Bir Pembe Yalan…
Leydi Meredith Brookshire, Oak Run’dan vazgeçemezdi. Aniden beş parasız ve kocasız kalmıştı. Keçileri kaçırmış babasıyla kız kurusu halasını da yanına alıp nereye gidecekti ki?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi son Brookshire vârisi Nicholas Caulf ield, malikânenin kanunen kendisine ait olduğunu iddia edecekti.
Hem yakışıklı hem de küstah olan bu zorba adamın öldüğü sanılıyordu oysa. Meredith’in ailesini ve kendisini sokakta bulmamak için tek çıkış yolu vardı ve çevireceği dolap ya genç kadının kurtarıcısı olacak ya da sonunu getirecekti. Bu yolun sonunda kendini nefret ettiği adamın yatağında mı bulacaktı yoksa?
“Cayır cayır bir seksüel gerilim… Oldukça tatmin edici…”
Publishers Weekly
“Yazarın bu ilk kitabından tutku fışkırıyor.”
Bonnie, A Romance Review
“Düğün Gecesi, ihanetin, tutkunun ve aşkın çekici ve duygusal hikâyesi. Kitaplarını dört gözle bekleyeceğim yeni bir yazar buldum.”
Valerie Pelissero, Rakehell Reviews
1. BÖLÜM
Bir kez yalan söyleyince. Her şey arapsaçına döner.
Sör Walter Scott, “Marmion”
İngiltere, 1835
Bu doğru olamaz.” Leydi Meredith Brookshire misafir
odasını bir uçtan bir uca arşınlarken, buruş buruş bir topa dönüşmüş mektubu yumruğunun içine hapsetmişti.
Halası sabırsız bir tavırla genç kadının bileğini havada yakalayarak sordu: “Yırtılıp yok olmadan, mektubu görebilir miyim?”
Meredith şaşkın gözlerini avucundaki parşömen topuna çevirdi ve sanki elinde bir yılan leşi tutuyormuş gibi mektubu aceleyle ona uzattı. Bu davranışı kalbinde çınlayıp duran matem çanının Besindendi belki de.
Sonunda bulmuşlardı. Yeni Lord Brookshire… Mektupta onu nerede buldukları belirtilmemişti. Fakat Lord’un tepelerine binmesi an meselesiydi. Tıpkı avının kokusunu alan bir akbaba gibi…
Meredith’in yüzü asıldı; avukatların onu söz konusu şahsın ölmüş olduğuna ikna etme çabalan boşunaydı. Bütün bu çabalara karşın onu aramayı sürdürmüşlerdi. Kahrolası avukatlar. Hukuka uygun hareket etmeseler, olmaz mıydı?
Halası parşömenin buruşuk tasımlarını düzeltti. Yazılanları okudukça iyice şaşkına döndüğü yüzünden belli oluyordu. “Fakat o ölmemiş mi, hayatım?”
Meredith odayı adımlamaya devam ederken nüksetmeye hazır baş ağrısına engel olabilmek için eliyle alnım ovmaktaydı. “Eğer ortada bize musalla! olmak için bekleyen bir hayalet falan yoksa Nicholas Caulfield hayatta, sağlığı iyi ve mirasına sahip çıkmak niyetinde.” Meredith aniden kalakaldı; Nicholas Caulfield’ın beklenmedik bir biçimde ortaya çıktığını bildiren bu çirkin gerçeklik onu bütünüyle esir almış gibiydi. Mahvolmuştu. Yıkılmıştı. Bahtsızlığı ağır bir taş gibi yuvarlanıp kalbinin ortasına oturuvermişti.
Bu adamın, üvey erkek kardeşinin dul eşiyle onun akrabalarına mirastan zırnık bile koklatmayacağı aşikârdı. Peki, ne olacaktı? Bu insanların yanına yerleşebilecekleri başka bir aileleri yoktu. Üstelik Edmund, Ölümünden sonra karısının geçimini sağlayacak hiçbir şey bırakmamıştı. Zaten Meredith de kocasının ona yıllar boyu gösterdiği ilgi ve alakadan fazlasını ummayı aklından geçirmemişti. Ne var ki, kocasının bu kadar erken yaşta göçüp gideceğini de düşünmemişti. Henüz otuz beş yaşındaydı ve dış görünüşünden pek belli olmasa da turp gibi sağlam bir adamdı,
Meredith İki yanına uzanan yumruklarını yeniden sıkıverdi. “Kahrolası Edmund! Eşlerini ömür boyu rahat ettirmek kocaların görevi değil midir?”
Eleanor Hala, azarlayan bir tavırla, “Lanet okuma, hayatım, hem ölünün arkasından konuşulmaz,” diyerek çıkıştı
“Hele de o ölü cehennem ateşinde cayır cayır yanmaktayken hiç konuşulmaz.”
Halasının öfkesini böyle kustuğunu duyunca Meredith’in dudaklarında bir tebessüm belirdi. Eleanor’un burnu tiksintiden titremekteydi. “Sonuçta seni perişan etti; kıyamet gününde hesap verirken Tanrı onu affetmeyecek.”
“O beni perişan etmedi ki.” Meredith’in bu yalanı önceden defalarca prova ettiği, rahatlığından belli oluyordu. “O terbiyesiz ya da cani bir adam değildi. Sadece…” Uygun kelimeyi bulmak ister gibi duraksadı. Bulunca da omuz silkti: “İlgisizdi.”
“Yedi yıl boyunca,” dedi Eleanor Hala öfkeyle. Onun yeğeni adına duyduğu bu kızgınlık alışılagelmiş, bezdirici bir tepkiydi artık.
“Anlaşma beni yeterince tatmin etmişti.” Pembe yalanlar yeniden dudaklardan dökülmeye başlamıştı. Tatmin etmek mi? Yapayalnız bırakmıştı demek daha doğru olurdu. “Kocalarının sıkıcı boyunduruğu altına girmek zorunda olmamayı ödül sayan pek çok kadın vardır.”
“İyi. Öyleyse sırf betti perişan etti. Şu iğrenç elbiselere bak. Berbat bir ruha sahip olsa da ölünün arkasından kötü konuşmak istemiyorum ama bu kıyafetleri giymek zorunda kaldığımıza göre yine son sözü o söylemiş.” Eleanor Hala yas elbisesinin büsbütün kolalanmış siyah kumaşım çekiştirdi. “Bütün bir yıl boyunca karalara bürünmeyeceğim. Hele onun için, asla. Zaten bu elbiseye uygun türbanım da yok.”
Meredith, halasının elbisesine bakıp kaşlarını çattı. Halası haklıydı. Böylesine felaket elbiseleri ne bir türbanla ne de başka bir şeyle takım haline getirmek mümkün değildi.
Eleanor Hala’nın sıkıcı bakışları yeğenine odaklandı. “Hayalete benziyorsun. Tamamen bitkin görünüyorsun.”
Meredith göğüs geçirerek hüzünlü bir tavırla yanağına dokundu. Yüzüne talihsizce serpiştirilmiş çiller haricinde teninin süt kadar beyaz olduğunun farkındaydı. Hayalete benzemesi sırf kara bir elbise giymesinden değildi.
“Şehirde yaşamıyoruz. Burası Attingham,” dedi Eleanor Hala. “Yani diyelim ki yalnızca… Üç ay yas tuttuk. Buna kim ne diyebilir?” Şöyle bir omuz silkti. “Herkes senin mutsuz bir evlilik yaşadığını biliyor. Bu kadar ufak bir ihlal kimseyi rahatsız etmeyecektir.”
“Evliliğim gayet huzurluydu,” Meredith, halasına haşin bir bakış fırlattı. Genç kadın halasının, herkes biliyor, yorumuna hayli sinirlenmişti. Herkesin evliliği hakkında bir şeyler bilmesinin tek sebebi halasının dır dır ederek bunu bütün Attingham’a duyurmasıydı.
“Duy da İnanma! O adam seni utanç verici bir biçimde ihmal etti.”
“Sen utanmış olabilirsin,” dedi Meredith yüzünde sabırlı bir ifadeyle. Yıllar sonra genç kadın bu ifadeye bürünmekte ustalaşmıştı. Bazen genellikle halası ortada yokken kendini, ihmal edildiği o yılların kalbinde en ufak bir yara açmadığına bile inandırdığı oluyordu.
“Korkunç. Seni böyle terk edip gitmesi korkunç.” Eleanor Hala’nın acımasız sözleri kızgın bir boğanın boynuz darbeleri gibiydi. “Kont böyle olacağını kesinlikle tahmin etmiyordu şüphesiz. Belki de yaşlı centilmenin göçüp girmesi iyi oldu; böylece oğlunun seni terk edişine tanık olmadı.”
“Tamam, Kont her zaman düşlediği vârislerine kavuşacak işte.” Meredith koltuğa çöktü. Kolları bitkin bir vaziyette iki yanında sallanmaktaydı. “Bu vârisler yanlış bir evladın çocukları hepsi o kadar.”
“O vârisleri sen de dünyaya getirebilirdin. Eğer Edmund da doğru dürüst bir koca olsaydı, şimdiye kadar bir sürü bebeğin olurdu. Evliliğin gereklerini bile layıkıyla…”
“Lütfen.” Meredith, halasının sözlerinin devamını duymamak için elini kaldırmıştı. Bazı anılar tekrar dile getirilemeyecek kadar ara veriyordu. Kocasının evlendikleri gece onunla birlikte olmayı reddederek çekip gidişi de böyle bir anıydı işte.
“Ve şimdi de Oak Run’ı bu… bu adama kaptıracağız. Hem de her şeye sen koşturduğun halde.” Eleanor Hala parmaklarını kaldırmış tek tek sayıyordu. “Bu eve çekidüzen veren sensin. Sonra uşaklarla, kiracılarla, mandırayla, hasatla…”
“Biliyorum, biliyorum,” diye söze karıştı Meredith. Kaynayan gözyaşları göz pınarlarını yakmaya başlamıştı. “Hatırlatmaya gerek yok.” Genç kadın kararlı bir tavırla gözlerini kırpıştırdı. Akmak üzere olan gözyaşlarına yenilmek istemiyordu. Nicholas Caulfield’ın hayatta olduğunu ve bütün mirasa talip olacağını Öğrendiği andan hu yana ardına saklandığı sakin dış görünümü tıpkı camdan bir vazo gibiydi. Bu vazo fırlatılan son bir taşla kırılıp paramparça olabilirdi.
Oak Run onun ruhunu besleyen tek evdi. Bu evi o hale getiren kendisiydi. Eluabeth dönemine özgü bu malikânenin tadilatından, bahçe düzenlemesine kadar yapılan her işte Meredith’in emeği vardı. Bu evi kaybetmeyi göze alamazdı. Bu ev için savaşmalıydı. Üstelik bunu sırf kendisi için de yapmayacaktı. Bakması gereken bir babasıyla bir halası vardı. Maree ile Nels vardı sonra. Hepsinin ona ihtiyacı vardı; güçlü olmalı ve evlerini korumak için savaşmalıydı.
Kollarım göğsünün üzerinde kavuşturarak, “Oak Run’ı kaybetmeyeceğim,” dedi Meredith kararlı bir sesle. “Bir çıkış yolu olmalı.”
“Onu sonra düşünürsün,” diye homurdandı Eleanor Hala. Yine her zamanki gibi kaderin bütün yükünü Meredith’in sırtına yüklerken sesinde en ufak bir pişmanlık belirtisi yoktu. “Sığınabileceğimiz bir papaz evi bile yok.”
Meredith yine başının ağrımaya başlayacağını hissederek göğüs geçirdi.
Halası çiçek desenli koltuktan kalktı. Yaldızlı şömineye doğru ağır ağır yürürken narin bedeni bir ressamın fırça darbesi kadar güzel görünüyordu. GÖZ açıp kapanıncaya kadar şömine rafının üzerine dizilmiş kristal heykelciklerden birini kaptı ve pahalı bibloyu anında cebe indirdi.
“Hala!” Meredith’in azarlayan sesi kahkahaya dönüştü.
Eleanor Hala’nın gözleri muzip bir masumiyete bürünerek fal taşı gibi açıldı. “Artık kendimizi sağlama almamız gerekiyor, değil mi, hayatım?”
Halası genç kadını neşelendirmekte ustaydı. Edmund’ın acı sözleri kulaklarında çınlarken buz gibi zifaf yatağında uyandığı anlarda onu teselli eden bir tek halası olmuştu. O zamanlar bu acı reddedilişin üstesinden gelemeyeceğine inanmıştı genç kadın. Kont’un biricik oğlunun ona talip olması Meredith için gerçekleşmesi mümkün olmayan bir düştü adeta. Zihni genç kadını yanıltmış ve onu bu adam tarafından gerçekten arzulandığına inandırmıştı. Öyle olmasaydı, bir kontun oğlu bir papazın gösterişsiz kızıyla niye evlenmek isteyebilirdi ki?
Gerdek gecesinin hatırası bir anda zihninde canlanınca Meredith anımsamayı reddetti. Bu hatıra kalbinde asla kapanmayan bir yara gibiydi. Buğulu gözlü, on sekizlik o genç kız değildi artık. Büyümüş ve olgunlaşmıştı. Parlayan zırhıyla bir şövalyenin çıkagelip, onu alıp götürmesini beklemiyordu.
Geçen yıllar ona hayatın zor bir sınav olduğunu öğretmişti. Kadınların zengin bir yaşam sürmesi ya da aç kalması bütünüyle erkeklerin kaderine bağlıydı. Meredith bir daha asla kaderini bir erkeğin eline teslim etmeyecekti. Genç kadın bir daha asla aşkın bu kadar kolay olduğunu, en azından kendisi için basit bir his olabileceğini düşünmeyecekti. Yoksa kalbi küçücük, kaskatı bit taşa mı dönüşmüştü? Asla parçalanmayacak taştan bir kalbi vardı artık.
Fakat o kalp korkuyu hâlâ hissedebiliyordu.
Bir yabancının merhametine sığınmak zorunda olduğunu bilmek Meredith’i ürkütüyordu. Kaderi muhtemelen onu beş parasız sokakta bırakacak bir adamın ellerindeydi. Sonuçta bu adamla hiçbir kan bağı yoktu. Nicholas Caulfield, Meredith için hiçbir şey yapmak mecburiyetinde değildi.
Eğer yalnızca kendi yaşamını sürdürmek mecburiyetinde olsaydı Meredith pekâlâ dadılık ya da bir hanımefendinin yanında hizmetçilik yaparak gcçinebilirdi. Ne var ki, diğerlerinin sorumluluğunu da taşıyordu genç kadın.
Babası Tanrı onu korusun ev ahalisini uygunsuz davranışlarıyla korkutarak çekilmez bir adama dönüşmüştü. Bir gün önce üst katın hizmetçisi odasındaki nevresimleri değiştirirken kızcağıza saldırmıştı. Yaşlı adam kızın kendisini zehirlemeye gelen bir İspanyol ajanı olduğunu savunmuştu. Babasının yıllar yılı süren tarih merakı bunama hastalığını daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Yaşlı adam sık sık on altıncı yüzyılda yaşamakta olduklarını iddia ederek Katolik ajanların Kraliçe Elizabeth’i öldürmeye çalıştıklarını söyleyip duruyordu. Yeni kont böyle rahatsız edici bir duruma katlanmak istemeyecekti. Hiç kimse yarı deli bir adamın ortalıkta sinsi sinsi dolaşıp durmasını istemezdi. Evdeki hizmetçilerin çoğu adamın çekilmez davranışlarından ötürü kaçıp gitmişti. Geride yalnızca Maree ve Nels gibi sadık olan hizmetkarlar kalmıştı. Eskiden gezici bir tiyatroda görev alan Maree ile Nel evde görev yapan diğer hizmetçilerden fark…
“Düğün Gecesi” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDüğün Gecesi
- Sayfa Sayısı384
- YazarSophie Jordan
- ISBN6054263554
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çemberin Dışındakiler ~ Craig Silvey
Çemberin Dışındakiler
Craig Silvey
Gözler karanlığa da alışır… İnsan kendi yarasını saramaz, dost bir elin dokunuşuyla iyileşir ancak… Geçirdiği kazadan sonra gözlerini karanlığa açan Eleanor’un zorluklarla dolu hayatı,...
- Kayıp Zamanlar ~ Peter Hobbs
Kayıp Zamanlar
Peter Hobbs
Charles Wenmoth, İngiltere’nin güneybatısında hem vaaz veriyor hem de demirci olarak çalışıyor. Olay 1870’li yıllarda geçiyor ve o zamanlar Wenmoth gibi vaizler haftanın her...
- Mutlak Mutluluk Bakanlığı ~ Arundhati Roy
Mutlak Mutluluk Bakanlığı
Arundhati Roy
Parçalanmış bir hikâye nasıl anlatılır? Yavaş yavaş hikâyedeki herkese, Hayır, hikâyedeki her şeye dönüştürerek. İçindekiler 1. Yaşlı Kuşlar Ölmek İçin Nereye Gider? ………………….. 17...
okumaya değer bir roman…alınacaklar listene koydum…