Kader, insandan vazgeçmiyor. Anbean yeniden ve yeniden yazılıyor. Öyle anlar geliyor ki yapmam dediğin şeyi yapıyorsun, katlanamam dediğin şeye katlanıyorsun, sevemem dediğini seviyorsun, gidemem sanırken bir anda çekip gidebiliyorsun, öldüm diyorsun ama yine de yaşıyorsun…
* * *
Başlarına ne geleceğini bilmeden uzun bir yola çıkan arayış içindeki genç bir sufi ile aklı karışık genç bir kızın bu yolculuklarında yazgılarından başka güvenecekleri hiç ama hiçbir şeyleri yoktur.
Yedi gün boyunca yanlarında para, yiyecek, kıyafet ve en önemlisi de hiçbir planları olmadan şehir şehir dolaştıktan sonra başladıkları yere geri döndüklerinde onlar için artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Sadece yedi günde bile değişebilir miydi insan?
Yeniden yazılabilir miydi kader?
Elbette sadece yedi günde değişebilirdi her şey…
Tıpkı sazlıktaki bir kamışın, yedi evreden sonra içli sesler verebilen bir “ney”e dönüşmesi gibi…
-1-
Hiçbir karşılaşma tesadüf değildir.
Kader, insandan vazgeçmiyor. Anbean yeniden ve yeniden yazılıyor. Öyle anlar geliyor ki yapmam dediğin şeyi yapıyorsun, katlanamam dediğin şeye katlanıyorsun, sevemem dediğini seviyorsun, gidemem sanırken bir anda çekip gidebiliyorsun, öldüm diyorsun ama yine de yaşıyorsun.
Her sınavda ve her yolculukta aslında en çok kendine yaklaşıyorsun. Karşılaşmalar, kaderin mürekkebine dönüşüyor. Bu yüzden her karşılaşma aslında bir sınavın hikâyesini örmek için ilmek ilmek çoğalıyor. Olmadık yerlerde, en olmadık zamanlarda birileri geliyor hayatına, birileri gidiyor hayatından. “Bütün bunların anlamı ne?” diye düşünürken, kendini kusursuz bir öykünün içinde buluveriyorsun. Bir de bakıyorsun ki kendi öykünün içinde yolcu olmuşsun. Gittiğin her yer sana çıkıyor, sevdiğin herkes senden bir parça… Yani başkalarında bile aslında kendinden bir parçaya çekiliyorsun.
Karşılaşmalarla ve sınavlarla dolu bu yol, anlıyorsun ki sana hizmet ediyor. Yaprak bile nedensiz kımıldamıyor şu evrende. Rüzgârın bile söyleyeceği sözü var sana. Yeter ki uyanık olsun, öğrenci kalmaya razı olsun gönlün. Şu hayat yolculuğunun hiçbir anında sakın “Ben oldum!” deme. “Çünkü ben oldum demek, ben öldüm demektir.”
-2-
“Baktığına herkes bakar,
ama senin onda gördüğünü herkes görmez.
Herkes âşık olabilir ama hiç kimse
senin gibi sevemez.
Tek fark sensin, seni özel kılan da
sevdiğin değil, sevgin.”
– Şems-i Tebrizi
Birkaç yıl önce yaşadığım bir olay hayatın aldıklarına ve verdiklerine karşı daha dikkatli bir öğrenci olmayı öğretti bana. Öğrendim ki öğrenciliğim hiç bitmeyecek bu âlemde. Her karşılaşma, tesadüf gibi görünen her deneyim, kaderime mürekkep olmaya devam edecek ve ben bu kutsal mürekkeple yazabileceğim en güzel hikâyenin kahramanı olabilmek için yürüyeceğim bu yolları.
Şimdilerde bir üniversitede akademisyensem, aynı akademinin başkanıysam, kitapları bir yıl boyunca çok satanlar listesinde yer alan bir yazarsam ve sosyal medyada milyonlar tarafından takip ediliyorsam, her birinde şu birkaç yıl önce yaşadığım olayın etkisi çok büyüktür. O gün olanlar sayesinde, ben olma yolculuğuna başladım.
Henüz çok yeni, çok genç bir konuşmacıydım ama derslerime gösterilen ilgi, kısa sürede beni yoğun bir tempoya sürüklemişti. Şehir şehir dolaşıyordum. Üniversitelerde, derneklerde, belediyelerde seminerler veriyordum.
Yaptığım işi seviyordum, çünkü başkasına iyi gelmeye çalışırken kendine de iyi gelmenin bir yolunu buluyordu insan. Bu yüzden her zaman bonkör bir eğitmen oldum. Ne kadar verirsem, o kadar alıyordum hayattan.
‘‘Başkasına iyi gelmeye çalışırken kendine de iyi gelmenin bir yolunu buluyordu insan.’’
İnsan sevdiği işi yaptığından nasıl emin olur?
Eğer işini hiçbir ücret almadan yapabilecek kadar seviyorsa, sevdiği işi yapıyordur zaten.
Bildiklerimi başkalarına aktarmayı çok ama çok seviyordum. Temas ettiğim insanlardan muhakkak bir şeyler öğreniyor, ben de bilgimi cömertçe paylaşıyordum. Tarifsiz bir hazdı bu yaşadığım.
Birkaç yıl önce İzmir’de yine her zamanki gibi heyecanla ama bir o kadar da keyifle gittim eğitim vereceğim otele. Konuşma yapacağım salona girip karşımdaki güler yüzlü kalabalığa baktığımda verimli bir gün geçireceğimizi hissettim.
Üstelik katılımcılar eksiksiz hazır bulunuyordu salonda. İsmi yazılı olup da gelmeyen yoktu.
Çok sevindim.
Kimseyi bekletmeden bir an evvel konuşmayı başlatmaya hazırlanıyordum ki, katılımcıların arasından bir kadın yerinden kalkıp, konuşma yapacağım kürsüye doğru ilerledi emin adımlarla. Öylece donup kaldım. Ne yapacağını bekledim merakla.
Kürsünün üzerine bıraktığım deftere uzandı izin istemeden. Yüzüme bile bakmadan araladı sayfaları ve küçük bir kâğıt bırakıp çıktı salondan.
Ne bir açıklama yaptı ne de kim olduğunu söyledi. Seminer boyunca salona geri de dönmedi.
Katılımcılar da durumla ilgili yaşadığım şaşkınlığı fark edince gülümsediler. Kadının arkasından bakakaldık. Herkese açık bir eğitim değildi ne de olsa. Kontenjan sınırlıydı. Salonu terk eden kadın da ücretini ödemiş, sandalyesine yerleşmiş ama seminer başlamadan defterimin arasına bir not kâğıdı bırakarak çıkıp gitmişti.
Ne düşüneceğimi bilemedim. Katılımcıları da fazla bekletmemek için bir an evvel derse başladım ama aklım defterin arasındaki notta ne yazdığına takılıp kaldı. İlk yarıda açıp okuyabildim ancak:
“Emir Sultan Hazretleri seni çağırıyor.”
Evet.
Sadece bir satır.
“Emir Sultan Hazretleri seni çağırıyor.”
Ne anlama geliyordu şimdi bu?
Ne yapmam gerekiyordu yani?
Belki de küçük bir şaka. Kim bilir…
Belki de Emir Sultan’a yakınlık duyan bir katılımcımın masumane temennisiydi benim Emir Sultan’a kalkıp gitmem.
Bir Bursalı olarak elbette biliyordum Emir Sultan Hazretleri’ni. Değerli bir evliya olarak tanınır. Medine’de gördüğü bir rüyadan sonra kalkıp Bursa’ya gitmiştir yürüyerek. Ömrünün sonuna kadar da burada yaşamış, halka ilim öğretmiştir.
Üzerinde durduğum, okumalar yaptığım, hakkında elimden geldiğince çok şey bilmeye çalıştığım kıymetli bir velidir Emir Sultan Hazretleri. Türbesini de defalarca ziyaret etmişimdir. Hatta bazı dost meclislerinde Emir Sultan’ın sorgusuz sualsizce tam bir teslimiyet ve güven duygusu içinde, kendini tamamen Allah’a emanet ederek Medine’den Bursa’ya kadar upuzun ve belirsizliklerle dolu bir yolculuğa, yanına hiçbir güvence almadan yaya olarak çıkmasının altında yatan hikmetleri konuşmuşuzdur zaman zaman.
Verilen bu notun bana özel bir anlam ifade edip etmemesi gerektiğiyle ilgili kafam karışmıştı önce ama sonrasında hiç üzerinde durmamaya karar verdim.
Emir Sultan Hazretleri’ni nasıl olsa dilediğim zaman ziyaret edebilirdim, defalarca da gitmişliğim vardı ayrıca. Bilmediğim bir zat da değildi. Dolayısıyla defterimin arasına sıkıştırılan küçük bir nota büyük anlamlar yüklememem gerektiğini düşündüm. Kâğıdı cebime koyduktan sonra konuyu tamamen unuttum.
İki hafta sonra
Aradan iki hafta geçmişti ki telefonum çaldı. Bursa’da yerel bir televizyon kanalından arıyorlardı. Ramazan ayı dolayısıyla bir programa konuk olmamı istiyorlardı, zevkle kabul ettim. Uzun zamandır Bursa’da yaşayan ailemi de göremiyordum işlerimin yoğunluğu yüzünden. Böylece ailemle de zaman geçirme fırsatı bulacağım için memnundum.
Bir gün öncesinden programın konuk koordinatörünü arayıp çekimin nerede yapılacağını sordum.
“Emir Sultan Türbesi’nin avlusunda olacağız” dedi.
Dondum kaldım. Günlerdir ceketimin cebinde taşıdığım not geldi aklıma. Silinip gitmişti aklımdan. Ne yalan söyleyeyim, Bursa’ya gitmeyi bile düşünmüyordum aslında. Seminerden seminere koşturup duruyordum zaten. Ailemi çok özlediğim halde ihmal etmiştim. Ne var ki, hayat beni kendi eliyle Bursa’ya sürüklüyordu işte.
Bütün bu tesadüflerin ne anlama geldiği, hayatımda neyi değiştireceği, başıma neler geleceği hakkında en küçük bir fikrim bile yoktu o an. Hiçbir anlam yüklemedim yine olan bitene. “Ne güzel denk geldi” diye düşündüm sadece. Altı üstü bir “denk” düşme durumuydu işte, daha ne olacaktı ki?
İşin bir diğer ilginç yanı da, konuk olarak gittiğim program aslında bir stüdyo programı. İlk kez Emir Sultan Türbesi’nin avlusunda çekim yapmaya karar vermişler, o da bana “denk” gelmişti, ne tesadüf.
Oldukça keyifli bir çekimdi. Bol bol sohbet ettik. Ney üflememi de istediler sonra. Herkes memnundu günün sonunda. Aynı hafta programdan küçük kesitler alarak YouTube kanalımda da yayınladım. Belki bana notu bırakan kişi de izler, kendince aradığı anlamı bulmuş olur da mutlu hisseder diye umudum.
Çekimden sonra ekip gittiği halde, bir süre türbeden ayrılmadım. Bir başıma oturup bekledim öylece. Tarifsiz bir huzur, teslimiyet ve güven vardı içimde.
Emir Sultan’ı düşündüm uzun uzun. Neden memleketinden kalkıp buralara kadar gelmişti ve neler yaşamıştı yolculuğunun sonunda? Sadece Bursa’ya yerleşmiş olmak amacıyla terk-i diyar etmemişti kuşkusuz. Kim bilir nasıl bir sınavdan geçti, neler alıp neler verdi bu yolculuğa…
İlk karşılaşma!
Bir saatten fazla türbede bir başıma oturduğumu fark ettim. İftar vaktinden hemen sonraydı… Sokaklar boşalmıştı iyice.
Etraf öylesine sessizdi ki, içtiğim suyun içime akarken çıkardığı sesi bile duyabiliyordum. Annemler uyumadan eve gitmek istiyordum. Tam annemi arayıp beni beklemelerini söyleyecektim ki bir kadın sesi işittim, içim tırmalandı.
Acı ve öfke dolu bir ses!
Kayıtsız kalmak mümkün değil.
İki lafından biri:
“Ben!”
Ben.
Ben.
Ben.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Sen beni daha tanımamışsın.”
“Ben bu işi böyle bırakır mıyım?”
“Sen kim, ben kim?”
“Senin ne haddine bana bunu yapmak?”
Alevler dökülüyordu kadının ağzından. Belli ki amansız bir volkana dönüşmüş içi. Ne yapsa soğumuyor, sakinleşemiyordu bir türlü. Bağırdıkça bağırıyor, “Ben!” dedikçe içinin yangınına bir odun daha atıp iyice azdırıyordu ateşi.
Bir an onu bulup “Sus!” demek istedim. “Lütfen sadece sus. İçindeki yangını azdırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor ben deyip isyan etmek.”
Ne var ki göremedim nerede olduğunu. Ağaçların arkasındaki banklardan birinde oturuyor olmalıydı. Eve doğru yola koyulacaktım ki kadının hıçkırıklara boğulduğunu işittim. Parçaladığı ….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yerli)
- Kitap AdıHiçbir Karşılaşma Tesadüf Değildir
- Sayfa Sayısı240
- YazarHakan Mengüç
- ISBN9786053117384
- Boyutlar, Kapak13,5 × 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDestek Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bayan Begonvil ~ Yaprak Öz
Bayan Begonvil
Yaprak Öz
Polisiye romanlara düşkün Yıldız Alatan, usta bir terzi, dört dörtlük bir ev kadını, tatlı bir komşu, iyi bir dost ve eğlenceli bir anneannedir. En...
- Abbas Dayı Hadisesi ~ Serdar Uslu
Abbas Dayı Hadisesi
Serdar Uslu
Bir pastanede çalışan Servet, ve arkadaşları boş zamanlarında bir kulübede toplanıp birbirlerine korku hikâyeleri okumaya bayılırlar. Her şey yolunda giderken bir gün mahallede kimseyle...
- Lunaparktaki Sessizlik ~ İbrahim Garip
Lunaparktaki Sessizlik
İbrahim Garip
Ne savaşmaya ne de sevmeye gücüm var artık.Bu iki arada bir derede olan duyguda boğulmaktan yoruldum.Sudan yeni çıkmış bir balık kadar özgür ve bir...