Arkadaşları, prenses bir annesi ve oyuncu bir babası olduğu için çok şanslı olduğunu söyleseler de küçük Elias’ın boyundan büyük bir derdi var. Annesi ve babası hep meşgul; hep meşgul! Düşünsenize; yedi yaşına gelmişsiniz ve ‘Uzaylılar’ oyununun nasıl oynandığını hâlâ bilmeyen bir anneye ve uçurtma yapmayı doğru dürüst öğrenememiş bir babaya sahipsiniz. Olacak şey değil! O zaman Kes-Pis-Kokulu-Sümüklü-Çişli-Mantar-Teke! Yeter Be!
Can sıkıntısını, bu şekilde saydıra saydıra gidermeye çalışan Elias’a göre hayatlarındaki en önemli eksiklik, annesinin de babasının da artık birer ebeveyninin bulunmaması. Ve tanıdığı bütün arkadaşlarının aksine, Elias’ın da ne bir büyükannesi ne de bir büyükbabası var. Ah! Ne olurdu çocukluk anılarını ardı ardına on kez severek anlatabilecek pamuk bir büyükanneye ya da kendisini hafta sonları parka götürebilecek tonton bir büyükbabaya sahip olabilseydi…
Elias’ın bu büyük derdinin çaresi, ufacık, minicik, kıpır kırpır, zıp zıp bir sarı yumurtada gizli. Üstelik bu yumurtanın içerisinde mucizevi bir sürpriz saklı: Sarı kanatlı, cep boy bir büyükanne! Yaşasın! Tam da Elias’ın hayalini kurduğu şey. Ninecik, şarkı söylemek ve yüzmek gibi bazı şeyleri doğuştan yapabiliyor. Ama yürümek, yıkanmak ve konuşmak gibi temel şeyleri bir türlü beceremiyor. Birilerinin ona yol göstermesi gerekiyor. Elas’ın işi zor. Çünkü eğer yumurtadan çıkan kanatalı bir büyükanneniz varsa, hayatınız bir hayli ilginçleşecek demektir…
Çek yazar Iva Procházková’nın içinizi yaşam sevinciyle dolduracak naif kitabı Büyükannem Cebimde, yalnızlık çeken çocukların düşlerini renklendirecek sıcacık bir dostluk öyküsü anlatıyor. Marion Goedelt’in göz alıcı resimleriyle ete kemiğe bürünen sevimli Ninecik, yüzünüze tatlı bir öpücük kondurabilmek için burnunuzu uzatmanızı bekliyor. Haydi, ne duruyorsunuz!?..
1. Bölüm
Prenses Anne ve Oyuncu Baba
İnsanın ailesi hava durumuna benziyor. Nasıl olacağını siz belirleyemiyorsunuz. Hoşunuza gitsin gitmesin, kabul edeceksiniz. O yüzden şikâyet etmenin de bir anlamı yok. Aslına bakarsanız ailedeki durum, hava durumundan daha kötü. Yağmur yağdığında şemsiyemizi açarız, olur biter. Güneş gözümüzü kamaştırıyorsa, güneş gözlüklerimizi takarız; kışın kar soğuğu bastırmışsa, sobanın başına oturup futbol formamızı veya oyuncaklarımızın giysilerini rahat rahat ütüleyebiliriz. Ama kolaysa, gıcıklık yapan anne babanızın üzerine bir şemsiye veya ütüyle gitmeyi deneyin bakalım! Deneyin diyorum da, elbette asıl demek istediğim; kesinlikle denemeyin! Hatta böyle bir şeyi rüyanızda bile düşünmeyin! Onlara sabır gösterin. Sabredin; sabrederseniz belki biraz sakinleşirler. Belki biraz yetişkin gibi davranabilirler.
Ailenizin her zamanki gibi sizi çileden çıkarttığı anlarda, aklınıza Elias’ın hikâyesi gelsin. Elias yakınlarda yedi yaşına bastı, ama düşünsenize; annesi ‘Uzaylılar’ oyununun nasıl oynandığını hâlâ bilmiyor, babası ise uçurtma yapmayı doğru dürüst öğrenmemiş! “Sen şanslısın!” diyor Elias’ın sınıf arkadaşı Viktoria. Bu kızın ön dişleri takma ve o yüzden havuç yemiyor. “Annen bir prenses gibi görünüyor!” “Doğru,” diye yanıt veriyor Elias, yüksek sesle. Aslında tanıdığı hiçbir prenses yok, ama bunu Viktoria’nın önünde açığa vurmaya niyeti de yok. Ardından, yalnızca kendisinin duyabileceği ikinci sesiyle, “Bu kızların prenses takıntısı ne yahu?” diye şaşırıyor.
“Bütün prensesler annem gibiyse, onlarla vakit geçirmek pek zevkli olmasa gerek.” Viktoria’nın annesinin prenses olmadığı kesin. Saçlarına şimdiden epey bir ak düşmüş; pantolon paçalarını dizlerine kadar kıvırıyor ve insanın canı onunlayken hiç sıkılmıyor. Viktoria’ya çok heyecanlı şeyler anlatıyor. Örneğin küçükken şiddetli bir yağmur yağmış ve Viktoria’yı okula, bir çamaşır sepetinin içine koyup kürek çeke çeke götürmüş. Ya da bir keresinde, teyzesi pijamasına düğme dikerken yanlışlıkla karnını da dikmiş; bu yüzden Viktoria’nın annesi, sonunda cesaretini toplayıp düğmeyi koparana kadar bütün gün geceliğiyle dolaşmış… bunun gibi şeyler.
Ayrıca Viktoria’nın annesi Viktoria’yla her akşam, fındık fıstığına ‘papazkaçtı’ oynar; kendisi de bu oyunda bir aldatmaca uzmanıdır. Elias’ın babası da uzmandır. Aldatma ve yalan söylemede değil ama; bütün oyunlarda, hepsinde, resmen uzmandır. Papazkaçtı, kızma birader, satranç, dama, dokuz taş ve daha bir sürü oyunu bilir. Kendisi oynamak istediği için değil; aslında onun işi, oyunları değiştirip daha iyi bir hale sokmaktır. Böylece oyunların hepsi daha güzel, daha renkli, daha gürültülü hale gelir ve insanlar bu oyunları satın almak ister. Elias’ın babası, bilgisayar oyunları icat eder. Emil arada bir ona kıskançlıkla, “Keşke benim babam da senin gibi olsa!” der. Emil’in spor ayakkabıları Elias’ınkilerle aynı; ikisinin de üzerinde, büyük bir ‘E’ harfi var. O yüzden spor salonunda üstlerini değiştirirlerken hep kavga etmek zorunda kalıyorlar. “Senin, evde en az bir milyon tane oyunun vardır herhalde, değil mi?” “Evet, en az bir milyon,” diyerek Emil’i doğrular Elias yüksek sesiyle. Sessiz ve alçak sesiyse şaşırmaktan kendisini alamaz:
“Bu oğlanların bilgisayar oyunu takıntısı ne yahu? Bilgisayarla oynadığında fındık fıstık kazanamazsın; kapıp kaçmayı da unutabilirsin!” Prenses bir anne ve oyuncu bir baba sahibi olmak ilk bakışta büyük şans gibi görünüyor. İkinci bakışta küçük bir şans oluyor, üçüncü bakıştaysa küçücük bir şans olarak görünmez hale geliyor. Pek bir zavallı, pek bir garip, pek bir fakir, mini minnacık bir şans damlası. Elias da kendini işte böyle, pek bir garip hissediyor. Şaşırmayın hiç; çünkü bu anne baba, çekilir gibi değil! Adamı çileden çıkarırlar valla! Elias da daha önce birkaç kez çileden çıkmış aslına bakarsanız, ama hemen tekrar çilesine dönmüş; çünkü biliyorsunuz çile olmadan, insan doğru dürüst saydıramıyor kimseye. Elias’ın böyle durumlarda kullandığı, çok sevdiği bir sözü var. Biraz zor ama çok güzel: Kes-Pis-Kokulu-Sümüklü-Çişli-Mantar-Teke! Yeter Be! Çok hızlı söylenmesi gerek ve Elias da bunu ışık hızıyla söyleyebiliyor. Örneğin cumartesi günü, kendi hız rekorunu kırarak birkaç kez arka arkaya söyledi bunu. Babası bilgisayar başında oturmuş bir şeyler yazıyordu. Güneş pencerede, Elias’a doğum gününde hediye edilen sarı futbol topu gibi parlıyordu. Elias, odada futbol oynayıp etrafa şut çekiyordu, ama şutlarından biri lambaya isabet edince durmak zorunda kaldı.
“Parka git oyna, hadi. Babanın işi bitince yanına gelecek, o zaman beraber oynarsınız,” diye söz verdi annesi. Elias dışarı çıktı, parkta duvara şut çekip durdu. Ama sonra top, duvarın üstünden aşıp gözden kayboldu. Babası akşama kadar bilgisayarın başında kaldı; top da tanımadığı kişinin bahçesinde. Elias parktan eve kadar, yol boyunca saydırdı durdu: “KesPis-Kokulu-Sümüklü-Çişli-Mantar-Teke! Yeter Be!” Çarşamba gününü de örnek verebiliriz. Annesi Elias’ı okuldan aldı ve şöyle dedi: “Buchlowitz Kalesi ve fotoğrafları hakkında bir video izlemem gerekiyor şimdi. Uslu dur hayatım. Film bitince, beraber ‘uzaylılar’ oynayacağız, söz.” Elias odasında resim yapıyordu, bunu duyunca sevindi. Annesinin ‘uzaylılar’ oynayamadığını biliyordu ama denemek istemesi bile onu mutlu etmişti. Fakat film acayip uzundu; üstelik annesi onu ikide bir durdurup geri alıyor ve kendi kendine notlar alıyordu.
Derken akşam oldu, babası çalışma odasından çıktı çünkü karnı acıkmıştı; annesi akşam yemeğini hazırladı ve böylece ‘uzaylılar’, bir kez daha unutulmuş oldu. Elias boyadığı resimleri aldı ve öfkeyle yırttı. Binlerce parçaya böldü. Parçaları tuvalete atıp üzerine de sifonu çekti. Ve tabii tuvalet tıkandı. O kadar sağlam tıkandı ki, babası tuvaleti pompayla açmak zorunda kaldı. Bunu yaparken Elias’a saydırdı, Elias da karşılık olarak ona saydırdı:
“Kes-Pis-Kokulu-Sümüklü-ÇişliMantar-Teke! Yeter Be!” Ama Elias yüksek sesiyle değil, kimse duymasın diye alçak sesiyle saydırdı. Annesiyle babasının, Elias’ın can sıkıntısını ve üzüntüsünü zaten bilmeleri gerekirdi. Daha sonra ikisi de iyi geceler öpücüğü vermek için Elias’ın yanına geldi ve böylelikle uykuya dalmadan önce, hepsi sakinleşip barışmış oldu. Elbette Elias, bunun kısa süreli bir barışma olduğunu biliyordu. Öyle veya böyle yine saydırmak zorunda kalacaktı, yarın değilse bile öbür gün; futbol veya ‘uzaylılar’ yüzünden değilse bile, başka bir şey yüzünden. Çünkü annesiyle babası, canları ne istiyorsa onu yapıyordu. Değişmeleri de mümkün değildi. Kötü eğitilmişlerdi. Ve Elias, onlara bu eğitimi verebilecek kimseyi tanımıyordu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBüyükannem Cebimde
- Sayfa Sayısı160
- YazarIva Procházková
- ISBN9786059153508
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kehanetin Oyuncağı / Belgariad 1 ~ David Eddings
Kehanetin Oyuncağı / Belgariad 1
David Eddings
Tanrılar Savaşı’nın ve Buyucu Belgarath ‘in işlerinin Hikâyesidir. -Alorn Kitabı’ndan alınmıştır DÜNYA YENİYKEN, yedi Tanrı uyum içinde yaşıyorlardı ve tüm insan kavimleri tek bir...
- Yalanın Erdemi ~ Joachim Zelter
Yalanın Erdemi
Joachim Zelter
Torun Witzleben’in akıcı bir biçimde konuşmayı öğrenmesiyle hayatındaki tek yakın akrabası olan büyükannesinin gerçeklerle mutsuz, yalanlarla mutlu olduğunu öğrenmesi aynı zamana rastlar. İhtişama, aşırılığa,...
- Bir Maskenin İtirafları ~ Yukio Mişima
Bir Maskenin İtirafları
Yukio Mişima
Yukio Mişima, yalnız Japon edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli, üzerinde en çok tartışılmış yazarlarından biri. Her yapıtıyla Japon ruhunu, bir yandan ürkütücü...