Nuri Pakdil, ‘Biat’ adlı kitabında, Cumhuriyet dönemi edebiyatını ve yerli düşünceyi değerlendirir: “Cumhuriyet dönemi edebiyatı, Asya’dan, Afrika’dan, Ortadoğu’dan kopuk bir edebiyattır. Daha da kötüsü, Ortadoğu’yu yadsıma belgeleriyle doludur. Cumhuriyet dönemi edebiyatı, halkının inançları dışında, halkına karşı oluşan bir edebiyattır.”
Biat I’deki şu tespit, Nuri Pakdil’in bütün eserlerini anlamamızda bize ışık tutmaktadır: “Yerli düşünce, edebiyatımızın umududur. Çünkü edebiyatımız yerli düşünceyle beslendikçe edebiyatla halkın ilişkisi doğallaşacaktır Ülkemizde edebiyatla birlikte gelen, yerleşen yabancılaşma, yine ancak edebiyatla ülkemizden atılacaktır.” / Ali Ulvi Temel
Nuri Pakdil’in Biat I, Biat II ve Biat III adlı kitapları birbirini tamamlar nitelikte. Bir bütünlüğün oluşması için, üç kitabın birlikte okunması faydalı olacaktır.
Yazarın kitaplarında vurgulamak istedikleri: Anamalcılığa karşı duruş, 1923 yabancılaştırma girişimleri, sömürünün karşısında ve emeğin yanında oluş, kirli mülkiyetin arındırılması, karasiyasa, yerli düşünce, kimliksizleşme, Afrika ve Ortadoğu şeklinde sayılabilir.
Tabiiki tamamı bunlar değil. Eserlerin ana damarları diyebiliriz bunlara. / Mustafa Karadavut
KALEMİN YÜKÜ
Niçin yazıyoruz? Nedir ereği kalemi elimize alışımızın? Yazar, önce bunları düşünerek masaya oturan kişidir. Ağacın çiçek açması gibidir yazının yazılması. Kadın doğum yapar, sancının sonu muştudur, yazarın da cümleleri öyle. Yazar ondan dönemez artık, bağlanmıştır.
Kuşkusuz, insanın sürekliliği, tüm canlıların sürekliliği nasıl bir zorunluluksa, duyguların, düşüncelerin sürekliliği de bir zorunluluktur. Düşüncelerin, duyguların sürekliliğini yazı sağlıyor.
Sözün de yazıya eş bir gücü var. Söz (kelâm=parole), toplumların şahdamarıdır adeta. Sözgelimi, eski Yunanistan’da, devlete eş bir gücü vardı kelamin. Arabistan’da da öyle değil miydi? Eski uygarlıkları düşünürüm. Mısır uygarlığından, varsa, papirüsler kalmıştır elimizde. Mezopotamya uygarlığından, Hitit uygarlığından, oyuk gözlü, toprak altında bırakılmış taşlardan başka elimizde ne kaldı? Bunların birer ölü uygarlıklar olarak anılışı, o çağlar edebiyatlarının (yoksa yok muydu edebiyatları?) sonraki çağlara ulaşamayışındandır. Kuşkulanmıyor da değiliz: Oyuk gözlü, toprak altında kalmış taşlar da olmasa, o dönemlerde oralarda yaşanmış olunabileceğine güç inanacağız. Oysa Yunan uygarlığını günümüzde sürdüren, döneminin edebiyatı.
Zebur’la, Tevrat’la, İncilʼle aydınlatılmak istenir kalemin yükü. Ne ki, bir bildirimden öteye geçmez bu anlatım. İnsanla, insanın bütün sorunlarıyla kalemin ilişkisi üzerinde durulmaz. Bütün bu kutsal belgelerle, varoluş bilinci, belirli, sınırlı bir düzeyde tutulur. Bunlarla, bunların benzeri öbür kutsal belgelerle us onarılır, Kuran’la yükleneceği sorumluluğu anlama düzeyine getirilir insan.
İdeolojilerdeyse, varoluşun gereği bir araştırmadır bütün yapılan. Kör, ışıksız bir çabalama. Kalem boş durmaz yine, yazar bu dönemlerde de, gerçek tutucularını kollayarak.
II
Yeni düzen, usu yenilerken, bilinci yenilerken kalemi de açar. Peygambere “Oku” diye inmeye başlar Kuran. Zaman, tanıklığa çağırılmaktadır Kuran’la. Niçin varolduğumuz sürekli açıklanır, anlatılır insana seçimin gereği, insanın kendi kendini kurduğu. İnsan kutlanır saptamalarıyla. Övülen, özgürlüğüdür. Hiçbir şeyin unutulmaması, yitmemesi için Tanrı katında bir kitabın bulunduğunu da okuruz.
Kuran’la, insanın durumu, mutlak bir açıklığa kavuş. turulur. Çok geniş anlamda alıyorum ‘insanın durumu’nu. İnsanın doğumu, yaşamı, insanın insanla, toplumla, doğayla, Tanrı’yla ilişkileri, seçim özgürlüğü, başkaldırma hakkı, bu dünya, öte dünya, ölümden sonra dirilme inancı, tüm davranışlarından herkesin mutlaka yargılanacağı inancı. Şahadet kelimesi, bir seçimdir gerçekte, inancı seçmektir sözle, yürekle. İnsan, dünyaya gelmekle şaşkındır; Varoluş şoku. İlk o vakit tutmalı insanı. Şahadet kelimesiyle yapılan budur: insanın kazandığı ilk bağışıklık. İlk görevi kalemin, bunların yazılması. Kişinin kendisini denetlemesini, toplumunu denetlemesini, kişinin kendisinin denetilmesini, toplumunun denetilmesini sağlar namaz. ‘Zaman’la ‘mekân’ uyum kazanıyor, ikisi de insanla koşullanırken, insan da zamanın, mekânın bilincine varmaktadır. Oruçtur inancın, gizin, gizemin, beklemenin, açlığın-tokluğun, yenişin, savaşın önce kendimizle, doğanın, gün batımının, gecenin anlatım denemesi. İnanç olayı zekâtı, bunun sonucu ekonomi olayını, bunun izdüşümü devlet olayını, devlet zorunu, devlet buyruğunu, malin kanserleşmesini önleyen Tanrı buyruğunu, kapitali parçalayan bu kutlu çekici kalem yazmaktadır bir bir. Yıl yıl, yılın olayı olan Hac olgusunu yeniden yorumlayarak yenilenmiyor muyuz?
Gençlik dönemini aşıyorum. Okuduğum kitapların hepsinde, hiçbir ayırım yapmıyorum ama hepsinde, ‘melekler’den, ‘kutsal kitaplar’dan, ‘peygamberler’den, ‘alın yazısı’ndan, ‘dünyanın sonu’ndan, ‘ölümden sonra dirilme’den, yadsınsa da bunlar kabul edilse de, bir çizgi, bir işaret vardır bunlardan. Bunlarsız edemiyor kalem.
Kalem, bağlı bunlarla.
III
Yirminci yüzyıl, kalemin önüne, çözümlenmesi gerekli sorunlar bırakmıştır. Bu sorunlar, Avrupa ulusları için, Ortadoğu ulusları için farklıdır birbirinden. Şurası bir gerçek: Avrupalı uluslar, kültür değişiminin öldürücü fırtınası altında yolunmuş ekin tarlasına dönmediler. Onların sorunları: makinanın hayatlarına bu denli çok girişi, maddesel isteklerin ruhsal dengeyi bozuşu, dengesizlik, sonunda yadsıma. Ortadoğu ülkelerindeyse, kültür değişiminin kavurucu, kurutucu etkilerini görüyoruz. Başta, Türkiye yaşıyor bu trajediyi. Din gereği, en çok bu çağda duyuluyor. Makinanın uydusu olan çağımız insanı, ibadetsiz yaşadıkça, daha katılaşıyor, daha anlamaz oluyor birbirini. Türkiye’de, kaleme, daha da ağır yük yüklenmiştir: Yabancılaşmaya direnmek. Tüm etkisini silmek yabancılaşmanın. İçeriği yabancılaşmaya karşı olan uygarlığımızdan beslenen, Türk ulusunun yürek sesini, yani yürek atışını, kalp ölçme aygıtı gibi alan düşünceye yerli düşünce diyoruz.
Yerli yazarlar, koşulları düzeltmek için, yabancılaşma birikimi düşün tutsaklığını kaldırmak için, kaynaklarımıza dönme gereğine inanmışlardır. Onların kalemlerinde göremeyiz kıskançlığı, inkâr lâvını, halk düşmanlığını. Sağlıklı bir düzeyde, onların kalemleriyle, dostluk, gerçek eleştiri, uygarlığımıza çağrı yineleniyor. Hepsi, Yaratanın başlangıçta ve sonuçta kutsadığı emeğin savunucularıdır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıBiat - I
- Sayfa Sayısı104
- YazarNuri Pakdil
- ISBN9789757013266
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEdebiyat Dergisi Yayınları / 2014
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yarın Yeniden ~ Sertap Yar
Yarın Yeniden
Sertap Yar
Her aşkın sonu hayal kırıklığı olabilir, Umutla atılan her adımın sonu hüsran, yeni bir sabaha uyanmanın bedeli kederin ağırlığıyla geçen karanlık geceler de olabilir....
- Medusa’nın Makası ~ Küçük İskender
Medusa’nın Makası
Küçük İskender
Oscar VVilde, Oğuz Atay, Muse, Ufuk Uras, David Bowie, Huysuz Virjin, Can Yücel, Hemingvvay, ölenler, öldürülenler, sevişenler, sevişmeyi reddedenler, tutuculuktan rant elde edenler, kendine...
- Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3 ~ Nuri Pakdil
Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3
Nuri Pakdil
Güneşli bir “nöbet günü”nde bir daha okudum Büyük Sorgu’yu, soluk soluğa. ‘Aşil noktasına dokunmalı sürekli’ diyor ve ‘Haşmeti Tevazuda O Yeşil Yüce Mevlana’yı,‘Büyük Efendi’yi...