Miyase Sertbarut’un on binlerce çocuğun hayallerini kanatlandıran ödüllü öyküsü Kırmızı Kartal, Gül Sarı’nın resimleri ve gözden geçirilmiş baskısıyla yeniden raflardaki yerini alıyor.
Okurlarını, Evşen adında bir kız çocuğunun küçük mutluluklardan beslenen, iyimser dünyasına konuk eden bu naif kitap, gerçekçi kahramanları ve doğayı kucaklayan anlatımıyla, umut etmenin hayattaki en vazgeçilmez duygulardan biri olduğunu hatırlatıyor.
Küçük Evşen’in en büyük düşü gelecekte yazar olmaktır. Ta ki bir gün, evlerinin yakınındaki bir araziye küçük bir uçak pisti kurulana değin. O günden beri Evşen’in yazar olmak dışında ikinci bir düşü daha var: Piper Pa-25’le, nam-ı diğer Kırmızı Kartal’la uçabilmek. Kim ne derse desin, bir gün mutlaka uçacaktır o göz kamaştırıcı kırmızı uçakla. Muzaffer amcası söz vermiştir bir kere…
Hayallerine sıkı sıkıya bağlı on yaşındaki bir kızın, karşılaştığı bütün önyargılara ve olumsuzluklara rağmen tutkularından asla vazgeçmeyişini gözler önüne seren bu ilham verici öykü, radyo tiyatrosu dinlemekten masal anlatımına, hatta seyyar dondurmacılara uzanan nostaljik dokunuşlarla günümüz çocuklarını yıllar öncesinin kültürel ve sosyal zenginlikleriyle tanıştırıyor.
1. Bölüm
YAZAR OLMAK İSTİYORUM
Benim adım Evşen. Annem evimiz hep şen olsun diye bana bu adı vermiş. On yaşındayım, bir ablam bir de abim var. Ablamla iyi geçindiğimizi pek söyleyemem. İş paylaşımı yüzünden aramızda hep kavga çıkar. Abimle daha iyi anlaşıyoruz ama o da sürekli tarlada. Tarla dedim de, biz bir bahçede yaşıyoruz. Aslında çiftlik demek daha çok hoşuma gitse de çiftlik gibi geniş olmadığı için öyle diyemem. Hem evimiz de, bir çiftlik evine benzemiyor. Bizimki sade bir köy evi, televizyonda gösterilen konaklar gibi değil. Köyden de uzaktayız, kentten de. Yalnızca bir komşumuz var. Onlar da bizim gibi tarlayla, bahçeyle uğraşıyor.
Benim yaşlarımda bir de kızları var, adı Nuran. Arada bir oynuyoruz onunla ama çok kafa dengi olduğumuzu söyleyemem. Bunun için, yani yalnızlıktan kurtulmak için radyo dinliyorum. En çok da radyodaki Çocuk Bahçesi programını seviyorum. Fazla kitabım yok ama radyo tiyatrolarından çok şey öğreniyorum. Karabaş var bir de, köpeğimiz. Onunla da iyi arkadaşız. Beni herkesten iyi anlıyor. Onunla konuşurken gözlerimin içine bakıyor, bazen başını sallayıp bana hak veriyor. Bir kez ablamla kavga edip Karabaş’a anlatırken ağlamıştım.
O da elimi yüzümü yaladı; köpekler, işte böyle teselli ediyor insanı. Bir gün yazar olmayı hayal ediyorum ama buna benden başka kimse inanmıyor. Ablam inanmadığı gibi, bir de alay ediyor. Sanırım bana yalnızca Karabaş inanıyor. Kendi kendime söz verdim, bir gün gerçekten yazar olduğumda hikâyelerimde Karabaş’a çok yer vereceğim. Anlatacağım bütün köpeklerin adını Karabaş koyabilirim. Hepsi de iyi ve sadık olacak. Hepsi de çocukların dostu olacak.
Okullar tatil olduğunda bana da çok iş düşüyor, hem evde hem bahçede. Hayvanları otlatmak bunların başında geliyor. Doğrusu ben de en çok bu işi seviyorum. Neden mi? Birkaç nedeni var bunun: Birincisi hayal kurabiliyorsun. İnekler keyfince otlarken sen çayırlara uzanıp gökyüzündeki bulutları bir şeylere benzetirsin. İkincisi Karabaş’la rahatça konuşabilirsin. Kimse seni duyup da bir köpekle konuştuğun için alay etmez.
Üçüncüsü radyo dinleyebilirsin. Radyo oyunlarını dinlerken birinin bana iş buyurması çok canımı sıkar; çünkü dinlerken her şey hayalimde canlanır. Ama biri çıkıp da Evşen şunu şöyle yap… dedi mi, kurduğum hayal dağılır gider. Her şeyi yeniden canlandırdığımda ise radyodaki oyun çoktan bitmiştir. O yaz bana yine hayvanları otlatma görevi verilmişti. Canıma minnet, seve seve yaparım. Ablamın getir götür işlerinden de kurtulmuş olurum. Çobanlık bence dünyanın en güzel işlerinden biri. Annem ve babam öğretmen olmamı istiyor, ben istemiyorum. Öğretmenlik bana göre değil, bana hayal kurabileceğim bir iş gerekiyor, bu da ya çobanlık ya yazarlık… Şimdi size o yaz yaşadığım olayları anlatarak bir yazarlık denemesi yapacağım:
Bir sabah hayvanları otlağa götürmek için ahırdan çıkarmıştım. Onları çayıra doğru sürerken evimizin önündeki meraya iş makinelerinin girdiğini gördüm. Dev gibi makineler, gürültüyle çalışıyor. Toprağın üzerinde ne var ne yok canavar gibi küreyip götürüyorlar. Acaba ev mi yapacaklar? Ama neden köye değil de buraya? Ev yapılacaksa orada kim yaşayacak? Yanlarına gidip öğrenmeyi çok istedim ama inekler gürültüden korktukları için o tarafa süremedim. Bu durumda işin doğrusunu eve dönünce öğrenecektim. Güneş biraz yükselince öğle molası için eve döndüm. Bizimkiler sıcak havalarda hayvanları gölgeye almamı istiyor.
Bu benim için de iyi, güneşte kavrulmaktan kurtuluyorum. Üstelik sabah gördüğüm makinelerin merada ne yaptıklarını bir an önce öğrenmeliyim. İnekleri dut ağaçlarının gölgesindeki ağıla kapadım. Tulumbadan su çekip elimi yüzümü yıkadım. Sonra da mutfakta yemek pişiren annemle ablamın yanına koştum. “Anne! Otlakta makineler var, neden gelmişler?” Annem kızartma yapıyor, patlıcanların cızırtısından beni duymuyor.
“Anne, makineleri soruyorum!”
Sonunda başını kaldırıp bana baktı.
“Ne makinesi?”
“Otlakta sarı sarı, kocaman makineler…”
“Bilmiyorum kızım.” diyerek annem işine devam etti.
Ablam salata yapıyordu, sanki ona sormuşum gibi,
“Okul yapacaklarmış.” dedi.
“Okul mu? Köyde okul var ya!”
Ablam tuhaf bir biçimde güldü.
“Hayır, öyle değil; senin gibiler için özel bir okul. Yazar
olmak isteyen çocukları toplayıp kurs vereceklermiş.”
Benimle alay ettiğini sonunda anlamıştım.
“Eğer bir okul yapıyorlarsa senin gitmen daha doğru
olur.”
“Öyle mi, niçin gidecekmişim o okula?” dedi ablam.
“Ben yazar olmak istemiyorum ki.”
“Yazarlık okulu değil, ne olmak istediğini bilmeyenler
için bir okul yapıyorlarmış, bu yüzden senin gitmen gerek.”
Ablam o sırada küçük havanda sarımsak eziyordu. Havan elinde, kovalamaya başladı beni. Annem arkamızdan seslendi: “Çocuklar, çocuklar yemeği yetiştiremeyeceğiz!” Ablam işinin başına döndü. Ben de abimle babamı beklemeye başladım. Herhâlde onlar otlakta ne olacağını biliyorlardır, diye düşünüyordum. İnsan birini bekleyince vakit geçmek bilmiyor. Biraz oyalanmak için televizyonu açtım. Çizgi film vardı ama ablam rahat bırakmıyor ki… Hemen çağırdı: “Evşen, hadi masayı hazırla!” Hep böyle yapar, ben ne zaman otursam bir iş buyurur. Kavgamız da zaten bu yüzden olur. “Abla çizgi film izliyorum. Hem ben inekleri otlattım.” Bu söylediklerim tabii onu ikna etmedi. Sesi bu kez daha yüksek çıktı: “Çabuk kapat televizyonu, bize yardım et!”
Söylenerek kalktım yerimden. Anlaşılan bu evde rahat yüzü görmeyecektim. Bir an önce büyümeyi, büyüyüp de yüksekokullara gitmeyi öyle istiyordum ki… Ama buna daha çok zaman vardı. Gönülsüzce masayı hazırlamaya başladım. Yaz aylarında masayı avludaki asmanın altına kurarız. Ben çok severim orada yemek yemeyi. Başımızın üzerinde üzümler salkım salkım olur. Üstelik bu asma yediveren, üzümü hiç eksik olmaz. Tabakları, ekmekleri, ayran sürahisini, her şeyi yerleştirdim. Tam bu sırada abimle babam geldi. Onları görünce hemen koşup tulumbadan su çekmeye başladım ki bir an önce ellerini, yüzlerini yıkayıp aklımdaki sorulara cevap versinler. Bu gayretli hâlime ikisi de şaşırdı. Babam elini yüzünü yıkarken abim olayı anlamaya çalıştı. “Hayrola Evşen, sende bir tuhaflık var.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıKırmızı Kartal
- Sayfa Sayısı64
- YazarMiyase Sertbarut
- ISBN9786052852880
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yol Hikâyeleri ~ Thomas Mann
Yol Hikâyeleri
Thomas Mann
Mekân, kendisi ve doğduğu topraklar arasında döne döne dans edercesine kaçarken, zamana özgü sanılan güçten çok daha fazla gücü olduğunu kanıtlıyor; saatler geçtikçe mekân,...
- Efendi ile Köpeği ~ Thomas Mann
Efendi ile Köpeği
Thomas Mann
Thomas Mann’ın 1919 yılında yayımlanan ve otobiyografik öğeler barındıran anlatısı, Mann ailesiyle yaşamış av köpeği kırması Bauschan ve sahibi ekseninde temellenir. Yazar, salt büyük...
- Kumpanya ~ Sait Faik Abasıyanık
Kumpanya
Sait Faik Abasıyanık
[Sait Faik’te] yaşama hırsından başka, hatta ondan daha baskın bir “anlama hırsı” sezer gibi oluyorum. Tabiatı, eşyayı, insanları aynı nizam içinde harekete getiren büyük...