Ne vakit kalbimde yıllardır sönmeyen o ateşi tutuşturan hikâyemi hatırlasam, şifresi çözülmeyen o efsunlu bakışların düşer aklıma… İnanır mısın bilmiyorum, ben işte tam da o günden sonra, kalbimi dağlayan alevlerin bir daha sönmemek üzere tutuştuğuna şahit olmuşum.
Gönül desenlerimdeki efkârın hangi derinliklerde olduğunu bilmiyordum belki, ama bildiğim bir şey vardı benim…
Kan bağı aile olmaya yeter mi? İhanet en yakınımızdan gelince geriye sığınacak liman kalır mı? Yozlaşmışlıkların çağında erdemli bir hayat sürmek mümkün müdür? Elli yılı aşan yazarlık kariyeri boyunca eserleriyle kalplerde derin izler bırakan Ahmed Günbay Yıldız, yeni romanı Masal Kız’da kıskançlık ve yalanlarla örülü bir dünyada masum bir aşka dönüşen dürüst bir dostluğun hikâyesini okurla buluşturuyor.
*
Elimde bir kazma, aşk can evimde,
Sarp dağları delen Ferhat’ım işte.
Öyle bir sevda ki, kor ateşinde,
Aslı’yla tutuşan, Kerem’im işte…
Daha çocuk yaşta dağıldı sürü,
Savurdu sevdayı talihin körü…
Kalplere vurulan o kördüğümü,
Çözmeye adanmış âşığım işte…
Seni düşünüyorum…
Gece, şu anlarda yine, en derin kasvetiyle yalnızlığın inlediği odamda hükümran…
Benzerinin olmadığına inandığım garip bir kimsesizliğim var yalan dünyada. Kutsal değerlerim, bir de sen varsın, ıssızlığımın çilesine talip olduğum gönül evinde.
Milyonlarca insanın yaşadığı şehir, ruhumu bunaltacak bir sessizlikte şu an. Sadece sokakları aydınlatan lambalar, yalnızlığıma eşlik eden, gecelerimin değişmeyen bekçisi yıldızlar ve bir de hüzünlü ışıklarıyla dolunay selamlamakta gönül evimi.
Yüreğimi satırlara dökmek istiyorum, kalem yine duyarsız ve ketum… Ne kadar istekli olsam da hüznü demleyen duygularımı yansıtamıyorum sayfalara. Mürekkep sağır, kâğıt aklımı felç eden hissiyatımı kabullenmeyecek kadar itizarda.
Benim öyküm milyonlardan farklıdır; kimsenin sıradanlaşmış hikâyesine benzemez yaşadıklarım.
“Seni daha fazla tanımak isterdim,” dediğin o anlar geliyor aklıma.
Ne vakit kalbimde yıllardır sönmeyen o ateşi tutuşturan hikâyemi hatırlasam, şifresi çözülmeyen o efsunlu bakışların düşer aklıma… İnanır mısın bilmiyorum, ben işte tam da o günden sonra, kalbimi dağlayan alevlerin bir daha sönmemek üzere tutuştuğuna şahit olmuşum.
Gönül desenlerimdeki efkârın hangi derinliklerde olduğunu bilmiyordum belki, ama bildiğim tek şey vardı benim…
Umut çiçeğimi soldurmayacak biri, dünya sürgünüme ortak olduğu gün bitecekti yalnızlığım ve hayal serüvenimin senaryosuna göre o sendin.
Benim kalbimde çok baharlar soldu Masal Kız… Sana, günahsız, arı ve duru, bakir bir yüreğimin olduğunu, en lirik mısralarla anlatmayı çok isterdim.
Sen, başında kavak yelleri estiren çağına rağmen, arzularını lisana dökemeyecek kadar hicaplı, ahlaki ve manevi değerlerinde haddi aşmayacak kadar kuralcı, gönül oyunlarını gerdek gecesine saklayacak kadar dirayetli bir kızsın. Yuva kuracağın hayat arkadaşına saygılı ve sadakatli bir eş olabileceğini yansıtan duruşunla harikasın.
