Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sarı Siyah Bursa
Sarı Siyah Bursa

Sarı Siyah Bursa

Ahmet Nacar, Ahmet Şerif İzgören

İki usta kalem Ahmet Nacar ve Ahmet Şerif İzgörenden yine ortak bir çalışma, yine mizah dolu nostalji. Ahmet Nacar ve Ahmet Şerif İzgörenin kaleme…

İki usta kalem Ahmet Nacar ve Ahmet Şerif İzgörenden yine ortak bir çalışma, yine mizah dolu nostalji.

Ahmet Nacar ve Ahmet Şerif İzgörenin kaleme aldıkları, çizimlerini Sait Munzurun yaptığı mizah ve duygu dolu Sarı Siyahın devamı niteliğindeki bu kitapta, iki can dostunun, Bursada başlayan yeni hayatlarında yaşadıkları haylaz ama masum, düşündürücü ama komik, sıcak, coşkulu, hareketli anılarını okurken çocukluğunuza gidecek, yine kahkahalara boğulacaksınız.

Akıl vermesini sever insanoğlu. Bir sürü fikrim de hazırda beklerken üstelik, içimden geçen şu: Herkes bugüne kadar hangi tohumu, hangi fidanı biriktirdiyse eksin bir yerlere. Daha çok güzellik, keyif, tebessüm dallarda sallansın, gölgesi olsun insanların. Çocuklar ayağını basacak bir karış toprak, çimen bulsunlar, çiçekleri koklasınlar, dalında erik, kiraz görsünler; varsın dalından düşsünler bir ayva ağacının. Hiç değilse daha sahici, daha elle tutulur olur hayatları.

Artık Bursadayız Şerifimle. Bir sürü yeni arkadaş, yeni site, yeni paylaşım gruplarımız var; yeni oyunlar içinde yeni kahramanlarız. Bugünlerden farkımız; elle tutulur, gözle görülür, tadı, tuzu, rengi, kokusu olan şeylerdi yaşadıklarımız. Kendinizi bulacağınız satırlarda, kendi satır aralarınızı yazacaksınız okurken. Gülümseyeceksiniz; sahici, sesli ve içten…

– Ahmet Nacar

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ………………………………………………………………….11
TAŞINMA ……………………………………………………………….13
YENİ HAYAT……………………………………………………………19
BURSA…………………………………………………………………..25
I. MURAT İLKOKULU ………………………………………………..29
OKUL …………………………………………………………………….35
ŞERİF’İMİN MUHİTİ ………………………………………………….39
EMİRSULTAN VE YENİ EV ………………………………………..47
PİLLİ………………………………………………………………………55
YENİ OKULUM VE ERİK AĞACI………………………………….59
KARDEŞİM OKULA BAŞLIYOR ………………………………….67
İPEK YOLU -BİR NEVİ- ……………………………………………..71
FELAKET YILI ………………………………………………………….79
RAMAZAN AMA BİZ SEFERÎYİZ…………………………………85
FRANÇOİS VE PAPA………………………………………………..91
OSMAN HOCA VE ADAKLAR ……………………………………99
AYVAYI YEDİK……………………………………………………….105
GİYDİM TULUMLARI ………………………………………………111
KARAGÖZ…………………………………………………………….121
SÜNNET ARTIK FARZ …………………………………………….127
SONSÖZ ………………………………………………………………133

ANNEM İÇİN 

Konuşmayı yeni yeni öğrendiğim, hatırlayamayacak kadar küçük olduğum zamanlar… Gök gürlediğinde boş bulunup anneme daha sıkı sarılacak kadar küçüğüm. “Masal anlatıyordun bana” derdi annem, “Kurtlar kuzuları yerdi, ben de çok korkmuş gibi yapardım. Sonra bana sorardın, ‘Korktun mu?’“ diye. “Korktum ya!” dermiş annem. Sonra bir kurum, bir keyif gelirmiş yüzüme… Anlatırken hâlâ gözlerinin içi güler annemin. En güzel masallardan birinde asıl kahraman oldum. Elle tutulur, gözle görülür bir cennette büyüdüm; elma, armut demeden her an göz önünde tutulduğum, elmayı ısırsam da hep bahçesinde yaşadığım. Ama ne yaşamak! Doludizgin dörtnala, düz duvara tırmanarak… O kadar haşarıydım ki, annem her eve misafirliğe gidemezdi. Bayramda ziyaret için İzmir’den Ankara’ya dedemlere gittiğimizde, dedemin beni görünce, “Bu kış günü ne gerek vardı, yordunuz kendinizi evladım” diyeceği kadar yaramazdım. Baba evine sığamazdı benim yüzümden annem. Gerçekten de tam anlamıyla düşe kalka, kıra döke, ağlaya güle büyüdüm ve gün geldi okula başladım. Annem de benimle okula yazılmış gibiydi; daha gözlerimi açamadan kahvaltı ettirir, ne yapar eder siyah önlük, beyaz yakayı giydirir, önce beni, arkamdan okul çantamı kapının önüne koyardı.

Gece yatmaz, gündüz kalkmaz tayfasındandım. İlkokul, sonra ortaokul, ardından lise derken üniversite bitti. Yetmedi, üstüne ihtisas sınavına hazırlanırken çevremde yine annem; gecenin bir vakti belki canım çay ister diye. İhtisas bitti, çalış çabala, derken yıllar aktı gitti. Bir kızım oldu, adı Oya. Bu sene liseye başlıyor. Onunla da okula gitmişliği vardır annemin. Sabahları uyandırır, çantasını da alır, kızımı servise kadar götürürdü. Oya ne zaman önemli bir sınava girecek olsa, annem gözlerini kocaman açar, “Dün gece rüyasını gördüm, çok güzel olacak sınav!” derdi. Hem kolay hem zordur ülkemde yaşamak. Zordur, çünkü her gün birilerinin fikri gelir durduk yere, zikreder ortalığa. Yumurtlanmış fikirler ele ayağa dolanır, ortalık toz duman olur, kayar gider nice hayatlar. Kolaydır, eğer içinde yaşayıp büyüdüğünüz iyi bir aileniz varsa. En karanlık zamanlarda bir çift göz aydınlatır. Bir gülümseme uzanır önünüzde sanki Samanyolu’nda yürürsünüz. Böyledir bizim memleket. Kolayı zor, zoru kolay eder insanımız. Üzgün müyüm yoksa mutlu mu, yüzümü görmesi yeter annemin; telefonda eveleyip gevelediğimde anlar hâlimden; nasıl masal kahramanıysam tuttu elimden. Çok sevinip mutlu olduğum, bir o kadar da sıkıldığım, bunaldığım zamanlar oldu. Her zaman yaşamaya değer kaldıysa hayat ve bir masal gibi olduysa yaşamak, sen olduğun içindi anne.

Ahmet Nacar

İTHAF

Kitaplarımı okuyanlar bilirler; annemden az bahsederim. Şimdi dönüp bakıyorum niye diye. Hep arkamda, uzakta bir yerde durup beni seyretmiş ve cesaret vermiş çünkü. Eğer önümde yürüseydi, önümü göremezdim. Bugün gram cesaretim varsa ve biraz adamsam eğer, hep annemin sayesinde oldu. Şöyle arkamdan, gurur ve sevgiyle bakıp, küçücükken bile beni adam yerine koyup ruhumu hiç örselemediği için. Ben bu kitabı annem Gülten’e ithaf ediyorum. İzgören Ailesi’ni sessizce bir arada tutan şefkatine ve bilgeliğine hürmeten. Gül tenli Anneme…

Ahmet Şerif İzgören
12.10.2012

Not: Ahmet’in üç sayfada anlatamadığını benim altı cümlede
anlatabilmem dikkatinizi çeksin lütfen.

ÖNSÖZ

Bir kitap yazar, bir daha da sesleri solukları çıkmaz bunların diye düşündünüz; bilmiyor değiliz. Çocukluğun en güzel yaşandığı son demlermiş ülkede. Geriye dönüp bakıyorum da ne çok şey biriktirmişiz. Sosyal medya çıktı son zamanlarda. “Paylaşım siteleri” denince, en küçük çocuk biliyor artık. Bizim sokağımız sosyal, bazılarımızın oturduğu apartmanlar siteydi. Tıklamaktan fazlasına ihtiyaç duyardık derdimizi anlatabilmek için. Kafa dengi arkadaşlarımız, şimdiki favori grupların yerine geçerdi. Kılıçlar tahtadandı, tüfekler plastik ama üç boyutluydu. Kimseye zarar vermeyen yaylarımız, oklarımız vardı. Kahramanlar henüz çizgi romanlarda, güzel sesler radyolardayken uzun ağaç dallarından yaptığımız atlarımıza biner, dörtnala keyfini sürerdik hayatın. Attan düştüğümüz olmadı mı hiç? Olmaz mı! Yiğit olur da zaman zaman yorulmaz mı! Düşüp, üstümüz başımız toz toprak, dizimiz yara bere içinde, bazen ağlayarak, bazen de “acımadı ki” pişkinliğinde kalkardık. Hani derler ya, “Düşe kalka büyür çocuk”. Çok daha dolu yaşamışız çocukluğumuzu.

Şimdilerde ne kızım Oya ne de Şerif’imin kızları Nisan ve Simin, bilgisayar ve televizyonlara sığdırılmış çoğu çocuktan farklı yaşamıyorlar hayatı. Çoğu ana baba ayrıca birer seyis oldu çocuk yetiştirirken. Hayat da eskisi kadar sahici değil ki. Bu kadar seyislik niçin, kime, ne zaman gerekecek! Kafalar karışıyor günden güne. Sanal hayatlar ekildi yıllardır, sanal çocukların hasat zamanlarını yaşıyoruz. Akıl vermesini sever insanoğlu. Bir sürü fikrim de hazırda beklerken üstelik, içimden geçen şu: Herkes bugüne kadar hangi tohumu, hangi fidanı biriktirdiyse eksin bir yerlere. Daha çok güzellik, keyif, tebessüm dallarda sallansın, gölgesi olsun insanların. Çocuklar ayağını basacak bir karış toprak, çimen bulsunlar, çiçekleri koklasınlar, dalında erik, kiraz görsünler; varsın dalından düşsünler bir ayva ağacının. Hiç değilse daha sahici, daha elle tutulur olur hayatları. Artık Bursa’dayız Şerif’imle. Bir sürü yeni arkadaş, yeni site, yeni paylaşım gruplarımız var; yeni oyunlar içinde yeni kahramanlarız. Bugünlerden farkımız; elle tutulur, gözle görülür, tadı, tuzu, rengi, kokusu olan şeylerdi yaşadıklarımız. Kendinizi bulacağınız satırlarda, kendi satır aralarınızı yazacaksınız okurken. Gülümseyeceksiniz; sahici, sesli ve içten…

Ahmet Nacar

TAŞINMA

İzmir’e taşındığımızda üç yaşıma bile girmemiştim. Hayal meyal hatırladığım ilk görüntüler Balçova’daki evimizdendi; kardeşim doğmuş, bizi sevmiş ve kalmıştı hani. Zaman İzmir’de akıp geçti, bizleri de önüne katıp kovalayarak. Çocuklukta yaşanan pek çok güzel anı birer resim oldu. Ağustos ayındayız, sıcaktan, meraktan kavrulmuşuz. Kıbrıs Savaşı, ikinci harekât günleri. Yalnızca göz ucuyla değil, benliğimizin boyunun yettiğince radyodan, televizyondan duyduklarımızı, gördüklerimizi anlamaya çalışıyoruz. Fısır fısır bir savaş, kulaktan kulağa yayılıyor olan biten ve ağustos sıcağında İzmir. Oyunlarımız ağır çekim; içimizden oynamanın gelmediği rolleri bizlere dağıtmışlar da rolümüze isyan eder gibiyiz.

Bir şeyler ama her zamanki gibi olmayan bir şeyler oyunlarımıza siniyor, oyunlarımız neşe kokmuyor. Ana babalarımız birkaç ayda onlarca yıl büyümüş gibiler; yüzlerinde gülücük yerine yeller esiyor ve bizler üşüyoruz. Yazla birlikte savaş da bitiyor, pek çok yaşamı da bitirerek. Savaşı kazanmışız ama lojmandan yakın arkadaşım Canan’ı kaybediyorum; babası Binbaşı Fehmi Ercan Amca’yı Kıbrıs’a emanet edip Ankara’ya taşınıyorlar. Keşke hiçbir şey kazanmak zorunda olmasaydık diye düşünüyorum. Taşınma işinin çocuklar arasında da konuşulur hâle gelmesi bu günlere rastlar. “Bursa” lafı ağızlarda, kulaklarda geziyor. Öğretmenlerin hepsi gidecek; İzmir’deki Hava Lisesi kapatılıyor. Hatırladığım ne kadar öğretmen varsa olduğu gibi tayinleri çıkmıştı; büyük bölümünün Bursa’ya, diğerlerinin de İstanbul’a. Biz Bursa kervanında olanlardandık. Lojmana kuzenlerim gelirdi, hep beraber sinemaya giderdik.

Hiçbiri filmi bitiremez, uyuyakalırdı. Onlardan biriydi Emel. “Karagöz’le Hacivat Bursa’da” demişti, “Mezarlarında kocaman bir kılıç saplıymış, hâlâ orada duruyormuş!” diye de devam etmişti. Gözlerimi ne kadar açıp ona baktığımı ve ne söylediğimi tam olarak hatırlamıyorum. Şerif’le taşınma işinin fazla lafını etmezdik. Yaşadığımız bu yere o kadar alışmış ve sevmiştik ki, gözlerimiz bile bir şey anlatmazdı gitmek konusunda. Bir gün Erdoğan Amca, “Ahmet’le kantine gidip boş karton kutu getirin” dedi Şerif’e. Erlerden birini tembihlemiş, kutu ayıracakmış. Bu sefer ne ok gibi fırladık ne şahin olduk şahlandık, ağır aksak, istemez hâlde kantine doğru yola koyulduk. Ağzımızı bıçak açmıyordu. Sanki yolda birileri bizi görüp, “Hah, işte olacağı buydu! Bunca koşturup tepindiniz, hadi ne hâliniz varsa görün Bursa’da!” diyecekmiş gibi mahzunduk.

Kantine vardık, Erdoğan Amca’nın tembihlediği eri bulduk. Er bize şöyle bir baktı, önce ensesini, sonra güneşten yanmış yüzünü sıvazladı, kepini düzeltti, “Keşke komutanım deseydi, biz eve bırakırdık kutuları” gibisinden mırıldandı. Belli ki bu iki yiğide bir şeyler taşıtmak ona da ağır gelmişti. Bu civanmert gibilerini Kıbrıs dağlarında cirit atıyor diye aklından geçirdiyse de bize bir şey söylemedi (İlk kitaba hâkim olanlar anlayacaklar). Er, ayırdığı kartonları gösterdi; bazıları benim boyumu bile geçiyor, civanım ne yapsın! Taşıyabileceğimiz şekilde bir tanesini verdi, “Kalanları biz hallederiz” gibisinden bir şeyler söyledi. Boş kutu elimizde, güneş tepemizde eve doğru yürüyoruz.

“Bunlara kitapları falan koyarız” dedim, sonra kutuya koymak için kitaptan başka bir şeyin aklıma gelmemiş olmasına şaşırıp sustum. Şerif’im kitap sözünü benden duyunca duygulanıp ağlamadıysa başıma güneş geçtiğini düşünmesindendir. Babalarımız bazı hafta sonları Bursa’ya gidip ev bakıyorlardı. Aile sohbetlerinde kimin nerelerde ev tuttuğu falan konuşuluyordu. Biz çocuklar olan bitenden o kadar kopuktuk ki, aklımıza “Neden farklı yerlerde ev bulmak zorundasınız?” diye sormak bile gelmiyordu. Sanki bir el hepimizi, yaşadığımız bu yerlerle beraber alıp Bursa’da gene hepimizin birlikte yaşamaktan büyük mutluluk duyacağı bir yere bırakacaktı.

Bir gün, “Ali’m, ben Çekirge taraflarında bir yer buldum” dedi Erdoğan Amca. Babam, “Valla Erdoğan’ım, ben daha arıyorum” diye cevap verdi. Hani, “Bulana kadar buradayız!” der gibi rahat söylemişti babam. Başlarımız bu söz üzerine Erdoğan Amcama çevrildiğinde, “Ali’m, bir an önce bulmak lazım. Bursa’nın kışı sert olur” demişti. Birkaç hafta içinde babam da Çekirge’de ev tuttuğu haberiyle Bursa’dan geldiğinde artık okullar açılmak üzereydi. Bizim ev neredeyse yarı yarıya toplanmış durumdaydı; etrafta kutular, istiflenmiş paketler. İlkokul 3. sınıfa yine İzmir’de başladım. Sınıfta dikkatimi çeken ilk şey, bazı arkadaşlarımın olmamasıydı. Sınıf arkadaşlarımdan Mehmet Ali’yi aradı gözlerim. Öğretmenime sordum, “Onlar Eskişehir’e tayin olmuşlar. Babası teknik sınıf subayıydı. Eskişehir’deki hava üssüne gideceklermiş” dedi. Başka arkadaşlarım da gitmiş. İlk defa gördüğüm çocuklar sağımızdaydı, solumuzdaki sıralarla birlikte tam harman yerine dönmüştük. Zaman çocuklukta akmaz gibidir ya, şimdi daha da donmuş gibiydi sanki. Donmayan bir şeyi keşfetmem için annemin beni kantine yollaması gerekiyormuş.

Elime 2 lira tutuşturup, “Git ekmek al” dedi. Kantindeki erle ekmek için arbede yaşamadıysam, yaşımdandır. Beni ekmeğin fiyatının artık 2 lira olduğuna inandırması zaman aldı, çünkü evden onca yolu bir daha dönmek zorunda kalacak olan bendim. Kantindeki birkaç kişi daha, “Oğlum, artık 1 değil, 2 lira ekmek” dedi de, ikna olup ekmekle beraber eve döndüm. Annem zaten bildiği için 2 lira tutuşturmuş elime. Sınıfta eksilme, ekmek fiyatında artış, “Allah sonumuzu hayretsin” demek var ama yaşım henüz dokuz. 3. sınıfın ilk güzelliği ise, cumartesi yarım gün olan derslerin kaldırılmasıydı. Nihayet günler sonrasında güzel bir haber almıştım. Gerçi ettiğim onca duaya karşılık okullar kapanmalıydı ama bu da bir başlangıçtı. Okullar açılalı bir ayı geçmişti. Babam hafta sonu Bursa’ya taşınacağımızı söylediğinde “bir şeyi kırk kere söylersen olur tabii” gibisinden bir sessizlik oldu. Arkadaşlarımdan hemen hepsi evlerini taşımışlardı bile.

Sanki kalan gözcü bendim ve şimdi ben de elimizdeki toprakları devredip gidecektim. Kalan üç dört gün boyunca, okuldan her geldiğimde uzun uzun lojmandaki oynadığımız yerleri dolaştım. Zakkumlara dokundum, ağaçlara tırmandım, palmiye dallarından yaptığımız kılıçları evdeki odama getirdim. Sanki ne kadar çok gezersem o kadar çok şeyi beraberimde götürecekmişçesine gezip durdum sevdiğim yerlerde. Bir sabah kamyon geldi kapımıza. Birikmiş o kadar çok şey var ama biz evimizden yalnızca kutulara doldurduğumuz eşyalarımızı kamyona yüklüyoruz. Sapanım, tahta kılıçlarım kaybolmasın diye annemi belki kırk kere tembihledim. O gün bu günmüş, anladım! Bir yerden âdeta kazınırcasına ayrılmak neymiş, ilk o gün öğrendim. Önce kamyon ayrıldı lojmandan. Kalan birkaç komşuyla son kez vedalaştık ayaküstü ve minibüslerden birine bindik. Güneş, pencereden rahatça görebildiğim kadar inmişti çevreye. Babamın kucağında ben, annemin kucağında kız kardeşim, yan yana oturuyoruz. Minibüs nizamiyeden çıkmak üzereyken babam hüzünlü bakışlarıyla, “Ee, hadi bakalım, elveda lojman” dediğinde, “Nasıl yani, bir daha dönmeyecek miyiz?” dediğimi hâlâ hatırlarım. Babam buruk bir gülümsemeyle bana baktı, sonra pencereden uzaklaştı bakışları.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
  • Kitap AdıSarı Siyah Bursa
  • Sayfa Sayısı136
  • Yazar Ahmet Şerif İzgören, Ahmet Nacar
  • ISBN9786055286170
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • Yayıneviİzgören Yayınları /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2 ~ Ahmet Şerif İzgörenŞu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2

    Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır 2

    Ahmet Şerif İzgören

    Elma Yayınevi ve Ahmet Şerif İzgören, Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır kitabının ikincisiyle tekrar okurlarının karşısında. Çıktığı ilk günden itibaren Elma Yayınevinin...

  2. MOKS ~ Ahmet Şerif İzgörenMOKS

    MOKS

    Ahmet Şerif İzgören

    Size bu yazıyı martılarla ve dört tane tavşanla göz göze, bir adanın kıyısında, üzerim deniz suyu, üç arkadaşımla beraber ahtapot ve denizkestanesi yerken yazıyorum.

  3. İş Yaşamında 100 Kanguru ~ Ahmet Şerif İzgörenİş Yaşamında 100 Kanguru

    İş Yaşamında 100 Kanguru

    Ahmet Şerif İzgören

    Bundan yüz yıl kadar önce bir İngiliz kolonist, Avustralya’ya gider. Bir Avustralya yerlisi (Aborjin) eşliğinde kıtayı dolaşırken birden o güne kadar görmediği garip bir...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur