Aşkla şehvet, zulüm ve savaşın soğuk yüzüyle yoğrulmuş iki ayrı kutbu ve de onların getirdiği yıkımı ele alan, tasvirlerini Flaubert’in realizme duyduğu eşsiz sadakatle âdeta ilmek ilmek dokuduğu, üslubuyla Marcel Proust’a ön açan eşsiz bir tarihi romandır Salambo.
Hıncın ve kinin isyan ateşiyle harlanmaya yüz tuttuğu Kartaca’da, umulmadık bir anda filizlenen bir sevdanın hikâyesidir bu. Savaşın yaraları henüz sarılmamışken kan revan içinde bir başka hezimete kucak açanların, körleşmiş umutların ve beyhude cüretkârlığın, özgürlüğe ve sükûnete hasret kalanların hikâyesi…
İmkânsızın dile gelip kanlı canlı bir düşe dönüştüğü, derinlere gömdükçe köklenip yeşeren, engelleri yerle bir etmeye yeminli bir aşkın yoluna taş koyabilmek mümkün mü?..
İÇİNDEKİLER
I. ŞÖLEN……………………………………………………………………..7
II. SİKKA’DA……………………………………………………………..25
III. SALAMBO …………………………………………………………..47
IV. KARTACA’NIN SURLARI ÖNÜNDE ………………….55
V. TANİT……………………………………………………………………73
VI. HANNON……………………………………………………………89
VII. HAMİLKAR BARKA……………………………………….. 111
VIII. MAKAR SAVAŞI……………………………………………..151
IX. SAVAŞTA……………………………………………………………171
X. YILAN…………………………………………………………………187
XI. ÇADIRDA………………………………………………………….201
XII. SU KEMERİ ………………………………………………………221
XIII. MOLOK …………………………………………………………..241
XIV. BALTA GEÇİDİ………………………………………………..279
XV. MATHO…………………………………………………………….319
I.
ŞÖLEN
Kartaca’nın dış mahallesi Megara’da, Hamilkar’ın bahçeleri. Hamilkar’ın Sicilya’da komuta ettiği askerler Eryks Savaşı’nın yıldönümünü kutlamak üzere aralarında büyük bir şölen düzenlemişlerdi, kalabalıktılar; komutanları da orada olmadığından tam bir özgürlük içinde yiyip içiyorlardı. Ayaklarına tunç sandaletler giymiş birlik komutanları, ortadaki yola, ahırların duvarından sarayın ilk terasına kadar uzanan sırma saçaklı, kırmızı bir tentenin altına yerleşmiş, askerlerden oluşan topluluk da ağaçların altına yayılmıştı; burada çok sayıda düz damlı bina ile cendereler, şaraphaneler dükkânlar, fırınlar, askeri donatım ambarları, ayrıca filler için bir avlu, yırtıcı hayvanlar için hendekler, köleler için de bir zindan göze çarpıyordu. Mutfakların çevresinde incir ağaçları vardı; bir çınar ormanı ötedeki yeşillik yığınlarına kadar uzanıyor; bu yeşilliklerin içinde, pamuk fidanlarının beyaz demetleri arasında narlar ışıldıyordu. Salkımlarla yüklü asmalar çamların dallarına tırmanıyordu, çınarların altındaki güller çiçek açmıştı; yer yer çimenlerin üstünde sallanan zambaklar vardı, patikalar mercan tozuyla karışık siyah bir kumla kaplıydı ve ortadaki geniş yolu çevreleyen serviler, çift sıra dizilmiş yeşil sütunlarmışçasına yol boyunca uzanıyordu. En dipte, sarı benekli Numidya mermerinden yapılmış, geniş bir zemin üzerinde yükselen ve teraslı dört katı bulunan saray vardı. Her basamağının köşesinde yenilmiş bir kadırganın pruvasını taşıyan abanoz ağacından büyük dik merdiveniyle, siyah bir haçın dört bölmeye ayırdığı kırmızı kapılarıyla, kendisini aşağıda akreplerden koruyan tunç kafesleriyle, yukarıdaki açıklıkları kapatan yaldızlı çubuktan parmaklıklarıyla azılı zenginliği içindeki saray, Hamilkar’ın yüzü kadar ciddi ve anlaşılmaz görünüyordu askerlere.
Meclis, bu şölenin yapılması için onlara evini açmıştı; Eşmun Tapınağı’nda kalan nekahet dönemindeki askerler şafak söker sökmez yola koyulmuş, koltuk değnekleriyle dura kalka yürüyerek güçlükle oraya varmışlardı. Her dakika başkaları geliyordu. Bütün patikalardan, göle akan taşkın sular gibi dökülüyorlardı durmaksızın. Ağaçlar arasında, ürkmüş ve yarı çıplak durumda, mutfakta hizmet gören kölelerin koşuşturdukları görülüyordu; çimenler üstündeki ceylanlar bağrışarak kaçıyor, güneş batıyor, limon ağaçlarının kokusu ter içinde kalmış kalabalığın kokusunu daha da ağırlaştırıyordu. Burada her ulustan insan vardı; Likyalılar, Lusitanyalılar, Balearlılar, Zenciler ve Roma’dan kaçanlar.
Kaba Dor lehçesinin yanında, savaş arabaları gibi gürültü çıkaran Keltçe hecelerin çınladığı duyuluyor ve İyonya sözcüklerinin sonekleri, çöllerdeki çakal çığlıkları gibi keskin ünsüz harflere çarpıyordu. Yunan narin yapısından, Mısırlı kalkık omuzlarından, Kantabriyalı kalın baldırlarından belli oluyordu. Karyalılar kasılarak miğferlerinin tüylerini sallıyorlardı. Kapadokyalı okçular ot sularıyla vücutlarına kocaman çiçek resimleri yapmışlar, kadın elbiseleri giymiş bazı Lidyalılar da ayaklarında terlikler, kulaklarında küpeler, yemek yiyorlardı. Gösteriş için zincifre boyasıyla boyanmış ötekilerse mercandan heykellere benziyorlardı. Bu insanlar yastıkların üzerine uzanıyor, büyük sinilerin etrafında çömelerek yemeklerini yiyor ya da yüzükoyun yatarak et parçalarını kendilerine doğru çekiyor ve dirseklerine dayanarak, aslanların avlarını parçalarken yaptıkları gibi sakin sakin karınlarını doyuruyorlardı.
Son gelenler, ayakta durup ağaçlara dayanarak, kırmızı halıların altında yarı yarıya kaybolan alçak masalara bakıyor, sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Hamilkar’ın mutfakları yeterli imkânı sağlamadığından, Meclis onlara köleler, kap kacak ve yataklar göndermişti; bahçenin ortasında, savaş alanında ölüleri yaktıkları ateşlere benzeyen kocaman parlak ateşler göze çarpıyordu; bunların üstünde sığır etleri kızarmaktaydı. Anasonlu ekmekler, disklerden daha ağır iri peynir tekerleri, iki kulplu şarap testileri ve içinde çiçekler bulunan altın işlemeli sepetlerin yanında su dolu kupalar birbirini izliyordu. Sonunda rahatça tıka basa yemek yemenin sevinciyle etraftaki bütün gözler fal taşı gibi açılmış, şarkılar başlamıştı. Misafirlere önce üstleri siyah resimlerle süslü kırmızı kilden tabaklarda yeşil soslu kuşlar, sonra,
Kartaca kıyılarında avlanan her tür kabuklu hayvan, buğday, bakla, arpa lapaları ve sarı amber taşından büyük tabaklarda kimyonlu salyangozlar servis edildi. Sonrasında, boynuzlarıyla birlikte karacalar, tüyleriyle birlikte tavuskuşları, tatlı şarapta bütün bütün pişirilmiş koyunlar, dişi deve ve manda butları, garum soslu kirpiler, kızartılmış ağustosböcekleri ve kendi yağında pişmiş tarla sıçanları sofraları doldurdu.
Sofranın ortasındaki Tamrapanni ağacından yapılma karavanaların içinde iri yağ parçaları yüzüyordu. Her şeyde bol bol salamura, mantar ve şeytantersi vardı. Piramit şeklinde meyve yığınları ballı çöreklerin üstüne yıkılıyordu; zeytin posası yedirilerek semirtilen o şiş karınlı, pembe tüylü birkaç küçük köpek de unutulmamıştı, başka ulusların nefret ettiği bir Kartaca yemeğiydi bu. Yeni yemeklerin sürpriz olarak ortaya çıkışı midelerin doymak bilmezliğini artırıyordu. Uzun saçlarını başlarının üstünde toplamış olan Galyalılar karpuzları ve limonları kapışıp kabuklarıyla birlikte kıtır kıtır yiyorlardı. O zamana kadar hiç deniz böceği görmemiş olan Zenciler, hayvanların kırmızı dikenleriyle yüzlerini bereliyorlardı. Mermerden daha beyaz, tepesi tıraşlı Yunanlar tabaklarındaki artıkları arkalarına atarken, kurt postu giymiş Brutium çobanları da önlerindeki yemeğe eğilmiş, sessizce atıştırıyorlardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarihi Roman
- Kitap AdıSalambo
- Sayfa Sayısı328
- YazarGustave Flaubert
- ISBN9786257370707
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Helal Gıda ~ Febe Armanios, Boğaç Ergene
Helal Gıda
Febe Armanios, Boğaç Ergene
İslâmiyet’teki “helal” gıda kavramını tarihsel bir perspektifle, derinlemesine ele alan Febe Armanios ve Boğaç Ergene, Müslümanların beslenme anlayışlarına ve gıda tercihlerine kapsamlı bir bakış...
- Kayıp Kitap – Barnabas’ın Sırrı ~ Aydoğan Vatandaş
Kayıp Kitap – Barnabas’ın Sırrı
Aydoğan Vatandaş
80lerin başında Hakkarinin Kelo Memo Dağının yakınındaki Uludere Mağarasında köylüler, avlanmak için yazın yaylaya çıktıkları vakit, zeminden epey aşağıda, geniş bir oda büyüklüğündeki loş...
- Sivastopol Ağustos 1855 ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Sivastopol Ağustos 1855
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Çarlık Rusyası Osmanlı Imparatorlugu’nun tebaası olan Ortodoksların haklarını temsil etme yetkisinde ısrar edince, Osmanlı Devleti Rusya’ya savaş ilan etti. Dünya tarihinin o zamana kadar...