Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Vali Bey
Vali Bey

Vali Bey

Saygı Öztürk

İlkesi: Hak, hukuk, adalet, vicdan ve tasarruf Okul, tebeşir, tahta bilmedikleri köyde o gün köy bekçisi neyin müjdesini veriyordu? Ünlü bir karikatüristken niçin Yozgat’ın…

İlkesi: Hak, hukuk, adalet, vicdan ve tasarruf

  • Okul, tebeşir, tahta bilmedikleri köyde o gün köy bekçisi neyin müjdesini veriyordu?
  • Ünlü bir karikatüristken niçin Yozgat’ın Sarıkaya ilçesine yerleşti?
  • Yoğun bakım odasında niçin ihale pazarlığına girişti?
  • İçişleri Bakanlığı’nda valiler toplantısına neden alınmadı?
  • Tüm doktorlara gönderdiği mektupta neler istedi, sonunda neler oldu?
  • Makam otomobiline niçin binmiyor, yolculuklarını niçin otobüsle yapıyordu?
  • Polis minibüste kimlik kontrolü yaparken validen niçin şüphelendi?
  • “Niğde’de yiyecek ekmeğimiz bu kadarmış” deyince neler oldu?
  • On yılda yapılacak işi, on kuruş harcamadan nasıl bir yılda bitirdi?
  • O, niçin bolluk içindeyken kıtlık içinde gibi yaşamayı seviyordu?

Emin Çölaşan’ın önsözü

Saygı Öztürk benim büro arkadaşım… Yaşantımızın çoğu, gazetenin Ankara bürosunda geçer. Beraber güler beraber hüzünlenir, dertleşir ve bazen de aynı şeylere sinirleniriz. Saygı benim dostum, kardeşim. Beni soracak olursanız onun kitaplarının bazen kadrolu, bazen de kadrosuz önsöz yazarıyım! Bir kitap yazdığı zaman mutlaka bana getirir, okuyan ilk kişi olurum ve önsözünü yazarım.

✽✽✽

Abisi Refik Arslan Öztürk hastaydı. Saygı üzülüyor, bana hep ondan söz ediyordu. Refik Bey günün birinde gazeteye geldi, uzun uzun lafladık, birlikte fotoğraflar çektirdik. Hastalığı döneminde ilk kez tanışmış olduk… Geçmiş yılların mütevazı valisi yine öyleydi. Çeşitli görevlerden sonra Bilecik, Niğde, Erzincan ve Manisa’da valilik yapmıştı. Çoğu zaman makam aracı kullanmadığını, hükümet konağına ya yürüyerek ya da dolmuşla gidip geldiğini onu tanıyanlardan çok duymuştum.

✽✽✽

Günün birinde Saygı odama geldiğinde onu ilk kez gözleri yaşlı görmüştüm.

Abisinin hastalığına çok üzülüyordu. “Vali Bey” vefat ettikten hemen sonra yine odamda konuşuyorduk, bu kez Saygı ağlamaya başladı. Gidip oda kapısını kapadım, “İçinden geldiği gibi davran, rahatça ağla” dedim.

✽✽✽

Aradan bir süre geçmişti, Saygı ilginç bir şey daha söyledi: “Abimi geçmiş yıllardan tanıyanlardan o kadar çok mail ve mesaj geliyor ki, inanılır gibi değil. Hiç tanımadığım kimseler onunla ilgili bir şeyler anlatıyor. Bazıları onun çizdiği karikatürleri, bazıları anılarını, yazılarını gönderiyor…” Ve sonra ekledi: “Atmaya kıyamam. O yüzden Refik Abimi her yönüyle anlatan bir kitap yazmaya karar verdim.”

✽✽✽

Yani kısacası, bu kitap böyle ortaya çıktı… Refik Öztürk’ün yaşamöyküsünü ve ilkelerini baştan sona okuyunca Saygı’ya şöyle dedim: “Bir günümüzün bazı valilerine bak, bir de abine bak ve onunla bir kez daha gurur duy. O valiydi, bugünkü partizanların çoğu da aynı unvanı taşıyor! Ama o, iktidar partilerinin değil, halkın ve devletin valisi olarak görev yapmış.” Saygı’nın bu kitapta anlattıklarının ayrıntısına girmiyorum. Kitabı okuyunca göreceksiniz. Saygı’ya “Ellerine sağlık” diyorum, “Vali Bey”e Allah’tan rahmet diliyorum.

Suna’dan doğma
Yusuf’tan olma
Refik Arslan Öztürk

“Duyduk duymadık demeyin haa,
yarın köyümüze öğretmen gelecek”

Yozgat’ın o dönem Sorgun’a, şimdi Sarıkaya ilçesine bağlı Akbucak köyünün hasası (köy bekçisi) dama çıkıp sesinin olanca gücüyle ilan ediyordu: “Yarın köyümüze öğretmen gelecek, mektep açacaktır. Öğretmen gelen tüm çocukları kaydedecektir. Duyduk duymadık demeyin haa!” Mektep nedir, öğretmen nedir, o güne kadar duyan bilen pek yoktu. Bir tek, “Fahri’yi babası Yozgat’ta mektepte okutuyor” diyorlardı. Ertesi gün sabahın erken saatinde 15-20 çocuk Ahmet Efendi’nin odasının önünde bir araya geldiler. Tokat’ın Reşadiye ilçesinden gelen öğretmen İzzet Erdem’i dört gözle ve heyecanla izliyorlardı. İzzet Erdem’in eşi Fahriye Hanım da, o sırada Fahri’nin annesi Suna Hanım’ın evinde misafirdi. İzzet Öğretmen, uzun boyluydu; golf pantolon, körüklü ve mahmuzlu çizme ile subay üniforması gibi ceket giymiş, yana yıkılmış bir şapka takmıştı. Küçük bedenler, öğretmenin karşısında kendilerini yüce dağın önünde sandılar. Öğretmenin ilerleyen zamanlarda hayatlarında bırakacağı derin izler ve etkilerden o gün habersizdiler… (Yıllar sonra İzzet Öğretmen ve eşi Fahriye Hanım’ı buldum. Onlar da İstanbul’da yaşıyorlar ve her fırsatta Akbucak köyü anılarını anlatıyorlar. – S.Ö.) “Mektep” dedikleri, Ahmet Efendi’nin köy odasıydı. Tahta, tebeşir, sıra, masa yoktu. Bazılarının defteri ve kalemi vardı sadece. Öğrenciler çuldan, çuvaldan örtülerin üzerinde oturuyorlardı. Bir süre sonra köylülerden Hüseyin Öztürk’ün ağılı, Necip Altan’ın odası çocuklara okul oldu. İzzet Öğretmen beş sınıfı birden aynı odada okutuyordu.

Akbucak Köyü İlkokulu’nun öğrencilerden biri de Yusuf ve Suna Öztürk’ün dördüncü çocuğu Refik Arslan Öztürk’tü. Arslan, dedesinin adıydı. Dedesini hiç tanımamıştı ama bazı akrabaları ona “Arslan Dede” diye hitap ediyordu. Aslında Refik, narin bir köy çocuğuydu, görünüşü aslan gibi güçlü kuvvetli değildi. Okul açılmıştı ve Akbucak Köyü İlkokulu öğretmeni İzzet Bey, öğrencilerine toplama çıkarma öğretmek için farklı yöntemler uyguluyordu. Bir gün öğrencilerden, derste kullanılmak üzere kuru fasulye getirmelerini istedi. Refik, sabah okula gideceği zaman annesine, “Öğretmen 50 tane kuru fasulye istedi” dedi. Annesi Suna Hanım’ın okuma yazması yoktu.

Fasulye torbasını çıkarıp saymaya başladı. Refik şaşkınlıkla sordu: “Anne sen saymayı biliyor muydun?” Annesi, “Vaa… Onu da mı bilmeyeceğim!” diye karşılık verdi. O dönemde Refik’in ağabeyi Fahri, köyde okul olmadığı için babası Yusuf Öztürk, “Benim oğlum okusun” diye Yozgat’ta ev tutmuş, evin en büyük çocuğu olan Hatun’u da ona bakması için göndermişti. İkisi de el kadardı. Abla ev işlerini yapıyor, kardeşi de Yozgat İsmet Paşa İlkokulu’na gidiyordu. Fahri, “Babamın parası bitmesin” diye harcamalarına çok dikkat ediyor, nereye kaç kuruş harcadıysa hepsini tek tek yazıyordu. Aldığı 5 kuruşluk “kırık leblebi” bile harcama listesinde yer alıyordu.

Fahri hep iftiharla geçiyordu. Baba, oğlunun derslerdeki başarıları üzerine istediği kırmızı renkli bisikleti ona almıştı. Refik Arslan Öztürk, ağabeyine göre şanslıydı. Hiç değilse artık köyde beş sınıf bir arada da olsa ilkokul vardı. Günler geçip gitti, derken okul bitti. Çocuklar nüfusa kaydedilmedikleri için diploma alamıyorlardı. Refik’in de nüfusa kaydı çoğu Anadolu çocuğu gibi sonradan yapıldı.

Nüfus memuru, “Yaşını daha büyük yazamam” deyince resmi doğum tarihi 1949 olarak geçti kayıtlara. Baba Yusuf Ağa, büyük oğlu Fahri gibi Refik’i de okutmak istiyordu. Refik Arslan Öztürk, ilkokulu bitirdikten sonraki süreci Prof. Dr. Rauf Yücel’in yazdığı Sorgun Kökenli Değerlerimiz kitabında şöyle anlatıyor: Sorgun Ortaokulu’na atın terkisinde babamla geldim. Babam, “İsmet Bey, bu benim oğlum, bu da diploması. Okusun, adam olsun diye sana teslim ediyorum” dedi. İsmet Kapısız Öğretmen’in emanetiyle düştük yollara, kör topal yürüdük. Yozgat Lisesi, İstanbul Hukuk Fakültesi derken, babamın “Adam olsun” dediği yere geldik. Babam, üniversiteyi bitirdiğimi göremeden vefat etmişti. Rahmetli o günleri görseydi, kanatlanıp uçtuğuma sevinseydi, diye iç geçiririm hep. Kendisine ve bize okul açan devletimize sonsuz minnet duygularıyla dolu yüreğim. Sarıkaya’da avukatlığa başladım. Niyetim belediye başkanı olmaktı, ancak siyasetin çok farklı bir alan olduğunu on günde anlayarak vazgeçtim. Öğrencilik yıllarımda gazetecilik yaptım. Karikatürler çizdim. Basın dünyasında iyi bir konumdaydım oysa. Memlekete gidip hizmet edeyim heyecanıyla yola çıkmıştım. Avukatlık büromu kilitleyip düştük memleket sevdasına. Lice’de, Ömerli’de, Demirci’de kaymakam vekili oldum. Reşadiye, Silopi, Finike ve Söğüt’te kaymakam, Sivas’ta vali yardımcılığı görevlerinde bulundum. İlk görev yerim Bilecik’te sekiz yıl valilik yaptım. Sonrasında Niğde, Erzincan ve Manisa’da çalıştım.

Tutumlu, erdemli, namuslu kadrolar, Türkiye’nin çelikten kanatları olur Mesaime beş dakika olsun geç kalmadım. Elektrikler boşa yanmadı, sular boşa akmadı. Bulduğum topluiğneyi yakama sakladım ki, gün olur lazım olur diye. Devletin parasını harcarken kılı kırk yarar, fazlasıyla hesap kitap ederdim. Çünkü, kestiği kavunun kabuğunu koyuna koça, çekirdeğini tavuğa ayıran bir babanın oğluydum. Sap kağnılarından yola düşmüş ekin başaklarını ziyan olmasın diye toplatan babanın oğlu olmak, ne büyük hazineymiş meğer… Söyleyeceklerimi belki hafife alıp alaylı gülümseyeceksiniz ama, ben gene de yazıyorum buraya. Türkiye’yi yöneten kadrolar, orta halli aile çocuklarındandır. Onlar ana babasından, konusundan komşusundan gördüğünü hizmet anlayışına aktarmış olsa, kendisine emanet edilen kuruşların kıymetini bilse yeter. Tutumlu, erdemli, namuslu bu kadrolar, Türkiye’nin çelikten kanatları olur. Sen gör o zaman Türkiye’yi. Benim ömrüm bu Türkiye’nin özlemi ve hasretiyle yanıp tutuşuyor.

İşte hayatı boyunca hizmet aşkıyla yanıp tutuşan, devletin bir kuruşunu boşa harcamamak için çırpınıp duran, gittiği her yerde derin izler bırakan, Yusuf’tan olma Suna’dan doğma Refik Aslan Öztürk benim ağabeyimdi. Vefatından sonra onun hakkında o kadar çok mesaj aldım ki, o mesajlar ve anekdotlar kalıcı olsun, abimin hatırası yaşasın istedim.

Akbucak köyünde hayat 

Kış geldiğinde buluşma yeri olan köy odaları 1950’li yıllardayız, elektrik, yol yok köyde… Geceleri, zifiri karanlığı aydınlatan gaz lambasıydı. Akbucak köyünde de her evde bir gaz lambası bulunurdu. Ancak, tenekeden yapılan “idare” daha çok ahırda, samanlıkta, hayvanlara gece yem verirken kullanılırdı. Köy evleri tezekle, samanla ısıtılıyordu. Soba bir yanmaya başladı mı kızıla döner, biraz sonra saman alevi azalır, ev soğumaya başlardı. Kışın köy odaları erkeklerin buluşma yeriydi. Akbucak köyünde de Ali Faik Öztürk’ün odasının bir köşede Mehmet Şerif, bir köşede Yusuf Ağa otururdu. Satılmış Ağa’nın odasında baş köşede kendisi otururdu. Çap Aslan’ın odasında da baş köşe İzzet Ağa’nındı. Odalarda çocukların yeri sedirin alt taraflarıydı. Onların görevi büyüklere su ve çay getirmekti. Kışın adam boyu kar yağar, gün içinde ahırda beslenen koyunlar, inekler su içmeleri için köyün tek çeşmesine götürülürdü. Bulaşıklar çeşme başında yıkanır, hayat orada dönerdi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Araştırma - İnceleme
  • Kitap AdıVali Bey
  • Sayfa Sayısı288
  • YazarSaygı Öztürk
  • ISBN9786050986327
  • Boyutlar, Kapak13.7 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Apo Olayının Perde Arkası ~ Saygı ÖztürkApo Olayının Perde Arkası

    Apo Olayının Perde Arkası

    Saygı Öztürk

    Saygı Öztürk’ten çok çok ilginç belgeler… Saygı Öztürk bu kitabında Abdullah Öcalan’ın yakalanışının sonrasını, Apo olayının bir başka kesitini daha belgelerle anlatıyor. Kürtçülük hareketini...

  2. Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü ~ Saygı ÖztürkSınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü

    Sınır Ötesi Savaşın Kurmay Günlüğü

    Saygı Öztürk

    ”Kuzey Irak’ a düzenlenen ilk büyük harekatın gizli belgeleri, konuşmaları, gelişmeleri ve bugüne kadar hiç duymadığımız olayları. Gerçekten dört dörtlük bir belgesel, dört dörtlük...

  3. Cehennemi Yaşadım ~ Saygı ÖztürkCehennemi Yaşadım

    Cehennemi Yaşadım

    Saygı Öztürk

    Terör örgütünün kaçırdığı asker ve polislerimiz zindanda neler  yaşadı? •   Evlatlarını kurtarmak isteyen aileler niçin dağ bayır dolaştı, kimlere ulaştı? •   Terör...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur