Osmanlı’da sarraflar, kurdukları finans ağlarıyla, modern bankacılığın gelişimine dek imparatorluğun mali açıdan Avrupa’yla bütünleşmesinde rol oynayan temel aktörlerdi. Bir anlamda sarraflar, paranın patronluğunu yapan, imparatorluğun bankasız bankerleriydi. Özellikle 16. yüzyılın ortalarından itibaren imparatorluğun nakit ihtiyacının giderek artması ve iltizam sisteminin yaygınlaşması, sarrafların hızla yükselmesine yol açtı. 17. yüzyılın sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde sarraflar için adeta bir “altın çağ” yaşandı.
Ancak bu altın çağın bir de öteki yüzü vardı. İmparatorluğun parasal çarkını işletmek gibi bir işlev üstlenen sarraflar zaman zaman yolsuzluk ve ihanet gerekçeleriyle devletin takibine takılarak katle ve müsadereye uğradılar. Kitabın merkezini oluşturan iki aktör; Darbhâne-i Âmire sarrafı Bedros ile Sakızlı sarraf Dimitri’nin yükselişler ve düşüşler barındıran “çarkıfelek hareketliliğindeki” hayatları sarraflık kurumu ve bu kurumun 18. yüzyılda gördüğü işleve dair farklı bir bakış sunuyor.
Bu dönemde sarraflar yalnızca finansör olarak mı işlev görmekteydiler? Devlet ve toplum nezdinde başka rolleri de var mıydı?
Bağlantıda oldukları kişiler kimlerdi? Kurdukları ilişki ağları bağlamında Osmanlı toplumu ya da kendi cemaatleri üzerinde bir güç unsuru oluşturdular mı?
Yönetici elitler arasında yaşanan iktidar savaşı ya da hizipleşmede sarrafların rolleri nelerdi? Bu çatışmalarda taraf mı oldular, yoksa kurban mı gittiler?
Bedros’un katlinde Eflak voyvodası Mavroyani’nin dahli var mıydı?
Esma Sultan’ın himayesi Dimitri’nin hayatını ve ölümünü nasıl etkiledi?
Dr. Ertan Ünlü devletle çalışmanın bedelini canlarıyla ödeyen Darbhâne-i Âmire sarrafı Bedros ile Sakızlı sarraf Dimitri örnekleri üzerinden bu meslek erbabının Osmanlı iktisadi, siyasi ve sosyal yapısı üzerindeki etkilerini analiz ediyor. Üstelik bunu sosyal bilimlerde yeni yeni kullanılmaya başlanan sosyal ağ analizi ile yaparak sarraflık mevzuuna bambaşka bir kapı aralıyor.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA
SARRAFLAR
BÖLÜM 1
I. TARİH YAZIMI VE DÖNEMİN KAYNAKLARINDA SARRAF ALGISI
Erken dönemlerden imparatorluğun yıkılışına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli rol oynayan sarraflar, her ne kadar resmî statüye sahip, meşru bir ticari faaliyet yürütseler de sermaye hareketleri ve kredi işlemlerinin en faal grubunu oluşturduklarından, genellikle sevilmeyen, zararlı bir güruh olarak görülmüştür.1 Önyargıları bünyesinde barındıran bu bakış, bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Bunda, sarraflık mesleğini çoğunlukla gayrimüslimlerin icra etmesi temel etkendir. Ayrıca sarrafların belirli bir faiz oranıyla çalışması sebebiyle bazen devletin belirlediği yasal sınırların ötesine geçmiş olmalarını da buna eklemek gerekir.
Zaten bu, sarrafların “tefeci” olarak yaftalanmasındaki ana gerekçedir.2 Piyasada dolaşan kırpık akçelerin sorumluluğu da sarraflara yüklenmektedir. İlaveten tağşiş dönemleri ile kaime, hisse senedi gibi değerli kâğıtların piyasaya çıkmasından sonra yaptıkları spekülasyonların yolsuzluğa yol açtığı ve bu yolsuzluktan da büyük kazançlar elde ettikleri özellikle vurgulanmaktadır.3 Öte yandan, çeşitli dinî ve tarihî temeller de bu bakışın şekillenmesinde rol oynamış olmalıdır. Şöyle ki Bozkurt, sarraflığın hilesi ve istismarı fazla olan bir meslek olması sebebiyle, bazı hadislerde sarrafların ahirette Allah’a ihanetle suçlanacakları bildirilen birkaç meslek erbabı arasında yer aldığını ve bu meslek erbabının ateşle cezalandırılacaklarının haber verildiğini belirtmektedir.
Halil İnalcık ise Yakın Doğu’nun büyük nüfus merkezlerinde, servet biriktirme ve yatırımlarla servetlerini arttırma eğilimi olan tüccar, sarraf, banker vb. kapitalist zihniyete sahip kişilere karşı popüler bir düşmanlık akımı olduğunu vurgulamakta ve bu düşmanlığın, Karmatiyye, Bayramiyye, Melamiyye gibi dinî duyguları yansıtan topluluklarla birlikte, Ortodoks İslam’da da ifade bulduğuna dikkat çekmektedir. Bu noktada Berkes de şunu dile getirmektedir: “Bir İslam sözünde ‘kazanan Tanrı’nın sevgilisidir’ dendiği halde, tüccarlar değerli, mevki sahibi ve ticaret iyi bir zanaat sayılmadığından birçok bölgede ‘İslam ahlakiyatının’ ve hukukunun dışında kalan Yahudi, Ermeni, Rum kişiler ticarete girerler, belki de bu yüzden onlar kötü gözle görülürlerdi.”4 Literatürde vurgulanan bu düşmanlığın sadece İslam toplumlarına özgü olmadığını belirtmek gerekir. Zira Avrupa’da da tüccar ve bankerlere karşı benzer bir yaklaşım söz konusudur. Jacques Le Goff’un Orta Çağ tüccar ve bankerlerini konu edindiği çalışmasında, ticaretin utanç verici bir özelliğe sahip olmasından dolayı, Kilise’nin tüccar ve bankerleri küçümsediği ve dışladığı dile getirilir.
Ayrıca Daniel Dessert’ün 17. yüzyıl üzerine yazdığı bir eserinde “sıfırdan zengin olmuş, alçak, hükümdarın parasını çalarak servet sahibi olan, vurguncu, en güçlü müttefiklerle dolaplar çeviren diye tanımlanan aşağılık bankerler efsanesini reddettiği” açıklaması da bunu destekler niteliktedir.5 Sarrafların üzerine yapışmış bu olumsuz bakışın bugün Avrupa’da devam edip etmediğini bilmek zordur. Öte yandan, günümüz Türkiye’sinde kısmen de olsa bunun izlerini görmek mümkündür. Çünkü 1980’ler gibi çok yakın bir dönemde meydana gelmiş banker Kastelli krizinin toplumsal hafızada açtığı bir hasar söz konusudur ve bu hasarın bıraktığı tortuların toplum belleğinden silinmesi pek de kolay olmasa gerektir. Bununla birlikte modern literatürde, Halil Köse’nin de vurguladığı üzere6 sarrafları ötekileştiren ve onları, imparatorluğu sömüren, kemiren bir unsur şeklinde lanse ederek, imparatorluğun çöküşünün günah keçisi ilan eden7 spekülatif araştırmaların etkisini de unutmamak gerekir. Bunların başında da hiç kuşkusuz Sevgen’in 1960’lı yılların sonuna doğru kaleme aldığı Nasıl Sömürüldük? Sarraflar başlıklı çalışması gelmektedir.
Çeşitli arşiv belgelerinin yayınına dayanan bu çalışmada Sevgen; Yahudi, Ermeni, Rum, Venedikli ve diğer milletlerden binlerce sarraf ve bankerin, devletin siyaset ve idaresine etki ederek, yüzlerce yıl, devlet ekonomisini kemirdiğini belirtmekte ve Türkiye’nin az gelişmiş memleketler arasında bulunmasının sebebinin sarraflar olduğunu öne sürmektedir. Bu iddiasını, sarrafların her birinin birer büyük devlet adamına, vezirlere, paşalara, şehzadelere, sultanlara, kadın efendilere, saraylılara ve hatta padişahlara kadar etki ederek büyük kazanç sağladıklarını, kötülük ve entrikalarını sürdürdüklerini, bazen sarayı bile parmaklarında oynattıklarını dile getirerek açıklamaktadır. Sarrafların imparatorluğa bu denli nüfuz etmesini ise padişah analarının çoğunlukla yabancı; yani Rus, Leh, Macar ve hatta Yahudi olmasına bağlamaktadır.8 Sevgen’in belgelerden yola çıkarak kaleme aldığı spekülatif tarzdaki bu yazı dizisinde ortaya koyduğu bakış açısı, başka çalışmalarda da kendini göstermektedir. Örneğin Haydar Kazgan Galata bankerleri üzerine yaptığı araştırmalarda sarraf ve bankerlere karşı yer yer “tefeci, oyuncu, kirli, yolsuz” gibi olumsuz nitelemelerde bulunmakta ve bu grupların ekonomiye zarar verdiklerini zikretmektedir. Hatta ona göre Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde de baş sorumlu George Zarifi, Hristaki Zoğrafos ve Köçeoğlu Agob gibi Galata bankerleridir. Ayrıca Kazgan’a göre Galata bankerleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’nın devamlı pazarı haline getirilmesinde de pay sahibidir. İlaveten, borsa oyunları, tefecilik ve murabahacılık işlemleriyle imparatorluğun milli gelirini ellerine geçirmişlerdir.
Bununla birlikte Kazgan’ın banker ve sarraflara karşı tutumu genelde olumlu niteliktedir.9 Berkes de Sevgen ve Kazgan’a benzer şekilde sarrafların netameli kişiler olduğunu belirtmekte ve sarraflığın çürük parayı iyi paraya, iyi parayı çürük paraya çeviren gerçek bir dolap olduğunu dile getirmektedir. Bu dolabın dönüşüyle, imparatorluğu, İtalya ve Fransa’da yapılan kalp paralar istila etmekte; bu işten kazananlarsa, saray, mültezim, sarraf ve Avrupa tüccarından oluşan sömürücü, istismarcı tabaka olmaktadır.
Ayrıca Berkes’e göre Osmanlı İmparatorluğu, kan ve güç ile kazandığı ve toplumsal sınıfların korkunç bir sömürüsü ile tutundurulan servet ve ihtişamını, tüccar gemileri ve sarraf muameleleriyle kaşla göz arasında dışarıya kaptırmakta ve imparatorluk, memurlar ile Ermeni sarraflardan oluşan yağmacı bir güruhun elinde kalmaktadır. İlaveten Berkes, hükümdarların eski kafalı bürokratlarından daha usta adamlar olarak nitelendirdiği sarrafların, kendi çıkarları gerektirdiği takdirde, tüccarlar ve kambiyocularla birlikte, bir ülkenin ekonomi ve endüstrisine çok zararlı ya da çok yararlı işlere girişebildikleri kanısındadır. Hatta bu bağlamda sarraflar, Berkes tarafından toplumsal serveti emip dışarıya aktaran başlıca “kan alma alet[ler]i” olarak yaftalanmaktadır. Dolayısıyla Berkes, sarrafların ticaret ve sikke işlerinde rol oynamalarını, lüzumlu olduğu kadar, tehlikeli bulmaktadır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap Adı18. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı'da Sarraflar Ve İlişki Ağları
- Sayfa Sayısı304
- YazarErtan Ünlü
- ISBN9786256582064
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Akademi / 2024