Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arkadaşlar Arasında / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 2
Arkadaşlar Arasında / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 2

Arkadaşlar Arasında / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 2

İpek Ongun

Eğer sevinçlerimizi içimizde hasret olmadan paylaşabiliyorsak, dertlerimizi gizlice sevinmeden bölüşebiliyorsak, kötü kişi olmayı göze alarak birbirimize doğruyu söyleyebiliyorsak, böylece birbirimizi yanlışlardan koruyabiliyorsak, samimiyetle saygının…

Eğer sevinçlerimizi içimizde hasret olmadan paylaşabiliyorsak, dertlerimizi gizlice sevinmeden bölüşebiliyorsak, kötü kişi olmayı göze alarak birbirimize doğruyu söyleyebiliyorsak, böylece birbirimizi yanlışlardan koruyabiliyorsak, samimiyetle saygının ince çizgisini çizebiliyorsak, birbirimizi yargılamadan olduğumuz gibi kabullenebiliyorsak, dünyalara bedel bir dostluğa sahibiz demektir.

Aldığımız kadar verdiğimiz böylesi bir dostluk, çocukluktan ölüme dek insanoğlunun edinebileceği en büyük zenginlik,

kişinin kendine verebileceği en büyük armağandır!

*

15 Ocak, Pazartesi

Bu büyüklere hiç güvenilmez zaten! Hem de hiç! Annemin bana yaptığına bakar mısınız! Bu satırları yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum, çocuklar gibi zır zır ağlıyorum. Ama elimde değil.

Derdimi bir tek sana dökebilirim sevgili defterim. Şimdi gecenin on ikisi ve ben yine sana sığınıyorum. Gelelim beni yıkan habere…

Ankara’dan İstanbul’a taşınıyormuşuz. Artık İstanbul’da yaşayacakmışız. İyi mi…

Bugün annem hazretleri pürneşe eve geldi ve, “Serra, sana müthiş bir haberim var,” dedi.

Ben de, Bayan İyiniyet, hemen gaza gelip, “Dinliyorum, hem de dört kulak,” dedim.

“Gel şöyle otur karşıma da, rahat rahat anlatayım,” derken gözleri ışıl ışıldı.

Pencerenin önündeki koltuklarımıza yerleşir yerleşmez başladı anlatmaya. “Müdür Bey konuşmak istediğini söyleyerek beni odasına çağırdı.”

“Ne iş?”

“Sus Serra, cıvıklık yapma da dinle.” “Tamam, tamam. Özür diliyorum.”

“Efendim, bankamız İstanbul’da, Etiler’de yeni bir şube açmaya karar vermiş.

“Kuruluş aşaması çok önemli olduğundan bu göreve dinamik, yetenekli, yaratıcı ama aynı zamanda da deneyimli biri gerekiyormuş. Son müdürler toplantısında bu konu görüşülürken, bizim müdürümüz beni düşünmüş ve önermiş. Tabii bu bir süre önce. Bugün, kendisine genel müdürlükten konuyla ilgili yazı gelmiş. Ve…” Annem artık dayanamayıp ayağa fırladı, aynı Ayşegül gibi ellerini, kollarını sallayarak konuşmasını sürdürdü. “O yazıda tüm adaylar arasından annenizin seçildiği saygılarla bildiriliyormuş.”

Annemi dinlerken, sanki yer ayağımın altından kaymaya başlamıştı… Bense öylece duruyordum…

Hiçbir şey yapmadan…

Yapamadan…

Çok garip bir duygu…

Annem ise keyifli keyifli anlatmasını sürdürdü.

“Düşün Serra düşün. İstanbul’da yeni açılacak bir şubeyi benim kurmamı istiyorlar.” Elini göğsüne bastırarak sanki kendini bana takdim ediyordu. Sonra sözcüklerin üstüne basa basa devam etti. “Dinamik, yetenekli, yaratıcı, ama aynı zamanda deneyimli biri gerekiyor ve bu iş için onca aday arasından annenizi seçiyorlar, Serra Hanım. Nasıl? Müthiş değil mi?”

