Usta yazarın belki de en etkileyici yapıtı olan, sinemaya da uyarlanmış Körlük, toplumsal yaşamın nasıl bir vahşete dönüşebileceğini müthiş bir incelikle gözler önüne sererken, insana dair son umut kırıntısını da bir kadının tek başına örgütlediği dayanışma ve direniş örneğiyle sergileyen unutulmaz eserler arasında yerini almıştır.
*
Sarı yuvarlak aydınlandı. Öndeki arabalardan ikisi kırmızı Işık yanmadan önce hızlandı. Yaya geçidinde yeşil adam figürü belirdi. Bekleyen insanlar, asfaltın siyah yüzeyine çizilmiş beyaz şeritlere basarak karşıya geçmeye başladılar, zebraya bundan daha az benzeyen bir şey olamaz ama buna zebra diyorlar. Sabırsızlanan sürücüler debriyaj pedalındaki ayaklarıyla arabaları, havadaki kırbacı hisseden sinirli atlar gibi bir ileri bir geri tetikte tutuyorlardı. Yayaların geçişi tamamlandı ama yolu arabalara açacak olan ışığın yanması birkaç saniye gecikecek, böylesine önemsiz görünen bu gecikmenin -şehirdeki binlerce trafik lambasıyla ve bu lambaların her birindeki peş peşe yanıp sönen üç renkle çarparsak- araç dolaşımındaki sıkışıklıkların ya da yaygın deyimi kullanacak olursak tıkanıklıkların en önemli nedenlerinden biri olduğunda ısrar edenler var.
Sonunda yeşil ışık yandı, arabalar sertçe öne atıldılarsa da hepsinin birden hareketlenmediği hemen fark edildi. Orta şeritteki ilk araba yerinde duruyor, mekanik bir sorun olsa gerek, gaz pedalı boşalmış, vites kolu sıkışmış, hidrolik sistemde bir arıza çıkmış, elektrik devresi kesilmiş ya da frenler tutmuyor olabilir, belki de yalnızca benzin bitmişti, ilk kez yaşanan bir şey değil bu. Kaldırımlarda birikmeye başlayan yeni yaya topluluğu hareketsiz aracın sürücüsünün, arkasındaki arabalar çılgınca korna çalarken ön camın ardında elini kolunu salladığını görüyor. Arızalı arabayı trafiği aksatmayacak bir yere itmeye hazır bazı sürücüler caddeye döküldüler bile, kapalı camlara hiddetle vuruyorlar içerideki adam başını onlara doğru çeviriyor, bir o hareketlerinden bir sözcüğü tekrarlayıp durduğu anlaşılıyor, bir o yana, bir bu yana, bağırarak bir şeyler söylediği görülüyor, ağız değil, iki, evet gerçekten öyle, bunu içlerinden biri nihayet kapıyı açmayı başardığında anlayacaklar, Ben körüm.
Kimin aklına gelirdi ki. Şöyle bir bakınca -zaten şimdilik bundan başka bir şey yapılamaz- adamın gözleri sağlıklı görünüyor, irisler berrak ve ışıl ışıl, göz akları porselen gibi, beyaz, sıkı ve yoğun. Kocaman açılmış göz kapakları, yüzünün kırışmış derisi, birden çatılmış kaşları, tüm bunlar yaşadığı dehşetin eseriydi, herkes bunu görebilir. Bu manzara, adamın yakaladığı son görüntüyü, trafik lambasındaki yuvarlak, kırmızı ışığı beyninin içinde korumak ister gibi ani bir hareketle kapattığı yumruklarının ardında gözden kayboluverdi. Diğerleri arabadan çıkmasına yardım ederlerken, umutsuzca ben körüm, ben körüm diye tekrarlıyordu ve boşanan yaşlar ölü oldukları söylediği gözlerini daha da parlatıyordu. Geçer bu, göreceksiniz geçecek, bazen olur böyle, sinirseldir dedi bir kadın. Trafik lambasının ışığı değişmişti, birkaç meraklı yaya, kalabalığa yaklaşıyordu. olan bitenden habersiz arkadaki sürücüler kopan bunca yaygarayı hiçbir şekilde haklı çıkarmayacak türden bir olay, sıradan bir trafik kazası, kırılan bir far, ezilmiş bir çamurluk diye düşündükleri durumu protesto ediyorlardı. Polis çağırın, diye bağırıyorlardı, çekin şu külüstürü oradan. Kör yalvarıyordu, Lütfen biri beni eve götürsün. Sinirlerden bahseden kadın bir ambulans çağırmak, zavallıcığı hastaneye taşımak gerektiği gö- rüşündeydi ama kör buna hayır dedi, o kadarını istemiyordu, kendisini oturduğu binanın kapısına kadar götürmelerini istiyordu sadece, Buraya çok yakın, bana büyük bir iyilik etmiş olursunuz. Ya araba, diye sordu bir ses. Başka bir ses yanıtladı, Anahtarı üstünde, kaldırıma çekilir. Gerekmez, diye araya girdi üçüncü bir ses, arabayla ben ilgilenirim, bu beyi de evine götürürüm. Onay mırıltıları duyuldu. Kör, kolundan tuttuklarını hissetti, Gelin, gelin benimle, diyordu aynı ses. Sürücü koltuğunun yanına oturmasına yardım ettiler, emniyet kemerini bağladılar. Kör, Görmüyorum, görmüyorum, diye mırıldanıyordu hıçkırıklarının arasında, Nerede oturduğunuzu söyleyin bana, dedi diğeri. Yeni bir şey görmekten ağızları sulanmış, açgözlü yüzler arabanın camlarından içeriyi gözetliyordu. Kör, ellerini gözlerinin önüne doğru uzatıp hareket ettirdi, Yok, sisin ortasındaymışım gibi, sanki bir süt denizine düşmüşüm gibi, Ama körlük böyle değildir, dedi diğeri, körlüğün siyah olduğunu söylerler, İyi de ben her şeyi beyaz görüyorum, Belki o kadıncağız haklıydı, sinirsel bir şey olabilir, ne şeytandır o sinirler, Ben bunun ne olduğunu çok iyi biliyorum, bir felaket bu, evet, bir felaket, Bana nerede oturduğumuzu söyleyin lütfen, aynı anda motorun çalıştığı duyuldu. Kör, görememek sanki belleğini de zayıflatmış gibi bocalaya kekeleye bir adres verdi ve ardından, Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, dedi, diğeri de yanıtladı, Yok canım, ne önemi var, bugün sana, yarın bana, bizi neyin beklediğini bilemeyiz, Haklısınız, bu sabah evden çıkarken kim derdi ki başıma böyle bir bela gelecek. Hâlâ duruyor olmalarını garipsedi, Neden gitmiyoruz, diye sordu, Kırmızı Işık yanıyor, diye yanıt verdi diğer adam, Bir ah çekti kör ve tekrar ağlamaya başladı. Kırmızı ışığın ne zaman yandığını hiç bilemeyecekti artık.
Körün söylediği gibi ev yakındaydı. Fakat tüm kaldırım kenarları arabalarla doluydu, aracı park edecek yer bulamadıkları için yan sokaklarda yer aramak zorunda kaldılar. Bulduklarında da sürücünün yanındaki koltuğun kapısının, kaldırımın darlığından ötürü duvara ancak bir karıştan biraz fazla bir mesafede kalacağı anlaşıldı, vites kolu ve direksiyon engellerini aşarak bir koltuktan öbürüne geçme eziyetini çekmemesi için körün önceden inmesi gerekiyordu. Sokağın ortasında, savunmasız, yerin ayaklarının altından kaydığını hissederek dikilirken boğazından yükselen kederi bastırmaya çalıştı. O süt denizi dediği seyin içinde yüzer gibi ellerini yüzünün önünde sinirli sinirli sallıyordu, ağzı bir imdat çığlığı koyvermek üzere açılmıştı ki son anda diğer adamın eli usulca koluna dokundu, Sakin olun, ben sizi götüreceğim. Çok yavaş yürüyerek gittiler, kör düşme korkusuyla ayaklarını sürüyordu ama bu da kaldırımdaki irili utaklı engebeler yüzünden tökezlemesine sebep oluyordu, Sabredin, varmak üzereyiz, diye mırıldanıyordu diğeri, biraz daha ilerlediklerinde sordu, Evde sizinle ilgilenecek biri var mı, kör yanıt verdi. Bilmiyorum, karım işten dönmemiştir henüz, erken çıkmak için bula bula bugünü buldum, şu başıma gelene bakın, Göreceksiniz, hiçbir şey olmayacak, bir insanın böyle apansız kör olduğunu hiç duymadım, Hele de ben, gözlük bile kullanmamakla övünürdüm, hiç ihtiyacım olmadı gözlüğe, Görüyorsunuz işte. Binanın kapısına gelmişlerdi, komşulardan iki kadın sahneyi merakla izliyordu, bir komşu kolundan tutulmuş getiriliyor, Gözünüze bir şey mi kaçtı, diye sormak akıllarına gelmedi, onlar akıl edemedi, zaten kör de. Evet, bir süt denizi kaçtı. dive yanıt veremezdi. Binanın içinde kör, Çok teşekkür ederim, sebep olduğum rahatsızlık için affedin beni, artık burada başımın çaresine bakarım, dedi, Olur mu hiç, ben de sizinle yukarı çıkıyorum, sizi burada bırakırsam içim rahat etmez. Daracık asansöre zar zor girdiler, Kaçıncı katta oturuyorsunuz, Üçüncü, size ne kadar minnettar olduğumu tahmin bile edemezsiniz, Bana teşekkür etmeyin, bugün size, Evet, haklısınız, yarın da size. Asansör durdu, sahanlığa çıktılar, Kapıyı açmanıza yardım etmemi ister misiniz, Teşekkürler, sanırım bunu yapabilirim. Cebinden küçük bir anahtar demeti çıkardı, teker teker anahtarların dişlerini yokladı, Bu olmalı, dedi ve sol elinin parmak uçlarıyla kilide dokunarak kapıyı açmaya çalıştı, Bu değil, Bırakın ben bakayım, yardım edeyim. Kapı üçüncü denemede açıldı. O zaman kör içeriye seslenerek sordu, Evde misin? Kimse cevap vermedi ve kör, Dediğim gibi, henüz gelmemiş, dedi. Ellerini öne uzatıp el yordamıyla koridora doğru ilerledi sonra dikkatlice geri döndü, yüzünü diğeriyle karşı karşıya olacağını hesap ettiği yöne çevirerek, Size nasıl teşekkür edebilirim, dedi, Yapmam gerekenden fazlasını yapmadım, bana teşekkür etmeyin, dedi yardımsever adam ve ekledi, Yerleşmenize yardım etmemi, eşiniz gelene dek yanınızda kalmamı ister misiniz? Bunca ihtimam birden körde kuşku uyandırdı, sonuçta tam da o anda savunmasız zavallı bir körü etkisiz hale getirmek için bağlamayı, ağzını tıkamayı ve ardından para eden ne varsa çalmayı planlıyor olması pekâlâ mümkün olan bir yabancının evine girmesine izin vermeyecekti tabii ki. Gerek yok, zahmet olmasın, ben hallederim, dedi ve usulca kapıyı kapatırken tekrarladı, Gerek yok, gerek yok.
Aşağıya inen asansörün sesini duyduğunda rahat bir nefes aldı. İçinde bulunduğu durumu unutarak gayriihtiyari bir hareketle kapıdaki gözetleme deliğinin kapağını itip dışarı baktı. Kapının diğer tarafında beyaz bir duvar vardı sanki. Madeni halkanın kaş tümseğine temasını hissediyordu, kirpikleri minik merceğe değiyordu ama bunları göremiyordu, dipsiz beyazlık örtmüştü her şeyi. Evinde olduğunu biliyordu, onu kokusundan, havasından, sessizliğinden tanıyordu, mobilyaları ve eşyaları yalnızca dokunarak, parmaklarını hafifçe üzerlerinde gezdirerek ayırt ediyordu ama bir yandan da her şey daha şimdiden ne yönü ne de nirengi noktası, ne kuzeyi ne güneyi, ne aşağısı ne de yukarısı olan tuhaf bir boyutun içinde çözünüyor gibiydi. O da ergenliğinde, muhtemelen herkesin yaptığı gibi kendi kendine birkaç kez Ya kör olsaydım oyunu oynamış ve gözleri kapalı geçirdiği beş dakikanın ardından körlüğün kuşkusuz feci bir talihsizlik olduğu ama yine de böylesi bir felaketin kurbanının, sadece renkleri değil, şekilleri, planları, yüzeyleri ve hatları da yeterli derecede hafızasında saklayabilmesi durumunda körlüğün nispeten de olsa katlanılabilir hale geleceği sonucuna varmıştı, elbette ki söz konusu körlüğün doğuştan olmadığmı varsayarak. Hatta, körlerin içinde yaşadığı karanlığın nihayetinde ışığın yokluğundan başka bir şey olmadığını, körlük dedigimizin, canlıların ve nesnelerin üzerini örterek siyah peçesinin ardında onlar el değmemiş halde tutan bir şey olduğunu düşünme noktasına bile gelmişti. Şimdiyse tam aksine öylesine bütün, öylesine ışıl ışıl bir beyazlığın içine dalmıştı ki bu beyazlık sadece renkleri değil, nesnelerin ve canlıların kendilerini de soğurmakla kalmayıp yutuyor ve böylece onları iki kat görünmez kılıyordu.
Oturma odasına doğru giderken, tedirgin elini duvar boyunca gezdirerek sakıngan bir yavaşlıkla ilerlemesine rağmen orada olmasını hiç beklemediği çiçek dolu vazoyu yere düşürdü. Ya vazonun varlığını unutmuştu ya da eşi işe gitmek için çıkarken daha sonra uygun bir yere koymak niyetiyle oraya bırakmıştı onu. Facianın ciddiyetini değerlendirmek için yere eğildi. Su, cilalı zemin üzerinde yayılmıştı. Çiçekleri toplamak istedi ama kırık camları düşünemedi, incecik uzun bir cam kıymığı parmağına girdi ve adam akşam çökerken artık kararmaya başlamış bir evin ortasında, acı ve terk edilmişlik duygusuyla, beyaz bir körlük içinde, çocuk gibi gözyaşlarına boğuldu. Çiçekleri bırakmaksızın, kanının aktığını hissederek cebinden mendilini çıkarmak için büküldü ve parmağını elinden geldiği kadar sardı. Sonra el yordamıyla, tökezleyerek, mobilyaların etrafından dolanarak, ayağının halılara takılmaması için adımlarını ihtiyatla atarak, karısıyla televizyon izledikleri kanepeye ulaştı. Oturdu, çiçekleri dizlerinin üzerine koydu ve büyük bir dikkatle mendili çözdü. Dokununca yapış yapış gelen kandan rahatsız oldu, bunun kanı göremiyor olmasından kaynaklandığını düşündü, kanı renksiz, kıvamı bir akışkanlığa dönüşmüştü, ona ait olmasına rağmen bir şekilde ona yabancı bir şey olmuştu, kendisinden çıkıp yine kendisine yönelen bir tehdit gibi. Yavaş yavaş, sağlam eliyle usulca dokunarak minnacık bir kılıç gibi keskin, ince kıymığı aradı ve işaret parmağıyla başparmağının tırnaklarını cımbız gibi kullanarak onu bütün halinde çıkarmayı başardı. Kanı durdurmak için yaralı parmağı yine mendille sıkı sıkı sardı ve yorgun, tükenmiş halde kanepeye uzandı. Bir dakika sonra, belirli keder ya da umutsuzluk anlarında, bütünüyle mantığının sözünü dinlerse tüm sinirlerinin tetikte ve gergin kalması gerekeceğini bildiğinden vazgeçmeyi seçen bedenin o hiç de nadir olmayan kendini bırakışlarından biriyle bir rehavet çöktü üstüne, gerçek uykudan ziyade bir uyuşukluk haliydi bu ama uyku kadar ağırdı. Ya kör olsaydım oyununu oynadığı bir rüya görmeye başladı hemen, rüyasında defalarca gözlerini açıp kapatıyor, her seferinde bir seyahatten dönmüş de bildiği dünyayı yerli yerinde, bütün şekillerle renkleri sapasağlam ve hiç değişmemiş halde kendisini beklerken buluyordu. Yine de bu huzur verici kesinliğin altından bir kuşkunun cansız sancısını duyuyordu, belki de aldatıcı bir rüyaydı bu, şu anda kendisini hangi gerçekliğin beklediğini bilmeksizin er ya da geç uyanmak zorunda kalacağı bir rüya. Sonra, onu uyanmaya hazırlayan bu yarı uyanıklık halindeyken -birkaç saniyeden uzun sürmeyen bir mecalsizlik için kullanıldığında uyanmak sözcüğü herhangi bir anlam teşkil ediyorsa tabii- böyle uyansam mı, uyanmasam mı, uyansam mı, uyanmasam mı diye kararsızlık içinde kalmanın iyi bir şey olmadığını, riske girmekten başka çarenin kalmadığı bir anın illaki geldiğini düşündü ciddi ciddi, Açmaya korkuyormuşum gibi gözlerim kapalı, kucağımda bu çiçeklerle ne yapıyorum ben burada böyle, Ne yapıyorsun sen orada, kucağında o çiçeklerle uyuyor musun, diye soruyordu karısı.
Yanıt beklememişti. Afra tafrayla vazodan geriye kalanları toplamaya, parkeyi kurulamaya koyuldu, bir yandan da ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKörlük
- Sayfa Sayısı320
- YazarJosé Saramago
- ISBN9786254182228
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKırmızı Kedi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küçük Detaylar ~ Lauren Asher
Küçük Detaylar
Lauren Asher
Rowan Peri masalları yaratma işindeyim. Tema parkları. Üretim şirketleri. Beş yıldızlı oteller. Dreamland’i yenileseydim her şey benim olabilirdi. Zahra’yı işe almak başlangıçta gayet iyi bir fikirdi...
- Duvar ~ Jean Paul Sartre
Duvar
Jean Paul Sartre
Varoluşçuluk´un babası sayılan Jean-Paul Sartre (1905-1980) Aydınlanma Çağından bu yana çağının tanığı ve bilinci (vicdanı) olabilmiş, edebiyata, felsefeye ve politikaya ilişkin görüşleriyle çağını etkilemiş,...
- Yaşam ve Yazgı ~ Vasili Grossman
Yaşam ve Yazgı
Vasili Grossman
Grossman’ın eseri, toprak altında yatanların sesi, baskı rejimlerinin yaşama ve özgürlüğe asla galip gelemeyeceğinin ölümsüz bir belgesi olmaya devam ediyor. Sovyet Rusya’nın büyük yazarlarından...