Aşılmaz gibi görünen acıların içinde saf ve engellenemez bir şekilde açan yaşam sevinci ve iki insanın birbirini mucizevi bir şekilde bulmasının hikâyesi
“Erken yaşta Alzheimer’dan muzdarip 26 yaşında genç erkek son seyahatine çıkmayı arzu ediyor. Bu son uzun yolculuğu benimle paylaşacak bir yol arkadaşı arıyorum.”
Alzheimer yüzünden genç yaşta ömrünün sonuna gelmiş Émile’in internete verdiği ilanın ilk cümleleri bunlardır. Émile, hastaneden ve ailesi ile yakınlarının ilgisinden kaçmaya karar vermiştir. Hiç ummasa da oldukça tuhaf olan yol arkadaşlığı ilanına bir cevap gelir. Üç gün sonra da gizlice aldığı karavanıyla yoldan, yanında sadece başındaki büyük siyah şapka, tek bir sırt çantası ve dore sandaletleriyle ketum Joanne’ı alır.
Émile ile Joanne’ı tamamen farklı insanlara dönüştürecek mucizevi maceraları işte böyle başlar. Dünya ve insanlarla barışmalarını sağlayacak bir maceradır bu. Ve fiziksel yolculuklarının yanında ikisinin de kendilerini bulmak için çıktıkları, aşkla, mutlulukla, dostluk ve umutla dolu, iyileştirici bu yolculuk yavaş yavaş Émile’in acı ve korkuyla örülmüş kabuğunu kırıp kalbine ulaşacaktır.
Genç yazar Mélissa Da Costa’nın kaleminden çıkan bu olağanüstü romanı okuduktan sonra bir daha asla aynı kişi olmayacaksınız.
ALAIN-FOURNIER 2020 ÖDÜLÜ
“Büyüleyici bir sürpriz.”
ELLE
“Şaşırtıcı güzellikleri önünüze seren bir son.”
L’OBS
“İnsanın kalbine işleyen diyaloglara ve karakterlere sahip bir roman.”
Psychologies
“İnsanı altüst eden bir hikâye.”
Version Femina
“Yaşama yakılan bir ağıt gibi.”
La Provence
“Duygulara hitap eden bir yolculuk.”
Le Parisien
“Büyüleyici güzellikte bir roman.”
Ouest France
“Okuru ummadığı yollara çıkaran, şaşırtıcı bir yazar.”
Le Figaro
*
1
Seriilanlar.fr
Konu: Son kaçamağım için seyahat arkadaşı arayışı Yazan: Emile26
Tarih: 29 Haziran 01:02 Mesaj:
Erken yaşta Alzheimer’dan muzdarip 26 yaşında genç erkek son seyahatine çıkmayı arzu ediyor. Bu son uzun yolculuğu benimle paylaşacak bir yol arkadaşı arıyorum. Güzergah birlikte belirlenecek. Alpler, Hautes-Alpes veya Pireneler olabilir. Seyahat, bir karavanla yapılacak ve yürüyüşler içerecektir (sırt çantası ve çadır getirilmeli). Bu koşullar için gereken fiziki şartlara sahip olunmalı. Yola çıkış tarihi: mümkün olan en kısa sürede. Seyahat süresi: en fazla iki yıl (doktorların tahminleri bu yönde). Bu süre kısalabilir.
Seyahat arkadaşımın sahip olması gereken özellikler: Herhangi bir özel tıbbi beceri gerekmiyor: Aldığımı bir tedavi ya da bakım yok ve fiziksel olarak tamamen sağlıklıyım.
Akıl sağlığı güçlü olmalı (her geçen gün artan hafıza kayıpları yaşayabilirim).
Doğayı sevmeli.
Zorlu yaşam şartlarından korkmamalı.
Biriyle birlikte seyahate çıkmaya istekli olmalı.
Lütfen yalnızca e-posta üzerinden iletişime geçin, yazıştıktan sonra birbirimize telefon numaralarımızı verebiliriz.
Emile alnını kaşıdı. Bu, çocukluğundan beri düşünceli ya da kararsız olduğu zamanlarda yaptığı bir tikti. İlanından pek emin değildi. İlan ona soğuk, ruhsuz ve biraz da çılgınca geliyordu. Onu fazla düşünmeden, bir seferde yazmıştı. Saat sabaha karşı birdi. Bir haftadır neredeyse hiç uyumamıştı. Bu da yazmasını zorlaştırıyordu.
İlanı tekrar okudu. Ağızda tuhaf bir tat bıraktığını düşündü. Biraz acı bir tat. Ama kendi kendine böylesinin daha iyi olduğunu, bunun hassas kişileri uzaklaştıracak kadar karamsar ve sıradan insanları kaçırtacak kadar uçuk olduğunu söyledi. Bu ilanın rahatlatıcı yanını sadece özel birisi fark edebilirdi.
Tıbbi sonuç kendisine açıklandığından beri annesinin sürekli ağladığını, babasının çenesini sıktığını, kız kardeşinin zayıfladığını ve göz altlarında halkalar olduğunu görüyordu. O ise tam aksine bu haberi çok büyük bir açık görüşlülükle karşılamıştı. Ona bunun bir tür erken Alzheimer olduğunu açıkladılar. Hafızanın gittikçe artan ve geri döndürülemez bir şekilde kaybedilmesine yol açan, nöron kaybıyla ilgili bir hastalık. Bu hastalık sonunda beyin sapına saldırarak ölümüne yol açacaktı. Beyin sapı hayati fonksiyonlardan sorumluydu: kalp atışı, kan basıncı, nefes alma… İşte bu güzel bir haberdi. Ölüm ona erken gelecekti. En fazla iki yılı vardı. Bu mükemmeldi. Hayatının geri kalanı boyunca, uzun seneler ileri derecede bunamış bir halde başkalarına yük olmak istemiyordu. Yakında öleceğini bilmeyi tercih ediyordu. İki yıl gayet iyi bir süreydi. Hálá hayatın tadını az da olsa çıkarabilirdi.
Bu yüzden Laura’nın bir yıl önce gitmiş olması o kadar da kötü bir şey değildi. Tanı açıklandığından beri, yani bir haftadır kendine sürekli bunu tekrarlıyordu. Laura gitmişti. Emile bir yıldır ondan haber alamıyordu. Bir telefon bile açmamıştı. Onun nerede yaşadığını dahi bilmiyordu. Ve böylesi daha iyiydi. Böylece hiçbir bağı kalmamıştı artık. Gidebilirdi. Serinkanlılıkla bu son seyahatine başlayabilirdi. Başka kimsesi olmadığından değil… Anne babası, kız kardeşi Marjorie ve eşi Bastien ile ikizleri vardı. Yeni baba olan ve aile kurabileceği bir ev arayan çocukluk arkadaşı Renaud vardı. Renaud evlenmişti ve baba olmuştu… Bu Renaud’nun hayattan aldığı gerçek bir intikamdı! Kimse bunu tahmin edemezdi. Renaud sınıfın en arkasındaki küçük şişman çocuktu. Astımı ve yer fıstığına alerjisi vardı ve spor sahalarında çok gülünç görünüyordu. Émile ise parlak bir zihne sahip, yaramaz ve biraz aksi bir çocuktu. İkisini yan yana gören birlikte ne yaptıklarını merak ederdi. Renaud her zaman Émile’in biraz gölgesinde kalmıştı. Yıllar geçtikçe işler değişti. Durum Renaud’nun lehine gelişmişti. Önce on kilo verdi, sonra da izleyeceği yolu buldu: Bir konuşma terapisti oldu. O andan itibaren de bambaşka birine dönüştü. Renaud, Laëticia’yla tanışmıştı ve şimdi de bir aile kuruyorlardı. Yaramaz çocuk Émile ise bir köşede öylece duruyordu. Yirmi altı yaşındaydı ve artık o kadar da parlak biri değildi. Laura’nın gitmesine izin vermişti…
Émile başını iki yana sallayıp çalışma sandalyesinde doğruldu. Duygusallaşmanın ve geçmişe gömülmenin zamanı değildi. Artık seyahatine odaklanması gerekiyordu. Hastalığının tanısını ona açıkladıkları andan itibaren bu yolculuğa çıkmayı kafasına koymuştu. Bir iki saatlik bir çöküşten sonra bu seyahat fikri zihninde belirdi. Ama bundan bahsetmedi. Hiç kimseye. Onu engelleyeceklerini biliyordu. Ebeveyni ve kız kardeşi onu klinik deneylere yazdırmaya çalıştılar. Ama doktor şunu iyice açıklamıştı: İyileşmesi ya da tedavi olması söz konusu değildi, bu çalışmalar sonucunda sadece nadir rastlanan hastalığı hakkında biraz daha bilgi sahibi olabilecekti. Bu da Émile’e hiçbir fayda sağlamayacaktı. Geri kalan son yıllarını tıbbi araştırmalara konu olarak geçirmesi yani. Yine de ebeveyni ve kız kardeşi bu konuda ısrar etti. Bunun nedenini biliyordu. Yakınları ölümünü kabullenmeyi reddediyordu. Klinik deney ve incelemelerin hastalığı yavaşlatacağı ümidine tutunuyorlardı. Hastalığı ne için yavaşlatacaklardı peki? Ömrünü uzatmak için mi? Yaş almasını sağlamak için mi? O çoktan her şeyi gözden geçirmişti: Gidecekti. Tüm ayrıntıları, onlara tek kelime söylemeden büyük bir gizlilik içinde halledip gidecekti.
Kullanacağı karavanı bulmuştu bile. Parasını da yollamıştı. Hafta sonunda arabayı alacaktı. Diğer işlemler hallolana kadar ebeveyninin ve kız kardeşinin şüphelenmemesi için arabayı şehirde bir otoparka park edecekti. Renaud konusunda hâlâ tereddütlüydü. Ona bundan bahsetmeli miydi? Onun fikrini sormalı mıydı? Bilmiyordu. Renaud bekâr ve çocuksuz olsaydı her şey farklı olurdu. İkisi birlikte giderlerdi. Bundan hiç şüphesi yoktu. Ama işler değişmişti. Renaud’nun bir hayatı ve sorumlulukları vardı. Ve Émile onu göçebeliğine dâhil etmek istemiyordu. Oysa eskiden birlikte macera hayalleri kurarlardı. Birbirlerine şöyle derlerdi: “Okul bitince çadırlarımız ve sırt çantalarımızla Alpler’e gideceğiz.” Ardından Émile Laura’yla tanıştı, Renaud da Laëtitia’yla. Kaçıp gitme isteklerinden vazgeçtiler.
Ama Émile sonunda bu seyahate çıkabilecekti. Artık bağlı olduğu pek fazla kimse yoktu. Yaşayacak yalnızca iki senesi vardı ve yakınları şimdiden onu kaybetmeye hazırlanıyorlardı. Şimdi ya da iki yıl içinde, bunun pek bir önemi yoktu. İlanı son bir kez okudu. Evet, ilan biraz tuhaf ve soğuktu. Ve evet, muhtemelen kimse ilanına cevap vermeyecekti. Bunun bir önemi yoktu, o yine de gidecekti. Tek başına. Tek başına ölmekten korkuyordu, bu onu endişelendiren bir durumdu. Ama yapmak zorunda kalırsa, eğer kimse ilanına yanıt vermezse, o zaman yapacak bir şey yoktu. Gidecekti çünkü bu son hayali korkusundan daha büyüktü. “Gönder” düğmesine tıkladı ve ekranda ilanın yayınlandığını söyleyen bir mesaj belirdi.
İç çekerek kendini koltuğa bıraktı. Saat sabaha karşı biri çeyrek geçiyordu. Olur da birisi cevap verirse, olur da birisi ona cevap verme çılgınlığını ya da cesaretini gösterirse (bunu tam olarak nasıl tanımlayacağını bilmiyordu) o zaman şimdiye kadar sahip olacağı en iyi arkadaşı bulacağı kanısındaydı.
“Émile, eski dostum, üzgünüm, ufaklığı Laëtitia’ya bırakamadım çünkü çalışıyordu. Ama bilirsin, işi biter bitmez o da gelecek.” Kucağında çocuğuyla hastane odasına gelen Renaud’nun şaşkın bir hali vardı.
“Dur da sümüklü bebeğini göreyim.”
“Uyumuş olması gerekirdi, geceden beri hiç uyumadı. Şimdiye kadar çoktan sızmış olması lazımdı.”
Renaud yorgun görünüyordu. Émile bir kolunun altında tuttuğu çocuğuyla katlı duran bebek arabasını açmaya çalışmasını seyrediyordu. Bebek tam altı aylık olmuştu ama Émile, Renaud’nun bir çocuğu olmasına bir türlü alışamamıştı. Bu ona hâlâ absürt geliyordu. Ama konsantre olmuş bir halde puseti açmaya çalışan Renaud tüm gerçekliğiyle karşısında duruyordu işte.
“Neden gülüyorsun?”
“Serap görüyor gibiyim.” “Ne? Neden ki?”
“Sen ve sümüklü bebeğin, pusetlerin kralısın artık.” “Sen dalga geç bakalım, bu bir gün senin de…”
Renaud cümlesini tamamlamadı ve Émile bunun nedenini hemen anladı. Renaud, her zamanki gibi “Bu bir gün senin de başına gelecek” diyecekti, ama birden durdu. Kırdığı pot yüzünden kızardı.
“Üzgünüm… Ben…”
Émile başını salladı. Kocaman bir gülümsemeyle şöyle yanıtladı:
“Ah hayır, bu benim başıma gelmeyecek. En azından bu dertten kurtulmuş olacağım! Kim demiş hayatım kötü diye?” Émile, Renaud’yu güldürmeye çalıştı ama başaramadı. Renaud puseti bırakıp üzgün bir ifadeyle ona doğru döndü.
“Bunu nasıl yapıyorsun? Yani demek istediğim… Benim gözüme uyku girmiyor… Sen bu konuyla nasıl dalga geçebiliyorsun?”
Émile tırnaklarına bakıyormuş gibi yaparak gözlerini ondan kaçırdı. Laubali bir tavır takındı.
“Sorun değil. Yani… birkaç ay içinde kim olduğumu bile hatırlayamayacağım, bu yüzden… Hiçbir şeyin bir önemi kalmayacak. Üzülmeye gerek yok!”
“Émile… Ben şaka yapmıyorum.”
“Ben de öyle.”
Renaud kendini bırakmak üzereydi. Gözleri yaşla doldu. Émile bir saniyeliğine ona her şeyi itiraf edip anlatmak istedi: Her şey yolunda gidecek eski dostum, gideceğim, tıpkı eski- den hayal ettiğimiz gibi sırt çantamı ve karavanımı alıp bir maceraya atılacağım. Bir yılda altmış yıl yaşayacağım. Sana söz veriyorum. Hiç pişmanlık duymayacağım.
Ama bunu yapamadı. Renaud onu vazgeçirmeye çalışmazdı, tam aksine. Sorun o değildi. Renaud onun için bir arkadaştan daha fazlasıydı, bir kardeşti ve eğer Émile’in gideceğini öğrenirse, ona eşlik etmediği, onu tek başına gönderdiği fikriyle yıkılırdı. Bu da söz konusu bile olamazdı. Émile ona kendini suçlu hissettirmek istemiyordu. Ve eğer Renaud’yu biraz olsun tanıyorsa, onun ne pahasına olursa olsun en azından birkaç aylığına Émile’e eşlik etmeye karar verebileceğini biliyordu. Émile kısa bir süre için bile olsa Renaud’yu ailesinden uzaklaştıran kişi olmak istemiyordu.
“Benim karşımda güçlüyü oynamak zorunda değilsin,”
dedi Renaud gözleri dolarak.
“Bebeğin düşecek.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGökyüzünün Tüm Mavisi
- Sayfa Sayısı704
- YazarMelissa Da Costa
- ISBN9786254104459
- Boyutlar, Kapak12.7 x 20.3 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öp Beni Öldüresiye – On Bir Paranormal Aşk Hikayesi ~ Kolektif
Öp Beni Öldüresiye – On Bir Paranormal Aşk Hikayesi
Kolektif
ÖLÜM BİZİ AYIRANA DEK… Günümüzün en popüler fantastik edebiyat yazarları tarafından kaleme alınan on bir öykünün kahramanları cinler, periler, melekler, iblisler, hatta zombiler. Hepsi...
- Eva Luna ~ Isabel Allende
Eva Luna
Isabel Allende
Annem beni bırakıp gitmeden az önce, “Ölüm diye bir şey yoktur kızım,” dedi, “insanlar ancak onları unuttuğun zaman ölürler. Beni unutmazsan, hep yanında olurum.”...
- Ekşilina’nın Hayret Verici Maceraları – 1Yıkık Dökük Krallığım ~ Finn-Ole Heinrich
Ekşilina’nın Hayret Verici Maceraları – 1Yıkık Dökük Krallığım
Finn-Ole Heinrich
Evvel zaman içinde, “Yaşam bir tavakekidir,” demiş bir Peynir Generali. Bazen tuzlu bazense tatlı… Oysa asıl önemli olan, tadı nasıl olursa olsun bu tavakekinin...