Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İnsanın Anlam Arayışı
İnsanın Anlam Arayışı

İnsanın Anlam Arayışı

Viktor Emil Frankl

Saplantılı bir aşk. Şiddetli bir tutku. Çarpıcı bir yetenek. Ve geceleri yusufçuk kılığında gezen bu gizemli kız… Yusufçuk Gece Gelir, edebiyat dünyasında son 10 yılın en yankı uyandıran yazarının sıradışı ikinci romanı.

20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor Frankl, otuzun üzerinde yabancı dile çevrilen ve bütün dünyada 12 milyondan fazla satan İnsanın Anlam Arayışı’nda, kurucusu olduğu logoterapinin ilkelerini, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampındaki deneyimleri eşliğinde anlatmaktadır.

Okurlar, Frankl’ın tasvir ettiği toplama kampının, dünyayı daha büyük bir hapishane olarak kavramamızı sağlayacak parlak bir metafora dönüştüğünü fark edecektir. Gasset, Heidegger ve Sartre’dan aşina olduğumuz düşünceler ışığında, varoluşun çetin koşullarında “anlam”ı keşfetmemize yardım edecek süreci anlatan Frankl, “İnsanı insan yapan nedir?” sorusuna da yanıt vermeye çalışıyor…

“Gerçekten ihtiyaç duyulan şey, yşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi. Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi. Yanıtımızın konuşma ya da meditasyondan değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu. Nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu almak anlamına gelir.”

ÖNSÖZ

Elinizdeki kitabın yazanı psikiyatrist Dr. Frankl, şöyle veya böyle çeşitli acılar içinde kıvranan hastalarına bazen “Neden intihar etmiyorsunuz?” diye sorar. Bu soruya verilen yanıtlardan. birçok durumda, kendi psikoterapi yaklaşımının belirleyici ilkelerini bulabilmektedir: Birisinin yaşamında, onu yaşama baglayan çocuklanna yönelik sevgi söz konusudur; bir başkasında kullanılacak yetenekler; bir üçüncüsünde belki de sadece korunmaya değer canlı anılar. Parçalanmış yaşamın bu ince ipliklerinden sağlam bir anlam ve sorumluluk örgüsü dokumak, çağdaş varoluşçu analiz’in Dr. Frankl’e özgü yorumlanışı olan logoterapi’nin konusunu ve hedefini oluşturmaktadır.

Bu kitapta Dr. Frankl, logoterapiyi keşfetmesine yol açan kendi deneyimlerini anlatmaktadır. İnsanlık dışı toplama kamplanında uzun süre kalan bir tutuklu olarak, kendini, çıplak varoluşa soyunmuş olarak bulmuştur. Babası, annesi, erkek kardeşi ve kanısı bu toplama kamplarında ölmüş ya da gaz finnlanına gönderilmiş, bu nedenle kız kardeşi hariç, ailesinin tamamı bu kamplarda yok olmuştur. Her şeyini kaybeden, bütün değerleri yok edilen, açlığın, soğuğun ve acımasızlığın altında ezilen, her an, her saat imha edilmeyi bekleyen bir tutuklu olarak Dr. Frankl, yaşamı nasıl sürdürmeye değer bulabilirdi? Böylesine olağandışı şeyleri kişisel olarak yaşayan bir psikiyatristi dinlemeye değer. Insan durumumuzu bilgece ve şefkatle ele alabilecek birisi varsa, bu, Dr. Frankl’den başkası değildir. Anlattıkları derinlemesine dürüst bir halkaya sahiptir, çünkü aldatmaca olamayacak kadar derin deneyimlere dayanmaktadır. Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki bugünkü pozisyonu ve yine Viyana’daki kendi ünlü Nöroloji Polikliniği’nde şekillenen ve bugün birçok ülkede sayısı hızla artan logoterapi klinikleri nedeniyle, söyledikleri çok daha büyük bir saygınlık kazanmaktadır.

Viktor Franklin teori ve terapi yaklaşımını, kendisinden once gelen Freud’un çalışmasıyla karşılaştırmaktan insan kendini alamıyor. Her iki doktorun ilgi alanı da temel olarak nevrozların yapısı ve iyileştirilmesidir. Freud, bu can sıkıcı rahatsızlıklanın kökenini, çatışan bilinçdışı güdülerinin neden olduğu kaygıda aramaktadır. Frankl ise çeşitli nevroz türleri arasında aynm yapmakta ve bunlardan bazılarını (noöjenik nevrozlar), acı çeken kişinin, varoluşunda bir anlam ve sorumluluk duygusu bulmayı başaramayışına bağlamaktadır. Freud, cinsel yaşamdaki engellenmeyi vurgular; Frankl ise “anlam istemi”nin engellenmesini. Bugün Avrupa’da Freud’dan belirgin bir uzaklaşma ve aralannda logoterapi okulunun da bulunduğu varoluşçu analize yaygın bir yöneliş yaşanmaktadır. Freud’u reddetmek yerine, kendi yapısıni onun katkıları üzerine kurmaktan memnunluk duyması, Franklin hoşgörülü yaklaşımının tipik bir özelliğidir; ayrıca diğer varoluşçu terapi yaklaşımlarıyla zıtlaşmaya girmediği gibi, bunlarla olan akrabalığını da hoşnutlukla karşılamaktadır.

Elinizdeki bu metin kısa olmasına rağmen, sanatçı bir ruhla yazılmıştır ve okuyanı anında yakalamaktadır. Bu kitabı bir otu

ruşta ve iki kere okudum, okurken bir an bile elimden bırakmadım. Dr. Frankl, öykünün ortalarından sonra bir yerlerde kendi logoterapi felsefesini tanıtmaktadır. Bu felsefeyi metnin akışı içinde öylesine incelikle sunmuştur ki, okur ancak kitabı bitirdikten sonra, kitabın toplama kamplanına ilişkin bir başka vahşet öyküsünden ibaret olmadığını, büyük bir derinlige sahip bir deneme olduğunu kavramaktadır.

Okur, bu otobiyografi parçasından çok daha fazlasını öğrenir. Insanın, “aptalca çıplak yaşamından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını” ansızın kavradığı zaman neler yaptığını öğrenir. Franklin, coşkudan ve duygu yitiminden oluşan karışıma ilişkin tanımı, son derece dikkat çekicidir. Ilk once, kişinin kendi kaderine yönelik, soğuk ve duygudan kopanlmış bir merak imdada yetişir. Bunun hemen sonrasında, yaşama şansının son derece az olmasına karşın, kişinin yaşamından arta kalanlan korumasına yönelik stratejiler gelir. Sevilen insanlara ilişkin sıkı sıkıya korunan imajlar, din, keskin bir mizah duygusu, hatta doğanın iyileştirici güzelliklerine (bir agaca, günbatımına) kaçamak bakışlar yoluyla, yaşanan açlığa, korkuya ve haksızlık karşısındaki derin öfkeye katlanmak mümkün olabilmektedir.

Ama bu rahatlatıcı etkenler, tutuklunun, görünürdeki anlamsız, acı verici durumdan, daha büyük bir anlam çıkarmasına yardim edemediği sürece yaşama istemini oluşturmaya yetmemekjedir. İşte bu noktada varoluşçuluğun ana temasıyla karşı karşıya geliriz: Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktadır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlen mek zorundadır. Kişi bunu başarabildiği takdirde, onur kıncı batan rezilliklere karşın gelişimini sürdürecektir. Frankl, Nietzsche’nin şu sözünü anmayı çok seviyor: “Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir.”

Toplama kampındaki şartlar, tutuklunun ayaklanı altındaki toprağı çeker. Yaşamdaki bilinen bütün hedefler uçup gider. Geriye kalan tek şey, “insan özgürlüklerinin sonuncusudur.” yani, “kişinin belli bir durum karşısında kendi tavnını belirleme” yetisidir. Eski çağ stoikleri kadar çağdaş varoluşçular tarafından da benimsenen bu nihai özgürlük, Frankl’in öyküsünde canlı bir anlam kazanır. Toplama kampındaki tutuklular sadece sıradan insanlardı, ancak en azından bazıları, “çektikleri acıya değdigine” karar vererek, insanın, dışandan görünen kaderinin üstüne çıkma yetisini kanıtlamıştır.

Kuşkusuz, psikoterapist olarak Dr. Frankl, bu ayırt edici insan yetisini kazanması için insana nasıl yardım edebileceğini bilmek istiyor. İçinde yaşadığı şartlar ne kadar ürkütücü olursa olsun, bir hastada, yaşam karşısında sorumlu olduğu duygusu nasıl uyandınlabilir? Frankl, birlikte yaşadığı tutsaklarla yaptığı ortak terapi çalışmasına ilişkin canlı bir açıklama sunuyor.

Yayıncının talebi üzerine Dr. Frankl, kitaba, logoterapinin temel ilkelerine ilişkin kısa bir sunu ve bir de kaynakça eklemiştir. Şimdiye kadar bu “Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu’nun  (bundan öncekiler Freudçu ve Adlerci okullardı) yayınlan, temel olarak Almanca’ydı. Bu nedenle okur, Dr. Franklin kendi kişisel metnini takdirle karşılayacaktır.

Avrupalı birçok varoluşçudan farklı olarak Dr. Frankl, karamsar olmadığı gibi dine de karşı değildir. Tersine, acının ve şeytani güçlerin her yerde bulunduğunu tam olarak gören bir insan olarak, insanın, içinde bulunduğu zor durumu aşma ve yol gösterici uygun bir gerçek (doğru) keşfetme becerisi konusunda şaşırtıcı ölçüde umut verici bir görüşü savunmaktadır.

Bu küçük kitabı yürekten tavsiye ediyorum, çünkü bu, en derin insan sorunlan üzerinde odaklaşan dramatik bir hazinedir. Edebi olduğu kadar felsefi bir degere de sahiptir ve günümüzün en anlamlı psikoloji hareketi konusunda sürükleyici bir sunu sağlamaktadır.

GORDON W. ALLPORT

1.BASKIYA ÖNSÖZ

1984 BASIMINA ÖNSÖZ

Bugün bu kitap, 19 dile çevrilmiş olmasının yanı sıra, yetmiş üçüncü Ingilizce baskısını görecek kadar yaşadı. Ve sadece Ingilizce baskılan iki buçuk milyona yakın bir satış sayısına ulaştı.

Bunlar kuru gerçekler ve Amerikan gazetelerinin ve özellikle de Amerikan TV istasyonlanının muhabirlerinin, bu gerçekleri dinledikten sonra sık sık “Dr. Frankl, kitabınız gerçek bir bestseller oldu. Böylesine büyük bir başarı için ne hissediyorsunuz?” diye sormalarının nedeni belki de bu kuru gerçeklerdir. Bu soruya benim tepkim, her şeyden önce bugün bestseller (en çok salan kitap) konumundaki kitabımı, kendi açımdan bir başan olarak değil, daha çok, çağımızın içinde bulunduğu acınası durumun bir dışavurumu olarak gördüğümü söylemekten ibarettir; eğer yüz binlerce insan, yaşamın anlamına ilişkin çok az şey vaat eden bir kitaba yöneliyorsa, bu, insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir sorun demektir.

Elbette başka şeyler de kitabın etkisine katkıda bulunmuş olabilir: Kitabın teorik olan ikinci bölümü (Genel Ilkeleriyle Logoterapi) deyiş yerindeyse, otobiyografisi olan birinci bölümden (Toplama Kampı Deneyimleri) damınlabilecek bir derse indirgenebilir; buna karşılık birinci bölüm, teorilerimin varoluşsal dogrulanması olarak iş görmektedir. Bu nedenle iki bölüm birbirini desteklemektedir.

1945 yılında bu kitabı yazarken bunlardan hiçbirisi aklımda yoktu. Kitabı dokuz günde yazmış ve kesinlikle isimsiz yayınlanmasına karar vermiştim. Aslında, ilk baskıdan önce, son anda, arkadaşlanmın en azından iç sayfalarda ismimin bulunması konusundaki ısrarına sonunda boyun eğmiş olmama karşın, özgün Almanca birinci baskının kapağında adım geçmemektedir. Ne var ki kitap başlangıçta, isimsiz kalacağı ve yazarına hiçbir zaman edebi bir ün sağlayamayacağı yolundaki mutlak bir inançla yazılmıştı. İstediğim tek şey, somut bir örnek yoluyla okura, yaşamın, her durumda, hatta en acınası durumlarda bile potansiyel bir anlam taşıdığını anlatabilmekti. Ve konu, bir toplama kampında olduğu gibi son derece aşın olan bir durumla örneklendiği takdirde, kitabımın amacına ulaşabileceğini düşündüm. Yaşadığım şeyleri yazma sorumluluğu hissettim, çünkü umutsuzluğa yatkın olan insanlara yararlı olabileceğini düşündüm.

Dolayısıyla, yazmış olduğum bir düzine kitap arasından, bana hiçbir zaman ün sağlamayacak şekilde isimsiz olarak yayınlanmasını amaçladığım bu kitabın böylesine bir başarı kazanması, benim açımdan garip ve dikkate değer bir olaydır. Bu nedenle Avrupa ve Amerika’daki öğrencilerime tekrar tekrar aynı uyanda bulunuyorum: “Başarıyı amaçlamayın. Bunu ne kadar amaç haline getirip bir hedefe dönüştürürseniz, kaçırma olasılığınız da o kadar artar. Çünkü mutluluk gibi başarının da peşinden koşamazsınız; kendisi ortaya çıkmalı, kendisi oluşmalı ve sadece ki

şinin, kendinden daha büyük bir davaya kişisel adanışının amaçlanmayan bir yan etkisi ya da kendini başka bir insana bırakışının bir yan ürünü olarak oluşmalıdır. Mutluluğun kendiliğinden olması gerekir, aynı şey başan için de geçerlidir: Ona aldırış etmeyerek, kendiliğinden gerçekleşmesine izin vermeniz gerekir. Bilincinizi dinlemenizi ve bilginiz dahilinde, bilincinizin sizden yapmasını istediği şeyi yerine getirmek için elinizden geleni yapmanızı istiyorum. O zaman, uzun vadede -uzun vadede diyorum!başan sizin peşinizden gelecektir, çünkü başarıyı düşünmeyi unutmuşsunuzdur.”

Bunu izleyen bölümler, Auschwitz Toplama Kampı’ndan çıkanlacak bir dersi almanızı sağlarsa, sevgili okurum, bu önsöz yazısı da amaçlanmayan bir bestseller kitaptan çıkanlacak bir ders verebilir.

Bu yeni basıma gelince: Kitabın teorik sonuçlarını güncelleştirmek amacıyla bir bölüm eklendi. Batı Almanya’da Regensburg Üniversitesi Büyük Amfisi’nde yapılan Üçüncü Dünya Logoterapi Kongresi’nin (Haziran 1983) onursal başkanı olarak verdiğim bir derse dayanan bu bölüm, “Trajik Bir lyimserlik Tartışması” başlığıyla kitabın 1984 Eki’ni oluşturmaktadır. Bu bölümün konusu, günümüz kaygılan ve insan varoluşunun olanca trajik yanlanna karşın “yaşama evet deme”nin nasıl olası olabileceğidir. Konu başlığına dönülecek olursa, “trajik” geçmişimizden çıkanlacak dersten, geleceğimize yönelik bir “iyimserlik” doğabileceği umut edilmektedir.

V.E. FRANKL

Viyana, 1983

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur