Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ankara
Ankara

Ankara

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Millî Mücadele yıllarında hiçbir çıkar gözetmeksizin yurtları için çalışan bazı subayların ve politikacıların zaferden sonra “sermaye çevreleriyle ilişkileri” ya da “arsa spekülasyonu”, “taahhüt işi”…

Millî Mücadele yıllarında hiçbir çıkar gözetmeksizin yurtları için çalışan bazı subayların ve politikacıların zaferden sonra “sermaye çevreleriyle ilişkileri” ya da “arsa spekülasyonu”, “taahhüt işi” gibi girişimlerle zenginleşmeleri, “inkılap”a boşvermeleri. Romanın kadın kahramanı Selma’nın yaşamı izlenerek Millî Mücadele inancının ateşli dönemleri ve sonrası anlatılıyor.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından Yakup Kadri’nin 1910’dan 1974’e dek verdiği eserler Türkçe’nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri’nin Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920’lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati’den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan Karaosmanoğlu’nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir “panoroma”dır.

BİRİNCİ KISIM

“Eşşek bulaaan, eşşek bulaaan..” Genç kadın, ağır ve derin uykusunun içinden helecanla uyandı. Sokaktan gelen bu çığlığı şaşkın şaşkın dinledi. Bir şey anlamıyordu ve zaten, henüz, nerede olduğunun da farkında değildi. Çıplak bir oda. Iki dar yol karyolası. Birinde kendisi, birinde kocası yatıyor. Gözleri yuvarlak yuvarlak açıldı. Etrafına bakıyor. Fakat, bir türlü kendine gelemiyordu: “Nazif, Nazif!..” Kocası yarı uykuya gömülü, uzak ve dağınık bir sesle sordu: “Ne var?” “Sokakta birisi acı acı bağırıyor. İşitmiyor musun?” Çığlık gittikçe uzaklaşıp hafifliyordu. Nazif, başını kaldırip kulak verdi: “Bir şey değil, canım; birinin eşeği kaybolmuş, işte, tellâl bağırıyor.” Ve tekrar başı yastığa düştü, uyudu. Genç kadın, demin hayret ve korku ile açılan gözlerini kocasının üstünde şefkatle dolaştırdı. İçinden:

“Zavallı, çok yorgun,” dedi. Gerçi, kendisi de ondan daha az yorgun değildi. İstanbul’da on beş gün evvelinden başlayan göç hazırlıkları, onun arkasından İnebolu seyahati, İnebolu’dan buraya o uzun, zahmetli araba yolculuğu -o haserat yuvası hanlarnihayet, Ankara’ya varış, bu eve giriş, bu odayı temizleyiş… Bütün bunlar gene kadının bir tüy kadar hafif vücuduna adeta bir torba kurşun ağırlığı vermişti uzun zaman için, artık yerinden kımıldayacak hali kalmamıştı. Kendi kendine: “Artık, bu yorgunluğun iki üç misline katlanmış olan Nazif, kim bilir, ne kadar bitkindir,” dedi. Gözleriyle tekrar, kocasını okşadı. Karşıki evin ağır saçaklı çatısında sabah güneşinin ilk parıltıları seziliyordu.

Genç kadın: “Daha çok da erken,” dedi. Yeniden uykuya dalmak istedi. Dokuz on saatlik yekpare bir uykuya rağmen vücudunun ve kafasının henüz lazım geldiği kadar dinlenmemiş olduğunu hissediyordu. Lakin bu ikinci uyku denemesi çok uzun sürmedi. Kâh ensesinde, kah belinin ortasında, kah baldırlarında birtakım hafif yanmalar duyuyordu. Ince ve duygulu derisi, bir haftadan beri bu üzücü tesirlerin yabancısı değildi. İnebolu’dan itibaren, tahtakurularının elinden her konakta bin türlü ceza ve cefa çekmişti. Onun için, bu ağır yürüyüşlü ve pis kokulu küçük mahlukların bir insan vücuduna hücum etmek, bir insan vücudunu istila etmek hususunda kullandıkları “sevkulceys” [strateji] hareketlerini pek iyi biliyordu.

Ona göre, bu hücum ve istila hareketi bazı yerde teker teker veya ikişer ikişer ilerleyip sokulan öncülerle, bazen, ani ve yığın halinde bir baskınla vuku bulur. Nitekim Ankara’ya varmazdan iki konak evvel, Çankırı’da böyle olmuştu. Istanbullu hanımın, bir han peykesi üstüne serdiği ve kar gibi beyaz çarşafla örttüğü yatağı, bir an içinde, irili ufaklı yüzlerce tahtakurusu ile sıvama donanmıştı. Yorgan kaldı- rılıp mum yakılınca baskına uğramış bir ordu halinde hepsi bir yana kaçışmaya başlamış ve genç kadın, bir kale bekçisi gibi sabaha kadar mumun aydınlığına bakarak ayakta durmuştu. Şimdi, içinde yattığı yatak gene o yataktı. Fakat, Ankara’ya gelir gelmez ilk işi, onu, en ince, en gözle görülmez dikiş yerlerine kadar türlü usullerle temizlemek olmuştu. Buna rağmen, o mahluklardan gene bir şeyler kalmışsa…

Yüreğinde derin bir üzüntü ile doğruldu. Önce, yatağını yokladı. Bir şey bulamadı. Sonra üstündeki örtüyü kaldırıp baştan aşağı bütün yastığı sıkı bir incelemeden geçirdi. Tam vazgeçerek, tekrar yatacağı sırada ayak ucuna doğru iki ufacık tahtakurusunun ayrı ayrı istikametlere kaçtıklarını gördü. Bunlar, bir nokta kadar küçük idiler ve pembeye yakın renkleri kanından henüz emmiş olduklarını gösteriyordu. Nazif Bey’in karısı:

“Eyvah, ben şimdi ne yapacağım!” dedi ve gözlerini, ümitsizlikle, füturla [bezginlikle, usançla] -sanki, odanın içinde esrarlı bir kuvvetten imdat istiyormuş gibitavanlarda, duvarlarda dolaştırdı. Bir de ne görsün! Bütün tavanlar ve duvar kenarları milyonlarca tahtakurusu yuvalarıyla adeta çiçek bozuğu bir yüz gibi benek benek, benek benektir. Genç kadın, dehşetten donakaldı. Bu odayı ve bu evi içinde barınılır bir hale getirmek için bu milyonlarca küçücük deliklerin her birini ayrı ayrı temizlemek lazım gelecekti. Gerçi, İstanbul’dan, Ankara’yı bilenlerin tavsiyesi üzerine şişe şişe lizolla, kutu kutu tahtakurusu tozu getirmişti. Bunların her birinin ayrı bir küçük tulumbası, bir fırçası, bir iği vardı. Fakat, bütün bunlarla uğraşmak ne kadar müşkül olacaktı! Kocasına gelince, onun izni bugün bitiyordu. Biraz sonra giyinip işine gidecekti. Ve dün, akşama doğru buldukları bir köylü kadın, ancak su taşımaya ve mutfakta ateş yakmaya elverişli idi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gençlik ve Edebiyat Hatıraları Bütün Eserleri ~ Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atilla ÖzkırımlıGençlik ve Edebiyat Hatıraları Bütün Eserleri

    Gençlik ve Edebiyat Hatıraları Bütün Eserleri

    Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atilla Özkırımlı

    Yakup Kadri’nin anı kitaplarının sonuncusu. Yazar edebiyatla, edebiyatçılarla yakın ilişkiler kurduğu 1908 ve sonrasına, gençlik yıllarına döner ve bu kez anılarını anlatırken, öbür anı...

  2. Yaban ~ Yakup Kadri KaraosmanoğluYaban

    Yaban

    Yakup Kadri Karaosmanoğlu

    Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup KAdri Karaosmanoğlu,...

  3. Politikada 45 Yıl ~ Yakup Kadri KaraosmanoğluPolitikada 45 Yıl

    Politikada 45 Yıl

    Yakup Kadri Karaosmanoğlu

    Atatürk, Millî Şef, DP ve 27 Mayıs dönemlerinin İsmet Paşa portresi çerçevesinde değerlendirilmesi. Kendisi de aktif politikanın içinde bulunmuş olan yazar, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su ~ Buket UzunerUyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su

    Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su

    Buket Uzuner

    Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini...

  2. Amida, Eğer Sana Gelemezsem ~ Özcan KarabulutAmida, Eğer Sana Gelemezsem

    Amida, Eğer Sana Gelemezsem

    Özcan Karabulut

    Usta öykücümüz Özcan Karabulut, siyasal yaşamını, muhalif kimliğini öykülerine yansıtarak kendine bir politik edebiyat alanı açmıştı. Amida, Eğer Sana Gelemezsem, bu çizgiyi sürdüren bir roman. Romanın kahramanı Arat, çocuk işçilerle ilgili bir çalışma için Diyarbakır’a gider.

  3. Sefile ~ Halit Ziya UşaklıgilSefile

    Sefile

    Halit Ziya Uşaklıgil

    Halit Ziya Uşaklıgil’in 1887’de, henüz yirmili yaşlarında genç bir yazarken kaleme aldığı ilk romanı Sefile, küçük yaşta kimsesiz kalarak dilencilikten fuhuş denilen girdabın en...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur