“Bu yazdıklarımı bir intihar mektubu olarak görme. Derler ya, ‘Her intihar mektubu bir aşk mektubudur,’ diye. Aslında, ‘Her intihar mektubu bir aşk romanıdır,’ aynı zamanda. Yani bu aldığın son mektup sana daha önce yazdıklarımdan farklı değil. Bu da bir aşk mektubu, bu da bir hikâye.” Hayalet Kitap’ın kahramanı Güldem, bir sabah posta kutusunda bir mektup bulur.
Mektubun yazarı ona karşılıksız aşkla bağlı olan Gökalp’tir. Gökalp bir intihar mektubuyla Güldem’e veda eder. Gökalp’in ölümünün birinci yıldönümüyle birlikte tuhaf olaylar baş gösterir. Şimdi Güldem ve arkadaşları İzmir’in çeşitli yerlerinde ve üniversite kampüsünde bir hayaletle mücadele etmek durumundadır. Doğu Yücel’in ilk olarak 2002’de yayımlanan kitabı birçok defa baskı görmüş, 2004’te ise Taylan Biraderler tarafından sinemaya uyarlanmıştı. Hayalet Kitap, bir hayalet hikâyesi olmasının yanı sıra eğitim sistemine eleştirel bakışıyla ve üniversite öğrencilerinin kampüs hayatını tüm detaylarıyla resmetmesiyle yayımlandığı günden bu yana ilgi görmüş bir roman. “Fantastik ile gerçekliğin sınırlarını zorlayan bu sürükleyici macera, müziğe ve edebiyata yaptığı şık göndermelerle kalbinizi çalacak. Sadece ilk sayfayı çevirin, yeter.” Karin Karakaşlı
Bu kitap Platonik Âşıklar Krallığı’nın
asil vatandaşlarına adanmıştır.
“Aşk bize dünyevi olan karşısında bilincimizi kaybettirir (macht bewusslos) ve içimizi uhreviyle doldurur; böylece aşk bizi her türlü suçluluk duygusundan kurtarır (macht unschuldig).”
Milan Kundera, Ölümsüzlük
“Sana aşk mektubu gönderdim! Kalbimin ta içinden, kahrolası! Aşk mektubu nedir bilir misin? O, kahrolası namludan çıkmış mermidir puşt! Benden bir aşk mektubu aldığına göre sonsuza kadar işin bitmiş demektir. Anladın mı ha? Seni doğrudan cehenneme göndereceğim, puşt! (Roy Orbison’ın fonda çalan şarkısına eşlik etmeye başlar) Seninle düşlerde yürüyorum. Düşlerde seninle konuşuyorum. Düşlerde sen benimsin. Her zaman…”
David Lynch, Blue Velvet
“Tamamen çaresiz sayılmayız Barbara. Şu kitabı okuyorum ve bizim durumumuzdaki insanlar için kullanılan bir kelime var: Hayalet.”
Tim Burton, Beetlejuice
1.
27 Nisan 1998’i 28 Nisan 1998’e
bağlayan gece, saat: 05.01
Sabaha karşı beş sularında, uyku tanrısı ve düşler tanrıçası, insanları uykunun dehlizlerinde oyalarken İnönü Caddesi’ndeki ıssız karanlığı mavi bir Vosvos deldi geçti. Araba, caddeyi enlemesine keserek Yeşilyurt’a çıkan sokağa girdi. Köşedeki taksi durağının daracık kulübesinde uyuklayan adam Vosvos’un motor gürültüsüyle gözlerini açtı, başını kaldırıp hızla geçmekte olan arabanın egzoz borusunu gördü, boynunu ilgisizce kıvırdı ve yeniden uykuya daldı. Arabayı kullanan oğlan, bu düzlüğe yüksek bir hızla giremezse karşısına çıkan yokuşu çıkamayacağını biliyordu. Az kalmamıştı o yokuşun ortasında.
Mavi Vosvos motorundan yükselen homurtular eşliğinde yokuşu tırmanmaya başladı. Dolunayın yalnız bıraktığı gecenin karanlığında kaydırakta tırmanmaya çabalayan, her an tepetaklak düşme ve kabuğunun üstünde saatlerce çırpınma tehlikesi ile karşı karşıya olan zavallı bir tosbağaya benziyordu. Tosbağaydı veya değildi, bu yokuşu daha önce defalarca çıkmıştı, bu sefer de çıkacak ve sahibine olan son görevini başarıyla yerine getirecekti.
Yokuşun zirvesine geldiğinde oğlan frene bastı, balatalardan gelen tıslama sesi sessizliğe bir gizem, stop lambalarından parıldayan kan kırmızısı ışık ise asfalta bir vahşet duygusu kattı. Şimdi yolun daralan kısmında bir cami ile bir apartman arasında duruyordu araba. Oğlan, sağ ayak bileğinin zorlanmasına karşın el frenini çekmemişti, gözü arabanın dijital saat göstergesindeydi: 05.04’ü gösteriyordu. 05.05’i gösterdi. 05.06’yı gösterdiği anda sol tarafında duran camiden ezan sesi yükseldi. Oğlan, imamın yüksek sesle okumaya başladığı bozuk bir hoparlörden kesik kesik ortalığı kaplayan ezanın ilk saniyelerinde el frenini çekti. El freni kolundan gelen acı mekanik çığlık ezan sesine karışarak insanları uykularında sıçratacak etkiyi yaratamadan tıslayarak söndü.
Oğlan ön sağ koltuğun üzerinden bir şey aldı ve dışarı çıktı. Kapıyı yavaşça kapattı. Etrafına bakındı. Yokuşun tepesine dikilmiş altı katlı apartmana doğru yürüdü. Elindeki şeyin ne olduğu karanlıkta seçilemiyordu. Apartmanın kapısını hafifçe dürtmesiyle kapının açılması onu şaşırttı. Kapının açık olmasını beklemiyordu. O âna kadar çekingenliği ve korkaklığı yürüyüşünden bile okunan oğlanın yüzüne bir gülümseme yerleşti. “Bu kızla ilgili olarak, Tanrı bana ilk kez yardım etti,” diye düşündü. Sonra da, “Aman ne yardım ha!” diye ekledi düşünce balonuna, ne de olsa kapının kapalı olması olasılığını da göz önünde bulundurmuş ve önlemini almıştı. Apartman girişindeki zillerde “Cevat Kurtuluş” isminin yanındaki düğme, anahtarını evde unutmuş olan apartman sakinlerince gizli anahtar olarak kullanılıyordu. Kız, bir geyik muhabbeti sırasında ağzından kaçırmıştı bunu.
Oğlan 7 numaralı posta kutusunu zorlamaya başladı. Belli ki elindeki şey o küçük aralıktan geçecek kadar küçük değildi. Kutunun kilidi bozuktu, bunu biliyordu, hemen açıldı. Oğlanın elindeki alamet karanlıktan hâlâ seçilemiyordu. Girişteki otomata basmamıştı. Gözleri çakmak çakmak bir kedi bile onun ne olduğunu göremezdi. Oğlan posta kutusunu kapattı, apartmandan dışarı çıktı. Oğlan, kızın posta kutusuna bir şey koyma harekâtını daha önce defalarca yapmıştı ama yine de alışamıyordu. Sıradanlık sınırlarını zorlamayı pek sevmeyen normal biriydi o. Bu tip davranışlarla işi olmazdı, eğer o kızı görmemiş olsaydı. Bir kere onu görmüştü, bundan dönüş yoktu. İçine romantik bir hayalet girmişti artık, bundan böyle ona boyun eğecek ve bir kızın posta kutusuna bir şeyler bırakarak onun gasp edilmiş kalbini tekrar ele geçirmeye çalışacaktı. Armağanlarının ne kadar romantik, yaratıcı ve iyi niyetli şeyler olduğunu bilse de gecenin bir vakti bir suikastçı gibi hareket etmekten ve bu tuhaf tedirginliği yaşamaktan nefret ediyordu. Artık bu tedirginliği yaşamayacaktı. Bu son “posta kutusuna aşk bombası bırakma” operasyonuydu. Ve ne romantik ne yaratıcı ne de iyi niyetli bir şeydi. Kötüydü, tek kelimeyle.
Oğlan arabasına bindi, el freniyle beraber usta bir şoför gibi dik yokuşta arabasını kaldırdı, arkasına bakmadan bastı gitti. Yüzünde mutlu bir ifade vardı. Araba sorun çıkarmamıştı.
Karabağlar yoluna saptı, havaalanına doğru ilerliyordu. Hani şu, önce devlet tarafından asılarak idam edilen sonra da devlet tarafından adına havaalanı yapılan başbakan Adnan Menderes’in ismini taşıyan havaalanına gidiyordu. Saatte 50 km hızı kesinlikle geçmiyor, tek tük araba geçmesine karşın her kırmızı ışıkta duruyordu. En ufak bir trafik kazası planını altüst edebilirdi. İşini şansa bırakamazdı.
Uçak saat 07.35’te kalkacaktı. Oğlan saat 05.43’te bekleme salonunda rahat bir koltukta oturuyordu. Birden belli belirsiz bir heyecan ve korku silsilesi ile sarsıldı. İlk kez uçağa binecek, ilk defa uçacaktı. Aslında daha sonra yapacağı ikinci uçuş, merakını körükleyen gizli zebaniydi. İkinci uçuş ve kızın ona tepkisi. Son uçuş ve kızın gözleri. Sebeple sonucun trajik karşılaşması. Gözler ve yazılar.
Aniden uyku bastırdı, oğlan bu hisse hiç karşı koymadı ve tüm uykusuz gecelerinin intikamını alırcasına kendisini uyku tanrısına emanet etti. Uyku tüm duygularını, düşüncelerini çalmış, onu bedeniyle, zihniyle, ruhuyla ele geçirmişti ama aniden kolunda bir acı hissetmeye başladı. Sebepsiz acı hızla katlanılmaz hale geliyordu. Oğlan bağırabilirdi ama bunun yerine acısının geçmesini bekledi. Sonra kolunun tüysüz olan iç tarafında, bileğinin on santim uzağında derisi açılmaya başladı. Bu düşme veya bir yere çarpma nedeniyle meydana gelebilecek bir yara değildi. Görünmez bir bıçak kesiyor benzetmesi de yapılamazdı çünkü dışarıdan değil, içeriden bir şey yapıyordu bunu. İki santim uzunluğundaki yara, deri parçacıklarını sağa ve sola bir sanatçı mükemmeliyetçiliğiyle simetrik ve düzgün bir şekilde bırakıyordu, tıpkı bir kitabın açılışı gibi açılıyordu yara. Ortalardan bir sayfanın, görünmez bir el tarafından çevrilişinin kuşbakışı görüntüsü gibi. Deri açıldıkça acı artması gerekirken oğlanın duyduğu acı azaldı, azaldı ve neredeyse kalmadı. Acı, yerini rahatlamaya bırakmıştı, bağırma isteğinin yerini derin bir oh çekme isteği almıştı. Kolundaki açıklıktan ince bir sızıntı akmaya başladı. İlk önce rengini kavradı. Kırmızı. Sonra ne olduğunu anladı. Kan. Yoğunluğundan beklenilmeyecek kadar ince ve düzgün ama bir o kadar da tutkuyla akıyordu kırmızı sıvı, barajın açılmasıyla coşan kırmızı bir nehir gibi. Tek bir çizgide ilerlerken farklı yönlere, daha da ince olan kollara ayrıldı. Sanki o kitaba benzer yaradan yeryüzündeki hiçbir alfabeye ait olmayan harfler akıyordu. Oğlan, kırmızı nehir biraz daha ilerleyince onun ne olduğunu çıkarabildi; bu bir gül dalıydı. Dikenleriyle, ufak dalları ve yapraklarıyla bir gülün sapıydı bu. Gülün çiçeği de yaranın açılmasıyla belli olmuştu. Kırmızıya bulanan deri parçacıkları en güzel gülden daha güzel bir gül yaratmıştı oğlanın kounda. Hayal gücünün yarattığı tablo tamamlanmıştı işte; kan kırmızısı bir gül açmıştı bedeninde.
“İstanbul yolcuları…” diye başlayan anons Gökalp’i uyandırdı. Rüyasının bazı bölümleri aklında kalmıştı. “Daha hikâye başlamadan nasıl da özetleyiverdi geleceği…” diye şaşkınlıkla düşündü. Rüyalara akıl sır erdiremezdi. Aniden kafasında bir cümle hortladı ve uçağa varana kadar aklından çıkaramadı: “Gül açıyor, dem akıyor. Gül açıyor, dem akıyor. Gül açıyor, dem akıyor. Gül açıyor, dem akıyor…”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıHayalet Kitap
- Sayfa Sayısı368
- YazarDoğu Yücel
- ISBN9789750737343
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aksak Ritim ~ Gaye Boralıoğlu
Aksak Ritim
Gaye Boralıoğlu
2011 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü Mansiyonu “Güldane banyoda tek bir mum yakmış, cama arkasını dönmüştü. Dışarıda kaç kişi var, kim onlar, yaşları...
- Ahmet Hulusi Efendi ~ H. Zekâi Yiğitler
Ahmet Hulusi Efendi
H. Zekâi Yiğitler
Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi efendi, üç arkadaşı Musa Bey, Ali Bey ve Emin Bey’le can sıkıntısından atlarına atlayıp Acıpayam’a doğru at koşturmuşlardı. Arada bir...
- Hayal Küre ~ Koray Avcı Çakman
Hayal Küre
Koray Avcı Çakman
Ayküre’nin sihri hayallerdedir. Ayküre hayallerle ışıldar. Tıpkı rüya gibi inanarak kurulan hayaller onun gizemidir. Peki, ya Ayküre kötücül kişiler tarafından karartılırsa?.. Tam altı bin...