“Bazı geceler öyle yalnız hissediyorum ki kendimi, devasa bir kara delik beni yutacakmış gibi. Yutacak ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sonsuz bir düşüş. Keşke yere çakılsam, diyorum. Yere çakılsam ve bu düşüş bitse. Böyle gecelerde en az bir paket sigara içiyorum, sarhoş oluyorum, yüzüne bile bakmak istemediğim insanları telefonla arıyorum.
Evet, yüzlerine bile bakmak istemiyorum. Yalnız kalmış olmasam asla aramam onları. Belki kü.ümsüyorum. İki sayfa kitap okusam daha
iyi geliyor bana. Kitap okurken daha az yalnız hissediyorum. Ölü yazarlarla konuşuyorum, bu dünyayı çoktan terk etmiş müzisyenlerin şarkılarında doyuruyorum ruhumu. Sanki sevdiğim her şey ölü. Canlı hiçbir şeyi sevemiyorum.”
Aşinası olduğumuz fakat tam da bu aşinalık yüzünden hikâyelerini ıskaladığımız sesleri duyuruyor Merve Tarhan İstiridyenin Anatomisi’yle. Hiç oyunsuz, olağanca sıradanlıklarıyla kenardakileri duru bir Türkçeyle çağırıyor; vurgu daima yaşamla insan arasındaki uzunca bağın düzensiz ilmeklerinde. Apartmanın huysuz teyzesi, babanın hak edilmiş sevgisi, bu çağın çok sesli erkekliklikleri, o filmi hatırlatan sevgililer, bütün bütün yanlızlıklar, bir türlü acısı çıkarılamayan öfkeler var bu öykülerde. Kederi yüklenmekte gayet cömert .yküler bunlar ama neşeyi de arayan buluyor, hep olduğu gibi.
içindekiler
babam ve kelebekler
necip’in kedisi
idrar tahlili
pencere
fırtına
temassız ödeme
göl kıyısında bir gece
kirpinin çaresizliği
bir saate
tamer ve bitkileri
ankara’da bir öğleden sonra
erenköy tren istasyonu
ölen biri
rüyamda bir cenaze
ukde
teselli edememek
çirkin ördek
zuhur hanım
babam ve kelebekler
Babam sert bir adamdı. Bizimle neredeyse hiç konuşmazdı. Biz iki kardeştik. Ayşen ve ben. Babam sevgisinde cimri, sözünde cimri, uzak ve soğuk biriydi. Sevgi böyle az olunca, onu elde etmek için yarışıyorsun işte. Kardeşlik büyük rekabet. Hayatta en değerli şey anne baba sevgisi çünkü. İşte biz Ayşen’le bu sevgi için yarışırdık. Babam birimize biraz fazla gülümsese, diğerimiz babamın gözüne girmek için başka bir şey yapmak zorunda hissederdi kendini. Bir şey yapmak diyorum, çünkü o gülümsemeyi hak etmek için hep fazladan bir şeyler yapmamız gerekirdi. Bedava gelmezdi o gülümseme.
Babam şu hayatta bir tek kelebekleri severdi. O bir kelebek koleksiyoncusuydu. Özen ve dikkat istiyordu bu iş. Önce yakalama kepçesiyle kelebeği yakalarsın. Onu tek ve çevik bir hamle ile kepçenin içine alman gerekir. Daha sonra onu bir kutuya koyar ve öldürürsün. Bu en zor kısmı. İki yolu var, siyanürle öldürebilirsin ya da göğsüne baskı uygulayarak. Babam ikincisini tercih ediyordu. Ardından, koleksiyona alana dek türlü işkencelere maruz bırakırsın.
Nemli bir ortamda bir iki gün beklettikten sonra, tahtaya sabitlemek için göğüs kısmına ve kanatlarına iğneler batırman gerekir. Kelebeğin işkencesi burada bitmez. Bir hafta da derin dondurucuda tutacaksın. Sonra hazır.
Babamın kelebeklere olan tutkusunu bilirdik. Neredey. se sevdiği tek şeydi hayatta. Zaman zaman Ayşen’le kele bek avına biz de çıkardık. Babamıza en güzel, en renkli kelebeği getirebilmek için yarışırdık.
Ayşen hep daha fazla kelebek yakalardı. Ben çok gönül. süzdüm çünkü. Aslında Ayşen’in de çok istekli olduğunu sanmam. Ama durumu bana göre daha az sorguladığı da kesindi.
Ben Ayşen kadar çok kelebek toplamıyor, hem bu işi yaparken kendimi çok kötü hissettiğim hem de eve eli boş dönmek istemediğim için, sadece bir kelebek seçiyor ve onu kurban ediyordum. Bu seçimi yapmak zordu. Hızlı olanlar hemen kaçıyordu, onları yakalamak için gerçekten istekli olman lazım. Ben genellikle daha hantal ve şaşkın olanları yakalıyor, bir de üstüne onlardan özür diliyordum.
Bir gün cesaretimi toplayıp babamın yanına gittim. “Baba” dedim. “Bu kelebeklere yazık olmuyor mu?” Kayıtsızlıkla yüzüme baktı.
“Ömürleri kısa zaten.”
Bu yanıt beni öfkelendirmişti. Tekrarladım. “Ömürleri kısa zaten!”
Babam gözlerini devirdi. Derin bir nefes aldı. Tam o sırada, Ayşen etekleri zil çalarak girdi odaya. Çok mutluydu. Çok neşeliydi. Her zamanki gibi. “Aptal Ayşen!” dedim içimden.
Babam Ayşen’e sarıldı. Kocaman sarıldı hem de! Gururla baktı ona ve getirdiği kelebeklere.
“Aferin kızım! Canım kızım!”
Bu manzara çok canımı yaktı. Dışarı çıktım.
Ayşen’i hiç sevemedim. Biz hiç kardeş olamadık. Babam hep bir gölge gibi düştü üstümüze. Ayşen’e karşı hiç içten bir sevgi duyamadım. Onun övüldüğü akraba ziyaretlerinde yüzümü, ellerimi, ayaklarımı sakladım. Halı desenlerini ezberledim.
Zamanla okullar bitti, meslek sahibi olduk. Ayşen doktor oldu. Aynı zamanda da bir üniversitede akademisyen. Evlendi ve iki çocuk yaptı. Kelebek toplamaya devam ediyordu Ayşen.
Bir gün telefonum çaldı. Telefon çaldıktan bir saat sonra, bir hastanenin acil servisinin önünde Ayşen’le sigara içiyorduk. Babamı kaybetmiştik.
Yıllarca korkarak beklediğim ve çok acı çekeceğimi zannettiğim bu an, bana hiç acı vermedi. Şaşırmadım da. Bunun bir gün olacağını biliyordum. Defalarca hazırlamıştım kendimi bu senaryoya.
Ayşen’e döndüm. İçimi acıtan tek şeyi söylemek istedim.
“Babam seni daha çok severdi.”
Ayşen duraksadı, acı acı gülümsedi.
“Ama ben çok kelebek öldürmek zorunda kaldım.”
necip’in kedisi
Saat beş olmuş, gün daha aydınlanmamış, ortalıkta çıt yoktu. Biraz da serin oluyor bu saatler, o serinliği seviyorum. Son zamanlarda sabaha karşı sigara içmelerim iyice arttı. Bugün de Necip’in kedisi üstüme atladığı için uyandim. Dönüp bakıyorum, Necip uyuyor hâlâ. Tatlı bir kedisi var, sarı renkte. Ben çok severim kedileri. Dedim ya hiç sorun değil, sabahları kalkıyorum böyle… Belki de Necip le aramızdaki saat farkı iyice açılsın istiyorumdur.
Bu kedi bir şey arıyor gibi geldi bana. Ne aradığını hemen anladım. Sinek! Bir sineğin peşinde. Koşarak salona gitti. Benim sigaram da salonda olmalıydı, peşine takıldım. Necip’in kedisi, gözlerimin önünde, akşamdan kalma masayı devirdi. Akşam içmiştik biraz, öylesine, uzun zamandır yapmadık dedik… Çok ses oldu tabii devirince… Büyük şangırtı… Tabaklar, bardaklar, her şey yerde… Benimse o sessizliğin için. de merak ettiğim tek bir şey var: Necip uyandı mı? Parmak uçlarımda içeri girdim. Uyanmamış, hayret doğrusu…
Dökülen, saçılan her şeyi orada bırakıp balkona çıktım. Hayatımda ilk defa bir kediyi kıskandım galiba. Canı öyle istedi, indirdi masayı… Sonra da nasıl bir şey olmamış gibi devam etti hayatına… Ben de böyle yapmak istiyorum işte! Epeydir cesaretimi toplamaya çalışıyordum aslında. Onun karşısına çıkabilirim, bir şeyler söyleyebilirim… Hayatıma başka birinin girdiğini, onunla dans kursunda tanıştığımı, onu görmenin beni çok heyecanlandırdığını; zaten beni çok yalnız bıraktığını, ama suçlunun da o olmadığını, her şeyin bir sonu olduğunu, yapacak çok da bir şey olmadığını, belki en başından dürüstçe söylemenin en iyisi olduğunu, ama bunu yapacak güçte bir karakterim olmadığını, bu yüzden yapamadığımı, belki de sorunlarla yüzleşmek yerine kaçtığımı, bunu da bildiğimi, bu kez kaçmak istemediğimi ve elbette bunları hak etmediğini, arkadaş kalmak isterse kalabileceğimizi, istemezse elbette anlayabileceğimi, hemen gitmemi isterse gidebileceğimi… Anlatabilirim bunları. Aynı böyle bir şangırtı olur.
Bütün bunları düşünürken ve kafamda masalar devirir. ken Necip uyanıp yanıma geldi.
“Yine erken kalkmışsın. Her şey yolunda mı?”
“Kedin masayı devirdi de, ona kalktım.”
“Hâlâ kedin diyorsun. O bizim kedimiz!” dedi gözlerini ovuşturarak.
“Bizim kedimiz” diye tekrar ettim.
“Bizim kedimiz.”
idrar tahlili
Sabahın beşinde gözlerimi açıyorum. Bir sonbahar sabahı için oldukça serin. Gece tişörtle yatmışım, üşümüşüm. Kalkıp üstüme aceleyle bir hırka geçiriyorum. Aklıma soğuktan ellerimi ovuşturmak geliyor ama yapmıyorum. Çünkü bu bir film klişesi sadece. Yardımcı olmaz. En iyisi kahve yapmak. Kendime hemen bir kahve yapıyorum. Ellerim sigara paketini arıyor. Tam yedi yıldır sigarayı bırakmaya çalışıyorum. Asla bırakamayacağımı biliyorum. Kah. venin yanına bir de küçük kahvaltı tabağı hazırlıyorum. Zeytin, peynir, domates. Evden çıkmama kaç dakika kaldığını hesaplıyorum. İki saat var, bir buçuk saat yazarım. Sonra duş ve giyinmek için kalan yarım saat.
Evden çıkıyorum. Otobüse biniyorum. Otobüs şoförüne selam verip vermemekte kararsız kalıyorum. Veriyorum. Bana gülümseyerek yanıt veriyor. Koltuklardan birine geçiyorum, cam kenarına. Cam kenarları beni güvende hissettiriyor. Az sonra büyük bir gürültüyle koltuğumdan fırlıyorum. Kaza yapıyoruz. Fırladığım yerden tam belimin üstüne düşüyorum, çok canım yanıyor. Kıpırdayamıyorum….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap Adıİstiridyenin Anatomisi
- Sayfa Sayısı96
- YazarMerve Tarhan
- ISBN9786057353382
- Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviOrnis Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ada, Adam ve Kadın ~ Gültekin Emre
Ada, Adam ve Kadın
Gültekin Emre
Edebiyat, evreni yeniden kurmaktır biraz da… Yoktan var etmek değil de, parçaları yeniden dizmek… O nedenle öyküler başka öykülere açılır sürekli, çünkü elde artan...
- Pandemi Zayiatı – Bir Yıldan 35 Hayat Hikâyesi ~ Pınar Öğünç
Pandemi Zayiatı – Bir Yıldan 35 Hayat Hikâyesi
Pınar Öğünç
“Bu, yıllardan herhangi biri değil. Unutmayacağız. Belki unutma fiilini ortadan kaldıracak denli buna dönüşeceğiz. Belki geleceği tahayyül gücümüzü hatırlamanın bir yolunu bulacağız, değiştireceğiz. Varlığını,...
- Sarhoş Kapı ~ Fergun Özelli
Sarhoş Kapı
Fergun Özelli
Kanun ve kararnamelerde yer almayan duygular, kolluk kuvvetlerince güç kullanılarak durduruldu. Çıkan çatışmada, dış güçler tarafından devletimize karşı kışkırtılan yaklaşık otuz duygu göstericisi, sorgulanmak...