Hâlâ öylece dinliyordum. Bir yerlere sürüklendiğim duygusu giderek güçleniyordu.

Annemse odanın içinde hem dolaşıyor, hem anlatıyordu. “Inanamıyorum! Aslında terfi bekliyordum ama İstanbul’un en seçkin semtlerinden Etiler şubesini kurmak ve oranın müdiresi olmak…”

Birden önümde durdu. “Üstelik bu, maaşımın da arracağı anlamına geliyor ki, laf aramızda, ikimizin de buna şiddetle ihtiyacı vardı, öyle değil mi küçükhanım?” Öylece dinliyordum.

“Eee, bu başarılı kadını tebrik etmeyecek misin?” diye sordu annem heyecanını bir kenara bırakıp, geldiğinden beri dikkatini ilk kez benim üstüme yoğunlaştırarak. Hemen sadede geldim.

“Yani artık İstanbul’da mı çalışacaksın?”

“Serra, iki saattir anlattıklarımı dinlemiyor muydun yoksa…”

“Peki, sen İstanbul’da çalışacaksın, biz nerede yaşayacağız?”

Yüzünde garip bir ifade belirmişti annemin, bana aklını kaçırmış biriymişim gibi bakıyordu. Usulca karşımdaki koltuğa ilişti, gözlerini gözlerime dikti ve “Tabii ki İstanbul’da yaşayacağız, Serracığım,” diye alçak bir sesle yanıtladı beni.

“Yani Ankara’yı bırakıp gideceğiz, öyle mi?”

Bir an sessizlik oldu.

“Serracığım, sorun nedir? Güzel bir terfi almışım, maaşım artacak, daha büyük bir kentte yaşayacağız. Üstelik anneannenle deden de oradalar, artık ailemizle birlikte olacağız.”

“Sorun şu ki, sen mutlusun, iyi güzel. Ben de senin için mutluyum. Başarın için gerçekten mutluyum ama ben ne olacağım? Benim hayatım ne olacak? Okulum, arkadaşlarim ne olacak?”

“Serra, lütfen bağırma.”

Bağırdığımın farkında değildim ama işin açıkçası umrumda da değildi.

“İşte sorun bu,” diye aynen devam ettim. “Ben ne olacağım? Benim hayatım ne olacak?”

“Lütfen Serra, lütfen sakin ol biraz. Evet biliyorum, alıştığın yaşamdan ayrılmak zor. İnan, benim için de zor.” “Hayır efendim, senin için hiç de zor değil. Sen zaten hep buradan gitmeyi düşleyip duruyordun.”

“O da nereden çıktı?”

“Defne Teyzem ile telefonda konuşurken duydum seni. Yok buralarda çok anın varmış, yok bu anılarla dolu kentten uzaklaşmak istiyormuşsun. Hayatını sil baştan yapmak istiyormuşsun.”

Sessizlik ince bir bulut gibi indi aramıza. Sonra annem, “Telefon konuşmalarımı dinlediğini bilmiyordum,” dedi yavaşça. Kabahat yine benim olmuştu.

“Hayır efendim, dinlemiyordum. Aynı odadaydık ve sen konuşurken ben de ders çalışmaya gayret ediyordum, hemen beni suçlama.”

“Tamam, özür dilerim,” dedi annem ve kendini savunmaya koyuldu. “Duygusal bir anıma rastlamış, ben de bunları söylemiş olabilirim. Ama Ankara’dan nefret ediyor değilim, bu iş teklifini sırf buradan gitmek için kabul etmedim. Bu çok güzel bir fırsat ve ikimiz için de iyi olacak diye düşündüğümden kabul ettim. Bir de, ailemiz orada. Onlarla birlikte olmamızın iyi olacağını düşündüm.”

“Bana hiç sormadın. Hani her şeye birlikte karar verecektik?”

“Serra, ne olur, işleri zorlaştırma. Böyle bir iş önerisi kolay kolay gelmez. Bu hem yükselmek, hem maaşın artması, hem de büyük bir kentte yaşamak demek.”

