Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Oswald Amcam
Oswald Amcam

Oswald Amcam

Roald Dahl

Sıra dışının krallığına hoş geldiniz! Casus, savaş pilotu, çikolata tarihçisi ve tıbbi buluşlar yapan bir mucit. Roald Dahl, yazdığı kitaplar kadar renkli bir yazar….

Sıra dışının krallığına hoş geldiniz! Casus, savaş pilotu, çikolata tarihçisi ve tıbbi buluşlar yapan bir mucit. Roald Dahl, yazdığı kitaplar kadar renkli bir yazar. Charlie’nin Çikolata Fabrikası ve diğer çocuk kitaplarıyla tanınan Dahl’ın yetişkinlere anlattığı hikâyeler de bir o kadar sihirli. Cin fikirli Oswald, henüz on yedi yaşındayken kimseciklere haber vermeden Afrika’ya gider ve afrodizyak etkisi olan yakı böceği tozundan toplar. Kimya bilgisiyle bunu ilaca çevirecek, 1913’ün şen Paris’inde bakanlara, elçilere, türlü türlü beyefendiye satacak, böylece yüz binler kazanmaya başlayacaktır.

Ama Oswald’ın gözü milyonlardadır. Yakı böceği tozunun yardımıyla kralların, sanatçı ve dâhi erkeklerin “hazinelerini” çalmak için müthiş bir tezgâh kurar: gelecekte kadınlara eşsiz bir vaat sunmasını sağlayacak bir tezgâh. Dahl yetişkinlere hitap eden bu mizah dolu romanında 20. yüzyılın büyük isimlerini hınzırca selamlıyor. Proust, Einstein, Freud, Puccini, Renoir ve diğerlerini karakter olarak sunuyor okurlarına. Ülker İnce’nin özverili çevirisiyle yayımladığımız Oswald Amcam, büyük bir savaşla başlayan, kültürel ve teknolojik gelişmelerle devam eden çağa eğlenceli bir hatıra yolculuğu.

*
“Kolay kazanca bayılırım.”
Oswald’ın Günlükleri, XIV. Cilt
*
1

Oswald Amcama bir kez daha selam gönderme isteği duymaya başlıyorum. Yani, tabii Oswald Hendryks Cornelius artık yaşamıyor, öldü demek istiyorum, iyi yaşamayı seven o adam, o duayen, örümcek, akrep, baston biriktiren o koleksiyoncu, o opera âşığı, Çin porselenleri uzmanı, kadın avcısı, en önemlisi de gelmiş geçmiş zamparaların hiç kuşkusuz en zamparası olan o adam vardı ya, o artık yok. Zamparalık unvanına sahip olmak için yarışan ünlülerin sicili amcamınkinin yanında fasa fiso kalır. Özellikle de o zavallı Casanova’nınki. Casanova onunla yarışa girse bu yarıştan korkunç bir cinsel organ arızasıyla çıkardı.

Oswald’ın günlüklerinden aldığım ilk küçük pasajı ilk kez 1964’te yayımlayarak piyasaya sürmüştüm, üzerinden on beş yıl geçmiş. O zamanlar özellikle kimseyi rahatsız etmeyeceğini düşündüğüm bir pasaj seçmeye özen göstermiştim, hatırlarsanız o seçtiğim zararsız ve önemsizce pasajda, amcamın bir kadınla, Sina Çölü’nde cüzamlı bir kadının tekiyle nasıl çiftleştiği anlatılıyordu. 

Buraya kadar iyi hoş. Ama amcamdan ikinci bir parçayı yayımlama tehlikesini göze almak için temizinden bir on yıl daha (1974) bekledim. Yine, bölge papazının, köy kilisesinde Pazar Okulu öğrencilerine okuyabileceği, en olmadı Oswald’ın ölçülerine göre ehvenişer sayılabilecek uygun bir şey seçmek konusunda titiz davrandım. O parçada bir kokunun keşfinden söz ediliyordu, bu öyle bir kokuydu ki bir erkek bu kokuyu hangi kadının üstünde alırsa onun hemen oracıkta ırzına geçmekten kendini alamıyordu.

Bu suyuna tirit öykü yayımlandı diye ciddi ciddi dava açan falan olmadı. Ama söz konusu yayının başka türlü yansımaları oldu. Posta kutum kadın okurlardan gelen mektuplarla doldu taştı, kadınların hepsi de Oswald’ın o büyülü kokusundan bir damlacık olsun göndermemi istiyordu. Sayısız sayıda erkek de benden aynı istekte bulunmak için mektup yazmıştı, yazanların arasında o eşi benzeri görülmemiş derecede sevimsiz Afrikalı diktatör de vardı, kabinenin sol kanat bir bakanı da, Papalık kardinallerinden biri de. Suudi Arap prenslerinden biri bana İsviçre frank’ı cinsinden bir servet önermiş, Amerikan’ın merkezî haber alma teşkilatı CIA’den koyu renk takım elbiseli biri, elinde yüz dolarlık banknotlarla dolu bir evrak çantasıyla birlikte bir öğleden sonra evime uğramıştı. Dediğine göre Oswald’ın kokusunu kullanarak dünyadaki üst düzey Rus devlet adamları ve diplomatları arasında her dediğinizi yaptıramayacağınız hiç kimse yoktu, teşkilattakiler formülünü satın almak istiyordu.

Ne yazık ki elimde o büyülü sıvıdan bir damla bile yoktu, böylece konu kapandı.  

Bugün, o koku öyküsünün yayımlanışından beş yıl sonra, amcamın hayatına herkesin şöyle kısaca konuk olabilmesi için kapıyı bir kez daha hafifçe aralamaya karar verdim. Seçtiğim bölüm XX. ciltten alınmış bir bölümdür, 1938’de yazılmış, o tarihte Oswald kırk üç yaşında, hayatının baharındaydı. Bu ciltte pek çok ünlünün adı geçiyor, bu kişilerin aileleri ve arkadaşları, Oswald’ın ister istemez söylemek zorunda olduğu şeylerin bazılarından alınabilirler, böyle bir tehlike var elbette, bu çok açık. Tek yapabileceğim şey ilgili kişilerin beni hoş görmesi, kötü bir niyetimin olmadığına inanması için dua etmektir. Çünkü burada son derecede bilimsel ve tarihsel öneme sahip bir belge söz konusudur. Bu belge gün yüzüne çıkarılmamış olsaydı çok yazık olacaktı. 

Oswald Hendryks Cronelius’un Günlükleri’nin XX. cildinden alınmış parçayı işte şimdi, tek sözcüğüne dokunmadan amcamın yazdığı gibi aynen aktarıyorum:

Londra, Temmuz 1938 

Staines’de lüks arabaların imal edildiği Lagonda tesisine yaptığım verimli ziyaretten yeni döndüm. W.O. Bentley bana öğle yemeği yedirdi (Usk’tan gelmiş somon ile bir şişe Montrachet şarabı), benim yeni V-12’me fazladan eklenecek parçaları konuştuk. Bana Mozart’ın Son gia mille e tre’sini hiç hatasız şekilde çalabilecek bir korna aygıtı sözü verdi. Bazılarınız bunu çocuksu bir şımarıklık olarak görebilir ama bu düğmeye ne zaman bassam, bizim o kadim Giovanni’nin o tarihe kadar balıketinde 1.003 İspanyol genç kızın ırzına geçtiğini insanlara hatırlatmak gibi hoş bir hizmette bulunacağım. Bentley’ye, koltukların ince elyaflı timsah derisiyle kaplanmasını söyledim, ön panelin ahşap kaplaması da porsukağacından yapılmalıydı. Neden porsukağacı? Çünkü ben İngiliz porsukağacının rengini ve dokusunu bütün öteki ahşaplarınkine tercih ediyorum. 

Şu W.O. Bentley ne müthiş bir adam. Onun doğruca Lagonda’ya gitmesi Langonda’cılar için ne büyük bir zafer. Dünyadaki en güzel arabalardan birini tasarımlayan ve o tasarımladığı şeye kendi adını veren bu adamın kendi şirketinden kovulması, rakip firmanın kucağına itilmesi ne acıklı bir şey. Ama bunun anlamı da şudur: Yeni Lagonda’ların dünyada eşi benzeri yoktur, ben de alırsam bunu alırım, başka bir makine almam. Ama şu alacağım şey hiç de ucuza mal olmayacak. Bir otomobile ödemem olasılığı bulunduğunu düşündüğüm miktardan binlerce sterlin fazlasına mal oluyor bana.

Ama parayı umursayan kim! Benim hiç umursadığım yok çünkü her zaman çok param oldu. 200 bin sterlinimi on yedi yaşındayken kazandım, daha sonra çok daha fazlasını kazanacaktım. Ha, para kazanmak dedim de aklıma geldi, bu günlüklerde nasıl zengin olduğumu bir kez olsun anlatmadım. 

Belki de anlatmanın zamanı gelmiştir. Galiba geldi. Çünkü bu günlükleri yazmaya başladığımda amacım insanları ayartma sanatının ve çiftleşmenin hazlarının tarihini yazmaktı ama burada biraz para kazanma sanatından, para kazandıktan sonra tadılacak hazlardan da söz etmezsem günlük eksik kalır.

Pekiyi o zaman. Kendimi bu işi yapmaya ikna ettim. Şimdi devam edip size hemen nasıl para kazanmaya başladığımı anlatacağım. Ancak olur da bazılarınız şeytana uyup bu özel bölümü atlayarak daha ağız sulandırıcı bölümlere geçmek isterseniz diye söyleyeyim, bu sayfalar da ağız sulandırmakta ötekilerden aşağı kalmaz hani, emin olun. Öyle olmasa benim de hoşuma gitmez. 

Büyük servetler miras yoluyla elde edilmemişse genelde şu dört yoldan elde edilmiştir: ya hile yoluyla ya yetenek sayesinde ya yaratıcı düşünce gücüyle ya da şansın yardımıyla. Ben bu dördünün birleşmesi sonucunda bu işi becerdim. Dikkatle dinleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. 

1912 yılında, daha on yedi yaşındayken, Cambridge’ deki Trinity Koleji’nin doğal bilimler bursunu kazanmıştım. Erken gelişmiş bir çocuktum, normalden bir yıl önce sınava girdim. Cambridge beni on sekiz yaşımdan önce kabul etmeyeceği için hiçbir şey yapmadan on iki ay bekleyecektim. O yüzden babam bu on iki ayı boş geçirmemi istemedi, onun yerine Fransa’ya gidip dil öğrenmemi istedi. Bense bu harika ülkede dilden fazla bir şeyler öğrenebileceğim umudu içindeydim. Anlarsınız ya, Londra’da sosyeteye ilk defa çıkan kızlar arasında zamparalık yapmanın, fahişelerle düşüp kalkmanın tadını tatmış durumdaydım daha şimdiden. Bu genç İngiliz kızlarından biraz sıkılmaya bile başlamıştım. Hepsinin fazlaca içeriksiz olduğuna karar vermiştim, yabancı topraklara gidip oralara birkaç kile yaban yulaf tohumu ekmek için sabırsızlanıyordum. Özellikle de Fransız topraklarına. Güvenilir kaynaklardan öğrendiğime göre Parisli kızlar, aşk oyunları söz konusu olduğunda, Londra’daki kuzenlerinin rüyalarında bile göremeyecekleri birkaç oyun daha biliyorlarmış. Söylenenlere bakarsanız, cinsel birleşme pratiği İngiltere’de henüz emekleme dönemini yaşamaktaymış.

Fransa’ya hareket etmeden önceki akşam Cheyne Walk’ta ailemle birlikte oturduğum evde bir parti verdim. Özellikle evi bana bırakmak için annemle babam dışarıya yemeğe çıktılar. Kızlı erkekli on kadar arkadaşımı davet etmiştim, hepsi benim yaşıtımdı, saat dokuz olduğunda hepimiz oturmuş şarap içerken güzel pişmiş kuzu haşlaması ile hamur köftesi yiyor, güzel güzel sohbet ediyorduk. Ön kapının zili çaldı. Kapıya bakmaya gittim, morumsu kırmızı suratlı, kocaman bıyıklı bir adamla karşılaştım, elinde domuz derisi bir bavul vardı. Binbaşı Grout olarak tanıttı kendini ve babamı sordu. Babamın dışarıya yemeğe çıktığını söyledim. “Şu aksiliğe bakın,” dedi Binbaşı Grout. “Beni evinde kalmaya davet etmişti. Eski bir arkadaşıyım.” 

“Babam unutmuş olsa gerek,” dedim. “Çok özür dilerim. Girin lütfen.” 

Girin dedim ama binbaşıyı çalışma odasına götürüp biz yan odada parti yaparken onu orada Punch dergisi okusun diye yalnız bırakamazdım, yanımıza gelmek isteyip istemeyeceğini sordum. İsterim, dedi. Bizimle birlikte olmak istermiş. Yanımıza geldi, yüzü neşeyle parlayan, orada bulunan herkesin üç katı yaşındaki bu eski kurt, o koca bıyıklarıyla falan, aramıza gelip rahatça yerleşti. Hemen kuzu haşlamasına gömüldü, ilk on beş dakikada bir şişe kırmızı şarabı gövdeye indirdi. 

“Harika yiyecekler,” dedi. “Biraz daha şarabınız var mı?” 

Ona bir şişe daha şarap açtım, o şişeyi de gövdeye indirişini bir çeşit hayranlıkla izliyorduk. Morumsu kırmızı yanakları hızla koyu mora dönüşmekteydi, burnu kıpkırmızı olmuş, yanıyor gibiydi. Üçüncü şişeyi yarıladığı zaman gevşemeye başladı. Bize, Anglo-Mısır Sudan’ında çalıştığını söyledi, izinli olarak yurda dönmüş. Sudan Su İşleri’nde çalışıyormuş, çok heyecanlı, çok zorlu bir işmiş yaptığı. Ama büyüleyiciymiş. Çok eğlenceliymiş yani. Siyahilerle uğraşmak o kadar da zor değilmiş, kırbacı elinizden eksik etmemeniz yeterliymiş. 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bay ve Bayan Kıl ~ Roald DahlBay ve Bayan Kıl

    Bay ve Bayan Kıl

    Roald Dahl

    Bay ve Bayan Kıl ideal bir çift gibi görünür. Her ikisi de iğrenç insanlardır! Birbirlerine çok kötü şakalar yaparlar: Bayan Kıl, Bay Kıl’ı korkutmak...

  2. Charlie’nin Büyük Cam Asansörü ~ Roald DahlCharlie’nin Büyük Cam Asansörü

    Charlie’nin Büyük Cam Asansörü

    Roald Dahl

    Çikolata fabrikasında başlayan eğlenceli yolculuk!Charlie sonunda çikolataya kavuşur, hem de fabrikasıyla birlikte. Fabrikanın sahibi Bay Wonka, bizim küçük Charlie ile kalabalık ailesini büyük cam...

  3. Matilda ~ Roald DahlMatilda

    Matilda

    Roald Dahl

    Matilda, kitap okumaya karşı doyulmaz bir iştahı olan çok zeki, olağanüstü bir kızdır. Üç yaşına geldiğinde evdeki gazete ve dergileri inceleyerek kendi kendine okumayı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kayıtsız Adam ~ Marcel ProustKayıtsız Adam

    Kayıtsız Adam

    Marcel Proust

    Kısa ömürlü bir dergide yayımlanan, sonra herkes tarafından unutulan Proust’un bu öyküsü, Philip Kolb tarafından yeniden bulunmuştur. Öykü 1896 yılında La Vie contemporaine dergisinde...

  2. Sen Gittiğinde ~ Gayle FormanSen Gittiğinde

    Sen Gittiğinde

    Gayle Forman

    Her şey bitti derken… Sadece bir tesadüf yetebilir… “Ben bir nehrin akıntısına kapılmıştım, o ise kıyıda kalmıştı.” Adam’ın, Mia’yı aşkıyla hayata döndürmesinin ve Mia’nın,...

  3. Kendini Aşka Bırak ~ Sophie JordanKendini Aşka Bırak

    Kendini Aşka Bırak

    Sophie Jordan

    TUTKULAR MI DAHA GÜÇLÜDÜR YOKSA HAYALLER Mİ? Portia Derring, büyükannesinin bütün ısrarlarına rağmen evlilik fikrine bir türlü ısınamamıştır; annesi gibi, yolculuklara çıkarak dünyayı keşfetmenin...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur