“İki dalga geçti içinden: İlki insanı hareketsiz bırakan bir soğuk dalga, ikincisi canlılık veren bir sıcaklık… Tıpkı başımızdan geçen ender olaylarda olduğu gibi.”
Hem yazarı, hem çevirisi, hem de hikâyesiyle “özel” bir kitap: Buz Sarayı… İki küçük kızın dostluğunu anlatan roman, çocukluğun gizli kederini incelikle işliyor. Bitmeyen, upuzun bir kışın ortasında filizlenen bu dostluk, uçsuz bucaksız bir yalnızlığın başlangıcı oluyor. Çünkü kızlardan biri Norveç fiyortlarından birindeki donmuş bir çağlayanda, Buz Sarayı’nda kayboluyor ve bu buzdan labirent nihayetinde herkesin biraz kalbini kırıyor.
Türkçenin en önemli şairlerinden Melih Cevdet Anday’a 1973 TDK Çeviri Ödülü’nü; Tarjei Vesaas’a ise 1963’te Kuzey’in Nobel Edebiyat Ödülü sayılan İskandinav Edebiyat Ödülü’nü kazandıran Buz Sarayı; soğuk, uzak bir diyarın dostlukla alevlenen sessiz şiirini dillendiriyor.
“Ne kadar yalın bir roman bu. Ne kadar incelikli, ne kadar güçlü… O kadar farklı, öyle biricik ki. Unutulmaz. Sıradışı…” – Doris Lessing
“Buz Sarayı’nın dünyanın en ünlü romanı olmaması beni çok şaşırtıyor.” – Max Porter
“Bugüne kadar yayımladığım en iyi roman.” – Peter Owen
1 Sıss
Karanlığın içinde taze, beyaz bir alın parlıyor. On bir yaşında bir kız. Siss. Daha ancak öğle sonuydu, ama şimdiden kararmıştı ortalık. Güz sonunun acı ayazı. Yıldızlar var, ama ay yok, aydınlığı yansıtacak kar da yok… Karanlık öylesine yoğundu, yıldızlar olmasına karşın. Dört bir yanı ormanla kaplıydı; o anda her şeyi, canlı ve titreyen her şeyi ölüm sessizliği sarmıştı. Siss, soğuğa karşı iyice sarınmış, yürürken birçok şey düşünüyordu. Unn’a gidiyordu ilk kez, şöyle böyle tanıdığı bir kız, alışmadığı bir şeye doğru; heyecan verici olması bundandı. Birden irkildi. Gürültülü bir ses yanda bırakmıştı düşüncelerini, düşlerini; uzaklarda sönerken yankısı gittikçe daha ötelere yayılan, çatırtıya benzer bir ses. Tam aşağıdaki büyük gölün üstünü örten buzdandı bu. Tehlikeli bir şey değildi, iyi haberdi gerçekte. Buzun biraz daha güçlendiğini gösteriyordu. Top gibi patlıyordu yüzeyden ta diplere doğru uzun ve bıçak sırtı gibi dar yarıkları çatlatırken… Demek buz daha da güçleniyordu ve daha sağlamlaşıyordu her sabah. Dona çekme ne de uzamıştı bu güz! Isırıcı bir soğuk. Ama soğuktan korkmuyordu Siss. Ondan değildi. Karanlıkta patlayan sesten irkilmişti, ama yol boyunca durmadan yürüdü gitti.
Uzun değildi Unn’un yolu. Alışıktı Siss bu yola, aşağı yukarı okul yolu kadardı, ancak buna bir de yan patika ekleniyordu; işte, hava pek de aydınlık olmadığı halde onu tek başına bırakmalarının nedeni buydu. Ana baba bu gibi şeylerden kaygılanmazlardı. Akşam evden çıkarken ana yol demişlerdi ona, korkacak ne var? Ses çıkarmamıştı. Oysa karanlıktan korkardı tek başına. Ana yol. Doğru, ama yine de tek başına gitmek şaka değil hani. Bundan ötürü başını dik tutarak yürüyordu. Sıcak paltosunun içinde kalbi hafif hafif çarpıyordu.
Kulakları tetikteydi. Çünkü yolun iki yanı çok sessizdi ve çünkü Siss, onu dinleyen daha nice tetikte kulak olduğunu düşünüyordu orada. İşte taş yoldan hiç durmaksızın, var gücü ile yürümesi bundandı: Ayak sesleri duyulmalıydı. Eğer parmaklarının ucuna basarak yürümek sevdasına düşseydi, işi bitikti; budalalık edip de koşmaya başlasaydı, işte asıl o zaman tek başına kalmış demekti. Elbette paniğe kapılıverirdi ha demeden. Unn’u görmeye gidiyordu Siss bu akşam. Akşamların ne denli uzun olduğu düşünülürse, epey vakti olacaktı. Karanlık bastığına göre Siss, Unn ile epey kalabilir ve tam yatma saatinde evinde olurdu. Unn’un evinde ne bulacağımı merak ediyorum. Elbet birtakım şeyler bulacağım, biliyorum. Unn’un okula geldiği ilk günden beri bunu bekliyordum, bütün güz. Neden bilmem. Bu buluşma düşüncesi çok yeniydi gerçekten, hemen o gün kararlaşmıştı. Uzun bir hazırlık döneminden sonra anlaşmışlardı ilk. Unn’a giderken umutla titriyordu. Pürüzsüz alnından buz gibi damlalar iniyordu.
II
Unn
Heyecan verici bir şeye doğru gidiyordu… Karanlıktan korkusunu bastırmak için dimdik ve sert yürürken Siss, Unn üstüne bildiklerini düşünüyordu. Çok bir şey de bilmiyordu. Ve köyde ötekine berikine sormanın bir yararı olamazdı; kimsenin Unn üstüne anlatacak çok bir şey bildiği yoktu. Unn çok yeniydi burada. İlkyazdı geldiğinde, çok uzak bir bölgeden, arada bağlantı olmayan bir bölgeden. Dediklerine göre, öksüz kaldıktan sonra gelmişti geçen ilkyaz. Annesi hastalanmış, ölmüştü, oturdukları yerde. Kadın nikâhsızdı, yakın akrabaları da yoktu orada, ama burada, bu köyde bir ablası vardı, Unn işte bu teyzenin yanına gelmişti. Teyze uzun süredir buradaydı. Çok yakın oturdukları halde, Siss şöyle böyle tanıyordu onu. Küçük bir evde tek başına yaşıyordu kadın, elinden buncası geliyordu ancak. Bakkala çıktığı günler bir yana, öyle pek sık görünmezdi ortalıkta. Kadının Unn’u pek gönülden karşıladığını duymuştu Siss… Annesiyle gitmişti onun evine bir kez; annesinin diktirecek dikişi vardı. Daha Unn’un adını bile duymadan, yıllar önce olmuştu bu. Siss, orada tek başına bir kadının, iyi bir kadının oturduğunu hatırlıyordu. Hiç kimse kötü konuşmazdı ondan.
