Modern düşüncenin kurucularından biri olan Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), genel olarak Prusya mutlakıyetçiliğinin dar kafalı savunucusu, anlaşılmayacak şekilde ve anlaşılmamak için yazmış asık suratlı bir felsefeci olarak tanınır. Onun Fransız devriminin etkisiyle coşan bir devrimci; Alman milliyetçiliğine karşı çıkan bir evrenselci; kağıt oynamayı, arkadaşlarıyla tartışmayı, meyhanelerde yarışırcasına içmeyi seven ve dolayısıyla birçok kez disipline verilen bir öğrenci; dans etmekten, kızların çevresinde olmaktan hoşlanan neşeli bir genç olabileceği pek akla getirilmez.
Oysa Hegel, olumlu kişisel özellikleri, bilgisi, geniş ufku ve büyük ilgi gören dersleri sayesinde Hölderlin, Schelling, Goethe, Humboldt, Fichte, Novalis, Schlegel kardeşler, Mendelssohn gibi isimlerle dostluğunu sürdürürken içinde yaşadığı toplumun en etkin şahsiyetlerinden biri haline gelmiştir. Bir yandan da dönemin siyasi, endüstriyel, toplumsal ve bilimsel devrimlerinden doğan modernliğin kendisini düşüncesinin nesnesi yapan ilk büyük filozof olarak önem kazanmıştır. Kant felsefesinin olanaklarını geliştirerek sağlam, tutarlı ve bütünlüğü olan ideal bir sisteme ulaşmayı hedeflemiş, zenginliği, kapsamı ve olgunluğu bakımından felsefe tarihinin son büyük sistemini yaratarak bu amacına nail olmuştur.
Georgetown Üniversitesi’nde felsefe profesörü ve Hegel uzmanı olan Terry Pinkard, Napoléon’un egemen olduğu dönemde yaşamış, ölümünden sonra çokça yanlış anlaşılmasına ve aşıldığı iddia edilmesine karşın etkisini günümüze dek sürdürmeyi bilmiş olan bu güçlü düşünürün yaşamını belli bir bütünsellik içinde anlatmaktadır. Felsefenin yalnızca kavramlar arasında değil, tarihsel kişiler ve olaylar arasında da geliştiğini ortaya koyan elinizdeki biyografi, kimi zaman hayli kafa karıştırıcı olabilen Hegelci terimlerden mümkün olduğunca kaçınmakta, anahtar kavramların felsefeci olmayanlar tarafından da anlaşılabileceği genel bir bakış sunmaktadır.
1. Bölüm Hegel’in Eski Württemberg’deki Gelişimi
“Wilhelm” 770 yılında, Almanya’nın güneyindeki küçük Württemberg 1 Dukalığı’nda uzun zamandan beri sönmekte olan bir kriz çözüme ulaşıyor gibiydi. Württemberg prensi Dük Karl Eugen ile toplumdaki sınıf ve zümrelerin [estate] temsilcilerinden oluşan Landtag adındaki meclis, Württemberg tebasmın hakları ve Württemberg hükümetindeki çeşitli gruplarm kendilerine ait yetkileri hakkında anayasal bir anlaşmaya vardılar. Bu uzlaşmanın sonuçları birkaç yıl sonra bir Ingiliz siyasetçisini, dikkate değer sadece iki anayasa olduğunu, bunların da Britanya ve Württemberg anayasaları olduğunu ilan etmeye yöneltecekti.’ Anayasal uzlaşmanın kendisi ve onu çevreleyen koşullar dönem açısından hem alışılmadık hem de tuhaf biçimde tipikti. Dönemin sorunlarımı sadece sıralamak bile Württemberg’deki eski rejimin karşı karşıya olduğu güçlükler hakkında bir fikir vermek için yeterli olacaktır:
Pek tipik olmayan feodal bir kurum olarak modern dünyada ayakta kalabilmiş Württemberg’li Protestan toprak sahipleri, Katolik prensleri Dük Karl Eugen’i, kendi geleneksel hakları olarak kabul ettikleri haklarını yasal olarak kabul etmeye zorlaması için Württemberg’in de üyesi olduğu ve artık toplumsal gerçekliğin dışında kalmakta olan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun imparatorluk mahkemesine başvurdular. Mutlakayetçiliği ile ve Katolik gösterişçiliğine her zaman eğilim gösteren ve Protestan toprak sahiplerinden gelen bu tür baskılara katı bir biçimde sürekli direnmiş olan Dük Karl Eugen ise Kutsal Roma İmparatoru -kendisi de mutlakiyetçi bir Katolik monark olan Avusturya Arşidükü tarafından, Protestanların yararına uzlaşmaya varması için büyük baskı görüyordu. Bu karmaşık duruma ek olarak, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Katolik imparatorunun üzerindeki baskının büyük bölümünün kaynağı Karl Eugen’in eşinin amcası olan Prusya’nın Protestan kralı Büyük Friedrich’ti. Karl Eugen yakın geçmişteki bir savaşta Württemberg’i Büyük Friedrich’e karşı ittifaka sokmuştu.
Aynı zamanda Friedrich, Katolik Avusturya Arşidükü’nün de düşmanıydı. Uzlaşma yine de Württemberg’li zümrelerin geleneksel haklarıyla imtiyazlarını yeniden onaylamış oldu ve galip gelen Protestanlar bunu, Katolik bir dükün mutlakiyetçi despotluğuna karşı geleneksel haklarını koruyan erdemli bir Protestan halkın zaferi olarak gördüler. Dük ve zümrelerin anayasal uzlaşmaya vardıkları yıl, Dük Karl Eugen’in sarayında önemsiz bir memur olan Georg Ludwig Hegel ve eşi Maria Magdalena Louisa Hegel, Ağustos ayının 27’sinde ilk çocukları Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in doğumunu haber verdiler. G.W.F. Hegel (ebeveyni, çok yakın arkadaşları ve ailesi ona “Wilhelm” adıyla hitap ederdi) böylece alışılmadık ve eski ile yeninin çok da tutarlı olmayan bir karışımından oluşan bir dünyada doğdu ve büyüdü. Aslında Hegel gerçekten “Almanya” denebilecek bir yerde de büyümedi; doğduğu yer Kutsal Roma İmparatorluğu’nun parçası olan Württemberg Dukalığı’ydı – işin garip tarafıysa bu imparatorluğun ne Kutsal, ne Romalı ne de Imparatorluk olmasıydı. Aslında bu dünya Hegel’in yaşamının erken döneminde yok olup gidecekti:
1806’ya gelindiğinde Hegel’in gençliğini geçirdiği Kutsal Roma İmparatorluğu birden ortadan kalktı; taşradaki küçük Württemberg Dukalığı’ysa, Eugen’den sonraki bir dükün Napoléon Bonaparte’la birlik olması sayesinde çok geniş alana yayılmış bir krallık haline geldi. Hegel’in doğ duğu 1770 yılından kalan “anayasal uzlaşma” da görmezden gelindi, içi boşaltıldı ve hızla toplumsal gerçekliğin dışına itilerek bütünüyle unutuldu. Hegel’in kültürel arka planım oluşturan canlı karşıtlıklar, Württemberg’in karmaşıklıklarıyla tuhaflıkları ve hem evinde hem de eğitimi boyunca Aydınlanma dünyasıyla genç yaşta tanışması, kendisine ve çevresindeki dünyaya ilişkin anlayışında yaşamı boyunca iz bırakacaktı.
Fiilen yaşananların ve geleneklerin bütünlükten yoksun yamalı bohçasının birbirine uymayan bu parçaları Hegel’in daha sonraki düşüncesinin büyük bölümü için sahneyi oluşturacak ve 19. yüzyılım olgun Hegel’i, 18. yüzyıldaki genç Hegel’le bu sahne üzerinde uzlaşmaya çalışacaktı. Hegel’in Ailesi ve İlk Eğitimi Hegel, Württemberg’in yerlisi olan az çok hali vakti yerinde bir aileden geliyordu. Babası Georg Ludwig Hegel Tübingen Üniversitesi’nde hukuk okumuştu ve Hegel doğduğunda sarayın defterdarlığında kâtipti. Hegel’in babasının ailesi birkaç kuşak önce 16. yüzyılda Avusturya’dan Württemberg’e göç etmişlerdi. 1500’lü yıllarda Avusturya Protestanlarinin Katolikliğe geçmeleri istendiğinde Württemberg’li Ilegel ailesinin atası olan ve kalaycılık yapan Johannes Hegel, Lutherci inancından vazgeçmektense Katolik Avusturya’dan Protestan Württemberg’e gelmişti (ya da en azından Hegel ailesinde anlatılan öykü höyleydi).
Hegel’ler kuşaklar boyunca Württemberg’de papazlık yapmışlardır. Dukalıktaki değeri ve önemi hiç de az değildi bu konumun. (Örneğin şair Friedrich Schiller Marbach’ta Hegel adındaki bir papaz tarafından vaftiz edilmişti.) I legel’in dedesi (Georg Ludwig Christoph) Altensteig kentinin Oberamtmann’ıydı (Dukalık komiseri, kralın bir tür temsilcisi), büyük dedesiyse (onun da adı Georg Ludwig Christoph’tu) Rosenfeld kentinin Stadtwogruydu (bu da bir tür dukalık komiserliğiydi). Hegel’in annesi Maria Magdalena Louisa Hegel’in (kızlık soyadı Fromm’du) babası Württemberg sarayındaki Yüksek Adalet Mahkemesi’nde avukatlık yapıyordu; ailesi bir yüzyıldan fazla zaman Stuttgart’ta yaşamıştı ve anne tarafındaki soyunu, 16. yüzyılda yaşamış önemli bir Württemberg’li Protestan reformcu olan Johannes Brenz’e dek götürüyordu. Hegel, ailenin sekiz çocuğundan biriydi ama sadece kendisi ve iki kardeşi yetişkin yaşlarını görebildi:
Kız kardeşi Christiane Louise ve erkek kardeşi Georg Ludwig. Yüksek orandaki çocuk ölümleri o dönemin yaşamımın gerçeği olduğundan şaşırtıcı bir durum değildir bu; sadece çiçek hastalığı, 1770’lerde Württemberg’deki her on üç çocuktan birinin ölümüne neden oldu. Hegel’in kendisi de gençliğinde ciddi hayati tehlike taşıyan birçok hastalıkla başa çıkmak zorunda kalmıştı. Gerçekten de yaşamı boyunca sağlığı çeşitli hastalıkların pençesinde oldu. On bir yaşındayken annesi Stuttgart’ı kasıp kavuran ve neredeyse Hegel ile babasını da öldürecek olan “safra humması”ndan öldü (20 Eylül 1781). Hegel’in hastalıktan kurtulması ve annesinin kurtulamaması onu kuşkusuz bizim bilebileceğimizin çok ötesinde etkiledi. Hegel’de bir tür konuşma güçlüğü baş gösterdi, bunun altında yatan neden de elbette annesinin ölümüyle, kendisinin kurtulmasıyla ve babasıyla arasındaki kimi düşmanlıklarla ilgili olabilir, ama bunları bulup çıkarmak neredeyse olanaksızdır. (Hegel mektuplarında babasından neredeyse hiç söz etmez; görünen o ki aralarında bir tür gerilim vardı.
Örneğin, Hegel üniversi redeyken babasıyla Fransız Devrimi’nin yararları üstüne oldukça ateşli tartışmalara giriyordu anlaşılan.) Hegel’in kardeşi Georg Ladwig’in asker olarak kısa ama görkemli bir kariyeri oldu, yüzbaşılığa dek yükseldi; asalet unvanı aldı ve böylece Georg Ludwig ron Hegel oldu; 1812’de Napoleon’un ordusunda Rusya seferine çıktı ve geri dönmedi. Kız kardeşi Christiane, Hegel’den sadece birkaç ay daha uzun yaşadı; çok kültürlü ve başına buyruk bir kadındı, evde kalarak babasına bakmayı seçti ve hiç evlenmedi. Hegel’lerin evinde eğitim ve “kültür” açıkça vurgulanırdı. Anne ve babası Hegel’i üç yaşındayken Almanca Okulu denen okula, beş yaşındayken de Latince Okulu denen okula gönderdiler. Annesi ona Latince öğretmişti, dolayısıyla Latince Okulu’na gittiğinde Latincenin birinci ad çekimlerini ve çekilen adları zaten biliyordu. Gerçekten, Hegel’in yaşam boyu süren öğrenme sevgisi ve öğrenmeye duyduğu koşulsuz saygı neredeyse kesinlikle annesinden Latince öğrendiği bu erken deneyimleriyle ve ona bağlılığıyla başlamıştır.
Hegel’in annesinin bunu yapabiliyor olması bile Hegel’lerin evindeki dikkati çekecek derecedeki öğrenim durumu hakkında bir şeyler söylüyor, çünkü o dönemde kadınların dört-beş yaşındaki oğullarına evde Latince öğretmenlerine izin verecek türden bir eğitim almaları, hafif bir biçimde söyleyecek olursak, sık karşılaşılan bir durum değildi (Christiane Hegel’in gençlik anılarında açıkça dikkati çektiği bir olgudur bu). Hegel daha on yaşındayken, babası, civarın önemli matematikçisi K.A.F. Duttenhofer’den ona özel geometri dersleri aldırıyordu; Hegel büyüdükçe, babası, başka konularda da özel dersler alması için masraf etmeyi sürdürdü. (Örneğin, Hegel Fransızcayı büyük olasılıkla böyle öğrendi.) Hegel mektuplarında babasından neredeyse hiç söz etmese de annesi söz konusu olduğunda çok çarpıcı bir fark ortaya çıkar.
1825 yılında, elli beş yaşındayken Hegel kız kardeşi Christiane’ye kısa bir not gönde rir. Bu notta sadece şu yazılıdır: “Bugün annemizin sonsuza dek belleğimde tutacağım ölüm yıldönümü.” Onun yetişkin yaşamına egemen olanın kimin anısı olduğu açık gibi görünüyor. O ve kız kardeşi, anneleriyle özdeşlik kurmaları dolayısıyla birbirlerine bağlanıyorlardı; erkek kardeşleri Georg Ludwig’se babalarına çekmiş gibiydi, o da Hegel’in babasına karşı yaşadığı acılı yabancılaşmanın bir parçası olmuş gibidir. Kitaha duydukları düşkünlükte Hegel de kız kardeşi de annelerine çekmişlerdi; annelerinin ölümü onları ailedeki “koruyucularından yoksun bırakarak Georg Ludwig’i büyük olasıhkla gözde konumuna yükseltti. Hegel başkaldırarak, kekelemeye başlayarak ve babasının pek de onaylamadığı bir kariyer seçerek bu durumla baş ederken Christiane ölümü ne dek babasına bakmak için evde kalma ve bu süre içinde birçok evlilik teklifini geri çevirme yolunu seçti. Annesinin ölümünden sonra Hegel’in aile yaşamı oldukça gergin geçmiş olsa gerek; bütün bulgular da ailesine karşı yoğun bir yabancılaşma duygusu yaşadığım gösteriyor.
Annesinin onunla ilgili ideallerine sadık kalan Hegel öğretmenlerinin gözünde (babasının gözünde olmasa da) doymak bilmeden okuyan, on yaşından üniversiteye başlamak için kentini terk ettiği on sekiz yaşına kadar hep sınıf birincisi olmuş örnek öğrenciydi. O günün ve yaş grubunun erkek çocuklarının çoğunun yaptığı gibi, delikanlılık yıllarında günlük tutuyordu. Günlüğüne okuduğu birçok kitaptan alıntılar yazıyordu; kitap sahibi olmanın hâlâ lüks olduğu o dönemde bu da görülmemiş bir şey değildi. Duyduğu bu yabancılaşma duygusunun bir göstergesi, çarşamba ve cumartesi günlerini bütünüyle, halka açık ve evine de çok yakın olan dukalık kütüphanesinde geçirme alışkanlığıydı.
Evi kültürel kaynak açısından yoksul olmadığından ailesi, etkili bir fikir dergisi olan Allgemeine Deutsche Bibliothek’e (Kant felsefesi üstüne en erken tartışmalar şans eseri bu dergide çıkmıştı) aboneydi evden uzakta bu kadar çok zaman geçirme kararı, Stuttgart’taki evinde kendini “evinde” gibi hissetmediğini daha da açık biçimde yansıtır. Bununla birlikte Hegel öğretmenleriyle olmayı severdi ve örnek öğrenci olarak onlarla yürüyüşlere çıkardı. Bu yürüyüşlerde konuşmalar, delikanlının son derece yoğun ilgi gösterdiği akademik konulara kayardı. Öğretmenlerinden Löffler ona sekiz yaşındayken Shakespeare’in yapıtlarının Eschenburg çevirisini hediye etmiş ve bunları şimdi olmasa da çok yakında anlamayı öğreneceği konusunda öğütte bulunmuştu. (Hegel yıllar sonra delikanlılık günlüğüne Löffler öldüğünde onunla ilgili övgü dolu bir anma yazısı yazdı.)
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
- Kitap AdıHegel
- Sayfa Sayısı772
- YazarTerry Pinkard
- ISBN9786254295669
- Boyutlar, Kapak13x19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sinemam ve Ben ~ Türkan Şoray
Sinemam ve Ben
Türkan Şoray
Fatih’te iki yanında cumbalı ahşap evlerin dizili olduğu eski bir Osmanlı sokağında orta halli bir ailenin kızı, tesadüfler sonucu adım attığı sinema dünyasında yıllar...
- Ben, Malala ~ Chiristina Lamb, Malala Yusufzay
Ben, Malala
Chiristina Lamb, Malala Yusufzay
“Malala kim?” diye sordu silahlı adam. Malala benim, bu da benim hikâyem. Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar… Sesimizi birlikte duyuracağız!...
- Aslanlı Yol ~ Sevan Nişanyan
Aslanlı Yol
Sevan Nişanyan
Düşünce dünyamızın özgün ismi Sevan Nişanyan, okurlarının karşısına bu kez anılarından oluşan Aslanlı Yol ile çıkıyor. Yanlış Cumhuriyet’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu mitlerini sorgulayan, Sözlerin...