Miyase Sertbarut’un toplumdaki tabakalaşma ve eşitsizlik sorunsalına dikkat çeken çarpıcı romanı Çöp Plaza’nın devam kitabı Hayaller Hawaii, geçimini sokaklarda kazananların hayatlarına ayna tutmayı sürdürüyor, insanların kendi çöplerine yabancılaşmamaları gerektiğini savunuyor.
Küresel firmaların belirli dayatmalar sonucu benimsetmeye çalıştıkları geri dönüşüm kampanyalarının ardında yatan sırları, çöp toplayıcılarının gerçek yaşamlarından kesitler paylaşarak anlatan yazar; devasa boyutlara ulaşarak doğayı ve hayvanların geleceğini tehdit eden ambalaj atıklarının yarattığı kirliliğe işaret ediyor.
Esin kaynağını, sokak kültürünün nabzını tutan duvar yazılarından ve rap müzikten alan roman, ülkemizde sayıları beş milyonu bulan sığınmacıların toplum içindeki uyumuna ve uyumsuzluğuna değinerek, günümüz Türkiye’sinden dramatik manzaralar sunuyor.
Çöp toplamak artık yeni bir tarım şekline dönüşmüştü. Çöp Plaza sakinleri de bu şehir tarlalarında yaz kış toplayıcılık yapmayı sürdürüyordu… Dünyanın adaletsizliğini içine sindiremeyen Balina Murat da aynı ortamın işçilerindendi. Asi ve isyankâr ruhunu rap müzikle bastırarak, toplumdaki zulme ve haksızlıklara göğüs germeye çalışan genç adamın en büyük sığınağı hayalleriydi. Yine hayal paraşütüne atlayıp Çöp Plaza’nın üzerinde süzüldüğü bir gün, karşısına çıkan gizemli insanların vadettiği teklif, belki de uzun süredir düşünü kurduğu o yeni hayatın müjdecisiydi. Her fırsatta izini sürdüğü pembe elmaslara henüz ulaşamamış olsa da, kardeşi Fırat’a sözünü verdiği, bahçesinde mavi güllerin yetiştiği Güliz City’deki evlerden birine taşınmalarına çok az kalmıştı. Daima imkânsızı isteyen ve bu uğurda her şeyi göze almaya hazır olan Murat için macera dolu bir serüven başlıyordu…
Geri dönüşüm için atık toplayarak yaşamlarını sürdüren insanların çaresizliği ile devleşmiş firmaların önlenemez oburluğunun yarattığı dengesizliği hikâyeleştiren bu vurucu roman, şiirsel gerçekliği andıran bir romantizmle, herkesi hayatı sorgulamaya çağırıyor.
ALTIN VURUŞ
Murat, çekçeğini sürükleyerek Elit City’nin yüksek duvarlı bahçesinin yanından geçiyordu. Telefonundan tek kulaklıkla Norm Ender dinliyordu. Yarım saattir dönüp duran aynı şarkı, Mekânın Sahibi. Youtube’da dinleyici sayısı yüz elli milyonu geçmişti ve Murat şarkıyı çoktandır ezberlemişti. İki insan boyu yüksekliğindeki duvara bakarak nakaratı mırıldandı.
Mekânın sahibi geri geldi,
Bebeleri pistten alalım, alalım.
Sonra müziği kapadı, ne zaman bu yoldan geçse duvarın diğer tarafında yaşadığı o üç ay, zihninde yeniden canlanırdı. İçini çekti, bu duvarın arkasına bir daha kâğıt ve plastik toplamak için bile olsa giremeyecekti.
* * *
Sağlık Bakanlığı’nın pilot bölge olarak Elit City’de başlattığı “Birlikte Yaşam Projesi” başarısız olmuştu. Çünkü seçkin aileler Çöp Plaza halkı ile aynı havayı solumak istemeyip başka sitelere taşınmıştı. Üç ayın sonunda bakanlık projeyi iptal etti ve Çöp Plaza halkına, eski mahallenize döneceksiniz, dendi.
Onlar siteden ayrılır ayrılmaz bahçedeki prefabrik evler çarçabuk söküldü. Villa sahiplerine haber verildi; ortam temiz, dönebilirsiniz, dendi. Zafer, Elit City sakinlerinindi, projeyi iptal ettirmek için biraz ter, çokça da para dökmüşlerdi. Sitenin eski hâline kavuşması için son sürat çalışıldı. Havuzlar temizlenip klorlu sularla dolduruldu. Yürüyüş yollarındaki halılar yenilendi. Binaların tepeden tırnağa boyanması için bir firmayla anlaşıldı. Çöp Plaza halkından geriye bazı duvar yazıları da kalmıştı, boyacılar sıkı sıkı tembihlendi, yazılardan geriye bir nokta bile kalmasın, dendi. Boyacılar molasız fırça salladılar sabahtan akşama kadar. Duvarların birinde şöyle bir cümle vardı:
MANKAFALAR
YAR GILANA CAK!
O bölümü boyayan işçi, mankafaların kim olduğunu bir süre düşündü, gençler şamata olsun diye mi yazıp geçmişti? Belki öyleydi, belki değildi; fırçasını sallamaya devam etti. Site içindeki çimlerin, çiçeklerin de bakımı yapıldı. Maskeli adamlar börtü böcek kalmasın diye sağa sola zehir püskürttü. Maskesiz canlılar yani karıncalar, kelebekler, arılar, salyangozlar Çöp Plaza halkı kadar şanslı olamadılar, başka bir mahalleye kaçmak için fırsat bulamadılar… Villa çatılarına kuş kaçıran sinyal cihazları tekrar monte edildi. Ağaç tepelerindeki yavru kuşlar henüz yuvadan uçacak güçte değildi. Ağızlarını kocaman açıp günlerce anne beklediler, çok açtılar. Beklenen kanatlı anneler, yuvalarına dönemediler, çok çırpındılar fakat her seferinde görünmez bir sinyale çarptılar. Bu zalimlik en çok kedilere, köpeklere yaradı, Elit City duvarının dibindeki yaralı kuşların neden çoğaldığını onlar hiç sorgulamadı.
Böylece sitenin görkemli günlerine dönmesi çok da zaman almadı. Dünya ormansızlaşsa da bir kanun hâlâ vardı, adına yüzlerce yıl önce “orman kanunu” demişlerdi, kimileri buna “kapitalizm” demeyi seçti, biz şöyle desek de yeter: “Güçlü zayıfı ezer.” Kediler, köpekler, böcekler, balıklar hep bu kurala uyar ama insanın buna uyması… İşte asıl vahşet tam da buradan doğar. Gelelim Çöp Plaza halkına. Alelacele mahallelerine döndüklerinde evlerinde başkalarının barındığını gördüler. Bu yeni insanlar, bozuk Türkçeleriyle durumu açıklamaya çalıştılar. Ev boştu, girdik dediler. Elleriyle göğüslerine vurarak Afgan, Suriye, Pakistan, Irak dediler. Savaş, ekmek, ölüm, iş dediler. İzinsiz girdiklerini kabul ettiler ve zorluk çıkarmadan bu derme çatma mekânları asıl sahiplerine teslim ettiler. Fakat çok da uzağa gidemediler. Hurda depolarına yakın, elektriği, suyu olmayan başka barınaklara geçtiler. Onlar da Çöp Plaza halkıyla aynı işi yapacaktı. Coca Cola kutusu, Sütaş kapları, yeşil Persil şişeleri, Castrol ve Shell motor yağı ambalajları ve kâğıt toplayacaklardı. Ambalaj toplamak dünyada yeni bir tarım şekliydi. Köylerde nasıl en vasıfsız insan bile elma toplayabilir, patates sökebilirse şehirlerde de en vasıfsız insanlar plastiğin, kâğıdın çuvala nasıl konacağını bilirdi, üstelik Türkçe bilmeden de bu iş yapılabilirdi.
Murat, Elit City duvarını çoktan geçmiş, o üç ayı zihninden silmişti, şimdi aklında yalnızca çekçekteki kâğıtların kaç kilo geleceği vardı. Hurda deposuna doğru yürüyordu, yükü ağırdı.
Depoya bitişik barınağın önünden geçerken durdu. Yükünü kantarın üstüne çekmeden önce kollarını dinlendirse iyi olurdu. Barınaktan sesler geliyordu, kulak kabarttı, bir şey anlamadı, çünkü konuşulan dil Arapçaydı. Tenekeci İhsan onlar için “yeni yoksullar” diyordu. Yıkık duvarın üstünden görebildiği kadarıyla sanki hâllerinden pek de şikâyetçi değillerdi. Murat kendilerini düşündü, onlardan daha iyi durumdaydılar, en azından aile bir aradaydı, kardeşleri okula gidebiliyordu. Ama bu yabancıların çocuklarının çoğu okula da gitmiyordu.
Murat için bu, en önemli tehlikeydi; okula gitmeyen, sokağa giderdi, sokakta para kazandıran en yaygın iş, kendi yaptığı işti, toplayıcılık… Artık bir sokağa girip de çöp konteynerinin başına gittiğinde eskisi gibi dolu bulmuyordu. Hayır, insanlar daha az çöp atıyor falan değildi, daha fazla deterjan, daha fazla dondurma, daha fazla mobilya evlere ambalajıyla giriyordu. Doğal olarak bir süre sonra evden torba torba atık çıkması gerekirdi, zaten öyle de oluyordu ama her on dakikada bir, sokaktan bir toplayıcı geçiyordu, konteynerde işe yarar ne varsa alıp götürüyordu. Murat’ın canını sıkan buydu; ruh hâli, tarlasındaki patateslerin başkası tarafından talan edildiğini gören bir çiftçiden farksız değildi. Bunları düşünerek depoya doğru ilerleyen delikanlının can sıkıntısı fazla uzun sürmedi. Çünkü az sonra kantarda tartılacak olan çekçekteki yükü hiç de hafif değildi. Zaten bu yabancıların hedefi Türkiye değil, buradan başka bir ülkeye geçebilmekti. Murat’a bir süre daha sabretmek düşecekti. Ülkeler, savaş çıkartırken sonrasını düşünmezdi. Bunca insan, bu insanların geride bıraktığı evleri, keçileri, kedileri, köpekleri ne hâldeydi?
Deponun avlusuna girdiğinde aklını tırmalayan yeni yabancıları düşünmekten vazgeçti. Tenekeci İhsan kâğıt çuvallarının başındaydı. Değerli bir kitap bulabilir miyim umuduyla çuvaldakileri yere boşaltıyor, sonra gerisin geri dolduruyordu. Bir kez Faruk Nafiz diye imzalanmış bir kitap bulduğunda Murat onun nasıl sevindiğini hatırladı. “Bak! Soyadı kanunundan önce basılmış, bu yüzden sadece Faruk Nafiz diye imzalamış!” Bu isim Murat’a hiçbir şey ifade etmemişti, eski bir şair olduğunu, ders kitaplarında şiirlerinin yer aldığını da İhsan’dan öğrenmişti. Tenekeci İhsan o imzalı kitabı iyi bir paraya sattıktan sonra Muratların evine de bir torba yiyecek getirip bırakmış, “Biraz da siz yiyin Faruk Nafiz’in ekmeğini.” demişti. İşte o zaman Murat merak etmiş, internette adamın şiirlerini aramıştı. Bulduklarından birini beğenmiş, hatta bir kısmını ezberlemişti.
Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi.
Şair, bunu ayrıldığı sevgilisi için yazmış olabilirdi ama Murat şiirdeki sürgülü kapılarda, kapanan pencerelerde kendi hayatını da görür gibi olmuştu. Çünkü şehir ne kadar kalabalık olursa olsun sokaklarda dolaşırken yalnızlığı iliklerine kadar hissederdi. Şimdi ise kantarın kırmızı ibresi kaçı gösterecek, onun heyecanı içindeydi. Çekçeğini kantarcıya yaklaştırdı, ağır çuvalı ikisi birlikte tartının üstüne bindirdi. “Taş mı koydun oğlum çuvalın içine, eşek ölüsü gibi.” İhsan öteden laf attı. “Eşek ölüsünün ağır olduğunu nerden biliyorsun?”