Unn için de tıpkı böyle olmuştu oraya geldiğinde: Kız arkadaşlarının yanına sokulmamıştı, oysa onlar bunu bekliyor, istiyorlardı. Onu yolda ya da insanın başkalarına görünmemezlik edemediği yerlerde görüyorlardı. Yabancı imişler gibi bakıyorlardı birbirlerine. Yapacak bir şey yoktu. Anasız babasızdı, bu da onu çok başka bir duruma sokuyordu, arkadaşlarının anlayamadığı bir çekicilik veriyordu ona. Bu garip durumun çok yakında sona ereceğini de biliyorlardı: Güz geldiğinde onunla okulda karşılaşacaklardı ve böylece bu iş sona erecekti. Siss, yaz boyunca Unn’a yaklaşmak için bir girişimde bulunmamıştı. Onu arada bir, iyi kalpli yaşlı teyzesiyle görmüştü. Siss ona her rastladığında boyunun kendi boyunda olduğuna dikkat etmişti. Birbirlerine şaşkın şaşkın bakıyor ve çarçabuk geçip gidiyorlardı. Neden şaşırdıklarını da bilmiyorlardı, ama şu nedenden ötürü ama bu… Unn’un ürkek bir kız olduğu söyleniyordu, bu söz çok çekici geliyordu onlara. Bütün kızlar, bu ürkek olduğu söylenen Unn’la okulda karşılaşmayı bekliyorlardı. Siss bunu özel bir nedenden ötürü de istiyordu: Gürültülü oyunlarında baş olarak bilinirdi o. Buyuran olmaya alışmıştı, bu durumun bir gün değişeceğini düşünmemişti hiç; bundan da memnundu. Unn geldiğinde de baş olmayı beklemişti, olması gerekti. Okul açıldığında, sınıf her zamanki gibi Siss’in çevresinde toplandı, kızlar gibi oğlanlar da. Bu yıl da bu işten hoşlandığını anladı ve durumunu korumak için belki biraz çaba da harcadı. Unn uzak duruyordu, ürkekçe. Çocuklar onu ölçüp biçtiler ve hemen benimsediler. Onunla bir alıp veremedikleri yoktu. Güzel bir kız. Sevimli.
Ama o durumunu değiştirmiyordu, olduğu yerde duruyordu. Ötekiler, onu aralarına almak için ufak tefek girişimlerde bulundular, ama boşuna. Siss, arkadaşlarının ortasında onu bekleyerek durdu ve ilk gün böyle geçti. Epey gün geçti. Unn’da yaklaşacağını gösteren bir belirti yoktu. Sonunda Siss onun yanına gitti ve “Aramıza gelmez misin?” dedi. Unn başını sallamakla yetindi. Ama ikisi de birbirlerinden hoşlandıklarını o an anladılar. İlgili bir bakış parladı aralarında: Buluşmalıyım onunla! Şaşırtıcı ama kuşkusuz. Siss, şaşkın şaşkın yine sordu:
Aramıza gelmeyecek misin?”
Unn sıkıntı içinde gülümsedi:
“Hayır.”
“Ama neden?”
Unn hâlâ sıkıntı içinde gülümsüyordu:
“Olmaz.”
Siss, bir kandırmaca oynadıkları duygusuna kapıldı o an.
“Ne’n var?” diye sordu Siss açıkça ve aptalca, der demez de pişman oldu. Unn kendisi ile ilgili bir şey yokmuş gibi davrandı.
Tam tersine.
Unn kızardı:
“Yo, öyle bir şey değil, ama…”
“Hayır, ben de öyle bir şey demek istemedim, istemedim hiç.
Ama seni aramızda görmek bizi sevindirecek de…”
“Bu konuda artık bana daha fazla bir şey sorma,” dedi Unn.
Siss, sanki başından aşağı bir kova soğuk su dökülmüş gibi dilsiz kaldı. Utana sıkıla arkadaşlarının yanına döndü ve durumu anlattı onlara. Onlar da bir daha Unn’u çağırmadılar. Tek başına kaldı kız. Kibirlinin biri diyenler oldu onun için, ama tutmadı bu ve kimse rahatsız etmeye kalkmadı Unn’u… Bu gibi şeyleri önleyen bir havası vardı sanki. Sınıfta Unn’un parlak bir öğrenci olduğu çok çabuk çıktı ortaya. Fakat o çalımlanmıyordu; ötekiler bundan ötürü imrenme ile karışık bir saygı duymaya başladılar ona. Siss bütün bunlara dikkat ediyordu.
Unn’un okul bahçesindeki bu yalnız durumundan ötürü zayıf, zavallı değil, tam tersine çok güçlü olduğunu anlıyordu. Siss, kendi küme arkadaşlarını kazanmak için bütün gücünü kullandı ve başardı; bununla birlikte, hiçbir şey yapmasa ve dayanağı olmasa da Unn’un orada en güçlü durumda olduğunu anlıyordu. Unn’a yeniliyordu ve belki ötekiler de bunu görüyorlardı, kim bilir! Ama öte yana geçmeye cesaret edemiyorlardı. Siss ile Unn, karşı karşıya gelmiş iki savaşçı gibiydiler, ama sessiz bir savaştı bu, onunla yeni gelen arasında bir çatışma. Pek de üstü kapalı değil hani. Kısa bir süre sonra Siss, sınıfta Unn’un gözlerinin kendi üstünde olduğunu hissetmeye başladı. Unn birkaç sıra arkasında oturuyordu onun, bundan ötürü de elinde bol fırsat vardı. Siss, bu bakışların, üzerinde bir çeşit uyuşukluk duygusu yarattığını duyuyordu. Bundan çok hoşlanıyordu ve hoşlandığını güçlükle saklıyordu. Aldırmaz görünüyordu, ama bu duygu onu garip ve hoş bir biçimde sarıyordu. Bunlar, araştıran, kıskanç gözler değildi; istek vardı içlerinde…
Birden yakaladığında görüyordu bunu. Umut, bekleyiş vardı. Ama Unn kapıdan çıkar çıkmaz değişiyordu sanki ve ona hiç yaklaşmıyordu. Siss, zaman zaman vücudundaki bu tatlı uyuşukluğun farkına varınca, Unn oturmuş bana bakıyor, diyordu içinden. Siss onunla sanki hiç göz göze gelmediğini sanıyordu. Çünkü cesaret edemiyordu bunu yapmaya… Unutup kaçamak baktığı birkaç kısa an dışında. Ama neydi Unn’un istediği? Bir gün bunu söyleyecek bana. Sınıf dışında Unn, onların oyunlarına katılmadan, bir duvarın dibinde, sessiz sessiz seyrederek duruyordu. Beklemeli. En iyisi beklemek. Ve yüzde yüz o gün gelecek. Şimdilik olanla yetinmeli, bu kadarı bile çok garip.
Ötekilerin anlamasına hiç fırsat vermemeliydi Siss. Ve bunu başardığını sanıyordu. Ama sonra arkadaşlarından biri ona biraz da kıskançlıkla, “Unn ile ilgilisin sen, ne yapayım, söyleyeceğim,” dedi. “Yoo, değilim.” “Değil misin? Her zaman ona bakıyorsun, bunu çakmadık mı sanıyorsun?” Bakıyor muyum, diye düşündü Siss, şaşkın. Arkadaşı soğuk soğuk güldü. “Çoktan çaktık bunu Siss.” “Öyle olsun, baktım peki, istediğim kadar bakarım.” “Yaa…” Siss hep bunu düşünmüştü. Ve işte sonunda düşündüğü çıkmıştı, şimdi. Şimdi, bugün. Yolda olması bundandı. Bu sabah erken ilk mektup sırada önündeydi. “Buluşalım Siss.” İmza: “Unn.”
Bir yerden bir ışın düşmüştü.
Döndü ve gözlerle karşılaştı. Bakışları birleşmişti. Olağanüstü
bir şey bu. Bundan fazla bir şey bilmiyordu, daha fazlasını da
düşünemiyordu.
Mektuplar gidip geldi o olağanüstü gün. İstekli eller, sıradan
sıraya yardım etti onlara.
“Ben de seninle buluşmak isterim.” İmza: “Siss.”
“Ne zaman görebilirim seni?”
“Ne zaman istersen Unn. Bugün gelebilirsin bana.”
“Ben de bugün olsa diye düşünmüştüm.”
“Bugün benimle eve gelir misin Unn?”
“Hayır. Sen benimle bize gel, yoksa ben sana gelmem.”
Siss birden döndü. Ne demekti bu? Gözlerle karşılaştı, Unn’un başını eğdiğini gördü, böyle yapmakla kendi dediğini kabul ettirmek istiyordu. Siss hiç duraklamadı, cevabını yolladı: “Geliyorum.” Ve mektuplar orada kesildi. Paydos saatine değin konuşmadılar. Sonra hemen durup başladılar konuşmaya, acele ve ürkek. Siss, onun da karşılık olarak kendi evlerine gelip gelmeyeceğini sordu. “Hayır, neden geleyim?” dedi Unn. Siss durakladı. Unn’un, teyzesinden ötürü kimi zorunluluklar altında olduğunu düşündü… Herhalde bu yüzden, arkadaşlarının kendi evine gelmesini istiyordu. Siss utandı ve bunu anlatamadı Unn’a. “Yoo, bir şey değil,” dedi. “Benimle geleceğini söylemiştin demin.”
“Evet, ama doğruca seninle gelemem. Önce eve gitmem lazım, nerede olduğumu bilsinler.” “Evet, iyi olur.” “Akşama gelirim,” dedi Siss, büyülenmiş. O anlaşılması güç hava, Unn’u saran havaydı, Siss’i büyüleyen. İşte buydu Siss’in Unn üstüne bütün bildiği. Şimdi ona gidiyordu, evine uğrayıp izin aldıktan sonra. Soğuk hafif hafif ısırıyordu onu, ayağının altında gıcırdıyordu ve aşağıda buz çatırdıyordu. Derken Unn’la teyzesinin oturduğu kulübeyi gördü. Aydınlık vuruyordu donmuş ağaçların üzerine. Sevinçten ve umuttan kalbi çarpıyordu.
III
Tek Bir Akşam
Unn herhalde onu pencerede bekler olmalıydı ki Siss kapıya gelmeden dışarı çıktı. Üstünde okul pantolonu vardı. “Karanlık mı basmış?” diye sordu. “Karanlık mı? Evet, ama ne çıkar,” diye cevap verdi Siss, karanlıktan ve kestirme orman yolundan korktuğu halde. “Ayaz da çıkmış galiba? Korkunç soğuk bu akşam.” “Ne var bunda?” dedi Siss. Unn dedi ki, “Buraya gelmek istemen çok güzel. Teyzemin dediğine göre, bir kez daha gelmişsin eskiden, çok küçükken.” “Evet, ansıyorum o gelişimi. Seni hiç bilmiyordum o zaman.” Birbirlerini inceliyorlardı konuşurken. Teyze çıktı tatlı tatlı gülümseyerek. “Teyzem…” dedi Unn. “İyi akşamlar Siss. Haydi çabuk girin içeri; dışarıda durmayın, çok soğuk. Sıcak odaya gelin, üstünüzdekileri çıkarın.” Unn’un teyzesi nazik ve yumuşaktı. Küçük ve sıcak oturma odasına girdiler. Siss buz tutmuş botlarını çıkardı. “İlk gelişinizden burayı ansıyor musunuz?” diye sordu teyze.
“Hayır.”
“Hiçbir değişiklik yok, o zamanki gibi. Annenizle gelmiştiniz.
Çok iyi biliyorum.”
Teyze konuşkan görünüyordu; anlaşılan pek az fırsat geçiyordu eline, konuşma fırsatı. Unn, konuğunu teyzesi kendisine bıraksın diye bekledi. Ama teyzenin daha niyeti yoktu buna.
“Sizi ondan sonra her yerde gördüm, ama kendi evimde göremedim Siss. Elbet sizi buraya getirecek bir şey yoktu. Ta ki Unn
yanıma gelinceye kadar. Bu da önemli bir yenilik. Unn yanımda olduğu için çok mutluyum, biliyorsunuz.”
Unn sabırsızlıkla bekliyordu. Teyze dedi ki, “Anlıyorum Unn. Ama acele etme. Siss’in şimdi ısınması lazım iyice.”
“Üşümüyorum.”
“Sobanın üstünde her şey hazır,” dedi teyze. “Bence bu havada, günün bu saatinde dışarı çıkmak için hem çok geç, hem çok soğuk. Bir pazar günü gelin.”
Siss Unn’a baktı ve cevap verdi:
“Bugün gelmesem olmazdı.”
Teyze iyilikle güldü:
“Hayır, bu durumda…”
“Annemle babam yatmadan kolayca dönerim eve,” dedi Siss.
“Peki. Gelin şimdi, için şunu.”
Teyzenin onlara hazırladığını içtiler. Çok iyi geldi, ısıttı onları.
Siss’i heyecan sarmıştı. Biraz sonra yalnız kalacaklardı.
Unn dedi ki, “Benim kendi odam var. Oraya gideceğim.”
Siss’in gerginliği çözülüverdi. İşte başlıyordu.
“Senin de kendi odan var, değil mi Siss?” Siss başını salladı. Teyze öylesine arkadaş ve konuşkandı ki neredeyse onlarla birlikte Unn’un yatak odasına gelmeye niyetli denebilirdi. Ama buna karşı konacağı da açıktı. Unn öylesine kesip attı ki teyze oturduğu yerde kaldı. Unn’un odası tertemiz ve düzenliydi, burada garip bir şey var diye düşündü Siss. İki küçük lamba aydınlatıyordu odayı. Çeşitli gazeteler kesilip duvarlara asılmış ve aralarında Unn’a benzeyen bir kadının fotoğrafı; kim olduğunu sormanın gereği ne… Bu odanın hiç de garip bir yanı olmadığını az sonra anladı Siss; tam tersine, kendi odasına çok benziyordu. Unn, soran gözlerle baktı ona.
“Güzel bir oda,” dedi Siss. “Seninki nasıl? Daha mı büyük?” “Yoo, bunun kadar.” “Daha büyüğünün ne gereği var?” “Evet, yok ya.” Asıl konuya girmeden biraz konuşmaları gerekiyordu. Odadaki tek iskemleye oturdu Siss, pantolonlu bacakları sarktı önünde, sallandı. Unn da yatağın kenarına oturdu ve ayaklarını salladı. Bir anda kendilerini geri çektiler, araştıran gözlerle birbirlerine baktılar ve öyle kaldılar. Böylesine basit bir şey değil bu… Kimi gizli nedenlerden ötürü. Arkadaşlık kurmak istedikleri için şaşkınlık ve sıkıntı içindeydiler. Gözleri anlayışla karşılaşıyor, birbirlerine bir çeşit özlemle bakıyorlardı, ama yine de derin bir sıkıntı içindeydiler. Unn yere atlayıp kapıyı çekti ve kilidi çevirdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBuz Sarayı
- Sayfa Sayısı184
- YazarTarjei Vesaas
- ISBN9786050817744
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Duyguların Rengi ~ Kathryn Stockett
Duyguların Rengi
Kathryn Stockett
Renkler farklı olsa da duygular hep aynıdır. Farklı renkteki ellerib birleştiği bu romanda yer alan kadınları unutamayacaksınız. Kaybolmuş ve adaletsiz bir dünya… Mississippi, Jackson;...
- Bjørn Hansen’e Dair Üçüncü ve Son Roman ~ Dag Solstad
Bjørn Hansen’e Dair Üçüncü ve Son Roman
Dag Solstad
Bjørn Hansen’e Dair Üçüncü ve Son Roman On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap’ta hayatını kökünden değiştirecek bir planı uygulamaya koyarken, 17. Roman’da ise yıllardır...
- Milyon Dolarlık Adam ~ Genki Kawamura
Milyon Dolarlık Adam
Genki Kawamura
Para özgürlük müdür, yoksa bir pranga mı? Kardeşinin bıraktığı borçları ödeyebilmek için iki işte birden çalışan Kazuo, ailesinden de uzaklaşmaya başlamış ve sonunda tek...