Her insanın, sonsuzluğa birlikte yürümesini istediği yol arkadaşını, yüreğinin yitik hazinesi ve diğer parçası olarak arayışı kadar normal bir şey yoktur hayatta.
Gözlerin düşüyor aklıma… Yanılıyor muyum? Bilmem.
Seni gördüğüm o ilk anın sahnelerini film şeridi gibi seyrederken, hafızama kazınan resimler bana sessiz bir arayışın serüvenini yaşatıyor.
Gözlerindeki esrar, tedirgin bakışlarındaki anlam ve o büyülü ışıkların yorumu lügatin verebileceği en cömert kelimelerinin vurgusuna muhtaç…
O efsunlu gözlerin var ya, hafızamda aşka dair silinmeyen fotoğraf karelerini bırakmışlar. Ne yalan söyleyeyim, gönül itirafımdır; gönlümün süsü olan satırlarımın baş kösesinde yerin var.
Farkında mısın bilmiyorum, birbirimize çok benzeşen bir yanımız da var. Ben de senin gibi duygularımı sırdaşım olan günlüğüme döker, umutlanışlarımı sadece satırlarda ve kalbimin kasasında saklı tutardım.
Rüyalarımızın ve haddi aşmadan kurduğumuz hayallerin günah olmadığını biliyorum. Sen benim için hayallerin dışında uzanamayacağımı düşündüğüm, dalları göğe uzanan bir ağacın yıldızlara dokunan meyvesisin ve yüreğimde daima öyle kalacaksın.
Aşk iki yüreği de aynı ölçü delerse, gönüller sonsuzluk diyarına birlikte kanatlanırlar…
Yürekler meşru zeminlerde vuslat kararını birlikte almışlarsa, korku ve engelleri görmeyecek kadar kör, dünya ile savaşacak kadar cesurdur, lakin ben sana gönlümü açmaya cesaret edemiyorum.
Gece ne kadar da ilerlemiş, farkında değilim…
Saatin şafak sökümüne yakın bir yerde olduğu kesin ve penceremden yıldızları seyrederken hâlâ seni düşünüyorum. Aklında başka biri var mıydı, bildiğim yok. Ben senin için hâlâ fethedilme duygusunu taşıdığın bir gönül hikâyesi olabilirim umuduyla tüketmeye hazırım ömrümü. Sonunda anılarında silik bir fotoğraf olarak kalacağımı bilsem de duygularımın önüne geçemiyorum.
Aynı şehirde ve aynı okulda, liseli yılların coşkusunu yaşarken bir arada olmamıza rağmen, kalbimin desenlerini sana açamayışımın sonsuz ıstırabıyla yaşamaktayım.
Seni andım gönülden. “Benimle yüreğinde yeni bir sayfa açmaya var mısın?” demeye dilimi döndüremeyişim yok mu, yıllardan beri çilelerin en beteridir yüreğimde…
BİRİNCİ BÖLÜM
Gençlik Hülyaları
İnsanın her arzusu yaşanması gereken yitiği değil…
Hayat karşımıza değişik yollar çıkararak sınayacaktı bizleri.
Bir kabul pusulası oluşturur duygularımız; çoğu zaman doğru olan adresi değil de her nedense nefsimize hoş gelen yolu seçeriz.
Müdahalesi yoktur sınavımızın…
An gelir hayat en korktuğu yerden vurur insanı.
Bu sebeptendir ki, içimize çöken o hoyrat karanlığın, şafağı bir daha hiç sökmeyecek duygusunu taşıtır yüreklerimize…
***
Sonbaharın kehribar sarısına boyadığı yapraklar dallarında hüzünlü bir manzaraya dönüşmüştü. Her mevsimin kendini hissettiren bir görevi vardı yeryüzünde ve ağaçların dallarında sararan yaprakların dökülüşü toprağın derin uykusu için kulağını tıkayışından başka hiçbir şeye yaramayacaktı. Vakti geldiğinde kış günleri bitecek, güneşin ılık pırıltılarıyla beyaza meydan okuyan baharın kar suyu yeni bir diriliş için dokunacaktı toprağın sağırlaşan kulaklarına.
Baharlar uykusundan uyanışıydı doğanın… Her coğrafyada mevsimlerin eşi ve benzeri olmayan kralıdır bahar ancak İstanbul’da erguvanların açışıyla ve martıların coşkulu kanat çırpışlarıyla daha bir başka güzelliktedir. Yeryüzü önce güneşin toprağa ve üzerindeki her nevi bitkiye kondurduğu şefkat buseleriyle uykusundan uyandırır üzerinde bulunan örtüyü.
Mevsim bahardı artık. Evlerin bahçeleri, kırlar ve yüksek dağların yamaçları her renk ve desenden gelinlik elbiselerini giymiş, tabiat mükemmel bir tablo sunmaktaydı seyircisine… Bu mevsimin aşinası olan hafızalara kendini nakış nakış işleyen masalsı görüntüler, efsane tabloların sonu değil, başlangıcıydı…
Özel bir kolejin son sınıf talebeleriydi hikâyeyi başlatanlar. Lise son sınıfa kadar yedi arkadaşlardı onlar ve hepsi de varlıklı ailelerin çocuklarıydı: Yakut, Asena, Şeyma, Hülya, Cevahir, Faruk ve Cihan. Cevahir bir fabrikatörün oğlu, Yakut o fabrikanın genel müdürünün kızı, Faruk aynı fabrikanın genel müdür yardımcısının oğluydu. Cihan, Asena, Hülya ve Şeyma, başka semtlerin çocuklarıydı. Maddi yönden hiçbir sıkıntısı bulunmayan öğrencilerden oluşuyordu yedili grup. Öğrenim gördükleri sınıfta, orta halli ailelerin çocuklarından çok daha farklı bir durum arz ediyorlardı. Cihan, karda yürüyüp izini belli etmemeye çalışan, yoksul öğrencilerin elinden tutuşunu kimseye sezdirmeyen, zengin ve saygın bir babanın oğluydu.
Grubu oluşturan yedi öğrencinin hepsi oldukça maceraperest ve özellikle de motosiklet meraklısıydı. Bahar yeryüzüne göz kırpmaya başladığı günden beri hepsi okula motosikletleriyle gelip gitmeye başlamışlardı.
Bu yılın dönem başında sınıftaki hiçbir öğrencinin tanımadığı Ensar adında bir öğrenci katılmıştı aralarına. Temiz, dikkatleri ilk bakışta üzerine çekebilen şık giysili, göz kamaştıran fiziğiyle herkesi kıskandırabilecek görselliğe sahip olan gencin bir noksan yanı vardı ve günlerdir sınıfta hiçbir öğrenciyle yakınlık kuramamıştı.
Sihirli ve dost bakışları kimin gözüyle temas halinde olsa ona yakınlık duyacak kadar çekici olmasına rağmen, bakışların teması ve hoşgörüsü dışında günlerdir ne o kimseye yaklaşmış ne de sınıftaki öğrenciler onunla iletişim kurabilmişlerdi. Sadece ve sadece dost gönüllü, güler yüzlü, onurlu, yalnızlık duygusunun ıssızlığını sergileyen bir görüntü sunuyordu arkadaşlarına.
Sınıf birincisi değişmişti o geleli. Okulun en güzel ve en çalışkan kızı, hatta okulda bütün öğrencilerin ve öğretmenlerin kendisine taktıkları, Masal Kız lakabıyla tanınan Yakut Göksel bile ikinci planda kalmıştı Ensar aralarına katıldığında.
Ensar, sınıfın en başarılı öğrencisiydi, ancak Yakut deyip geçmek yeterli değil. Aslında kısa bir tasvir de onu anlatmaya yetmez. Lakabından da anlaşıldığı gibi masalsı bir güzelliğe sahipti. Kirli sarı saçları tam topuklarına kadar uzayıp giden, her gören göze efsane bir görüntü armağan eden bir güzelliği vardı. Bazen atkuyruğu yapardı saçını ve bazen çoğaltılan örgülerin ahengiyle kamaştırırdı seyredenlerinin gözlerini. Bazen topuklarına kadar inen saçlar, sırtını yelpaze gibi örtünce görebilen her göze emsalsiz bir hayranlık tablosu olup çıkardı. İşte o ihtişamlı görüntünün büyüleyen fotoğrafları hafızalarda İlahi sanatın silinmeyen nakışları olarak asılı kalırdı. Bütün bunlara rağmen o her zaman düşüncelerde hicaplı, masum ve art niyetsiz anlamlar uyandıran bakışmaların temsilcisiydi.
Hilal kaşların altında duran yeşil gözleri, mahcup bakışları ve dolunay çekiciliğini andıran yüzüyle, kibirden çok uzak ve dostluklardan keyif alan bir mizacın sahibiydi. Bulunduğu yaşın, ruhunda kavak yelleri estirdiği çağda olmasına rağmen, hayata duruş tarzını besteleyen mizacıyla gönül oyunlarına uzaklığını arkadaşlarının hepsine de yansıtmayı başaran bir kızdı.
Ensar’ın sınıf birinciliğini elinden alışını kıskansa da ona yakın bir mesafede oluşu, kibrin, bencilliğin ve kıskançlığın çok uzağında duruşunun en belirgin ifadesiydi.
Masal Kız çok merak etmişti aralarına yeni katılan öğrenciyi.
Sınıfta herkes az ya da çok birbirlerini tanıyordu ama Ensar, o iç dünyasına çekilmiş haliyle bir muammayı andırıyordu arkadaşları için. O kimdi? Neyin nesiydi ve neden kendini herkesten bu kadar soyutluyordu?
Bir gün teneffüs zili çaldığında herkes sınıftan çıkmış, Ensar yerinden bile kıpırdamamıştı.
Onun bu hali Yakut’un dikkatinden kaçmamış olsa ki, o da sırasında oturup yerinden kıpırdamamıştı. Yedili grubun bir âdeti vardı. Masal Kız teneffüslerde yerinden kalkmadıkça ne Faruk çıkardı sınıftan dışarı ne de Cevahir.
Bugün, Masal Kız’ın gözleri Ensar’ın üzerindeydi ve Cevahir ile Faruk’un kıskançlıkları had safhadaydı.
Ensar kitabını açmış her şeyden habersizce okumayı sürdürüyorken Faruk’un sesi dalgalanıyordu kulaklarında:
“Çıkmıyor muyuz?”
Masal Kız, garip bir ilgiyle karşılık vermişti Faruk’a:
“Siz çıkabilirsiniz. Benim Ensar ile konuşacaklarım var.”
Ensar konuşulanları duyunca elindeki kitabı bir kenara bırakmıştı. Göz göze gelmişlerdi Masal Kız ile. Dudaklarında hüzünlü bir tebessüm vardı ve ona bakıp hiç konuşmadan sadece “kabul” anlamında eğmişti başını.
Cevahir şaşkın, Faruk hayretli bir sessizliğe bürünmüştü o an.
Masal Kız, Ensar’dan ima yoluyla aldığı davete icabet edebilmek için Faruk ve Cevahir’e aldırış etmeden yerinden kalkmıştı.
Faruk ile Cevahir’in bakışları üzerindeydi ve o Ensar’ın sırasındaki boş yere ilişircesine oturduğunda ikisi de onların başucunda durmuş, Masal Kız’ın Ensar ile ne konuşacağını merak edercesine bekleyiştelerdi.
Hassas ve kuşatıcıydı Masal Kız’ın sesi:
“Merhaba.”
Ensar’ın duygusal bir bakışı vardı ona:
“Merhaba.”
“Kusura bakma, sen hiçbirimize yaklaşmadın, bu yüzden bizler de seninle ilgilenemedik. Sınıf birinciliğini elimden aldığın için alıngan değilim sana karşı. Önce bunu bilmeni istiyorum.”
Ensar esefli ve hicaplıydı Masal Kız’a bakarken:
“Ben asla öyle bir düşüncede değildim.”
“Biliyorum arkadaşım da çok yalnızsın. Böyle olmaz. Bak ne düşündüm biliyor musun? Biz bu sınıfta çok iyi anlaşan bir grup oluşturduk. Yedi kişiyiz, sekizincisi de sen olmak ister misin? Her şeyden önce bu yalnızlık cehenneminden kurtulmalısın.”
Cevahir söz bırakmamıştı Ensar’a:
“Masal Kız haklı, sen de aramızda olursan memnun oluruz.”
Faruk:
“Bu daveti kaçırmamalısın arkadaşım.”
Ensar ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Hiçbirini yeterince tanımıyordu ve aralarına katıldığı günden beri sadece isimlerini ezberleyebilmişti.
“Arkadaşız ve beraberiz zaten.”
Masal Kız:
“Öyle değil arkadaşım, sen çok yalnızsın. Teneffüslerde olsun sınıfta olsun, okula gidip gelirken olsun, daha samimi ve daha yakın olalım birbirimize demek oluyor bu.”
“Kabul, dediğiniz gibi olsun.”
***
Ensar o günden sonra, onlarla konuşuyor, şakalaşıyor, derslerini aksatmadan yürütüyordu beraberliklerini. Öyle ki, mezuniyet günlerine birkaç ayları kalmıştı.
Cevahir ve Faruk Ensar’a karşı gizemli bir husumet besleseler de Masal Kız’ın korkusundan hissiyatlarını açığa vuramıyorlardı. Masal Kız’ın Ensar’a yakınlık duyuşu çoktan onları kıskandırmaya başlamıştı.
Cevahir, Yakut’un babasının patronunun oğluydu. Bu yüzden Yakut onu dışlayamıyor ve hareketlerine sabırla karşılık veriyordu. Üniversite yıllarında onunla çok daha az karşılaşacakları için bazı serzenişlerine ve nahoş davranışlarına susarak karşılık veriyor, bununla beraber, her geçen gün ona karşı yüreğindeki istemsiz nefret her geçen gün biraz daha büyüyordu.
Ensar grubun arasına okul dışında hiç katılmamıştı. Sekiz kişilik grubun içinde motosikleti olmayan sadece o vardı. Arkadaşları, “Senin neden motosikletin yok?” diye sorduklarında detayına girmeyip kısa bir cevapla geçiştiriyordu sorularını:
“Macera türü şeyleri sevmiyorum, böylesi daha iyi…”
***
Mezuniyet günleri yaklaşınca, Ensar’ın aralarında olmadığı bir zamanda yedi arkadaş oy birliğiyle coşku dolu bir karar almışlardı.
Her hafta sonu dersten çıkar çıkmaz motosikletlerine atlayıp meşhur bir restoranda yemek yiyecekler ve her hafta masrafları sırasıyla gruptan biri karşılayacaktı.
Cihan ile Faruk, Ensar’ı görür görmez onun yanına koşmuş ve az önce alınan kararı ona duyurmuşlardı.
Cihan:
“Bak az önce aramızda bir karar aldık. Buna itiraz kabul edilmeyecek, haberin olsun.”
Ensar arkadaşlarının heyecanlı haline bakmış ve “İtiraz kabul edilmeyecekse söyleyin o zaman, ben de bileyim,” demişti.
Faruk, Cihan’a bırakmamıştı sözü:
“Mezuniyetimize çok az bir zaman kaldı. Diyoruz ki her hafta sonu dersten çıkar çıkmaz harika bir restorana gidip akşam yemeğini orada birlikte yiyelim!”
Ensar arkadaşlarının teklifini duyar duymaz yüzündeki neşe sönmüştü. Gözlerindeki ışıklar hüzün pırıltılarına bırakmıştı yerini.
Cihan devam ediyordu söze:
“Her hafta, sırasıyla bir arkadaşımız karşılayacak masrafları. Kabul mü?”
Grubu oluşturanlardan dört kız ve bir de Cevahir yakın bir mesafeden izliyorlardı onları.
İçli, alev topunu andıran bir nefes indirmişti Ensar ciğerlerine. Alnında sıkıntı terlerinin tepecikleri, hüzün şebnemini oluşturan nemlerin kirpiklerinde parıldayışı çekmişti Cihan’ın dikkatini. Herkesin kulağı onun vereceği cevaba odaklanmıştı.
Ensar, uzun sayılacak bir zaman sessizliğini korumuş, “evet” ya da “hayır” diyememişti. Sükûtun vurduğu kilit sebebiyle bir türlü açılmıyordu dudakları. Delikanlılık gururunu incitecek bir teklif değildi kendisinden beklenen ama o nedense oldukça sıkıntılıydı.
Cihan, garip sayılacak bir seyir tutturmuştu Ensar’ın gözlerinde:
“Neden konuşmuyorsun arkadaş? Hepimiz aldığımız kararın cevabını bekliyoruz senden. Haftada bir akşam hep bir arada olalım istemiştik! Veda günlerimiz yakın.”
Arkadaşları yeterince tanıyamamıştı onu. Düzgün ve şık kıyafeti, uzun boyu, dalgalı kumral saçları ve ela derin gözleriyle görenleri kıskandırışı, iç dünyasının dışa yansımasıyla saygınlık kazanışı bir yana dursun, dış görüntüsünün zenginliğiyle, onun da varlıklı bir aile çocuğu olduğu düşüncesine kaptırmıştı arkadaşlarını.
Dürüstlüğü, hoşgörülü tavrı, ruhu okşayan dost üslubuyla tanımıştı onu sınıf arkadaşları. Çekimser halini onun daha çok yalnızlıktan hoşlanışına bağlıyordu herkes. Susuşundaki anlamı yine öyle yorumluyor olmalılardı.
Faruk hayretli, Cihan manidar bir seyre bırakmıştı kendini Ensar’ın vereceği cevabı beklerken.
Ensar neden sonra arkadaşlarının sorusunu güçlükle cevaplandırmaya çalışıyordu:
“Benim her haftanın akşamını bir restoranda tüketecek lüksüm yok! Üzgünüm…”
Onun bu konudaki itirazını duyanlar şaşkınlardı. Derin bir hoşnutsuzluk hâkimdi arkadaşlarının tavrında. Cihan, inanamamıştı duyduklarına:
“Şaka mı bu? Biz her yılın son döneminde alışkanlık haline getirdik bunu. Seni de aramızda görmek istiyoruz”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıMasal Kız
- Sayfa Sayısı320
- YazarAhmed Günbay Yıldız
- ISBN9786050848281
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yapay Zekânın İsyanı ~ Miyase Sertbarut
Yapay Zekânın İsyanı
Miyase Sertbarut
Yapay zekâ, ne kadar “yaratıcı” olabilir? Miyase Sertbarut, edebî yaratıcılığın boyutlarını sorguladığı Yapay Zekâ’nın İsyanı’nda, hızla dijitalleşen dünyada kendi varlığını oluşturmaya çalışan genç bir yazar ile...
- Durmadan Leyla ~ Aslı Tohumcu
Durmadan Leyla
Aslı Tohumcu
“Tanga da giyerim, paçalı don da. İster alırım kılımı tüyümü, ister uzatırım. İster şortla dolanırım, ister açarım dekoltemi. Sormam kimseye!” dedi ikinci kadehi kafasına...
- Ölümden Uzak Bir Yer ~ Kerem Eksen
Ölümden Uzak Bir Yer
Kerem Eksen
“Bir şeylerin olmasını bekliyor, bekliyor, olmayınca da oturup düşünmek istiyor, mesele nedir, neyi nasıl halletmek gerekir, derken önüne dimdik bir duvar çıkıyor, dokunmayı bile...