Değerli okuyucu!..
Daha önce Kanlı Düğün, Uzunca Sevindik ve Kırık Kılıç isimli romanlarla Osmanlı tarihini kronolojik bir tertib ile Yıldırım Beyazıd Devri nihayetine kadar nakletmiştik. Bilahere yayınladığımız Kavuklu İhtilalci Şeyh Bedreddin isimli eserle de fetret devri vukuatına ışık tutulmuş bulunmaktadır. Bunu müteakıben Düzmece Mustafa ile de Fetret Devri vukuatı tamamlanmış olmaktadır. Bundan sonra bu seriye devam edilecektir. İnşallah bütün bir Osmanlı Tarihi romanlaştırılarak imanlı ve tarih sever gençlerimizin istifadesine sunulacaktır.
İÇİNDEKİLER
I- ÜÇ SAHTE DERVİŞ.
II- BELÂ YAĞMURU
III-YA KUZGUN LEŞE, YA DEVLET BAŞA!
IV- KISA SÜREN BİR TALİH
V- İKİ ATEŞ ARASINDA
VI- BAHTIN TAHTI
I
ÜÇ SAHTE DERVİŞ
Cihangirlik hırsı uğruna İslâm’ın iki muazzam ve yalçın kalesi olan “Altınordu Devleti” İle “Osmanlı Devleti”ni yıkan ve halkını kılıçtan geçirip hânumânları tarumar eyleyen Timur 10 Temmuz 1404’te buruk bir hâlet-i ruhiye ile Semerkand’a dönmüş bulunuyordu. Zira O, daha Anadolu’da iken büyük kahraman Yıldırım Beyâzıd Hân’ın vefatından bir hafta sonra Anadolu’daki macerasında kendisiyle birlikte bulunan torunlarından Mehmed Sultan aniden hastalanıp vefat etmişti. Bu, kendisine en sevgili torununun hâtırasına Semerkand’da “Dâru’l-ulûm” adıyla muhteşem bir medrese inşâsını ferman etmiş ve inşaatın kendisi Anadolu’dan avdet edinceye kadar bitirilmesi talimatını vermişti. Semerkand’a döner dönmez inşaatı bitmek üzere olan bu medreseyi teftiş eden Timur’a, bütün “Batı Seferi” boyunca refakat etmiş ve O’nun bir çok davranışına açıkça muhalefette bulunmuş olan Almalıklı Şemseddin Efendi bu esnada şöyle demişti:
“-Hünkârım!.. Ben artık ihtiyar oldum. Sefer meşakkatine katlanamıyorum. İzniniz olursa bundan sonra bu medresede talebe yetiştirmekle meşgul olayım.”
Bu teklifin altında bir tariz yattığını anlamakta gecikmeyen Timur, şu karşılığı vermişti:
“-Olur Hoca efendi Hazretleri!.. Lâkin bana öyle geliyor ki, sen bizim giriştiğimiz fütuhatı tasvîb etmiyorsun!.. Bundan dolayı da bizden ayrılmak istiyorsun. Halbuki geçen gün senin de müşahede ettiğin üzere Çin idaresi altında yaşayan müslümanlardan bîr hey’et gelerek bana Çin’i fethetmek teklifinde bulundular. O ülkenin iç bünyesinin karmakarışık bir durumda olduğunu orada bize karşı koyabilecek güçlü bir devlet bulunmadığını, ülkenin birbirleriyle kavga eden küçük küçük beyliklere bölünmüş olduğunu anlattılar. Ben de bu teklifi memnuniyetle karşıladım ve kısa bir zaman sonra Çin üzerine bir sefer tertîb edeceğimi kendilerine bildirdim. Sen müslüman iki devlete karşı giriştiğimiz fetih (!..) hareketini haksız ve yersiz bulduğunu her vesileyle ifâde etmekten çekinmemiş olan mert tabiatlı bir âlimsin. Bu merdâne tavrından dolayı da seni hiçbir zaman muaheze etmeyip etrâfımdaki diğer hocalara üstün tuttuğumu bilirsin.
Bak şimdi Anadolu ve Karadeniz’in kuzeyindeki müslümanlara karşı senin tâbirinle söylemek gerekirse, irtikâb edilmiş olan günâhlara kefaret teşkil edecek bir harekâta başlıyoruz. Bu sefer de yanımızda bulunsan İyi olur düşüncesindeyim. Ve son defa olarak yine bizimle beraber olmanı arzu etmekteyim.”
Almalıklı Şemseddin Efendi, Timur’u tasdik ederek:
“-Evet Hünkârım!” dedi. “Gerek Osmanlı devleti’ne ve gerekse Altınordu’ya karşı İcra eylediğin seferleri tasvîb etmediğimi ve bunların sıradan bir müsiümana bile yakışmayacak hareketler olduğunu yüzünüze karşı her vesileyle ifâde etmiş olmama rağmen siz beni asla muaheze edip kınamadınız. Fakat diğer bir gerçek de şudur ki; sözlerimi kat’iyyen dinlemediniz. Etrafınızdaki bir kısım dalkavuk hocalarla sizi müslüman topluluklara saldırmaya teşvik eden Bizans ve Papalık heyetlerinin görüşlerine i’tibâr ettiniz. Altınordu Devleti’nî yok ederek “Moskova Knezlİği” (Prensliği)nin rahat bir nefes alıp gelişip serpilmesine zemin hazırladınız. Anadolu birliğini parçalayacak şekilde eski beylikleri birer birer canlandırdınız!.. Hatta bunlardan Papalık güdümü altında olduğunu bildiğiniz Karamanoğulları’nın beyliğini eskisinden de ziyâde büyüttünüz. Büyük bir kahraman olan Yıldırım Hân’ın felâketine sebep oldunuz. Bununla yetinmeyip onun evlâtlarının her birini birbirleriyle boğuşmaya teşvik edecek şekilde al beratlar vererek yegâne vâris İlân ettiniz. Bir İslâm âlimi olarak benim bunları tasvîb etmeme imkân olmadığı aşikârdır. Şimdi eğer buyurduğunuz gibi Çin üzerine bir sefer tertîb ederseniz bu ülkeye tâ sahabe zamanından girmiş olan İslâmiyet’i takviye ederek orada bir islâmlaşma hareketi gerçekleşti re bilirseniz belki Cenâb-ı Hak bu güne kadar vâkî olmuş bulunan azim seyyiâtınızı (kötülüklerinizi) afveder. Bunu Cenâb-ı Hakk’ın uçsuz bucaksız rahmet ve kereminden biz de ümîd eder ve bu yolda size duâ eyleriz. Fakat mazeretimi kabul ederek benim bundan sonraki ömrümü ilimle meşgul olmak suretiyle geçirmeme imkân lütfeder ve bu maksatla beni bu medreseye müderris tâyin ederseniz kırık kalbimi ziyadesiyle tamir etmiş olursunuz.” dedi.
Timur’un bu teklifi kabul etmesi üzerine Almalaklı Şemseddin Efendi, bir ricada daha bulundu:
“-Medrese talebelerinin bir kısım ağır hizmetlerini görmek üzere, izin verirseniz Osmanlı esirlerinden güçlü kuvvetli İki -üç tanesini yanıma alayım. O gariplerin çoğu buraya kadar zincire vurulmuş olarak getirilmiş bulunmalarına rağmen sizin ordunuza asker yazıldılar. Onlar kâfirlere karşı bir çok cihadda bulunmuş kahraman ve gazi insanlardır. Artık lütfen onlara da esir muamelesi yapmayınız.” dedi.
Timur, esir Osmanlı askerlerinden dilediği üç kişiyi medrese hizmetlerinde kullanmak üzere seçip almasına müsâade etti.
Timur’un bu müsâadesi üzerine Almalıklı Şemseddin Efendi, Osmanlı askerlerinden iki-üç tane kolu-kuvveti yerinde delikanlı seçmek üzere onların mahpus bulundukları kışlaya gitti. Timur’un bu emir ve müsâadesini muhafız kumandana bildirmesi üzerine esirler kışlanın talimgah olarak kullanılan bahçe kısmına çıkarıldılar.
Tâ Ankara yakınlarındaki “Çubuk Ovası”ndan Semerkand’a kadar yaya ve zincirlerle bağlı olarak getirilmiş bulunan bu, bir çok gazaya katılmış yiğit insanlar perişan bir durumdaydılar. Çoğunun elbiseleri yırtık pırtık olmuş, ayakları şerha şerha yaralanıp kanamıştı.
Almalıklı Şemseddin, gözyaşlarını içine akıtarak onlardan gözüne kestirdiği üç babayiğiti seçip alarak “Dâru’l-Ulûm” Medresesine getirdi. Medresenin hamamında yıkanıp paklanmalarından ve yeni elbiseler giydirilmelerinden sonra, onları karşılarına oturtarak dedi ki:
“-Evlâtlarım!.. Hepinizin de bildiği üzere müslümanlar kardeştir. Kardeşler arasında böyle harp-darb, kavga ve niza yüce dînimize aykırıdır. Başbuğumuz Timur’u giriştiği “Batı Seferi”nden vazgeçirmek için pek çok dil döktümse de fayda vermedi. Demek ki, bu mukaddermiş. Mü’minler, her oluşu kader icâbı olarak bilirler. O ise, bazen lütfün, bazen de kahrın galebesîyle tecellî eder. Kâmil mü’min odur ki, hikmete nazar edip tedbir safhasında emrolunduğu gibi dosdoğru hareket ettikten sonra sevk-î kader İle vâkî olana karşı itiraz sahibi olmaya!,, Sâde dilini değil, gönlünü dahî şekva ve şikâyetten koruyabile!..
Ben bu hâdiseden sonra bilhassa Osmanlı Devleti’ni ortaya çıktığı günden beri vâkî olan hâdiseler i’tibâriyle bir hayli inceledim. Gördüm ki, o muazzam devletin mübarek kurucusu Osman Gazi Hazretleri, ölüm döşeğinde oğlu Orhan Gâzi’ye yaptığı nasihatte:
“Cihâdı terketmeyerek ruhumu şâd et!.. Lâkin unutma ki, bizim gayemiz Allah’ın dinini yaymak ve korumaktır. Kuru kavga ve cihangirlik hevesleriyle harbetmeyesin!” demiş bulunduğu hâlde O’nun torunlarından Yıldırım Beyazid Hân bilhassa “Niğbolu Zaferi”nden sonra Osman Gazi hazretlerinin tâyin eylediği bu rotadan -insanî bir zaafla- binnisbe ayrılmıştır. Bu gerçeği, O’nun payitahtı olan Bursa’ya taşıdığı esir Fransız şövalyelerini fidye-yi necat (kurtuluş akçesi) karşılığında serbest bırakırken şövalyelerin reisi Jan’a karşı yaptığı şu konuşma açıkça göstermektedir:
“-Mösyö Jan, işittim ki, bir daha Osmanlı’ya karşı silâh kullanmamak İçin yemin etmişsin! Şimdi bu yeminini sana iade ediyorum. Var git ve dilediğin kadar asker topla! Hatta Avrupa hükümdarlarını da…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarihi Roman
- Kitap AdıDüzmece Mustafa
- Sayfa Sayısı92
- YazarKadir Mısıroğlu
- ISBN9755800204
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSebil Yayınevi / 2005
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Saraydan Sürgüne ~ Kenize Mourad
Saraydan Sürgüne
Kenize Mourad
Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi...
- Ruhi Mücerret ~ Murat Menteş
Ruhi Mücerret
Murat Menteş
İstiklal Harbi’nin son gazisi, 100 yaşındaki millî kahraman RUHİ MÜCERRET, bir dünya starına nasıl dönüşüyor? Zaten ecelin menzilindeyken, esrarengiz psikopat MASUM CİCİ’yi haklayabilecek mi?...
- Hilal’in İki Ucu – Osmanlı Endülüs’te ~ Mine Sultan Ünver
Hilal’in İki Ucu – Osmanlı Endülüs’te
Mine Sultan Ünver
1470’li yıllar… Endülüs İslam Devleti’nin son demleri… Bir yeniçeri, Deliormanlı Poyraz… Endülüslü müstensihe, Amber… Âlim İmam Nasr… Şimdilerde dinine uzak düşmüş eski din adamı...