“Sadece kendini düşünüyorsun. Beni hiç düşündüğün yok.” “Serra!”

“Sen bencil bir insansın, zaten öyle olmasaydı babamdan boşanmazdın.”

Bu sözler ağzımdan çıktığı an, annemin yüzü bembeyaz oldu.

Oh, oh canıma değsin! İşte onu en zayıf yerinden vurarak intikamımı almıştım. Sen beni arkadaşlarımdan ve alıştığım hayattan koparır mısın, al işte, ben de böyle yaparım. Yerimden fırlayıp odama koştum. Kapıyı çarparak kendimi yatağıma attım ve ağlamaya başladım.

Ne kadar ağladım, odamda kaç saat kaldım, hiç bilmiyorum. Yüzümü yıkamak için kalktığımda hava kararmıştı.

Kendimi ne kadar da kötü hissediyordum Tanrım. Aynada yüzüme baktığımda gözlerimin şişip ince bir çizgiye dönüşmüş olduğunu gördüm. Odam akşamın karanlığında koyu bir hüzne gömülmüştü. O neşeli, tatlı sığınağım artık bana veda ediyordu. Burada neler, neler yaşamıştım… Sonra aklıma Ayşegül, Yeşim ve sınıftakiler geldi, yine ağlamamak için bütün gücümle kendimi tuttum, çünkü artık gözlerim adamakıllı acıyordu.

Ev çok sessizdi. Genelde annem böyle durumlarda odama gelip benimle konuşur, ama bu kez her şey gibi o da yok olup gitmişti sanki. Biraz daha öylece oturdum. Canım ders çalışmak istemiyordu. Ayşegül’le telefonda bu konuyu konuşamazdım, başka şeylerden söz edecek halimse hiç yoktu.

İçimdeki sıkıntı giderek yoğunlaşıyordu. Acaba anneme haksızlık mı ettim, diye bir düşünce şimşek gibi geçti beynimden. Hayır, hayır; tam tersine o bana haksızlık etti, hayatımı hiç düşünmeden altüst etti. Ben söylediklerimde haklıydım.

lyi de… niye suçluluk hissediyorum? Üff, üff, hem yapar ederler, hem de kendimizi suçlu hissetmemize neden olurlar.

Belki de ona babamla ayrılmasının bencillik olduğunu söylememeliydim. Ama o anda öyle öfkeli ve üzüntülüydüm ki… Öte yandan, bu annemin en hassas olduğu, en üzüldüğü konu…

Ayrıca onun bencilliği nedeniyle de ayrılmadılar. Bunu ben de biliyorum ama bana danışmadan karar almasına öylesine kızmıştım ki, sırf öç almak için, onu üzmek, onu yaralamak için söyledim bu sözleri. Ve o anda da bal gibi hoşuma gitti bu yaptığım.

Hele de o bembeyaz yüzünü ve üzüntü dolu gözlerle bana bakışını gördüğümde…

Oysa şimdi, ona yine kızgınım ama kendime bayıldığım da pek söylenemez. “Canavar ruhlu evlat” gibi hissediyorum kendimi.

Acaba şu anda ne yapıyor? Niye hiç sesi çıkmıyor? Uyudu mu acaba?

Yavaşça odamdan çıktım. Oturma odası karanlıku. Sessiz, kedi adımlarıyla annemin yatak odasına doğru ilerledim. Kapının altından ışık sızıyordu, demek ki daha

uyumamıştı. Ve yine parmaklarımın ucunda odama dönüp usulca kapıyı kapattım.

Hayat bazen ne kadar da zor… Kendi sorunlarımız yetmezmiş gibi, bir de büyükler sorun çıkarıyor, onların yüzünden zorluklar yaşıyoruz. Elimizden bir şey gelmiyor, sürüklenip gidiyoruz. Bunları dile getirince de kabahatli oluyoruz. Ondan sonra da al sana yakamızı bırakmayan o atılamaz satılamaz suçluluk duygusu…

Anneme söylediğim sözler aklıma geldikçe, içim büsbütün sıkılıyor. Keşke o laflar ağzımdan çıkmasaydı…

Artık yatmalıyım… Üstelik ders de çalışamadım. Acaba yarın için anneme bir mazeret kâğıdı yazdırsam mı? Ama bugün olanlardan sonra bunu ondan nasıl isterim. Üff, üff…

Bugün de neler oldu neler…

16 Ocak, Salı

Bir kere okul kapısında karşı karşıya geldiğimiz anda Ayşegül bir şeylerin ters gittiğini anladı ve, “Serra, iyi misin?..” diye üstüme atladı. Sen misin bu soruyu soran, benim aptal musluklar aynen akmaya başlamaz mı…

Hemen koluma giren Ayşegül, bir yandan beni köşeye doğru çekerek, “Neler oluyor, Serra, anlatsana,” diyor, bir yandan da, “Ay, bu kız beni öldürecek,” diye kendi kendine söyleniyordu.

Sonunda hıçkırıklar arasında, “Buradan gidiyoruz,” diyebildim.

“Nereye gidiyorsunuz? Serra, şunu doğru dürüst anlatsana.”

Zihnimde uçuşan düşünceler beni öylesine bunaltıyordu ki… Bir kere ağladığım zaman hiç kimseye görünmek istemem. Çünkü gözyaşlarını, yüzünün tek bir kaşını oynatmadan, inciler gibi akıtabilenlerden, kısaca zarif bir biçimde ağlayanlardan değilim ne yazık ki… Ben ağladığımda yüzüm eciş bücüş olur; ağzım burnuma karışır. Bu arada burnum da adeta gözlerimle yarış edercesine akar. Eh, böyle bir manzarayı okulun ortalık yerinde, hele de oğlanların bulunduğu bir yerde kim sergilemek ister.

Onun için hıçkırıklarımı içime çekmeye çalışarak, “Annem İstanbul’da bir iş kabul etti, Ankara’dan gidiyoruz,” diyebildim.

“Amaaaan,” diye feryadı bastı canım Ayşegül. Onun bu ilk A’sı yükselen, sonrası düşüşe geçen kendine özgü aman deyişini kimbilir ne kadar özleyeceğim.

Tam o sırada koşarak Yeşim geldi.

“Ne oluyor, Ayşegül?”

“Baksana, Serralar İstanbul’a taşınıyorlarmış.”

“Ne…” Yeşim’in yüzü görülecek haldeydi. Çenesi göbeğine düştü derler ya, aynen öyle.

Derse girene kadar sınıftaki herkes durumu öğrenmişti. Toparlak Mehmet, Orhon, Cihan ve de Atasay hemen etrafımı sarıp, “Gidiyormuşsun, Serra,” dediler, yüzleri çok ciddi.

Evet, anlamında başımı salladım. Konuşursam yine ağlamaya başlarım diye korkuyordum.

“Kesin mi?” diye sordu Orhon.

Yine başımı salladım.

“Ne zaman?” Bunu soran da Cihan’dı. “Bilmiyorum,” dedim.

“Seni çok özleyeceğim, Serra,” dedi Atasay. Evet, Arasay aynen böyle söyledi. Bir an için de olsa içimde bir mutluluk kıvılcımı çaktı. Eee, ne de olsa bir zamanlar beğenmiş olduğum bir erkekten böyle şeyler duymak hoş oluyor.

Hepsini, hatta Siska Filiz’i bile ne kadar da özleyeceğim. Sınıfa en son giren, dolayısıyla olayı en son öğrenen kişi Filiz’di. Duyar duymaz koşup boynuma sarıldı.

“Serra, çok üzüldüm,” deyip duruyordu.

Ben de ona sarıldım. Ne tuhaf, Filiz artık sinirime dokunmuyordu.

Toparlak’ın çok yemesi, Filiz’in aynanın önünden bu yana gelmemesi, Cihan’ın iddiacılığı, Orhon’un, “Ha, ha ha,” diye avaz avaz gülmesi hep sinirime dokunmuştu. Oysa arkadaşlarımın bu ufak tefek kusurları ne kadar da önemsizmiş. Bütün bunların farkına varabilmek için onları yitirmem gerekiyormuş demek ki.

