İnci bir yandan yalınlığıyla, diğer yandan ahlâki meseleleri cesurca irdelemesiyle John Steinbeck külliyatının en özgün parçalarından biri.
Tıpkı ataları gibi, bir kıyı kasabasında yaşayıp günlerini denizde inci bulmaya çalışarak geçiren Kino da yoksulluğun en ağır şartlarıyla cebelleşir. Öyle bir yoksulluktur ki bu, oğlu Coyotito’yu akrep soktuğunda bir doktora gösterecek parası yoktur Kino’nun cebinde. Fakat bir gün, dev bir inciyle denizden çıkar. Böylece zenginliği, oğlunu tedavi ettirmeyi ve okula göndermeyi, eşi Juana’yla kilisede evlenmeyi hayal etmeye başlar. Bu muazzam inci Kino’nun ve ailesinin hayatındaki her şeyi bir anda değiştirecektir.
Steinbeck, Amerika kıtasının zalimlikle, zorbalıkla dolu tarihini sıradan bir ailenin yaşamında somutlaştırıyor.
“İnci’de de Steinbeck’in yazdığı her şeyde kendini gösteren samimiyet ve seçkinlik var.”
THE NEW YORKER
“Biçim, Steinbeck için en önemli husustur ve İnci biçim açısından dört dörtlük bir kitap.”
COMMONWEAL
“Kasabada hâlâ o dev incinin öyküsü anlatılır; nasıl bulunmuş, nasıl kaybolmuş… Balıkçı Kino’yu da anlatırlar sonra, karısı Juana’yı ve bebekleri Coyotito’yu da. Anlatıla anlatıla akıllarda yer etmiş bir öyküdür bu. Ve defalarca anlatılan, yüreklere işleyen her öyküde olduğu gibi, bu öyküde de yalnızca iyilik ve kötülük, ak ve kara, masumlar ve zalimler vardır; arası yoktur. Belki de bir ibret öyküsüdür bu, her duyan onda kendinden bir şeyler bulur, kendince bir şeyler ekler. Her neyse, kasabada anlatıldığına göre…
1
Kino alacakaranlıkta uyandı. Yıldızlar hâlâ parlıyordu, sadece doğuda, ufuk çizgisinin olduğu yerde solgun bir aydınlık belirmişti. Horozlar epeydir ötüyordu, erkenci domuzlarsa çoktan işe koyulmuş, dün gözden kaçırdıkları yiyecek bir şeyler varsa onları bulmak umuduyla kuru dalların, tahta parçalarının altını üstüne getirmeye başlamışlardı. Saz kulübenin dışındaki balık istifinin üzerinde bir kuş sürüsü minik kanatlarını çırparak cıvıldaşıyordu. Kino’nun gözleri aralandı, önce kulübenin kapısı olan ve giderek aydınlanan dörtgene, sonra da Coyotito’nun içinde uyuduğu, tavana asılı salıncağa baktı. Bunların yerli yerinde olduğunu görünce hasır şiltede yanı başında yatan karısı Juana’ya döndü. Juana mavi şalıyla göğüslerini ve sırtını örtmüş, şalının bir ucunu burnuna kadar çekmişti. Onun da gözleri açıktı. Kino bir sabah olsun uyanıp da karısının gözlerini kapalı gördüğünü bilmezdi. Minik yıldızlar yansıyordu Juana’nın kara gözlerinden. Her sabah uyandığında olduğu gibi bu sabah da karısı ona bakıyordu. Kino sahile vuran sabah dalgalarının şapırtısını duydu.
Ne güzeldi… Gözlerini tekrar yumdu ve kendisine müzik gibi gelen bu sesleri dinlemeyi sürdürdü. Bunu yapan bir tek kendisi miydi, yoksa kendi halkından olan herkes mi böyle yapıyordu, bilmiyordu. Kino’nun ataları türkülerle yaşayan bir halktı, öyle ki gördükleri, duydukları, düşündükleri, yaptıkları her şeye bir türkü yakmışlardı. Bunlar çok önceleri yakılmış türkülerdi. Kino da bilirdi bu türküleri. Bu türküler kalmış ama bunlara yeni türküler eklenmemişti. Yine de bu, insanların kendi özel türküleri yok demek değildi elbet. Tam şu anda Kino’nun zihninde bir türkü vardı örneğin; dupduru, yumuşacık bir türkü. Eğer bu türküyü yüksek sesle söyleyebilse adını “Ailenin Türküsü” koyardı. Rutubetli havadan korunmak için battaniyesini burnuna örtmüştü. Yanı başından hafif bir hışırtı gelince gözleri hızla o yana çevrildi. Juana usulca yataktan kalkıyordu. Nasırlı, çıplak ayaklarıyla Coyotito’nun uyuduğu salıncağa gitti, eğilip birkaç tatlı söz söyledi.
Coyotito’nun gözleri aralandı, bakışları annesini buldu, sonra çocuk yeniden uykuya daldı. Juana ocağa gitti, külleri eşeleyip bir kor buldu. Bunu yelleyerek canlandırıp üzerine çalı çırpı ufaladı. Sonra Kino da yattığı yerden kalktı, battaniyesiyle başını, burnunu ve omuzlarını sarmaladı. Ayaklarına sandaletlerini geçirip güneşin doğuşunu seyretmek için dışarı çıktı. Kapının önünde yere çömeldi, battaniyeyi dizlerinin etrafına dolayarak iyice sarındı. Gökteki Körfez bulutları şafak kızıllığına bürünüyorlardı. Keçinin biri yanına yanaşıp onu kokladı, soğuk sarı gözleriyle dik dik baktı. Arkasında, kulübenin içinde Juana’nın yaktığı ateş harlamış, kulübenin saz duvarları arasından ışıktan oklar göndermeye başlamıştı. Kulübenin kapısından içerideki ateşin titreşen aydınlığı görülüyordu. Geç kalmış bir pervane, ışığı bulmanın coşkusuyla içeri daldı.
Şimdi “Ailenin Türküsü”, Kino’nun arka tarafından geliyordu. Türkünün ritmini de, Juana’nın kahvaltıda yiyecekleri ekmekleri yapmak için mısır öğüttüğü değirmenin sesi oluşturuyordu. Şafak çabucak söktü; önce solgun bir ışık, ardından bir kızıllık, sonra bir aydınlık ve Körfez’den doğan güneşle birlikte etrafı tutuşturan bir ışık patlaması. Kino kamaşan gözlerini yere indirdi. Evden, Juana’nın yoğururken pat pat tezgâha vurduğu hamurun sesini duyuyor, burnuna sacda pişen ekmeklerin nefis kokusu geliyordu. Yerde telaşla gezinen karıncalara baktı; iri olanları parlak siyah, daha çevik olan küçükleriyse boz renkliydiler. Boz karıncalardan biri, karınca yiyen bir böceğin kurduğu tuzakta çırpınıyor, çırpındıkça kumlara gömülüyordu. Kino yukarıdan bakan bir Tanrı gibi kayıtsızca izledi onu. Sıska, ürkek bir köpek Kino’ya yaklaştı, ondan gelen tatlı bir söz üzerine hemen ayaklarının dibine kıvrıldı. Kuyruğunu güzelce patilerinin etrafına dolayıp burnunu da kibarca patilerine dayadı.
Siyah bir köpekti bu, gözlerinin üzerindeki altın sarısı benekler sanki kaşları varmış gibi bir ifade veriyordu yüzüne. Bu sabah da diğer sabahlardan farksızdı ama yine de her şey daha güzel görünüyordu. Kino, Juana tavana asılı salıncaktan Coyotito’yu alırken gerilen iplerin gıcırtısını duydu. Juana bebeğin altını temizledi, ardından şalını katlayarak ufak bir hamak yaptı, bebeği bu hamağa yatırıp göğsüne gelecek şekilde boynuna astı. Kino arkasına dönüp bakmasa da tüm bunları görebiliyordu. Sadece üç sesten oluşan ama binlerce farklı biçimde söylenen eski bir türkü vardı Juana’nın dilinde. Bu da “Ailenin Türküsü”nün bir parçasıydı. Her şey onun bir parçasıydı zaten. Kimi zaman insanın boğazında bir yumru gibi büyüyen, insanda ağlama isteği uyandıran bir perdeye yükseliyor, “İşte güvenli, sıcak bir yuva, yaşamaya değer her şey,” diyordu. Çitin ötesinde yine sazlardan yapılma başka kulübeler vardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİnci
- Sayfa Sayısı92
- YazarJohn Steinbeck
- ISBN9789750535253
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Babamın Yeri ~ Annie Ernaux
Babamın Yeri
Annie Ernaux
Ernaux’nun babası, kızı öğretmenlik sınavlarını verdikten iki ay sonra ölür. Yazar bu ölümün ardından, yetersiz eğitim görmüş, çocukluğundan beri değeri ancak kas gücüyle ölçülmüş...
- Gökyüzü Çocukları ~ Katherine Rundell
Gökyüzü Çocukları
Katherine Rundell
Tanıştırayım. Sophie, bu Bayan Eliot, Sosyal Hizmetler’den. Bayan Eliot, bu Sophie, okyanustan. Herkes Sophie’nin bir gemi kazasında kimsesiz kaldığına inanıyor. Onu okyanusta sürüklenen bir...
- Saatin Gizli Yüreği ~ Elias Canetti
Saatin Gizli Yüreği
Elias Canetti
Elias Canetti İnsanın Taşrası başlığıyla derlenen notlarının ikinci cildi Saatin Gizli Yüreği’nde nehir-roman tarzını benimseyerek, düşünsel deneyimlerle yaşamın gerçekliği arasındaki derin ve sağlam bağlar...