Orada oturmuş her şeyi tersine çevirebilir miyim, diye düşünüyordum. Bu mümkün müydü? Altımda çırpınan suya baktım. Dipteki midyelere, sağa sola kıvrılan yosunların arasında gizlenen küçük balıklara baktım. Çok çaresizdim aslında. Yine de ayıpladım kendimi. İzmir çok büyük geldi bana.
Sokaklarında kaybolurum, diye düşündüm. Dizlerim yandı. Eğilip denize dokunayım, dedim. Durdum. Bu şehir, parmaklarının ucunda sigara tutan bu sarı duman izi çok korkuttu beni.Çiğdem Külahı, Ahmet Büke’nin ikinci öykü kitabı. Kitapta yirmi beş kısa öykü yer alıyor. Bu öyküler, su yüzüne çıkmamış ama hep varlığı hissedilmiş acıların, isyanların, çevremizde olup bitenler karşısında duyulan öfkenin izini taşıyor. Ahmet Büke kendine özgü dili ve duyarlı anlatımıyla okurunu daha ilk sayfalarda kendi ayrıksı dünyasına çekmeyi başarıyor.
İçindekiler
Elmadaki Kurt …………………………………………………………. 13
Haftaya Pırasalı Börek… …………………………………………….. 19
“Züleyha Geç Kalma Ha!” ………………………………………… 25
Artık Kim Gider Teraviye ………………………………………….. 30
Sır ………………………………………………………………………….. 33
Tanrı Matematik Sever ……………………………………………… 37
Tanaba, Tanaba Entububa ………………………………………….. 42
Dünyanın Kiri… ……………………………………………………….. 45
Zaman Kırığı …………………………………………………………… 50
“Gene Gelirim…” ……………………………………………………… 62
Yağmur Klarnet Sesinin Ardından Geldi ………………………. 66
“Şahane, Pek Şahane…” ……………………………………………… 69
Reşat Abi, Bekle Beni Biraz ……………………………………….. 75
Dert mi Yanar, Eski Nalınlar mı? ………………………………… 80
“Hüso, Seni Sordu Son Nefesinde” ………………………………. 83
Léo Ferré Sokağı ……………………………………………………… 86
Düşüş …………………………………………………………………….. 98
Ellerimizi Yıkayıp Uyuduk, Herkes Gibi… …………………. 102
“Salla Bayrağı Düşman Üstüne…” ……………………………… 105
Bizi Ne Anlatır? …………………………………………………….. 112
Göl/ge ………………………………………………………………….. 115
Ekasire Lokması ……………………………………………………… 120
Bulanık Bir Şehir ……………………………………………………. 124
Delilik Şeylerim …………………………………………………….. 129
Tuzdan Gelen Adam ……………………………………………….. 132
ELMADAKİ KURT
Güneş otobüsün geleceği yöne doğru devrilirken ağaçların uzun gölgeleri ayakuçlarımıza erişmişti. Duraktaki eski tahta sırada oturuyorduk. Ben ve Seyhan. Uzun boynundan ince omuzlarına akan saçlarının altından gelen kokuyu duyuyordum. “Sigara versene.” Elim ayaklarımın arasında duran sırt çantasının gözüne gitti. Siyah düğmeyi çözerken durdum. “Olmaz. Sigara içmemelisin artık.” Gülümsemiş olmalıyım. Parmaklarıyla ağzını kapatıp kahkahasını tuttu. “Ah bu annem. O söyledi, değil mi?” Üstüne oturan krem rengi tişörtünün sıyrıldığı açıklığa baktık beraber. Ne düşündüğümü hemen anladı. “Daha iki aylık yahu.” Ayaklarımı toparlayıp dizlerinin üzerine uzandım. Kulağım karnında. “Keşke gitmesem,” diye düşündüm. “Kalsaydın yanımızda daha.” Önümüzde, yazın belki de son güneşiyle yıkanan asfalta baktım. Anayola çıkan yokuşun başında annem elinde küçük filesiyle göründü. “Sana kurabiye yapacaktı. Yine son dakikaya bıraktı. Bu kadın hiç değişmeyecek.”
Bir çift eşekarısı sarı zehirli renkleriyle başımızın üstünde döndü. Yarım bıraktıkları dairelerini terk edip durağın beton gözlerinden birinin içinde arka arkaya kayboldular. “O kızı seviyor musun gerçekten?” “Kimi?” “Annem birlikte çektirdiğiniz fotoğrafı gösterdi. Saat Kulesi’nin önünde durmuşsunuz kol kola.” Bir an aklımı toplayamadım. “Neden bahsediyorsun sen? Annemde ne arıyor benim fotoğraflarım?” Sinirlendim biraz. Dizlerinin üzerinden kalkmak istediysem de saçlarımı çekip izin vermedi. “Canım yaz başında evini temizlemek için sana gelmişti ya. Orada görmüş. Beraber ders çalışıyormuşsunuz. Kız kahve falan yapmış anneme.” “Ha, hatırladım…” Bu kez kalktım. Elim çantama uzandı. Canım felaket sigara istedi o an. “Annemi bir daha eve sokmayacağım.
Sen kalk fotoğraflarımı karıştır.” Saçlarını toplarken kokusu yine üzerime abandı. “Canım ne var bunda. Kadın mutlu olmanı istiyor. Ama o kız biraz çirkin gibi geldi bana.” Yüzüne bakıyorum. Kaşlarını yay gibi almış. Gözlerini kısıp aynen şimdi yaptığı gibi gülümsediğinde alnındaki yara izi daha bir belli oluyor. Annem o gün de kurabiye yapmıştı galiba. Evet, kesinlikle, kokusunu bile hatırlıyorum. Babamın deri bavulu bahçeye bakan pencerenin pervazında ölü bir hayvan gibi uzanıyordu. Gelip bizi öptü. Seyhan’ın çözülmüş saçlarını topladı, elini avucuna alıp kokladı. Sonra kulağıma eğildi. Ne söyleyecekti acaba? Annem bize sırtını dönmüş elma rendeliyordu. Hırsla parçalanan o etli meyvelerin kokusu mutfakla salonu ayıran sekinin üzenine dizili fesleğenlere karışıp havaya asılmıştı. Babam bahçe kapısını kapatıp kaybolduğunda Seyhan avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Annem elma rendesine hâlâ devam ediyordu. Benimse avuçlarım tere batmıştı. Kalkıp ona sarılmak istedim. Ama ayak bileklerime beton dökülmüş gibiydi.
Seyhan’ın çığlıkları camları titretiyordu. Annem omuzlarının bütün gücünü işine yıkmıştı. İçimden ellerimle kulaklarımı kapatmak geliyordu ama ıslaklık buna izin vermedi. Avuçlarımdan tiksiniyordum. Annem aniden dönüp elindeki kırmızı rendeyi bize doğru fırlattı. Ağır çekimde havada taklalar atan rende yaklaşırken ansızın kararan bir bulutun üstüme çöktüğünü anımsıyorum. Gözlerimi açtığımda Seyhan’la yan yana bahçedeki divanda uzanıyorduk. Elimi tutup alnına götürdü. Başını çevreleyen beyaz sargı bezinin altından sarımsı dezenfekte lekeleri görünüyordu. Gözlerini kısıp güldü yine. Ona sarılıp ağladım. Yanımızda bir tabak kurabiye duruyordu. Elmalı kurabiyeler… Annem sonunda yokuşta belirdi. Acele adımları yüzünden yüzü kızarmıştı. Soluk soluğa yanımıza geldi. Derin bir oh çekip aramıza oturdu. “Kurabiyeleriniz de yetişti beyefendi.” İçi peçeteyle dolu poşeti çantamın boş gözlerinden birine tıkıştırmaya çalışıyordu. “Anne yahu, senden kurabiye isteyen oldu mu? Ne gerek vardı, son dakikada böyle koşturmaya falan.” Seyhan gülümseyip parmaklarımın arasında bitmeye yüz tutmuş sigarayı aldı. Bileklerimde ince serinliği kaldı bir an. Annemin çatallı bakışları arasında birkaç nefes çekip önümüzdeki yola fırlattı izmariti.
Beraberce otobüsün geleceği yöne baktık. Tekir kedinin biri yolun ortasına kadar koştu. Durdu. Sonra tekrar gerisin geri kuyruğunu düşürüp yürüdü. “Evden tam çıkarken Ferhat aradı. Seyhun’u uğurluyoruz, dedim. Birazdan seni almaya gelecek. Akşama misafirleriniz varmış.” Seyhan konuşmadı. Elini karnında gezdirdi. Ardından kollarını kavuşturup parmaklarıyla alnındaki yara izine dokundu. “Artık kendini yormasan iyi olur. Yardıma geleyim mi sana?” “Yok istemem.” Canının yine sigara istediğine adım gibi emindim.
Annem olmasaydı son bir sigara daha içerdik. Otobüsün geleceği yönden siyah bir araba belirdi. Ardından havalanan tozlarıyla son hız önümüze kadar geldi. Sert freniyle durdu. Yuvarlanan çakıl taşları yokuşun göbeğinden aşağıya doğru kayboldular. Arabanın yan kapılarında boydan boya yaldızlı “Akın Beyaz Eşya Limited Şirketi” yazısı güneşin altında parlıyordu. Ferhat camı indirdi. Güneş gözlüğünü çıkartıp bize el salladı. Annem yerinden doğrulup “Merhaba evladım,” diye seslendi. Seyhan’a döndüm. Önüne düşen saçlarını kulağının arkasına attı. Küçük nokta kadar küpesi belirdi. Sarıldık. Parmakları yine ensemde gezindi. Saçlarımı çekti hafifçe. “Gitmeseydin keşke. Doğumdan önce gelirsin değil mi?” Başımı salladım. Arabaya doğru yürüdü. Ferhat’la annem karşılıklı el sallaştılar. Yoldaki çakıllar tekrar savruldu. Annem ve ben. Şimdi yalnızdık. Durakta. “Bir sigara versene.”
Paketi salladım. Dışarıya sarkan sigaralardan birini dudaklarıma sıkıştırıp çektim. Ötekini annem aldı. Yaktım. Çakmağı kapatıp ona uzattım. Kendininkini yakmadan önce bana baktı. Yeşil gözbebekleri nerdeyse çizgi kadar incelmişti. Birbirini sevemeyen insanların hareketleriydi bunlar. Tıpkı yıllar önce Seyhan’la beraber uyuduğumuz odaya aniden dalışı gibi. Kalbi, şişmiş boyun damarlarında atıyordu sanki. “Artık büyüdünüz. Odalarınızı ayırmak gerek,” demişti. Bir öfke seli alıp atmıştı beni odadan. İlk defa çoraplarım, çamaşırlarım, duvardaki Galatasaray posterlerim ve ben Seyhan’dan ayrı bir dünyaya atılıyorduk. Arkadaki karanlık oda hazırlandı. Yayları gıcırdayan yatağa uzandığımda babamdan kalan son eşyayla –babam gittikten sonra hemen her şeyi yenilemişti annem–, sarkacı ölü bir yılan gibi kıvrılarak durmuş o büyük duvar saatiyle kalakalmıştım. Annem içimi okuyordu galiba. Geceleri kapım dışarıdan iki defa kilitlenirdi. Gözleri benden uzaklaştı. Ayaklarının dibine düşen külüne baktı.
“Okul bu yıl bitiyor mu?”
“Bitecek gibi.”
“İlçeye dönmezsin herhalde. Yani yanımıza?”
“…”
“Hiç olmazsa daha sık gel. Yılda bir en azından.”
Yolun beklenen yönünden havalanan toz bulutu
otobüse ait olmalıydı. Kalktım. Yola doğru döndüm.
“Kardeşinin doğumuna gel mutlaka.”
“Tamam.”
Havalı klaksonun geveze sesi karşı tepelerden yansıyıp duruyordu. Yüzüm ağaçların arkasına doğru eğilen
güneşle yıkanırken sırtım buz kesmişti.
Otobüs tıslayarak yanaştı. Çakılların şarkısı sustu.
Tam da o anda sırtımdaki çantaya annem soğuk bir pençe gibi asıldı. Nefesi kulağıma yaklaştı. “Bu günahı daha ne kadar taşıyacaksın? Ondan vazgeç artık.” İçeriye attım kendimi. Ensemde ağır bir kanama vardı. Otobüs hareket ederken elimi hızla çantaya atıp yan camlardan birini açtım. Elmalı kurabiyeleri annemin ayaklarının dibine fırlattım. İçeriye dolan tozların arasında sallanarak yerime oturdum. Perdeyi çektim. Dışarıdan zeytin ağaçları, sürülmüş tarlalar, dikenli bahçeler ve telgraf direkleri akıyordu. Bunları biliyordum. Gözyaşı dökmenin hiçbir faydası olmayacaktı bana, bunun da farkındaydım. Yine de yol boyunca arka odaya tıkılan bir çocuk gibi hiç durmadan ağladım durdum.
3 Nisan 2005
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıÇiğdem Külahı
- Sayfa Sayısı134
- YazarAhmet Büke
- ISBN9789750735400
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk Kitabı ~ Ayşe Acar
Aşk Kitabı
Ayşe Acar
Bu kitap Âlem-i Gaip’te yaşayanlar için son derece önemlidir. Ne var ki Âlem-i Aşikâr olan bu dünyada işler öyle çabucak hallolacak gibi değildir. Derdi...
- Ev ~ Nermin Yıldırım
Ev
Nermin Yıldırım
… hayata tutunmak için inanmaya mecbur kaldığımız bütün yalanlar günü gelince açığa çıkıyor. Ve sonra biz ölmüyoruz. Daha kötü bir şey oluyor. Öğrendiklerimizle yaşamaya...
- Tipi Dindi ~ Mahmut Yesari
Tipi Dindi
Mahmut Yesari
Çulluk, Pervin Abla, Ak Saçlı Genç Kız adlı romanlarını yayımladığımız Mahmut Yesari’nin bu kez de Tipi Dindi adlı kitabını sunuyoruz okurlarımıza… Her zamanki derin bakışıyla Yesari bu kez de...