Atatürk ve arkadaşları bizim bilmediğimiz bir şeyleri mi biliyorlardı?
Yedi düvele karşı savaşırken neden İstanbul’u işgal eden İngilizlere tek kurşun sıkmadık.
Türkiye’nin kuruluşunda 90 yıllık anlaşma mı yapıldı?
23 Nisan’ın İngilizlerin çok önemli bir günü olması sadece tesadüf mü?
Yahudi soykırımında 6 milyon insan öldüyse, bu kadar insan kaç fırında yakılmış olabilir?
Hiç kurban sayısını fırın sayısına böldük mü?
Başbakan ‘ın “One Minute” çıkışı senaryonun bir parçası mı?
Peki ya Mossad İstanbul’da ünlü bir apartmanda kurulmuş olabilir mi?
İnanmaya Değil, Bilmeye İhtiyacımız Var!
Doktor karı koca dostlarımla söyleşiyorduk. Konu her zamanki gibi yakın tarihe gelip dayanmıştı. Spekülatif tarihe meraklı olduklarını biliyordum. Acar sorularımın nereye gideceğini kestirmiş “netameli” mevzulardan uzak durmaya çalışıyordum. Ama iştahları kesilecek gibi değildi.
Genelde bu tip bilgi kalıcılığının sonunu bildiğim İçin çok fazla uzatmamaya çalışıyordum.
Her ikisi de ısrarla anlattıklarımın sonunu öğrenmeye çalışıyorlardı.
Konu 2. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımıydı. Öncelikle hep telaffuz edilen 6 milyon kurban sayısının artık dünyada da tartışıldığını söyledim. Bugün İsrail’deki kaynakların bile bu sayıyı kabul etmediğini anlattım.
“Ne yani?” der gözlerle bakıyorlardı.
“Soykırımda o kadar insan ölmedi mi? Peki o yaşananlar?”
Referansları hep Hollywood filmlerinden sahnelerdi.
Anna Frank’in Defteri, Schindler’in Listesi, Piyanist…
Neyi merak ettiklerini biliyordum.
Konuyu kapatmaya çalışsam da ısrarla sayının 6 milyon olduğunu, aksini iddia ermenin insanlık suçu olduğunu söylüyorlardı. Kurtuluşumun olmadığını hissettiğim anda zehirli soruyu sordum.
Peki, 6 milyon Yahudi, soykırımın sürdüğü 3 yıl boyunca kaç fırında yakılmış olabilir? Öyle ya cesetler ortada yoktu, hemen hepsi yakılmıştı. Fırın sayısı ise belliydi. Kürek kürek insan bile atsanız bile bahsedilen fırınlarda bu kadar çok sayıda insanı yakma iddiası ilkokul çocuklarının matematik bilgisini zorlamazdı.
Bugün ziyarete açılan krematoryumların turistik amaçla savaş sonrasında inşa edildiğini dinlemediler bile…
Benim zehirli soruma bu kitaba ilham kaynağı olan cevabı verdiler.
“Doğru veya yanlış… Biz inanıyoruz”
Çaresizdim…
“Bütün sorun işte bu!” diyemedim…
Bir başka gün…
Gazeteci bir arkadaşım yazdığı makaleyi beğenip beğenmediğimi sordu. Dikkatle okudum. Ama bir iki küçük uyarıyı da yapmaktan kendimi alamadım. Kız çocuklarının eğitim zorunluluğunun Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı’da başladığını laf arasında söyledim. Hemen itiraz etti.
Nasıl olur?
Cumhuriyete yürekten bağlılığımı bilse de “Osmanlıcılık rüzgârı seni de etkilemiş bakıyorum” demekten kendini alamadı.
Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren nizamname 1869’da yayınlanmışa Bu bilgiye internet ten bile ulaşabileceğini ekledim. Ayrıca kız çocuklarının mirastan eşit hakka sahip olmasını sağlayan İrade i Seniyenin de 1847 yılında yayınlandığını anlatanı. Ama gözlerinden anlıyordum.
Öğrenmek istemiyordu, kendini bilgiye kapamıştı!
‘Ben çağdaş eğitimi Cumhuriyet’in getirdiğine inanıyorum!”
Cumhuriyet aydınlanmasını ve yapılan kültür devrimini bir çırpıda kızların eğitim zorunluluğuna getirip bağlamıştı. Ona göre bu çağdaş yenilik de, olsa olsa Cumhuriyetin yaptığı bir devrim olabilirdi.
Oysa birbirinden ayrı konulardı. Gerçek apaçık ortadaydı. Bu yasal düzenleme cumhuriyetten neredeyse 50 yıl önce yapılmıştı.
Sustum…
Ma’amin… Sabetayizm tartışmalarından bize kalan bir tanımdı…”İnanan” manasına geliyordu, Müslümanların kullandığı müminin karşılığıydı… Sabetaycılar birbirlerine şifreli olarak hep bu sözcükle hitap ettiler. Deforme edilmiş dinsel ritüelleri artık unutulmaya yüz tutmuş olsa da, bir dinsel öğretinin sahiplerinin birbirlerini bu sözcükle ayırt ettiler.
Özellikle yeni kuşak Sabetaycılar, Sabetay Sevi’nin tanrı olabileceğini elbette inanmıyorlardı ama inanmak istedikleri bir inanç sistematiği vardı. Düşüncenin aklın mantığın tasfiye edildiği bir inanç sistematiği.
Belki de her insana gerekli olan manevi bir destek.
Çok kültürlü Osmanlı toplumunda ma’amin olmak giderek, bir inançtan çok bir yaşam kültürüne, aidiyet tutkusuna dönüştü.
Bu dinin gerekleri, vecibeleri unutuldu.
Şimdi yaşadığımızda tam böyle bir şeydir.
Sorgulamadan, araştırıp incelemeden hep inanmamız istendi. Bu kimi zaman Kemalizm oldu kimi zaman bir tarikat…
inançla mücadele edemezsiniz.
Bir düşünür “İnsan ancak bildiğini Öğrenebilir” der. Doğrudur. Ama ya bildiklerimiz doğru değilse! Veya sınırlıysa, hayatı ve dünyayı algılamamız için yemliyorsa…
Meselemiz işte budur…
Bizim “inanmaya” değil “bilmeye” ihtiyacımız var…
Oysa birileri Bizim Hep İnanmamızı İstediler…
Bu yüzden bizler de onların istediği gibi hep inandık…
Ma’amin olduk…
Artık itiraz etme zamanımız gelmedi mi?
Gürkan Hacir İstanbul 2010
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Aktüel Siyaset Siyasal Hayat Siyasal Yazılar-Tezler
- Kitap AdıBizim Hep İnanmamızı İstediler (Ma'amin)
- Sayfa Sayısı352
- YazarGürkan Hacır
- ISBN9944298742
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDestek Yayınları / 2010