Kalktı kayanın üzerinden, yürüdü mağaranın önüne doğru. Çömeldi, siyaha yakın, koyu yeşildi yerdeki çimenler ve toprak nemli, dirençliydi. Çimenleri ve üç yapraklı yoncaları yoldu; kolayca koptular topraktan, zayıftılar. Onları yolduğu yerdeki toprağı avuçladı. Eline aldı, kaldırdı. Elinin içinde sıktı onu, bıraktı. Bir hareket oldu, bir ses… Döndü hemen arkasını, eli beline gitti. Oradaki çalılar sallanıyordu. Bir sincap ağaca çıktı kocaman ve uzun tüylü kuyruğuyla. Bir yusufçuk kuşu öttü uzun uzun.
Pembe’yle Ülkü de öyle miydi? Ama o zaman onların yüzleri neredeydi şimdi, bakışları? Ne zaman fark edeceklerdi onun oradaki varlığını? Ülkü’nün kapıyı vurup da gidişi ve o kapıyı çaldığında Pembe’nin kapıyı açışı… İçeriden gelen televizyon sesi, arkasındaki loş ışık, birinin zemine sürterek ağır bir eşyayı kaydırması, düdüklü tencerenin ötüvermesi… Daha ilk anda anlamıştı hâlbuki, değil mi? Tanırdı o, onu, iyi tanırdı. Artık geriye dönemezdi; bu mümkün değil. Tek başınaydı. Bunun affı yoktu. Ve diğerleri, o hep yanında ve arkasında olanlar… Onlara ve onları var eden Tanrıya da inancı kalmamıştı artık. Ne komik, hâlbuki kovulduğu yer cennet bile değildi. Hiçbiri felaketten başka bir şey getirmemişlerdi, hem de başından başlayarak. Teslim olmayacaktı onlara. İhanet cezasız kalamazdı. Kalmamıştı, kalmayacaktı da. Sonuna kadar insanlığın yüzünde, içi kıvıl kıvıl irin kaynayan bir çıban gibi devam edecekti yaşamaya. Sonuna kadar…
Önsöz
Göreceli kavramlar üzerine genel ve kesin yargılar öne sürmek, en azından bir cehalet belirtisi olabilir; özellikle de söz konusu insan olduğunda. Her insanı diğer insanlardan ayıran öznel koşulların mutlak varlığı, nesnel bakış açısını gözeten akılcı yaklaşımlar tarafından yeterince göz önünde bulunduruluyor olsa da, tüm bu yaklaşımların ulaştığı sonuçlar, o insanı yalnızca yaftalamaktan öteye geçemeyecektir. Çünkü insanlar maskeler takar. Görünen toplumsal yaşam ve öznel koşulları arasında onlar hem toplumsal hayata uygun hem de kendi farklılıklarını ortaya koyan tutum ve davranışlar sergiler. Böylece iki sert katman arasında akışkan bir katman daha oluşur. Bu, bir tür ara boyuttur. Bazen de bu rollere göre şekil alan akışkan katman, toplumsal hayatı da bireysel tutum ve davranışları da etkileyebilir, hatta kökten değiştirebilir. Bunun sonucunda da alışık olduğumuz o toplumsal uyum ve yıllar da geçse yadırgamaya devam edeceğimiz kargaşa ve çatışma ortamı meydana gelir.
Aslında günümüz koşullarında, bireysel tutumların kitlesel tutumlardan daha çok ön plana çıktığı varsayılacak olursa, dün ve gelecek arasında, insanlığın bir kesite hapsolduğu düşünülebilir. Dünün farklı düşünsel seçeneklerinin kitlesel olma zorunluluğu taşıması ve düşünce akımlarının ortaya koymuş olduğu farklı olasılıklar, yaşamı belirleyen yahut dizginleyen şartlara karşı olumsuz his ve düşünceler besleyen ya da bu tür tutum ve akımlardan etkilenen insanlar için cazipken ve yarın, bugünün ve yine yarının kendiliğinden türeyecek olumsuz özelliklerinden yeni seçeneklerin türemesi saltık bir gerçekken, bugünün seçenek kısırlığı, insanları bu zaman alaşımından muzdarip kesitte kıstırmış gibi görünüyor. Bunun sonucunda da bireysel mantık, bilgi, sezgi, vicdan ve duygular, insanların var olan bütün disiplinlerden uzak yaşamı görüş biçimlerini ve farklılıklarını oluşturuyor. Üstelik teknoloji gibi bir unsurun gün geçtikçe yaşamı daha çok ele geçiriyor olması da ve teknolojinin büyüsü daha özdekçi bir algılama yaratıyor gibi görünse de insanların bu, birbirinden kopmuş ve çözüm üretemiyor hâli, zorunlu gelişim içinde uzun süre devam etmeyecektir; edemez. İnsanı insan yapan unsurların, ortak sorunlara çözüm arayışını ve birçok çözüm seçeneğini beraberinde getirmesi mümkündür.
Bu bağlamda yazınla insanı birbirinden ayırmak ya da yazın ürünlerinde çaresiz, bedbin insanlarla, üstün, eksiksiz ya da hayali insanları işlemek hata olacaktır. Çünkü ne bugünün bedbin ne de bilim kurgusal geleceğin, üstün, hayali insanı bu çözümleri bulacak olanlardır. Bizim insanımız, herkes gibi yaşayan, herkes gibi düşünen, umut besleyen, bir noktada umudunu yitiren ve ondan sonra yeniden düşünerek, çalışarak, didinerek, hatalar yaparak, defalarca düşüp kalkarak ve tüm öznel ve nesnel koşulları içinde bir araya gelerek artı güç üretip çözümü yaratacak olandır. İşte burada yazın, bu kesit insanının yarına ilişkin tutumunu, duruşunu işlemelidir ki, karanlığa ışık tutma özelliğini yineleyebilsin. Sonuçta, bazen bir tek söz ya da bir tek cümle ve bazen de uzun bir metin, yaşadıkça biriktiren insan için bir kıvılcım özelliği taşıyabilir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıEkmeğin Tuzu Yok
- Sayfa Sayısı162
- YazarMert Beran Dağ
- ISBN9786057789501
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPhoenix Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Güz Gelmeden ~ Selçuk Baran
Güz Gelmeden
Selçuk Baran
“Yeryüzünde büyük insanlar var: Peygamberler, başkomutanlar, vatan kurtaranlar, insanlığa hizmet eden bilim adamları… Küçük insanlar da var: Fener bekçisi Affan gibi. Ama hepsi yataklarını...
- Zor Saat ~ Thomas Mann
Zor Saat
Thomas Mann
Hayatınızdan tat almak, gerçekten, bilinçli, sanatkârane şekilde tat almak istiyorsanız, asla yeni şartlara alışmaya uğraşmayın. Alışmak ölümdür. Ahmaklıktır. Yaşamaya alışmayın, hiçbir şeyin sıradanlaşmasına izin...
- Muzaffer ~ Memduh Şevket Esendal
Muzaffer
Memduh Şevket Esendal
Muzaffer ve annesi İstanbul’un eski bir mahallesindeki mütevazı evlerinde, kimselere yük olmayan yaşayışlarını sessiz sedasız sürdürürler. Evin erkeği hastalanıp erkenden göçmüştür öteki dünyaya. Anne...