Bundan sonrası Ayşegül’ün reklam panosu gibi ortalarda dolanıp, herkese ama herkese benim gideceğimi haber vermesi ve her duyanın gelip ya bana sarılması ya da ne kadar üzüldüğünü söylemesiyle geçti. Öyle bir duygu yorgunluğu içindeydim ki, ara ara içimin kaymaya başladığını hissettim. Bayılacağım diye ödüm koptu, çünkü bu tam bir rezillik olurdu.

Öğle yemeğinden sonra kantinden bir çikolata almış yiyordum ki (sırf kendimi güçlü hissedeyim diye), hoparlörden adımın anons edildiğini duydum. Derhal müdüriyete gitmem söyleniyordu.

“Hayırdır,” dedi Ayşegül.

“Bugünün gündemi sensin, Serra,” diyerek güldü Yeşim. “Sabahtan beri herkes seni konuşuyor, şimdi de bu anons.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Gençlik Kitapları
  • Kitap AdıArkadaşlar Arasında / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 2
  • Sayfa Sayısı384
  • Yazarİpek Ongun
  • ISBN9786054560851
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviArtemis Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Afacanlar Çetesi ~ İpek OngunAfacanlar Çetesi

    Afacanlar Çetesi

    İpek Ongun

    Asena, Sinan, Defne, Zeynep, Berk… Ve sevgili köpekleri Ahbap. Onlar Gökkuşağı Savaşçıları! Amaçları okullarına bir kütüphane kazandırmak. Okulun bahçesindeki küçük, gizemli ev bu iş...

  2. Kendi Ayakları Üstünde / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 3 ~ İpek OngunKendi Ayakları Üstünde / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 3

    Kendi Ayakları Üstünde / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 3

    İpek Ongun

    Lise yılları sona eriyor… Gelecekle ilgili doğru kararlar almak gerek. Hangi meslek? Hangi üniversite? Kendi ayaklarının üstünde durabilmek için sorular sormak, düşünmek gerek. Serra...

  3. Yoksa Hayat Gençken Daha mı Zor? ~ İpek OngunYoksa Hayat Gençken Daha mı Zor?

    Yoksa Hayat Gençken Daha mı Zor?

    İpek Ongun

    Kalp çarpıntıları her şeyin önüne geçerken, Arayışlar şaşkına çevirirken, Sevgiler, ilgiler, beğeniler birbirine karışırken, Bu arada sıkı dostluklar sınanırken, Yoksa Hayat Gençken Daha mı zor?..

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Harry Potter ve Lanetli Çocuk ~ J. K. RowlingHarry Potter ve Lanetli Çocuk

    Harry Potter ve Lanetli Çocuk

    J. K. Rowling

    SEKİZİNCİ HİKÂYE ON DOKUZ YIL SONRA Harry Potter olmak her zaman zordu. Sihir Bakanlığı’nın yorgun bir çalışanı, bir koca ve okul çağındaki üç çocuğun...

  2. Eyvah Babam Kızacak ~ Louise RennisonEyvah Babam Kızacak

    Eyvah Babam Kızacak

    Louise Rennison

    Georgia’nın babası çalışmak için Yeni Zelanda’ya gitmiştir ve karısıyla çocuklarını da yanına almak istemektedir. Arkadaşlarından, özellikle de sevgili ilahından ayrılmak istemeyen Georgia, babasını kızdırma...

  3. Kanatsız Melek 3 – Son Dilekler ~ Victoria SchwabKanatsız Melek 3 – Son Dilekler

    Kanatsız Melek 3 – Son Dilekler

    Victoria Schwab

    Aria ilk bakışta on iki yaşında sıradan bir kız gibi görünebilirdi. Ama o bir koruyucu melekti ve dünyaya kanatlarını kazanmaya gönderilmişti. Bunun için de...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur