2023 Emine Işınsu Roman Ödülü
Cümbezin Kızı tek başına bir kadın hikâyesi değildir. Unutulan tarihe, sosyal olaylara kızlarımızın çığlıkları arasından bakıştır. Adanın parçalanışı, EOKA tohumlarının atılışı, İsrail’in kuruluşu ve kızlarımızın kayboluşunun hikâyesidir.
Cümbez; adadır, Nenanne’dir, Hatice’dir, Eleni Nine’dir, Süleyman’dır, Bastiban’dır… Bir yanının Türk, bir yanının Rum olduğunu bilir de insanca döker yemişini. Cümbez, bölücülerin kesemediği koca bir ağaçtır.
Bir zamanlar Kıbrıs’ta Nenanne ile Eleni Rumca susar, Türkçe bölüşür, kadınca konuşurdu. Ve kızlar… Yokluğun, kıtlığın, savaşın, sömürge yönetiminin ince hesapları arasında doysun ve geride kalanı doyursun diye Filistin’e, Ürdün’e satılan kızlarımız… Küçük kuşlar gibi avlanıp babaları eliyle teslim edilen kızlarımız… Onlar hayalleriyle birlikte unutuldular…
“Latife’den bu yana ne böyle duyarlılık ne de espriye rastladımdı. Seçici gruba beni de dâhil eden İskender’e teşekkürler. Emine’ye yakıştı doğrusu.” Alev Alatlı
“Işınsu’ya yakışır bir yarışmaydı. Güzel eserler geldi. Cümbezin Kızı öne çıktı.” Prof. Dr. İlber Ortaylı
“Genç Werther’in Acıları’nı hatırlatan, genç bir kadının hikâyesinden hareketle içe işleyen bir sosyal dram. Türkçesi çok sağlam ve çok güzel.” A. Yağmur Tunalı
“Ah Cümbezin Kızı, ne olur bize her daim iyilerin kazandığı o tükenmez masallarını hep anlat, hep anlat ki; dünya denilen bu dar ve engebeli köprüde Zümrüdüankaların kanatlarından yalnızca sevgi ve merhamet devşirelim.” Prof. Dr. Belkıs Gürsoy
“Akıcı ve işlek bir üslup, güçlü bir başkarakter, zevkle okunan bir roman…” Prof. Dr. Bilge Ercilasun
*
O yaz adaya güz daha sarı geldi. Benimle birlikte dört kız acemisi olduğumuz çarşaflarımızla limana inen sokakta yürüdük. Me’yûs Efendi Sokağındaki Şer’iye Mahkemesinin soluk yüzlü hâkimi nikâhlarımızı onayladıktan sonra Arap kocalarımızla fotoğrafçıda aldık soluğu.
Köşede, Gönül Yarası Sokağının girişinde pembe tombul elleriyle bıyıklarının ucunu iki yana kıvıran “Bir Resmin Kalsın Bende”nin sahibi Celal bizi görünce pek mutlu oldu. Yalnızca “Celal” diye hitap edenin pek az olduğunu duymuştum. Adını söylerken fotoğrafhanenin ismiyle tekrarlayanların alayına aldırmayıp etrafındakilere:
“Tanıtım bunlar, iyi olur, iş çoğaltır.” dediği köyden şehre herkesin kulağına çalınmıştı. Kibarlığı sebebiy le hakkında birkaç hikâye dinlediğim fikradan kırpılmış adam: daha öncesinden bize benzer kadın ve erkeklerin aile olmasına mühür vuran kişiymiş gibi kendinden emin ve memnun, kocalarımızı tebrik etti. Bunca kalabalığı içeriye bir anda alması mümkün olmadığından üst üste geçirdiği tabureleri çıkardı; yanındaki tuhafiyeden de bir iki iskemle kaptı. O koştururken tuhafiyecinin çırağı “Masrafçı Mahmut” yazılı tabelayı parlatmakla meşguldü.
Nenanne’m elbisesine düğme. fermuar isteyen kız anneleriyle taze gelinlere burayı adres gösterip:
“Masrafçı’da ne ararsan bulursun. Geçenlerde takma diş gören olmuş tezgâhında.” derdi.
Gerçekten de yok yok muydu içeride? Süslü bir elbisem, düğmeli bir gömleğim olmadı, heves de etmedim belki. Çocukluktan çıkan kızların fısıltıyla paylaştığı, anlatırken de gözlerinde ışıldayan genç kızlık bana hiç uğramasın diye dua ettim. Dümdüz bir tahta olarak kaldım uzun zaman. Üst yanımda beliren küçük iki yumrudar korktum. Yıkanırken, giyinirken gözümü kapadım. Onlar da olmasa ben hep çocuk kalsam… Yaşıma bakıp zamanimun geldiğine karar verenler daldaki armuttan, arka bahçedeki yusufçuktan farkım olmadığını öğretti. Bir çeşit üründüm ve toplanıp sepete girdim işte.
Aklım tuhafiyecideydi. Bir Resmin Kalsın Bende Celal ilk çiftle içeri gireli beş dakika olmamıştı ki şişman Arap’) da yanına alıp dışarı çıktı. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra beni çağırdı. Kocam Hadir ayağa fırladı. Fotoğrafçı:
“Amma heyecanlısın damat! Otur bakalım. Sırayla giyinecek kızlar. Herhalde ben giydiremem.” diye güldü. Söylenenleri Ferdane’nin adamı tercüme edince Hadir gevşedi. yerine oturdu.
İki göz dükkanın arka odasına götürdü beni. Daracık odada. ufacık bir pencere ve köşede bir ayna vardı. Kenardaki masanın üzerinde sahibini bekleyen fotoğraflar, kirli bir kül tablası, küçük bir testi, köşede kısa bir sedir, üzerinde eski bir yastık… Az önce içeri aldığı kız, emanet zamanları seyre dalan yığının ortasında ayaktaydı.
“Ne lazımsa burada. Üzerinize olan bir şey vardır. Bakın bakalım. İşiniz bitince de haber verin.” deyip çıktı. Kahveci çırağının:
“Bir emrin var mı Bir Resmin Kalsın Bende Celal Abim?” sorusu arka odaya ulaşıp kapının eşiğinde asılı kaldı. Celal’in:
“Beş kahve, hem de şekerli!” sesi de ötekinin yanında yerini aldı.
Küçük odada iki kız uzunca bir demire tahta askılarla geçirilmiş kıyafetlere, türlü takıların konduğu sepete baktık bir süre. Kızın daha önce fotoğrafçıya gelmediği her halinden belliydi.
Ayşe genabamın düğününde gelmiştim ben. Yedi sekiz yaşlarındaydım. Onu o kadar çok severdim ki dizinin dibinden ayrılmazdım. Ahmet amcam Türkiye’de okuyup adaya dönmüş, güz sonu evlenmişlerdi. Genabamın gelinliğini de Türkiye’den getirmişti amcam. Fotoğrafçıya gelmek için de kasabanın tek dolmuşunu tutmuştu. Koca dolmuş boş mu gitsin? Gelin kısmı yalnız olmaz elbette, deyip Ayşe genabamın annesi babası, kardeşleri, Nenanne’m, sağdıçlar, ben ve kardeşim dolmuşun hakkını vermiştik. Fotoğrafçı, kalabalığı kapı önüne çıkarıp: “Gençleri baş başa bırakın da şöyle güzel bir poz versinler.” diye herkesi sepetlemişti dükkândan.
İçeri girdiğinde taze çifte poz verdirmek için uğraşırken beni gelinin arkasında bulmuştu. Kızacağına gülmüş: “Gelin Hanım, sevenlerin çok. Damat, işin zor.” diye takılmıştı. Beni yanına çağırıp orada bekletmişti.
Hayatımda gördüğüm gelinlerin içinde en güzeli Ayşe genabamdı. İlk kez o düğünde gelin olmayı hayal etmiştim. Beyaz bir elbisem, yere kadar gümüş gelin tellerim ve duvağımla kendimin de en az onun kadar güzel bir gelin olacağını düşleyip sık sık Nenanne’me anlatmıştım. Sonra Mary vardı. İki yıl önce düğününde mutfakta hizmet etmiştim. Mary, besleme olarak verildiğim konaktan beni yarına aldırmıştı. Aşçı Sam’in anlattığına göre kocası Yüzbaşı Robert bu fikri duyduğunda epey karşı çıkmış ama Mary bize, daha doğrusu Nenanne’me can borçlu olduğunu hatırlatıp beni kabul ettirmişti.
Her yerini saran sulu, kırmızı yaralar Nenanne’min üç perşembe okuması ve üç perşembe Yedibelikli’den sabah vakti akan suyla vücudunu ıslatıp sıvazlamasından sonra geçmişti. Yüzbaşı isyancılar nedeniyle acele çağrıldığında Mary’nin bizimle kalmasına zar zor ikna olmuştu. Üç haftanın sonunda gök boşanmış, Nenanne’me göre ellide bir olurmuş, günlerce yağan yağmurdan Yedibelikli taşınca Mary altı haftadan uzun bir süre Nenanne’min kızı olmuştu.
Dışarıdakilerden birinin
Mary de çok güzel bir gelindi. Beyaz gelinliği, uzun duvağı ile konağa çağrılan fotoğrafçıya poz vermişti. gürültülü kahkahası Mary’den de Ayşe genabamdan da beni kopardı. Kıza baktım. Ne genabamın utangaç sevinci ne Mary’nin doygun mutluluğu var. Bu kızlarla yarım saat yol yürüdük ama yanımızdakilerin korkusundan çıtımızı çıkarmadık. Elbette bunda Ferdane ve iki adamının da etkisi vardı. Ferdane’yi adada Benli diye bilirler, adından çok namıyla tanırlardı. Kızı Dürdane şehrin hamamına gelenlerin arasından, kendisi ve iki adamı köylerden kız seçerdi. Biz onun güz avlanıydık.
“Adın ne?” dedim.
“Zeynep.” dedi ürkerek. Yanına gittim: “Haydi!” dedim.
Zeynep adımı sormadı. Ürkek, şaşkın çocuk çarşafı sıyırdı. Dizlerinden aşağıya inen çiçekli basması, soluk gömleği, beline inen tek örgüsü, beyaz teni ve yeşile çalan kahverengi gözleriyle karşımdaki mektep çocuğunu süzdüm. Sonra asılı olan kıyafetler arasındaki iki gelinlikten birini aldım. Gömleğin üzerine gelinliği giydi. Bol geldi. Çıkarıp diğerini denettim. Bu biraz daha iyiydi. Nenanne’m avluda cümbezin3 altına kurduğu dikiş makinesiyle köydeki herkese bir şeyler diker, ben de ara sıra yardım ederdim. Sepetin kenarına saplanmış bir iğneyi elime alıp arka taraftan bolluğun bir kısmını tutturdum. Rengi askıda beklemekten sararmaya yüz tutmuş, türlü bedenlerin ter kokusunu içine çekmiş bu eğreti gelinlik kim bilir kaç kızın hayallerine eşlik etmişti?
Zeynep’in giyinmesine yardım ederken Muallim Nazım’ın:
“Ah be evladım sende kabiliyet var! Müellif kumaşından dokunmuşsun.” deyişi çınladı kulaklarımda.
Şimdi burada bir adından başka, ondan da emin degilim ya, hiçbir şeyinden emin olmadığım adamla uzak bir memlekete gidiyorum. Hâlime bak! Ölünün bile eli titrer, derdi Nenanne’m. Benimse kılım kıpırdamıyor. Sakin ve tereddütsüz, bir başka kızcağıza yardım ediyo rum. Halbuki şurada oturup birbirimize sarılıp korkudan soramadıklarımızı sorsak, bizi uğurlamaya bile gelmeyenlerden dertlensek, bunca yıldır ekmeği suyu paylaştıklarımızı bir daha görüp göremeyeceğimizi konuşup içine yuvarlandığımız belirsizliğe yansak! Neden yanmıyorum? Neden titremiyorum? Biliyorum: Ben Ismail’im. Babamın peşinat alıp söz verdiği Arap’a, küçük Zeliş’im yerine gidenim. Dağda mı, çölde mi. denizin ortasında mi hiç fark etmez; boynuna bıçak çalınacak kurban benim. Teslim oldum. Şu kızcağızı, dışanda sırasını bekleyen kurbanlıkların, benden sonra da gideceklerin yazgısı benim kanımla değişecek olsa! Muallim Nazım bilmiyor ki ayaklarımla kendi kaderimi yazmaya gidiyorum. Ben biliyordum ve kimseye söyleyemiyordum.
Gelinliğin arkasını halledince başına buruş buruş ofmuş duvağı takıp düzelttim. Beline inen örgüsünü sağ omzundan sarkıttım. Gelinonarier Ayşe genabamın saçlarını ne güzel yapmıştı. Benim elimden fazlası gelmez.. Böyle gelin gidiyorsa da ona kalacak tek şey bir fotoğraf,
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıCümbezin Kızı
- Sayfa Sayısı136
- YazarÜlkü Demiray
- ISBN9786258274486
- Boyutlar, Kapak16,5x24 cm, Karton Kapak
- YayıneviBilge Kültür Sanat / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Küçük Toplayıcının Büyük Macerası ~ Sinan Yaşar
Küçük Toplayıcının Büyük Macerası
Sinan Yaşar
Yeni bir dünya mümkün mü? Sinan Yaşar’ın kaleme aldığı Küçük Toplayıcının Büyük Macerası, çocukluğun saf ve temiz dünyasını içtenlikle yansıtırken, küresel ısınmaya ve iklim krizine dikkat...
- Zehra ~ Nabizade Nazım
Zehra
Nabizade Nazım
Nabizade Nâzım (1862-1893). Babası ve annesini küçük yaşta yitirmesinden dolayı çocukluğu pek de mutlu geçmedi. Ninesinin yanındayken Tophane Mahalle Mektebi’ni bitirdi. Beşiktaş Askeri Rüştiyesi’ni...
- Talihsiz Bir Hadise ~ Burak Akgüç
Talihsiz Bir Hadise
Burak Akgüç
Dönem, İkinci Dünya Savaşı’nın, daha kazananın kim olduğunun bilinmediği 1940’lı yılların başı. Türkiye tarafsız olarak bu zor dönemi geçirme sevdasında ama İnönü başkanlığındaki hükümet...