Kantarcı cevap vermedi. İhsan’ın lafı uzatmayı sevdiğini biliyordu, hem de ona verilecek öyle alengirli lafları da yoktu. Kantarın ibresi 148’de durdu. Kantarcı, ıslık çaldı. “Vay be! Kâğıtları ıslatıp mı getirdin yoksa?” Murat güldü “Yok abi, sen benim hile yaptığımı gördün mü hiç?” “Nasıl bu kadar ağır çekti o zaman?” “Hayallerimi yükledim abi, ondan ağır geliyor.” Kantarcı bir kahkaha savurdu. “Vay vay… Yaşına başına bakmadan bir de şairlik mi taslıyorsun sen?” İhsan çuvaldan seçtiği beş kitapla doğruldu kitap yığınının başından. Kantara doğru yaklaştı. “Kantarcı! Sen çöplüğün ne hazineler barındırdığından habersiz misin? Gerçek şairler, filozoflar asıl buradan çıkar, çöplükten…” Kantarcı elindeki deftere Murat’ın adını yazıp sonra kâğıt miktarını ekledi. Bu arada, İhsan’a ne desem, nasıl karşılık versem diye düşündü, buldu da. “Bunlar boş sözler İhsan, boş! Bir gün gerçek bir hazine bulun da benim kara kantarda değil, kuyumcu terazisinde tarttırın. İşte o zaman istediğin gibi horozlanabilirsin.” “O da olacak…” dedi Murat. “Yakında altın vuruş yapıp felsefeyi size bırakacağım.” “Her hafta her kâğıtçıdan duyuyorum ben bunu, ama bugüne kadar altın vuruş yapana rastlamadım. Kâğıtçıların definecilerden farkı yok, hepiniz hayalcisiniz.” dedi kantarcı, sonra elindeki defteri kapatıp duvara dayalı çelik rafın en üstüne koydu.
“Yetmiş dört lira alacağın var.” dedi Murat’a. Delikanlı elini uzattı. “Şimdi ver.” “Valla para mara yok, yarın patron uğrayacak, para bırakırsa veririm.” Murat boşta kalan eliyle havada bir şey yakalamış gibi yaptı. “Hayaller Hawaii, gerçekler sanayii!” Depo avlusunda şakalaşmalar devam etti, taa ki sokakta siyah lüks bir otomobil durana kadar. “İşe bak! Belediye başkanı mı geldi acaba?” dedi kantarcı. “Yakında seçim de yok ama.” İhsan merakla arabaya doğru ilerledi. Murat da arkasından yürüdü. Otomobilin arka kapısı açıldı, kırk yaşlarında, gömleğinden ayakkabısına kadar kendisine özen göstermiş bir adam indi aşağıya. Aracın kapısını kapatacakken içeriden zarif bir el onu durdurdu. “Açık kalsın.” Bu sesin sahibi yine adamla aynı yaşlarda bir kadındı. Adam, avlu kapısından kendisine bakan İhsan ve Murat’a yöneldi. “Burada bir dernek sorumlusu varmış, onu arıyoruz.” “Benim.” Adam, İhsan’ı şöyle bir süzdü. “Yardımına ihtiyacımız var.” “Buyurun, elimizden gelen bir şey olursa…” “Bir kaybımız var.” dedi adam. “Bulanı ödüllendireceğiz. Aradığımız şey bir fotoğraf albümü, yanlışlıkla çöpe atılmış, sizlerden biri bulmuştur diye düşünüyoruz.” “Hangi mahallede, hangi sokakta atılmış?” diye sordu İhsan. Kim, nerede eşelenir en iyi o bilirdi. “Esat’ta, Başak Sokak’ta.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yerli)
- Kitap AdıÇöp Plaza-2 Hayaller Hawaii
- Sayfa Sayısı144
- YazarMiyase Sertbarut
- ISBN9786052853108
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Handan ~ Halide Edib Adıvar
Handan
Halide Edib Adıvar
Ben artık zelil ve sefil bir günahkâr oldum. Ben artık tarihin en mel’un çehresi Yehuda’ya bir nazire oldum. Yehuda nasıl dünyanın pek muazzez bir...
- Onu Ben Öldürdüm Leonardo ~ Deniz Kavukçuoğlu
Onu Ben Öldürdüm Leonardo
Deniz Kavukçuoğlu
“Boşlukları başka insanlarla dolduruyordu Gizem. Bense kitaplarla… Leonardo da Vinci’nin yaşamını okuyordum. Kudurmuş bir halk yığını, alçıdan yaptığı Sforza heykelini parçaladığında, büyük usta, heykelin...
- Atatürk’ün Aşkı Latife ~ Fatih Bayhan
Atatürk’ün Aşkı Latife
Fatih Bayhan
İlk karşılaşma anı mor salkımlı köşkün merdivenlerinde oluyor… Mustafa Kemal yukarı basamakta, aşağıda ise Latife… İlk o an… İşte ilk bakışlar… Yangının ilk tutuşma...