Daha fazla dayanamadım. Ağlamaya başladım. Görmek istemiyordum. Sarah Teyze beni lobiye çıkardı. Dışarısı sakindi. Yerler kıpkırmızı halılarla kaplıydı. Teyzem beni kadife bir sıraya oturttuktan sonra satış reyonuna gitti, elinde bir kutu patlamış mısırla döndü. Beni yatıştırmaya çalıştı. John Manderino, hayatını izlediği filmler üzerinden anlattığı bu kitabında, sinema âleminde bir zaman yolculuğuna çıkıyor. Hitchcock’tan Scorsese’ye, John Wayne’den Debbie Reynolds’a, Batı Yakası’nın Hikâyesi’nden Fargo’ya geniş bir panorama eşliğinde hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp geçerken, okuru da art arda çevirdiği sayfalarda kendi geçmişinde kaybolmaya, yaşamöyküsünü özetleyen filmleri sıralamaya davet ediyor. Sinemada Ağlarken bir yanıyla sinema sanatına yazılmış bir aşk mektubu, bir yanıyla da film sahneleri üzerinden gerçekliğe atılmış bir çentik, muzip bir zihin oyunu.
İçindekiler
Dinozorların Ölümü …………………………………………………. 13
Iwo Jima Yanıyor………………………………………………………. 16
Kahramanlar Şehri ……………………………………………………. 20
Merih’ten Saldıranlar ………………………………………………… 26
Batı Yakası’nın Hikâyesi……………………………………………… 31
Kuşlar……………………………………………………………………… 33
Yağmur Altında ………………………………………………………… 36
Şahane Hayat…………………………………………………………… 38
Zorba ……………………………………………………………………… 42
Krallar Kralı …………………………………………………………….. 46
What’s Up, Tiger Lily?……………………………………………….. 50
Hamlet……………………………………………………………………. 57
Elvira Madigan …………………………………………………………. 59
Aşk Mevsimi ……………………………………………………………. 62
Tatlı Hayat ………………………………………………………………. 66
Easy Rider……………………………………………………………….. 71
Arı Kovanının Ruhu ………………………………………………….. 76
Ölmeyen Aşk …………………………………………………………… 79
Bayanlar Baylar, Karşınızda
Bay Leonard Cohen ………………………………………………….. 84
Şeytan …………………………………………………………………….. 88
Kahraman Şerif ………………………………………………………… 94
Rüzgâr Gibi Geçti…………………………………………………… 102
Taksi Şoförü …………………………………………………………… 104
Üçüncü Türden Yakınlaşmalar…………………………………… 111
Altın Postlu Cengâver ……………………………………………… 117
Oralara Alışmak ……………………………………………………… 119
Yağmur Altında Mucize …………………………………………… 125
Kızgın Boğa……………………………………………………………. 127
Eve Dönüş …………………………………………………………….. 133
Guguk Kuşu…………………………………………………………… 141
Gandhi………………………………………………………………….. 143
Kıyamet ………………………………………………………………… 147
Düşler Tarlası …………………………………………………………. 153
İhtiras Tramvayı ……………………………………………………… 156
Aşk Budur İşte ……………………………………………………….. 164
Fargo …………………………………………………………………….. 166
Kısa Tesadüfler……………………………………………………….. 169
DİNOZORLARIN ÖLÜMÜ
Bu filme kuzenim Gene ile beni Sarah Teyzemin götürdüğünü hatırlıyorum. Ben altı yaşımdaydım. Gene sekiz yaşındaydı ve dinozorlar hakkında çok şey biliyordu. Odasında lastikten yapılma küçük örnekleri vardı. Uzun isimlerini, neler yaptıklarını, beslenme alışkanlıklarını biliyordu. Yumuşak kırmızı koltukta oturmuş, boş perdeye bakarken, dinozorların neden yok olduklarını kimsenin bilmediğini, cevabı bu filmde bulacağımızı fısıldadı kulağıma.1 Işıklar yavaş yavaş söndü. Koskocaman, ağırkanlı, burunlarından buğular çıkaran dinozorlar palmiyelerin, dev eğreltiotlarının arasında tembel tembel dolaşmaya koyuldular. Gene başını benimkine yaklaştırarak, “Bu bir brontosaurus,” diye fısıldadı. “Bu da tyrannosaurus.” Ve: “Bu ise kuş değil, bir pterodaktil.” Bu arada boğuk ve yumuşacık bir erkek sesi bize dinozorların ne kadar mutlu ve güzel bir hayat yaşadıklarını anlatıyordu. Çoğu otoburmuş. Her ne kadar bazılarının diğer dinozorları yedikleri doğru olsa da bu kötü bir şey değilmiş. Huzurlu müzik çalmaya devam etti.
Derken müzik karamsarlaşmaya başladı. Belli ki kötü bir şey olacaktı. Derken o kötü şey oldu. Yanardağların tepeleri attı, müzik patladı, kaynar lav ırmakları akmaya, her tarafı kaplamaya, gittikçe hızlanmaya başladı. Dinozorlar aynı hızla kaçamıyorlardı, tökezleyip, lav ırmaklarının içine düşüp avaz avaz bağıranlar vardı. Bazıları dumanlar arasında koştururken alev alıyor, düşüyor, dev köpekler gibi uluyorlardı. Yanardağlar depremlere de yol açıyorlar, zikzaklı yarıklar oluşturuyorlardı. O yarıklardan biri bir dinozorun iki ayağı arasından geçti, hayvan iki bacağını açtı ama yarık hiç durmadan genişlediği için dayanamayarak dehşetengiz çığlıklar arasında içine düştü. Daha fazla dayanamadım. Ağlamaya başladım. Görmek istemiyordum. Sarah Teyze beni lobiye çıkardı.
Dışarısı sakindi. Yerler kıpkırmızı halılarla kaplıydı. Teyzem beni kadife bir sıraya oturttuktan sonra satış reyonuna gitti, elinde bir kutu patlamış mısırla döndü. Beni yatıştırmaya çalıştı. Ama ben o kadar titriyordum ki kutuyu elimden düşürdüm, mısırlar tertemiz kırmızı halının üstüne yayıldı. Dört ayak üstünde mısırları toplayıp kutuya doldurmaya başladım hemen, kırmızı ceketli bir yer gösterici elindeki koca kafalı elektrik fenerini sallayarak yaklaştı. Tepemde öylece durdu. Ben, başımı eğmiş, dört ayak üstünde, ne yapacaksa bir an önce yapmasını dileyerek durmayı sürdürdüm. Az ötede oturmuş sigara içen teyzeme hitap ederek, “Şeker çocuk,” dedi. “Ablamın oğlu.” Adam eğildi, yanıma çömelip, “Bir kutu daha patlamış mısır ister misin, evlat?” diye sordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Burnunun içinde kara kıllar vardı. “Hayır, teşekkür ederim.” Patlamış mısır istemiyordum. Artık eve gitmek istiyordum.
Yer gösterici başımı okşayıp uzaklaştı. Sarah Teyzemin yanına oturdum, ben hafif halı tadında mısırları çiğnerken, o bir Lucky Strike daha yaktı ve bana kendimi üzmememi, bunun sadece sinema olduğunu, ayrıca olayların milyonlarca yıl önce yaşandığını söyledi. İçeride yanık yanık haykıran dinozorların seslerini belli belirsiz duyuyordum hâlâ. Öylesine kocaman, öylesine acınasıydılar ki… Tanrı’nın böyle korkunç bir şeyin meydana gelmesine izin verdiğine inanamıyordu insan. Ama işte sinemada her şey ortaya çıkmıştı. Onun daha nelere izin verebileceğini düşünmeden edemiyordu insan.
IWO JIMA YANIYOR
“Bu görüntüler gerçek,” diye açıkladı Doug Dayım. Titrek, karanlık, uzaktan çekilmiş bir sahne: Bir deniz piyadesi, elinde lav silahıyla bir tepeden aşağısını tarıyor.1 “Ha,” dedim. Derken kamera John Wayne ile adamlarına geçti gene. Onlar gerçek görüntülerden çok daha gerçek duruyorlardı. John Wayne’in adı Çavuş Stryker, adamları Able Tugayı’nın erleri, palmiyelerle, bembeyaz kumsallarla ve Stryker’in deyimiyle “bir sürü limon renkli bücür”le dolu bir adadalar. “Yani, Japonlar demek istiyor.” Ben pijamalarımı giymiş, halının üstüne bağdaş kumuş oturuyorum. Küçük kardeşim Mike yukarıda uyuyor. Doug Dayım arkamdaki koltukta oturmuş, annem ile babamın evinin bodrumundayız. Dayım burada yaşıyor. Doug Dayım Çavuş Stryker’a benziyor. Annemin kardeşi olduğundan İtalyan kökenli değil; aslında John Wayne, Başkan Kennedy ve Marlboro reklamındaki adamın karışımı birini andırıyor. “Şu adamın elindeki silah var ya,” diyor, “ona BAR2 derler.”
Sormamı beklediğini bildiğim için soruyorum: “Ne anlama geliyor?”
“Browning otomatik tüfek.”
“Ha…”
Kendisi savaşa katıldığı için bu konularda çok bilgisi var. Babamı da askere almışlar ama Doug Dayım Okinawa’da, makineli tüfek başında dövüşmüş. Babam ise Alaska açıklarında bir adada aşçı olarak yapmış askerliğini – orada çekilmiş resimleri var, gülümsüyor, şimdilerde kasap dükkânında taktığı aynı beyaz önlüğü takmış, başında kask yok çünkü ihtiyacı yok.
“Dayı?..”
“Ne var?”
“Savaşta hiç Japon öldürdün mü?”
Bu gibi konulardan konuşulmayacağını söyledikten sonra ekliyor: “Ama şu kadarını söyleyeyim ki o orospu çocuklarının en az on sekizini vurdum – ihtimal daha bile fazladır ama on sekizi kesin, ancak dedim ya, bu
konuları fazla konuşmamak lazım.”
“On sekiz mi, dayı?”
“En az…”
Babamsa domuzları, tavukları kesip biçmekteymiş.
Doug Dayı beni bilgilendirmeyi sürdürüyor: “Bunlara da AÇG denir.”
“AÇG nedir?”
“Amfibi çıkarma gemisi.”
“Ha…”
Stryker ve askerleri kumsala çıkıyorlar ama hemen saldırıya uğruyorlar.
Rigs adlı beyzbol ve fıkra meraklısı er vuruluyor. Düştüğü yerde Stryker’e dönerek, “Anlaşılan… bu gece… rahat bir uyku çekeceğim… çavuş,” diyor ve ölüyor. Derken reklamlar giriyor, Dodge arabaları satıcısı Bill Moran kollarını iki yana açarak, “Koşun, koşun, bana gelin,” diye bağırıyor.
Rigs ölmüş, bu sersem araba satmaya çalışıyor! Oturduğum yerden Tanrı’ya dileklerimi sunuyorum: Keşke Iwo Jima’da olsam, elimde bir BAR zikzak koşarak, kurşun sıkarak, bas bas bağırsam, Geberin, sizi gidi limon renkli orospu çocukları, geberin, geberin! “Bugüne kadar yapılmış en kötü araba,” diyor dayım. Kendi arabası Plymouth Fury marka. Kapının önünde duruyor, arka penceresinin içinde bir inşaat kaskı var. İşsiz olmadığı zamanlarda çelik işçisi olarak çalışıyor, kafasında kaskı, belinde alet kemeri, dudaklarının kıyısında Pall Mall sigarası, gökdelen inşaatlarında yüksek kirişlerde dolanıyor. Babamsa önlük takıyor, müşterilere hizmet ediyor.
Sigara bile içmez. Film ekrana döndüğünde, “Elindeki standart M1 tüfek… sağlamdır,” diyor dayım. Stryker bir Japon’u vuruyor, o Japon da Farmer adında gamsız tasasız bir eri vurmuştu. “Ha!” Farmer’ın ölümüne üzülmüyorum. Salağın biriydi aslında. Stryker ile askerleri vuruşarak Suribaçi Tepesi’ni geri alıyorlar, biraz soluklanmak için duruyorlar orada. Stryker cebinden sigara paketini çıkarırken keyfinin yerinde olduğunu dile getiriyor. Ve işte tam o anda, tam da keyfinin yerinde olduğunu söylediği anda, keskin nişancının biri onu sırtından vuruyor. Birileri yakındaki bir palmiyeyi makineli tüfekle tarıyor, ağaçtan bir Japon askeri düşüyor. Sonra Stryker’e dönüyorlar, askerlerden biri soruyor: “Kaybettik mi?..” Cesedin üstüne kapanmış olan asker cevap veriyor: “Öyle.” Doug Dayım, alçak sesle, “Orospu çocukları,” diyor. Ben konuşacak durumda değilim. Derken beş deniz piyadesinin Suribaçi Tepesi’ne Amerikan bayrağını diktikleri o meşhur sahneyi görüyoruz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıSinemada Ağlarken
- Sayfa Sayısı176
- YazarJohn Manderino
- ISBN9789750738067
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İspanya, Yaşasın Ölüm ~ Nikos Kazancakis
İspanya, Yaşasın Ölüm
Nikos Kazancakis
İspanya, ulusların Don Quijote’sidir. Dünyayı kurtarmaya çalışır, güvenliğe ve refaha sırtını döner, ele geçmez binlerce hayali kovalar. Bu mantık ötesi donkişotça seferlerde kendini tüketir....
- Kısas-ı Enbiya ~ Orhan Duru
Kısas-ı Enbiya
Orhan Duru
Orhan Duru, “Türkçe hikâye”nin kaynaklarına tutkun bir yazarımızdı. 1979 yılında, kutsal kitaplarla geleneksel halk anlatılarında peygamber kıssalarının aldığı biçimlerin ve aktarıldığı Türkçenin günümüz öykücülüğüne...
- İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda ~ İskender Pala
İki Darbe Arasında/İlginç Zamanlarda
İskender Pala
28 Şubat süreci… Hergün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır. kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü...