“Bütün gece kabuslarla sürekli bölünen, uykuya benzer bir sarhoşlukla geçti. Annesi bir yağlı boya tablosu olarak karşısında duruyor sonra birden konuşmaya başlıyordu. Ne söylediğini anlamıyordu ama şiire benzeyen şeyler söylüyordu. Ter içinde uyandığında hemen koltuğunun altına sakladığı çatalı kontrol ediyordu. Bir süre sonra tekrar dalıyor bu kez annesi tarlada bir korkuluk olarak karşısına çıkıyordu. Kargalar annesine hücum ederken yine uyanıyor ve çatal yine yerinde oluyordu.
Güneş odanın penceresinden ilk neferlerini gönderdiğinde kararını vermişti. Çatalı kullanmayacaktı. Ama bıyıklarının kesilmesine de izin vermeyecekti. Buradan kaçmalıydı. Hem de bugün.”
***
Mehmet Ali Sevgi’nin kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırların müphemliğini açığa çıkaran öyküleri, Almanya’da göçmenlerle yapılan görüşmeler neticesinde ortaya çıkan hayat hikâyelerine dayanıyor. Yağmurda ıslanan göçmenler, bir devrin kapanışına şahit olanlar, vatanını unutanlar, uzaklarda İstanbul’u yaşayanlar ve kimliksiz bir ucube olarak arzıendam edenler… Yabancı olmanın çarpıcı bir şekilde işlendiği bu öykülerin antropolojik arka planına edebi ve şiirsel bir dil eşlik ediyor.
içindekiler
röportaj adam
confessio
yürüyen beyin ile randevu
gün olur pazartesi
deccal, ebabil ve birtakım düşüşler
uzaylı
sevdama yağmur
noel’de bir sovyet askeri
röportaj adam
“Aha, röportajci çocuk gelmiş” dedi Şimit. “Ne diyecekseniz demeyin. Hepsini not ediyor” diye de ekledi.
“Oldu olacak ajan bu deyin de tam olsun” dedim her zamanki oturduğum masaya otururken.
“Ajan mısın?” dedi yarım akıllı Numan Dayı.
“Sence ajan olsam bu soruya ‘evet’ der miyim?” dedim. Çay geldi, tadı yine kötüydü. Halbuki çaycı Rizeliydi. Ama Rize’den uzaktık.
Şimit de Çankırılı. Adını bilmiyorum. Herkes Şimit diyor. Bir keresinde mülakat yapabilmek için yanına gittim. “Senin hikâyeni dinlemek istiyorum. Konuşalım mı?” diye sordum.
“Ne hayır, ne evet” dedi. Yüzüme biraz bakıp gülümsedi ve sonra masadan kalkıp gitti. Altmış yaşlarında, göbekli, kirli beyaz sakallı, seyrek saçlı bir adam. Hep burada. Bremen’in en işlek caddesinde, genelevlerinin olduğu sokağın karşısında ikinci katta bir kahve burası. Adı Almanca ama Türk kahvesi. Arada yolunu şaşıran Almanlar gelir ve kapıdan girer girmez durumu anlayıp çıkarlar.
Bir antropolog olarak hayat hikâyeleri toplamaya başladığımda keşfettim burayı. Düzenli olarak geldim. Kendimi sevdirdim. Fener’in maçlarını hep burada izledim. Oysa oturduğum semtte de böyle kahveler vardı. Pekâlâ oralarda da izleyebilirdim ama ben burayı seçtim. Buradan daha çok hikâye çıkacağına inandığım için. Ve öyle de oldu. Almanya’da topladığım yüzlerce ses kaydının onlarcasını burada kaydettim.
Boğaziçi mezunu bir işsizle tanıştım. Okumaya çalışı yordu. Onun hikâyesini yazamadım çünkü iyi dost olduk. Dostlarımın hikâyesini yazmakta zorlanıyorum. Hayır, onlara ihanet etmiş gibi hissettiğim için değil. Hikâyenin içine girip sıradanlaştırdığım için. Babası Balıkesir’de sokaklar. da yaşayan, annesi ise Mekke’de yaşayan bir ateistle tanıştım. Onun hikâyesini de yazmadım. Çünkü bu yeterliydi. Babası Balıkesir’de sokaklarda yaşayan, annesi Mekke’de yaşayan ve kendisi de fizikten doktorasını tamamlamış bir ateist. Ayrıca bir hikâyeye gerek duymadım.
Yine bu kahvede İbrahim Abi’yi tanıdım. Mülakat isteğimi mutlulukla kabul etti. Beni evine davet etti. Evinin huzurevi olduğunu söylememişti. Onun hikâyesini yazdım ama bu kitapta siz onu okumayacaksınız. Belki bir gün cesaret edip yayınlarım. Zira mülakatı yapuktan sonra ona hikâyesini okuyamadım. Sokaklarda gazete satarak geçimini sağlayan bu İstanbul beyefendisi, bir hafta içinde hastalanıp iki ay içinde öldü. Ona yazdığım öyküyü sevip sevmeyeceğinden emin değilim.
Bu kitapta okuyacağınız öykülerin hepsini hikâyelerin asıl kahramanlarına tek tek okudum. Evet. Hepsi gerçek olaylara dayanıyor. Kanlı canlı insanlara dayanıyor. Benim Almanya’da bizzat görüştüğüm ve seslerini kaydettiğim göçmenlere dayanıyor. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz.
Artık Türkiye’ye dönmeye karar vermiştim. Biletimi aldığım akşamdı. Eşyalarımı almak için yine gelecektim ama buraya bir daha gelemeyebilirdim. Arkadaşlarla buluşacaktık. Erken geldim. Olay yerini son bir kez incelemek için.
Sekiz yıllık Almanya macerasının sonuna gelmiştik. Ve tüm yenilgilerimi yanıma alarak dönüyordum. Hikâyecinin hikâyesi olmaz mı ya? Olur elbette. Her hikâyede bizzat var olduğumu biliyorum. Dikkatli okuyucular da bunu görecektir. Mutsuz bir insan olduğumu söylerler. Neyin eksik de böyle hep mutsuzsun derler. Mutsuz değilim diyemem. Onlar beni mutsuz bir insan olarak görüyorlarsa buna kanışamam. Kendin gibi mutsuz insanların hikâyesini anlatıyorsun dedi bir dostum. Onlar mutsuz değiller diyemedim. O öyle okuyorsa bir şey diyemem. Hasılı ben anlatıcıyım. Kimin neyi nasıl yaşadığına, neyi nasıl okuduğuna karışamı yorum. Bu satırları sizlere emanet ederken ben yine köşeme çekiliyorum. Rizeli çaycının getirdiği çay kötü diyeceğim. Çay bayat mı, demi mi az, yoksa zift gibi mi söylemeyeceğim. Belki de soğuk. Belki de bu iyi bir çay ama ben çaydan anlamıyorum. Şunları söyleyeceğim sadece: Ben Bremen’de bir Türk kahvesinde oturmuş çayımı yudumlarken bunca yıl topladığım hikâyeleri insanlarla paylaşmaktan mutluyum. Bilgisayarımı kapatınca şimit yanıma geldi. Masama oturdu.
“Bizim oğlan, benim hikâyeyi de yazsana” dedi. “Olur. Anlat yazayım” dedim.
“illa anlatmak mı lazım? Ben anlatmadan sen yazsan olmaz mı?”
“Olur Şimit Dayı. Senin hikâyeni sen anlatmadan yazayım. Nerelisin sen?”
“Çankırı.”
“Ne zaman geldin Almanya’ya?”
“1976.”
“Sen hiç evlendin mi?”
“Olum sen biri anlatmadan yazamaz mısın? Bana soru sorma. Otur yaz işte.”
“Sen anlatmadan oturup yazarsam senin hikâyen olmaz. Benim hikâyem olur.”
“Oğlum zaten sen yazacaksın. Ben anlatsam da anlatmasam da sen yazacaksın zaten.”
confessio
Im Namen des Vaters und des Sohnes und des Heiligen Geistes. Amen.
Ich bereue, dass ich Böses getan und Gutes unterlassen habe. Erbarme Dich meiner, o Herr. Amen.
Şimdi nasıl devam ediyoruz sayın peder? Bu ritüele fazlasıyla yabancıyım kusura bakmayın. Sünnetliyim ben. Bu da ilk günahım olsun. Nereye gideceğimi bilemedim. Doktora gidecektim aslında ama nedense buraya düştü yolum. Ülserim azdı da son zamanlarda. Doktorlar stres diyor. Hayır doktora gitmedim ama ülseri tetikleyen stresmiş. Öyle okudum internette. Bizde günah çıkarma yok. Ama benim çok günahım var.
“Kimin yok ki?” diyeceksiniz.
Siz de haklısınız. Mesela siz sayın peder. Şu yüzünüzü saklayan paravanın arkasında nasıl da gizemli duruyorsu nuz. Ama siz de insansınız zannımca. Yüzünüzü göremiyo. rum belki ama kalbinize dokunabilirim.
Efendim? Beni çok mu iddialı buldunuz? Değilim aslinda. Ama çok kitap okudum ben. Kitaplar insana bazı…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıNoel'de Bir Sovyet Askeri
- Sayfa Sayısı80
- YazarMehmet Ali Sevgi
- ISBN9786057353337
- Boyutlar, Kapak13 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviOrnis Kitap / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri ~ Yekta Kopan
Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri
Yekta Kopan
2002 SAİT FAİK HİKÂYE ARMAĞANI * Yeni baskısını sunduğumuz Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, öyküleriyle, romanlarıyla tanıdığımız Yekta Kopan’ın ikinci kitabı. 2002 yılında ülkemizin en...
- Kürar ~ Melike Uzun
Kürar
Melike Uzun
Kürar: i. Felç olma hali, curare; hareket edememe ama hissetme, refleks gösterememe. ii. Güney Amerika’da avcıların oklarına sürdükleri felç edici zehirli bitki. iii. Kızılderililerin...
- Acımak ~ Reşat Nuri Güntekin
Acımak
Reşat Nuri Güntekin
Reşat Nuri Güntekin, 1928 yılında yayımlanan bu eserinde; çalışkan, başarılı, ancak zaaf gösterenlere acımasız olan Zehra öğretmen ile babası Mürşit’in bakış açılarından dramatik yaşam...