Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Koleksiyoncu
Koleksiyoncu

Koleksiyoncu

John Fowles

Koleksiyoncu, İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından John Fowles’un, birçok yayınevinden geri çevrilme talihsizliğini yaşayan; ama yayımlandığında kendisine bugünkü ününü getiren ilk romanı. Fransız Teğmenin…

Koleksiyoncu, İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından John Fowles’un, birçok yayınevinden geri çevrilme talihsizliğini yaşayan; ama yayımlandığında kendisine bugünkü ününü getiren ilk romanı. Fransız Teğmenin Kadını, Yaratık, Mantissa ve Büyücü gibi başyapıtların habercisi…

Koleksiyoncu, bir kelebek koleksiyoncusuyla, âşık olarak kaçırıp zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki “mecburi” ilişkinin romanıdır görünürde. Ama Fowles’un olağanüstü üslubu ve ustalığıyla, bu ilişki, başka birçok ilişkiye de gönderme yapmakta; ahlâki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle bizi yüzleştirmektedir.

Farklı yolculuklara açık bir kurgusu olan bu roman, sadece kendimize göre haklı olan bir tutku adına yapabileceklerimizin ikna edici ve masum bir anlatısı olarak okunabileceği gibi, içimizdeki “iktidar” ve “teslim olma” isteğinin hangi şartlarda ortaya çıkabileceğinin anlatısı olarak da okunabilir. Ya da iki ayrı sosyal tabakanın birbirine yakınlaşma çabalarının, aslında alt sınıfın üst sınıfa yaranma, üst sınıfın ise öğretmenlik kisvesine bürünerek “yığınları” mümkün olduğunca kendisinden uzak tutma kaygısından başka bir şey olmadığının çarpıcı bir anlatısı olarak da yorumlanabilir.

Sadece bir psikolojik gerilim romanı olarak okunduğunda bile inanılmaz tatlar alacağınız Koleksiyoncu, bunun ötesine geçmekten ve kendi karanlıklarıyla yüzleşmekten korkmayanlara… Ya da Fowles’un dediği gibi “Her insan kendisi için bir giz olmalıdır” sözüne inananlar için.

“Dehşet verici güzellikle bir ilk roman; son derece kendinden emin ve sıkı… Acımasız, marazi ve kesinlikle ikna edici.”
Richard Lister, London Standard

*

Bir

Yatılı okuldan eve geldiği zamanlar, hemen her gün görürdüm onu; çünkü evleri belediyenin ek binasının tam karşısındaydı. O ve kız kardeşi sık sık eve girip çıkarlardı, genelde de delikanlılarla; bundan hiç hoşlanmazdım tabii. Dosyalardan ve muhasebe defterlerinden başımı kaldıracak fırsatım olduğunda pencerenin önünde durup, buzlu camın üzerinden yola bakardım; kimi zaman onu da görürdüm. Akşam olunca bunu gözlem günlüğüme not ederdim; başlangıçta X, adını öğrenince de M diye. Onu birkaç kez başka yerlerde de gördüm. Bir keresinde, Crossfield Caddesi’ndeki halk kütüphanesinin önünde kuyrukta tam arkasındaydım. Bir kez olsun yüzüme bakmadı ama ben ensesini ve uzun saç örgüsünü seyrettim. Çok açık renk ve yumuşacık örgüleri birer ipek kozasını andırıyordu. Tek bir örgü şeklinde beline kadar uzanıyordu; bazen önüne, bazen arkasına atıyor, arada bir de dolayıp yukarı topluyordu. Buraya konuğum olarak gelmeden önce, saçlarını omuzlarına dökülmüş olarak görme ayrıcalığına yalnızca bir kere eriştim; denizkızına benzer bu güzellik karşısında soluğum kesilmişti.

Bir başka sefer, çalışmadığım bir cumartesi günü Doğabilimleri Müzesi’ne gitmiştim, dönüşte aynı trendeydik. Üç sıra ötede, çaprazıma oturup kitabını okudu; böylece otuz beş dakika boyunca onu seyredebildim. Onu görmek bana her defasında, hani derler ya yüreğim ağzımda nadide bir şey yakalıyormuşum, büyük bir dikkatle yaklaşmalıymışım duygusu veriyordu. Örneğin Orman Azameti1 kelebeği. Onu hep böyle düşünürdüm, yani hoş veya başka bir şekilde değil; yaklaşılması zor, az rastlanan ve çok zarif. Gerçek bir uzman olmak gerekirdi değer biçebilmek için.

Henüz liseden mezun olmadığı o yıl, babasının doktor olduğundan ve bir keresinde Böcek Meraklıları toplantısında kulak misafiri olduğum bir konuşma sayesinde annesinin içtiğinden başka onun hakkında bir şey bilmiyordum. Kadını bir dükkânda gördüm bir kere, konuşuyordu; yapmacıklı bir sesi vardı ve ilk bakışta alkole düşkün bir tip olduğu anlaşılıyordu; çok fazla makyaj vs vs.

Günün birinde, yerel gazetede kazandığı burs ve ne kadar akıllı olduğu hakkında bir yazı okudum, adı da kendi gibi güzeldi: Miranda. Resim eğitimi için Londra’ya gittiğini öğrendim böylece. Bu gazete haberi gerçekten bir şeyleri değiştirdi. Her ne kadar henüz bildik anlamda tanışmamışsak da, sanki daha yakınlaşmış gibiydik.

Nedendir bilmem, daha ilk görüşte onun eşsiz olduğunu anlamıştım. Tabii ki deli değilim, bunun düşten öte olmadığını biliyordum ve o para olmasaydı bir düş olarak kalacaktı. Sık sık ona ilişkin hayallere dalıyordum; onunla tanıştığımı, hayran olacağı şeyler yaptığımı, evlendiğimizi ve işte her şeyi düşündüğüm hikâyeler. Daha sonra açıklayacağım ana kadar aramızda çirkin hiçbir şey yoktu, asla olmadı.

O resimler çiziyor, ben de koleksiyonumla ilgileniyordum (düşlerimde). Zamanını beni ve koleksiyonumu severek geçiriyordu, kelebek resimleri çiziyor, onları boyuyordu; modern, güzel bir evde, şu duvarı boydan boya pencere olan bir salonda birlikte çalışıyorduk. Hata yapmaktan korktuğum için neredeyse hep sustuğum Böcek Meraklıları toplantıları da aynı salonda yapılıyordu; sevilen ev sahipleriydik. Açık sarı saçları ve gri gözleriyle öylesine güzeldi ki bütün erkekler kıskançlıktan çatlıyordu.

Onun varlığına rağmen güzel olmayan hayaller kurduğum tek zaman onu spor arabalı ve kolej öğrencisi kılıklı, gürültücü bir delikanlıyla gördüğüm zamandı. Bir gün bankada, para yatırmak için oğlanın arkasındaydım ve çocuğun, “Beşlik banknotlar halinde alacağım” dediğini duydum; elindeki 10 sterlinlik çekle espri yapıyordu sözde. Onun gibiler hep böyle davranırlar. Neyse, bazen onu oğlanın arabasına binerken görürdüm ya da çocuğun yanına oturmuş kentte turlarken; o günler iş arkadaşlarıma karşı ters davranırdım ve böcekbilimci gözlem günlüğümde X işaretini kullanmazdım (tüm bunlar Londra’ya gitmeden önceydi, gidince delikanlıyı bıraktı). Bunlar kendimi kötü düşlere kaptırdığım günlerdi. Ağlar veya önümde diz çökerdi. Bir keresinde, kendimi hayale kaptırıp bir televizyon oyununda gördüğüm gibi bir tokat patlattım yüzüne. Belki de her şey o zaman başladı.

Babam bir trafik kazasında ölmüş. İki yaşındaymışım. 1937’de. İçkiliymiş ama Annie hala, arabayı annem yüzünden içkili kullandığını söylemiştir hep. Gerçekte ne olduğunu kimse bana anlatmadı ama olaydan kısa bir süre sonra annem beni Annie halayla bırakıp ortadan kayboldu. Annemin tek istediği keyfince yaşamaktı. Bir keresinde kuzenim Mabel bana (küçüktük, dalaşıyorduk) annemin bir sürtük olduğunu ve yabancı bir herifle kaçtığını söylemişti. Ben de aptal gibi bunun doğru olup olmadığını gidip doğruca Annie halaya sormuştum; ortada saklanan bir şeyler varsa, bunu yapan halamdı. Artık umurumda değil; annem hâlâ yaşıyorsa bile onu görmek istemiyorum, beni ilgilendirmiyor. Annie hala sık sık iyi atlattığımızı belirtirdi değişik ifadelerle ve onunla aynı fikirdeyim. Böylece Annie hala ve Dick enişte tarafından, kızları Mabel’la birlikte büyütüldüm. Annie hala babamın ablasıydı.

Dick enişte, ben on beş yaşındayken öldü. 1950’ydi. Tring Göleti’ne balık tutmaya gitmiştik, ben her zaman yaptığım gibi kelebek ağı ve ıvır zıvırımla uzaklaşmıştım. Karnım acıkıp da onu bıraktığım yere döndüğümde bir sürü insan vardı. Kocaman bir balık yakaladı sanmıştım. Ama felç olmuştu. Eve kadar taşıdılar; o günden sonra ne tek söz söyledi ne de bizleri tekrar doğru düzgün tanıyabildi.

Ben başımı alıp kelebeklerin peşine düştüğüm ve eniştem de oltalarının yanında kaldığı için tam olarak birlikte geçirdiğimiz söylenemese de yemekte ve yol boyunca beraber olduğumuz o günler (anlatacağım günlerin dışında) kesinlikle geçirdiğim en güzel günlerdi. Çocukken, Annie hala ve Mabel kelebeklerime değer vermezlerdi ama Dick enişte hep benden yana çıkardı. İyi bir parçayı her zaman takdirle karşılardı. Gelişimini tamamlamış bir kelebek yakaladığımda benimle oturarak, kanatları gerilip kururken hafifçe çırpınışını seyredecek kadar aynı duyguları yaşıyordu. Üstelik tırtıl kavanozlarım için ardiyesinde yer açardı. Çerçevelediğim kelebeklerle hobi ödülünü kazandığım zaman, Annie halaya söylememem koşuluyla bir sterlin vermişti. Neyse, uzun sözün kısası; benim için bir baba gibiydi. Müşterek bahiste kazandığım çeki elime aldığımda Miranda’dan sonra aklıma gelen kişi oydu. Ona en iyi olta takımını, istediği her şeyi alabilecektim. Ama artık buna olanak yoktu.

Müşterek bahiste tutturduğumda yirmi bir yaşıma gireli bir hafta olmuştu. Her hafta beş şilinlik oynardım. Vergi Dairesi’nde birlikte çalıştığımız Moruk Tom ve Crutchley, kızlardan birkaçıyla ortaklaşa, büyük oynarlardı. Benim de onlara katılmam için yakamı bırakmıyorlardı ama ben yalnız kalmayı yeğledim. Moruk Tom ve Crutchley’den asla hoşlanmadım. Moruk Tom, belediyenin yaptıklarına ilişkin gevezelik edip, Belediye Haznedarı Mr. Williams’a yağ çekmeyi kendine iş edinmiş dalkavuğun biriydi. Crutchley’ye gelince aklı kötüye çalışan, sadist bir adamdı, kelebek merakımla alay etme fırsatını asla kaçırmazdı, hele etrafta kızlar varsa. “Bakın, Fred’in bitkin bir hali var, bir Yalancı Beyaz Melek2 ile müthiş bir hafta sonu geçirdi herhalde❞ der ve “Dün gece seninle beraber gördüğüm Diken Kelebeği3 kimdi?” diye devam ederdi. Moruk Tom kıs kıs güler, Crutchley’nin Sağlık Korumada çalışan ve bizim bürodan hiç çıkmayan kız arkadaşı Jane de kıkırdardı. Bu kız Miranda’nın tam karşıtıydı. Bayağı kadınlardan, hele genç kızların bayağısından her zaman nefret etmişimdir. Sonuç olarak, söylediğim gibi, bahislerde tek başıma oynamayı sürdürdüm.

Çek 73.091 sterlin, birkaç şilin ve birkaç peni tutarındaydı. Salı günü, müşterek bahis görevlileri her şeyin yolunda olduğunu onaylatır onaylatmaz, Mr. Williams’a telefon ettim. Böyle çekip gitmeme kızdığını söyleyebilirim; yine de öncelikle memnuniyetini dile getirdi ve öyle olmadığını gayet iyi bildiğim halde bütün iş arkadaşlarımın da bu duyguyu paylaşacaklarına emin olduğunu söyledi. Hatta paramı yüzde beş faizle Belediye’ye yatırmamı bile önerdi! Belediye binasındaki kimi insanlar hesap kitap kavramını hepten yitirmiş.

Müşterek bahis yetkililerinin bana salık verdiklerini yaptım. Kopan yaygaranın yatışmasını beklerken, Mabel ve Annie halayla gidip Londra’ya yerleştim. Moruk Tom’a Crutchley ve ötekilerle bölüşmesini rica ederek 500 sterlinlik bir çek gönderdim. Teşekkür mektuplarına yanıt vermedim. Pinti olduğumu düşündükleri belliydi.

Keyfimi kaçıran tek şey Miranda’ydı. Parayı kazandığım günlerde, okulu tatilde olduğu için evdeydi; onu yalnızca cumartesi gününün, o büyük günün sabahında görmüştüm. Londra’da para saçtığımız sırada, onu bir daha asla görmeyeceğimi düşünüyordum; artık zengin olduğuma göre, iyi bir koca adayı sayılırdım; yine de bunun gülünç olduğunu biliyordum, insanlar yalnız aşk için evlenirdi, özellikle Miranda gibi kızlar. Onu unutacağımı sandığım da olmuyor değildi. Ama unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi.

Günümüzdeki pek çokları gibi yozlaşmışsanız ve voliyi vurmanın peşindeyseniz gökten yağan çuval dolusu paranın keyfini bir güzel sürebilirsiniz sanırım. Ama benim asla böyle biri olmadığımı söyleyebilirim, okulda bir kere bile ceza almamışımdır. Annie hala Anglikan kilisesine bağlı değildi, beni kiliseye veya benzer yerlere gitmeye asla zorlamadı; buna rağmen Dick eniştenin köşedeki birahaneye giderken kimseye çaktırmamaya çalıştığı bir ortamdı içinde büyüdüğüm. Annie hala, askerden döndüğümde, bir sürü tartışmadan sonra sigara içmeme izin verdi ama bundan hiç hoşlanmadı. Bunca paraya rağmen, para harcamanın prensiplerine aykırı olduğunu söylemekten vazgeçmedi. Ama Mabel çaktırmadan bunun üzerine giderdi; bir gün bunu duydum ve eninde sonunda paranın da vicdanın da benim olduğunu söyledim. Anglikan kilisesine bağlı olmayanların armağan kabul etmesine karşı hiçbir şey yoktu, isteyip istememek ona kalırdı.

Lafi buraya getireceğim, levazım olarak askerliğimi yaparken, özellikle Almanya’da bir iki kez kafayı buldum ama asla kadınlara bulaşmadım. Mirandadan önce kadınları hiç düşünmedim. Kadınların aradığı şeylerden yoksun olduğumun bilincindeyim; onların arasının bana son derece bayağı gelen Crutchley gibi tiplerle iyi olduğunu biliyorum. Ek binadaki kızların bazılarının ona bakışı midemi bulandırırdı. Hayvanca bir şeydi, ben bu özellikten yoksun doğmuştum (Böyle doğmuş olmaktan da memnunum; benim gibiler daha çok olsaydı, bence dünya daha iyi olacaktı).

Paranız olmadığında, zengin olunca her şeyin değişeceğini sanırsınız hep. Hakkım olandan fazlasını ya da aşırı olan herhangi bir şey istemedim, Londra’daki otelde, personelin sadece görünüşte saygılı davrandığını düşünebilirdik; ama aslında, bu kadar paramız olup da ne yapacağımızı bilemiyor olmamızdan…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Büyücü ~ John FowlesBüyücü

    Büyücü

    John Fowles

    Çağının yarı-entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere’nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek...

  2. Daniel Martin ~ John FowlesDaniel Martin

    Daniel Martin

    John Fowles

    Fowles’un anlatı kurma ve hikâye etme becerisinin belki de en güzel örneği olan Daniel Martin yazarın kariyerinin en önemli romanlarından birisi. Otobiyografik özellikler taşıyan...

  3. Abanoz Kule ~ John FowlesAbanoz Kule

    Abanoz Kule

    John Fowles

    İçinde sürekli değişen anlamlar ve yankılı imgeler barındıran bu kitap, tekrar tekrar okuyup, her okuyuşta hem elinizdeki yapıtı hem de genel olarak kurmaca sanatını...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Senden Geriye Kalan ~ Emily HenrySenden Geriye Kalan

    Senden Geriye Kalan

    Emily Henry

    New York Times çoksatan yazarı Colleen Hoover’dan muhteşem bir roman daha… Bu yürek parçalayıcı ama umut dolu hikâyede talihsiz genç bir anne kefaretini ödemek...

  2. Yamuk Okul’dan Yumuk Hikâyeler ~ Louis SacharYamuk Okul’dan Yumuk Hikâyeler

    Yamuk Okul’dan Yumuk Hikâyeler

    Louis Sachar

    Yamuk Okul’a hoş geldiniz! Kitapları milyonlarca çocuğa ulaşan Newbery Madalyası sahibi Louis Sachar, okurları, gerek mimarisi gerekse eğitim anlayışıyla tüm zamanların en sıra dışı okuluna...

  3. Her Yas On Sekiz Ay Sürer ~ Annie HartnettHer Yas On Sekiz Ay Sürer

    Her Yas On Sekiz Ay Sürer

    Annie Hartnett

    Elvis Babbitt’in bilimsel gerçeklerle arası iyi: Mesela sarının en fazla mutluluk veren renk olduğunu, sağlıklı bir zürafanın yaklaşık 1.300 kilo ağırlığında olduğunu ve çıplak...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur