasan’ın teklifini hiç ikiletmedi. Üç kat döşeğe bağdaş kurar gibi Kurtkulak’ın ottan yoksun toprağına rahatça oturdu. Oturur oturmaz, horozlu çiftesini dizlerine yatırıp, yelek cebinden tabaka ve çakmağını çıkardı. Hasan’a buyur etti. Hasan utançla reddedecek oldu,
“Askerliğini yapmış adamsın. Ayıbı yok. Yak hele.” dedi. Tabakada tütün değil filtreli sigara vardı. “Silahlı kuvvetler. Güzel sigara. Ankaradan.”
Hasan tabakadan aldığı bir dal sigarayı Mam Hasan’a sırtını dönerek yaktı. Yaktığı sigarayı, avucuna gizleyerek önüne döndü. Mam Hasan’a ikramda bulunmak istedi ama süt zamanı çoktan geçmişti. Cebindeki armutlar aklına geldi. Elini cebine sokup bir avuç armut çıkardı.
“Mam Hasan, çam sakızı çoban armağanı.”
Mam Hasan teşekkür manasında elini göğsüne götürüp, “Sağ ol, dişlerimin arasına giriyor.” dedi.
Hasan, armut dolu avucuna bakarken,
“Tüh ateşe armut atmıştım,” deyip, armutları hızla cebine sokup, değneğine uzandı. Kevenin yanmış dallarını şöyle bir karıştırdı ama armutlar çoktan kömürleşmişti. Mam Hasan gayet rahat,
“Aklında tut, armudu ateşe atmayacan. Şöyle ateşin kölge- sine ufak bir çukur kaz, içine koy. Ateşin kölgesi düşsün yeter.” Hasan bir şikâyeti dile getirircesine,
“Sorma Mam Hasan, bizim bu armut ne zaman yumuşar bilmiyorum. Çocukluktan beri bilirim, bir kere olsun dalında karardığını görmedim. Hep misket gibi sert,” dedi.
“Kış armudu değil mi, kar değmeden kararmaz.” “Mam Hasan avdan mı?”
“Yok, şurada, Kara Hasan’ın çeşmesine baktım. Öteden avcılar geliyor, çeşme başlarına tuzak kuruyorlar. Aklında…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıÇocukluğun Gölgesi / Birinci Cilt: Poyraz - Bozkış
- Sayfa Sayısı464
- YazarHasan Sever
- ISBN9786053147145
- Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Belki Bir Gün Uçarız ~ Aylin Balboa
Belki Bir Gün Uçarız
Aylin Balboa
O ağacın altında uzanmaya devam ettim. Yıldızlar aslında nedir size söyleyeyim: Yıldızlar, acıdan delirmiş insanların gökyüzüne sıktıkları kurşunların açtığı deliklerdir. Bilim adamları sürekli yenilerini...
- Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı ~ Edgar Allan Poe
Şehrazat’ın Bin İkinci Gece Masalı
Edgar Allan Poe
ÇEVİRENİN ÖNSÖZÜ Melih Cevdet Anday’ın unutulmaz çevirisi nedeniyle birçokları için Annabel Lee’nın şairi olan Poe, bir roman (Artbur Gordon Pym ‘in Öyküsü), kozmoloji üzerine...
- Ay Hırsızı ~ Sunay Akın
Ay Hırsızı
Sunay Akın
Sunay Akın yeni kitabı Ay Hırsızı‘nda gözünü Ay’a dikiyor ve bir arkeoloğun sabrıyla kazıyor insanlığın ortak birikiminin üzerine çöken tozu toprağı… Ortaya çıkardığı bilgiyi...