Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Çöl Çiçeği
Çöl Çiçeği

Çöl Çiçeği

Waris Dirie

WARIS DIRIE, çilde göçebe bir yaşam süren ve kızların sünnet edilmesi gibi gelenekleri hala uygulamakta olan Somalili bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. On…

WARIS DIRIE, çilde göçebe bir yaşam süren ve kızların sünnet edilmesi gibi gelenekleri hala uygulamakta olan Somalili bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. On iki yaşına geldiğinde, yaşlı bir adamla evlendirileceğini öğrenince, çöldeki ailesini terk ederek kaçar ve onu önce Afrika’daki akrabalarına, oradan Londra’ya ve sonra da ünlü bir model olacağı Amerika’ya götüren ilginç yaşam yolculuğunda başlamış olur.

Gündüzleri Naomi Campbell gibi ünlü modellerle çalışan Waris Dirie, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in bir insan hakları elçisi olarak görev yapmaktadır. Fakat o yine de, geceleri, terk etmek zorunda kaldığı vatanı Somali’deki basit yaşamın özlemini çekiyor. Kadınların genel olarak, kendi ayakları üzerinde duran özgür bir birey olma çabası karşısında karşılaştıkları sorunlar, yokluklar ülkesi olan Afrika’nın çöllerinde yaşandığında, çok daha çarpıcı ve öğretici bir deneyim haline geliyor. Waris Dirie, bu sorunlarla nasıl baş ettiğini anlatarak, ister Afrika’da olsun, ister gelişmiş ülkelerde, benzer sorunlarla karşılaşan tüm kadınlara ışık tutuyor. Dirie’nin öyküsü aynı zamanda, yılmadan çalışıldığında, insanın her istediğini elde edebileceğini de göler önüne seriyor ve herkese, dirençli ve çalışkan olma konusunda bir ders veriyor.

Waris Dirie’nin çarpıcı yaşam öyküsünü anlatan bu kitap, on bir ülkede aynı anda yayınlandı ve hemen beyaz perdeye uyarlama çalışmaları başlatıldı.
‘‘Waris’in öyküsü, gerçek bir kadın kahramanın öyküsü. Herkese esin kaynağı olacak!’’
-ELTON JOHN

‘‘Waris Dirie, çok özel ve yürekli bir insan. Öyküsü herkese esin kaynağı olmalı. Düşlerini gerçekleştirmek için karşısına çıkan tüm engelleri aşmakla kalmamış, aynı zamanda kadınların özgürlüğü adına, çok soylu bir savaşa çağırmıştır. -Dr. NAFİS SADIK

ANNEM İÇİN 

İNSAN ya­şam yo­lun­da iler­le­diğin­de, şid­det­li fır­tı­na­la­rın için­den geçtiğin­de, gü­ne­şin ta­dı­nı çı­kar­dığın­da ve çev­re­sin­de­ki on­lar­ca hor­tu­mun ara­sın­da ayak­ta dur­ma­ya ça­lış­tığın­da, ha­yat­ta kal­ma­nın yal­nız­ca ki­şinin is­teği­ne ve ka­rar­lı­lığı­na kal­dığı­nı an­lı­yo­rum. Bu ne­den­le bu ki­ta­bı, omuz­la­rı üs­tün­de dur­duğum ve gü­cü tü­ken­mek bil­me­yen ka­dı­na, annem Fat­tu­ma Ah­med Aden’e ar­mağan edi­yo­rum.

Akıl al­maz bir yok­sul­luğun için­de, ço­cuk­la­rı­na inan­cın ka­nı­tı­nı göster­di. On iki ço­cuğu­na da eş dü­zey­de sev­gi ver­di (baş­lı ba­şı­na ina­nıl­maz bir ba­şa­rı) ve en bil­ge in­san­la­rı bi­le kıs­kan­dı­ra­cak bir bil­ge­lik ser­gi­le­di. Ver­diği ödün­ler çok­tu, ya­kın­ma­la­rı ise çok az. Her­ke­sin için­de yal­nızca biz ço­cuk­la­rı, sa­hip ol­duğu her şe­yi, hiç sa­kın­ma­dan bi­ze sun­duğu­nu bi­li­yor­duk.Bir­denfaz­la ço­cuğu­nuyi­tir­di ve bu­nunacı­sı­nı ya­şa­dı ve ge­ri­de ka­lan ço­cuk­la­rı için hâlâ yü­rek­li bir bi­çim­de ça­ba­la­ma­ya de­vam edi­yor. Al­çak ­gö­nül­lü­lüğü ile ruh­sal ve fi­zik­sel gü­zel­liği dil­le­re des­tan­dır. An­ne, se­ni se­vi­yor, sa­yı­yor ve var­lığın­la mut­lu olu­yo­rum, Yü­ce Allah’a, se­ni be­nim an­nem yap­tığı için şük­re­di­yo­rum. Oğ­lu­mu, se­nin çocuk­la­rı­nı ye­tiş­tir­diğin gi­bi ye­tiş­ti­re­bil­mek için dua edi­yo­rum.

Ah, sen bir etek­sin gi­yi­mi­ne düş­kün bi­ri­nin se­çe­ceği, 

Ah, sen pa­ha­lı bir ki­lim gi­bi­sin on­lar­ca pa­ra­nın öden­diği, 

Aca­ba ben­ze­ri­ni bu­la­cak mı­yım se­nin? 

Yal­nız­ca bir ke­re gör­düğüm sev­gi­lim? 

Bir şem­si­ye açı­lı­yor, de­mir gi­bi güç­lü­sün; 

Ah, Na­iro­bi’nin al­tı­nı gi­bi­sin, gü­zel bir hey­kel gi­bi, 

Doğ­muş gü­neş­sin, ilk ışığı­sın sa­ba­hın, 

Aca­ba ben­ze­ri­ni bu­la­cak mı­yım se­nin? 

Yal­nız­ca bir ke­re gör­düğüm sev­gi­lim? 

– Geleneksel Somali şiiri

YAZARIN NOTU 

Çöl Çiçeği Waris Dirie’nin gerçek yaşam öyküsüdür ve anlatılan tüm olaylar, Waris’in sözlerine dayanmaktadır. Çöl Çiçeği’nde sözü edilen kişiler gerçek olmalarına karşın, özel yaşamlarını korumak adına çoğu kişiyi başka adlarla andık.

1.KAÇIŞ

HA­FIF ­bir sesle uyandım. Göz­le­ri­mi aç­tığım­da bir as­lan­la göz gö­zey­dim. Kar­şım­da­ki hay­va­nı içi­ne alı­ve­re­cek­miş gi­bi ko­ca­man açıl­mış göz­le­rim ona ki­lit­len­miş­ti. Doğ­ru­lup ayağa kalk­ma­ya ça­lış­tım, ama gün­ler­dir bir şey ye­me­miş­tim, bu yüz­den güç­süz ba­cak­la­rım yal­pa­la­dı ve bü­kü­lüp kal­dı. Olduğum ye­re yığı­la­rak öğ­le vak­ti da­ha da acı­ma­sız­la­şan Af­ri­ka çöl gü­ne­şin­den ko­run­mak­ta ol­duğum ağa­cın göv­de­si­ne yaslan­dım. Ya­vaş­ça ba­şı­mı ge­ri­ye da­ya­dım, göz­le­ri­mi ka­pa­dım ve sert ağaç ka­buğu­nun ka­fa de­ri­me sür­tü­nü­şü­nü his­set­tim. As­lan o ka­dar ya­kı­nım­day­dı ki, sı­cak ha­va­da onun ağır ko­kusu­nu du­ya­bi­li­yor­dum. Al­lah’a ses­len­dim: “Bu be­nim so­num, Tan­rım lüt­fen ca­nı­mı şim­di al.”

Çö­lü ge­çe­ceğim uzun yol­cu­luk artık sona ermişti. Ne bir ko­ru­mam ne bir si­la­hım var­dı. Ne de ka­ça­cak gü­cüm… En iyi şart­lar­da bi­le ağa­ca tır­ma­na­rak as­la­nı ye­ne­me­ye­ceği­mi bi­li­yordum, çünkü tüm öteki ke­di­gil­ler gi­bi as­lan­lar da o güç­lü pençe­le­riy­le ha­ri­ka bi­rer tır­ma­nı­cıy­dı­lar. Ben da­ha yu­ka­rı­day­ken “Bom!” bir pen­çe, işim ta­mam­dı. Kor­ku duy­mak­sı­zın ye­ni­den göz­le­ri­mi aç­tım ve as­la­na, “Gel be­ni ye! Ben ha­zı­rım!” de­dim. 

Bu, al­tın sa­rı­sı ye­le­si ve si­nek­le­ri kov­mak için bir ile­ri bir ge­ri sal­la­nan uzun kuy­ruğu olan gü­zel bir er­kek as­lan­dı. Beş, al­tı yaş­la­rın­da, genç ve sağ­lık­lıy­dı. Be­ni göz açıp ka­pa­yın­ca­ya dek par­ça­la­ya­cağı­nı bi­li­yor­dum; o kral­dı. Ha­ya­tım bo­yun­ca  pen­çe­le­rin, ben­den yüz­ler­ce ki­lo da­ha ağır an­ti­lop­la­rı, zebra­la­rı ye­re in­dir­diği­ni sey­ret­miş­tim.

As­lan uzun uzun ba­na bak­tı ve son­ra ya­vaş­ça o bal sarı­sı göz­le­ri­ni kırp­tı. Be­nim kah­ve­ren­gi göz­le­rim de onun­kile­re ki­lit­len­miş öy­le­ce ba­kı­yor­lar­dı. Ba­şı­nı çe­vir­di. “Dur­ma! Be­ni şim­di öl­dür!” Ba­na tek­rar bak­tı, son­ra ba­şı­nı çe­vir­di. Du­dak­la­rı­nı ya­la­dı ve ar­ka ayak­la­rı üs­tü­ne çök­tü. Son­ra doğrul­du ve önüm­de bü­yük bir za­ra­fet­le birile­ri bir ge­ri do­lan­dı. So­nun­da, hiç şüp­he­siz ke­mik­le­ri­min üze­rin­de çok az et olduğun­dan yen­me­ye değer ol­ma­dığı­ma ka­rar ver­di ve dö­nüp git­ti. Sa­rı­ya ça­lan kah­ve­ren­gi kür­kü kum­la­rın ar­ka­sın­da kaybo­lun­ca­ya dek çöl­de ağır adım­lar­la iler­le­di. 

Onun be­ni öl­dür­me­ye­ceği­ni an­la­dığım­da ra­hat­la­ma belir­ti­si bir iç çek­me­dim, çün­kü kork­ma­mış­tım. Öl­me­ye ha­zırdım. Fa­kat an­la­şı­lan o ki, her za­man be­nim en iyi ar­ka­da­şım olan Tan­rı’nın baş­ka plan­la­rı, be­ni ha­yat­ta tut­mak için baş­ka nedenleri var­dı. “Bu ne an­la­ma ge­li­yor? Elim­den tut, ba­na yol gös­ter,” de­dim ve son bir gay­ret­le ayağa kalk­tım.

Bu ka­ra­ba­sana benzeyen yol­cu­luğumun nedeni ba­bamdan ka­çı­şım­dı. O sı­ra­lar on üç yaş­la­rın­day­dım ve So­ma­li çölün­de gö­çe­be bir ka­bi­le olan ai­lem­le bir­lik­te ya­şı­yor­dum. Babam be­ni yaş­lı bir adam­la ev­len­di­re­ceği­ni söyledi. Hız­lı hare­ket et­mem ge­rek­tiği­ni, ak­si tak­dir­de ye­ni ko­ca­mın her an ge­lip be­ni ala­bi­le­ceği­ni bi­li­yor­dum ve an­ne­me kaç­mak is­tediği­mi söy­le­dim. Pla­nım an­ne­min So­ma­li’nin baş­ken­ti Mo­gadi­şu’da ya­şa­yan kız kar­de­şi­ni, tey­ze­mi bul­mak­tı. El­bet­te da­ha ön­ce Mo­ga­di­şu’ya -ya­hut da baş­ka her­han­gi bir ken­te- git­memiş­tim. Da­ha ön­ce tey­zem­le de hiç kar­şı­laş­ma­mış­tım. Fa­kat bir ço­cuk iyim­ser­liğiy­le, iş­le­rin bir şe­kil­de mu­ci­ze ese­ri yo­lu­na gi­re­ceği­ni sa­nı­yor­dum.

Ba­bam ve ai­le­nin öteki bi­rey­le­ri uyu­rlarken an­nem be­ni uyan­dır­dı ve “Şim­di git,” de­di. Bir şey­le­ri ka­pıp al­mak için et­ra­fı­ma ba­kın­dım, ama hiç­bir şey yok­tu; ne bir şi­şe su ne bir ku­tu süt ne bir par­ça yi­ye­cek. Böy­le­ce, ya­lı­n a­yak, yal­nız­ca boy­num­da bir eşarp, ka­ra çöl ge­ce­si­ne doğ­ru kaç­tım.

Mo­ga­di­şu’ya han­gi yön­den gi­dil­diği­ni bil­mi­yor, öy­le­ce ko­şu­yor­dum. Ön­ce­le­ri ya­vaş hareket ediyordum, çün­kü gö­remi­yor­dum; sen­de­le­ye sen­de­le­ye bit­ki kök­le­ri­ne ta­kı­la tö­kezle­ye ilerliyordum. So­nun­da, otur­ma­ya ka­rar ver­dim, çün­kü Af­ri­ka’nın her ye­rin­de yı­lan­lar var­dı ve ben yı­lan­lar­dan korku­yor­dum. Üze­ri­ne bas­tığım her kö­kü tıs­la­yan bir kob­ra sanı­yor­dum. Da­ha gü­neş doğ­ma­dan -pırrr-tıp­kı bir an­ti­lop gibi çok uzak­la­ra var­mış­tım. Sa­at­ler­ce koş­tum, koş­tum, koş­tum… 

Öğ­len ol­duğun­da kı­zıl kum­la­rın or­ta­sın­da, dü­şün­ce­leri­min de­rin­liğin­dey­dim. “Nereye gidiyorum böyle?” di­ye düşün­düm. Han­gi yö­ne git­mek­te ol­duğu­mu bi­le bil­mi­yor­dum. Man­za­ra son­suz­luğa uza­nı­yor, kum­lar sa­de­ce tek tük bir akas­ya ya da kak­tüs­le bö­lü­nü­yor­du. Mil­ler­ce uzağı gö­re­bili­yor­dum. Aç, su­suz ve yor­gun­dum, ya­vaş­la­ya­rak yü­rü­me­ye baş­la­dım. Yor­gun ve şaş­kın bir hâlde ge­zi­nir­ken ye­ni ha­yatı­mın be­ni ne­re­ye gö­tü­re­ceği­ni dü­şü­nü­yor­dum. Da­ha son­ra ne ola­cak­tı?

Bu so­ru­la­rı zih­nim­den ge­çi­rir­ken bir ses duy­ar gi­bi oldum. “W-A-R-I-S… W-A-R-I-S…” Ba­bam ba­na ses­le­ni­yor­du! Et­rafta hız­la dö­ne­rek ona ba­kın­dım, ama kim­se­yi gö­re­me­dim. Bel­ki ba­na öy­le ge­li­yor, di­ye düşündüm. “W-A-R-I-S … W-AR-I-S…” di­yen ses et­ra­fım­da yan­kı­lan­dı. Yalvaran bir ses tonuydu, ama ben kor­ku­yor­dum. Be­ni ya­ka­la­ya­cak olur­sa ge­ri gö­tü­rüp o adam­la ev­len­di­re­ceği ke­sin­di ve üs­te­lik bel­ki de beni dö­ve­cek­ti. Bir ses duy­u­yor­dum; o ba­bam­dı ve git­gi­de yak­laşı­yor­du. Şim­di ger­çek­ten var­gü­cüm­le ko­şu­yor­dum. Sa­at­ler­ce ön­de ol­ma­ma rağ­men, ba­bam ba­na ye­tiş­miş­ti. Son­ra­dan fark et­tim ki, be­ni kum­da bı­rak­tığım iz­le­ri ta­kip ede­rek bul­muş­tu. 

Oy­sa ba­na ye­ti­şe­me­ye­cek ka­dar yaş­lıy­dı -ya da ben öy­le dü­şü­nü­yor­dum- çün­kü ben genç ve hız­lıy­dım. Ço­cuk ak­lımca o yaş­lı bir adam­dı. Şim­di o gü­nü gü­le­rek ha­tır­lı­yo­rum da, o za­man­lar ba­bam sa­de­ce otuz yaş­la­rın­day­dı. Biz he­pi­miz ina­nıl­maz derecede zin­dey­dik, çün­kü her ye­re ko­şa­rak gi­diyor­duk; ne ara­ba­mız ne de top­lu ta­şı­ma tü­rün­den araç­la­rımız var­dı. Ve ben de av ko­va­la­mak­ta, su pe­şin­de koş­mak­ta, ha­va ka­rar­ma­dan gü­ven­li bir şe­kil­de eve var­mak için çökmek­te olan ka­ran­lık­la ya­rış­mak­ta her za­man hız­lıy­dım.

Bir sü­re son­ra ar­tık ba­ba­mın ses­le­ni­şi­ni duy­maz olun­ca ya­vaş­la­yıp hız­lı yü­rü­me­ye baş­la­dım. İler­le­me­yi sür­dü­rür­sem ba­bamın yo­ru­lup eve dö­ne­ceği­ni dü­şün­düm. An­sı­zın ge­ri dö­nüp uf­ka bak­tım ve ar­kam­da­ki te­pe­de onun gel­mek­te olduğu­nu gör­düm. O da be­ni gör­müş­tü. Kor­ka­rak da­ha hız­lı koş­tum. Ve da­ha hız­lı. Âde­ta kum dal­ga­la­rın­da sörf ya­pı­yorduk. Ben uçar­ca­sı­na bir te­pe­ye çı­kı­yor­dum, o da be­nim bir ar­kam­da­ki te­pe­den aşağı ini­yor­du. So­nun­da bir sü­re­dir onu gö­re­me­diği­mi fark edin­ce­ye dek böy­le sa­at­ler­ce yol al­dık. Artık ba­na ses­len­mi­yor­du.

Kal­bim hız­la çar­pı­yor­du. Dur­dum. Bir ça­lı­nın ar­ka­sı­na sakla­na­rak et­ra­fı ko­la­çan et­tim. Hiç­bir şey yoktu. Dik­kat­le dinle­dim. Hiç­bir ses yok­tu. Kar­şı­ma çı­kan düz bir ka­ya­lık­ta dinlen­mek için dur­dum. Fa­kat bir ge­ce ön­ce­ki ha­tam­dan ders al­mış­tım ve tek­rar koş­ma­ya baş­la­dığım­da ze­mi­nin sert olduğu ka­ya­lık bo­yun­ca iler­le­dim, son­ra ba­bam iz­le­ri­mi ta­kip ede­me­sin di­ye yö­nü­mü değiş­tir­dim.

Ar­tık gü­neş ba­tı­yor­du ve ba­ba­mın eve git­mek için ge­ri dön­müş­ola­cağı­nı dü­şün­düm. Yi­ne de hava ka­rar­ma­dan asla dön­me­zdi. Ka­ran­lığın için­den ai­le­mi­zin ge­ce ses­le­ri­ni dinle­ye­rek ve ço­cuk­la­rın çığ­lık ses­le­rine, kah­ka­ha­la­rı­na, hay­van sü­rü­sü­nün böğür­me­le­ri­ne ve me­le­me­le­ri­ne yö­nü­nü çe­vi­re­rek ve ko­şa­rak ge­ri dön­mek zo­run­da ka­la­cak­tı. Rüz­gâr, ses­le­ri çölde çok uzak me­sa­fe­le­re ta­şır, böy­le­ce ge­ce kay­bol­duğu­muz­da bu ses­ler bi­ze bir de­niz fe­ne­ri gi­bi yol gös­te­rir. 

Ka­ya­lık­lar bo­yun­ca yü­rü­dük­ten son­ra yö­nü­mü değiş­tirdim. Mo­ga­di­şu’ya be­ni gö­tü­re­cek doğ­ru yö­nü bil­me­diğimden, han­gi yö­nü seç­tiğim fark et­mi­yor­du. Gü­neş ba­tın­ca­ya, et­raf ka­ra­rın­ca­ya ka­dar koş­ma­ya de­vam et­tim. Ge­ce öy­le­si­ne ka­ran­lık­tı ki, çevremi gö­re­mi­yor­dum. Ay­rı­ca aç­lık­tan öl­mek üze­rey­dim ve tek dü­şü­ne­bil­diğim yi­ye­cek­ti. Ayak­la­rım ka­nıyor­du. Din­len­mek için bir ağa­cın al­tı­na otur­dum ve uyu­yakal­dım.

Sa­bah, yü­zü­mü ya­kan gü­neşle uyandım. Göz­le­ri­mi aç­tım ve ba­şı­mı kal­dı­rıp dal­la­rı gök­yü­zü­ne uza­nan gü­zel bir oka­liptüs ağa­cı­nın yap­rak­la­rı­na bak­tım. Ya­vaş ya­vaş için­de bu­lunduğum du­ru­mun ger­çeği ak­lı­ma gel­di. Tanrım, yapayalnızım. Ne yapacağım?

Ayağa kal­kıp koş­ma­ya de­vam et­tim. Gün­ler­ce bu şe­kil­de koş­ma­yı ba­şar­dım. Kaç gün koş­tuğum­dan emin deği­lim. Tek bil­diğim, za­ma­nı­mın ol­ma­dığıy­dı. Sa­de­ce aç­lık, su­suz­luk, kor­ku ve acı var­dı. Ha­va, et­ra­fı gö­re­me­ye­ceğim ka­dar ka­rardığın­da du­rup din­le­ni­yor­dum. Öğ­len, gü­ne­şin en kız­gın olduğu za­man, bir ağa­cın al­tı­na otu­rup uyu­yor­dum.

İş­te bu uyu­ya­kal­dığım an­lar­danbi­rin­de o as­lanbe­ni uyandır­dı. O an için ar­tık öz­gür­lüğü­mü umur­sa­mı­yor­dum; sa­de­ce eve, an­ne­me dön­mek is­te­dim. Yi­ye­cek ya da içe­cek­ten çok, an­ne­mi is­ti­yor­dum. Bi­zim için bir ya da iki gün yi­ye­cek­siz ve su­suz kal­mak olağan ol­sa da da­ha faz­la böy­le ha­yat­ta ka­la­maya­cağı­mı bi­li­yor­dum. O den­li güç­süz­düm ki, güçlükle ha­re­ket ede­bi­li­yor­dum ve ayak­la­rım öy­le­si­ne ya­rıl­mış, öy­le­si­ne acıyor­du ki, her adı­mım ger­çek bir ıs­tı­ra­ba dö­nü­şü­yor­du. As­lan önüm­de otur­muş aç­lık için­de du­dak­la­rı­nı ya­la­dığı sı­ra­da, ben pes et­miş­tim. Ça­bu­cak be­ni öl­dü­re­cek olu­şu­nu ıs­tı­ra­bım­dan kur­tul­ma ola­rak gö­rü­yor­dum.

Ama as­lan de­rim­den fır­la­yan ke­mik­le­re, çö­kük ya­nak­ları­ma ve şiş göz­le­ri­me ba­kıp çe­kip git­miş­ti. Böy­le za­val­lı bir ya­ra­tığa acı­mış mıy­dı? Yok­sa bu, ape­ra­tif ola­rak ye­me­ye bi­le değ­me­ye­ceği­mi dü­şü­ne­rek ve­ri­len prag­ma­tik bir ka­rar mıydı sa­de­ce? Bil­mi­yo­rum. Ya da bel­ki Tan­rı be­nim le­hi­me ka­rar ver­miş­ti. Fa­kat Tan­rı’nın, ca­nı­mı baş­ka bir şe­kil­de; aç­lık­tan öl­mek gi­bi da­ha acı­ma­sız bir biçimde öl­mem için bağış­la­yacak ka­dar mer­ha­met­siz ola­ma­ya­cağı­na ka­rar kıl­dım. Be­nim…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıÇöl Çiçeği
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarWaris Dirie
  • ISBN9789758509270
  • Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
  • YayıneviBilge Kültür Sanat / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Anneme Mektup ~ Waris DirieAnneme Mektup

    Anneme Mektup

    Waris Dirie

    Bütün bir yılı susuz geçirse de her daim ayakta kalır Çöl Çiçeği. Güçlüdür. İnatçıdır. Aslında çiçek de değil küçük, asi bir çalıdır… Sanki annesi...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Yaz ve Şehir ~ Candace BushnellYaz ve Şehir

    Yaz ve Şehir

    Candace Bushnell

    Yaz, New Yorkun en büyülü zamandır! Ve Carrie de bu şehirdeki her şeye aşık. Etrafındaki uçuk karakterlere, vintage kıyafetler satan butiklere, çılgın partilere ve...

  2. Yalanın Erdemi ~ Joachim ZelterYalanın Erdemi

    Yalanın Erdemi

    Joachim Zelter

    Torun Witzleben’in akıcı bir biçimde konuşmayı öğrenmesiyle hayatındaki tek yakın akrabası olan büyükannesinin gerçeklerle mutsuz, yalanlarla mutlu olduğunu öğrenmesi aynı zamana rastlar. İhtişama, aşırılığa,...

  3. Çıplak Babalar ~ Margit SchreinerÇıplak Babalar

    Çıplak Babalar

    Margit Schreiner

    Kızın babaya olan sevgisinin dokunaklı öyküsü “Çıplak Babalar”da, orta yaşlarındaki anlatıcı çocukluk yıllarıyla bugünü arasında usulca salınarak bilincin sınırlarında geziniyor...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur