Birinci Bölüm
Yılbaşı tatilleri, bayramlar, doğum günleri sizin olsun. Benim için yılın en güzel günleri her zaman Treginnis’te, Rob amca ile Eleri yengenin çiftliğinde geçer. Galler’deki bu çiftlik sarp kayalıkların, eski püskü ahırların, sağda solda gezinen koyunların, sarkık memeli ineklerin hükmü altındadır. Tavuklardan taptaze, sımsıcak yumurtalar toplar, ineklerden süt sağmayı öğrenirsiniz burada. Foklarla beraber yüzüp güneşlendiğiniz koylar, balina ve yunusları uzaktan izlediğiniz kayalıklar, yatıp dinlendiğiniz bembeyaz kumsallar vardır dört bir tarafta. Benim gibi bir şehir çocuğu için bulunmaz Hint kumaşıdır yani burası. Daha iyisini düşleyemem, hatta daha iyisi olamaz bile. Şahin Kayası’na sırtımı verip meltemin tadını çıkarabilir, tarlalarda koşup yuvarlanarak eğlenebilirim.
Barry’nin sarı uçurtmasını gökyüzünde gezdirebilir, eskimiş teknesiyle gölette ördeklerle yarışabilirim. Yani burada her yaz, unutulmaz bir yaz hâline gelir. Fakat hiç şüphesiz ki buradaki en unutulmaz yaz, Kum Adam’ı, dev kaplumbağaları ve elbette o “kocaman gri salatalığı” gördüğümüz yazdı. Her sene olduğu gibi trenle gelmiştim. Eleri yenge beni istasyonda karşıladı, süt kokulu öpücükler ve içten gülücüklerle selamladı.
Ama yanında Barry yoktu. Nedenini hemen öğrendim. “Daha dün sabah oldu,” dedi Eleri yenge, arabanın inatçı vites kolunu ikna etmeye uğraşırken. “Koyunlara pire ilacı verdiğimiz çukurun oradaki tepelik var ya? Babasıyla top oynuyorlarmış orada, düşüp bacağını kırmış. Hem de iki yerinden. Fena vallahi. Alçıya aldı doktor, kafasına da altı dikiş attı. Her yeri kan revandı. Beyin sarsıntısı geçirmiş bile olabilirmiş. Birkaç gün hiç kıpırdamadan dinlenmesi gerekiyormuş.” Eliyle dizime vurdu. “Ama iyi olur bundan sonra. Sen geldin ya.
Onun da neşesi yerine gelir.” Çok fena olmuştu bu. Barry benim kuzenimdi ama aynı zamanda hayattaki en yakın dostumdu. Aslında birbirimizden çok farklıydık, bir elmanın iki yarısı gibi değil, elmayla armut gibiydik. Barry benden en az bir baş uzundu, çok daha hızlı koşardı, nerede ve nasıl balık yakalanacağını avucunun içi gibi bilirdi. Tavşan sesi taklidiyle tilkileri bile kandırırdı. Hele kimse ama kimse, onun gibi zekice eşek şakaları yapamazdı. Öyle bir işletirdi ki herkesi…
Bense onun aksine kitap okumayı sever, Rus üstatları kıskandıracak kadar satranç oynar, sadece dört saniyede tüm alfabeyi sayabilirdim, hem de sondan başa. Eleri yenge, yol boyunca bir şeyler anlattı durdu fakat ben tek kelimesini dahi dinlemedim. Koskoca bir ay boyunca tek başıma, kırık bacaklı Barry ile ne halt edeceğimi düşündüm. “Hadi bakalım,” dedi yengem sonunda. “Geldik.” Evin önüne park ederken, Polly yavru ceylan gibi seke seke yanımıza geldi. Polly, Barry’nin kız kardeşi, yani benim küçük kuzenim. Henüz yedi yaşındaydı ve tavşan gibi zıplamaktan daha çok sevdiği şey yoktu. Geçen seneye göre birazcık boy atmıştı, çok değil. Bir de öndeki iki dişinin yerinde artık yeller esiyordu. Elimi tuttuğu gibi beni arabadan dışarı sürükledi ve “Barry’nin bacağı kırıldı!” diye neşeyle ilan etti. Barry oturma odasında, üstünde pijamaları, kanepede uzanıyordu. Bembeyaz alçıyla kaplı bacağı, diğerine göre iki kat uzun ve kalın görünüyordu. Beyaza kesmiş ayak parmaklarını oynatarak, “N’abersin Mike?” dedi. “Gördüğün gibi bacağım kırıldı.” Eliyle alçılı bacağına yavaşça vurdu. “Evet, görüyorum,” dedim.
“Babam yüzünden oldu,” dedi. “Bana çelme taktı.” “Hiç de bile!” dedi Polly. Barry’nin Polly’ye verdiği cevabı buraya yazmayacağım ama, o cevap sayesinde kendimi yeniden, hem de ânında evimde hissettiğimi söyleyebilirim. Akşamüstü Rob amca ve Dedişko tarlalardan geldi. Eleri yenge çay demledi; yanında da Galler usulü pastalar, çörekler, ahududu reçeli ve krema getirdi. Çiftlikteki ilk akşam yemeğini pek sevmezdim genelde, biraz sıkıcı olurdu. Herkes annem hakkında, okul hakkında sorular sorup dururdu.
Tabii Dedişko hariç. Dedişko bizim büyükdedemiz olur; ailenin en büyüğü, en bilgesidir. Herkes onu çok sever. Ben de öyle. O akşam da yine beni soru yağmurundan o kurtardı; kremayı önüme itti ve “Aferin oğlum Michael, götür çörekleri,” dedi. “Ne yapıp edip seni şişmanlatacağız!” Yemeğin ardından Polly’nin banyo vakti geldi. Bir süre sonra pembe geceliğiyle merdivenlerden indi, tertemiz hâliyle Dedişko’nun yanına koştu ve “Hikâye zamanı!” diye haykırdı. “Lütfen kelimesine ne oldu?” dedi Dedişko. “Lütfeeen!” dedi Polly, tüm sevimliliğiyle. Dedişko, Polly’yi böylesi yumuşatabilen tek kişiydi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKum Adam ile Kaplumbağalar
- Sayfa Sayısı80
- YazarMichael Morpurgo
- ISBN9786052858646
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ana Cadde ~ Sinclair Lewis
Ana Cadde
Sinclair Lewis
İlk kez 1920’de yayımlanan ve Lewis’i hemen başarıya kavuşturan Ana Cadde, Amerikan kasaba yaşantısını keskin ve alaycı bir bakışla ele alıyor. Roman, Carol Milford’ın,...
- Beynimdeki Yangın ~ Susannah Cahalan
Beynimdeki Yangın
Susannah Cahalan
Dünyada nadir görülen ve tanı koymanın çok zor olduğu bir hastalıkla savaşan gazeteci Susannah Cahalan, Beynimdeki Yangında kendi öyküsünü kaleme alıyor. Delirmenin ve unutmanın...
- Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi ~ Alexandra Bracken
Prosper Redding`in Tüyler Ürpertici Hikâyesi
Alexandra Bracken
Etta ve Nicholas. Kadere yön verenin tesadüfler değil seçimler olduğu bir dünyada âşık oldular. Birlikte de kalabilirlerdi, sonsuza dek ayrı da düşebilirlerdi. Tarih ellerinde...