Keşke herkesin görünmez bir teyzesi olsa!
Kaleme aldığı bol şamatalı aile hikâyeleriyle gönüllerde taht kuran ödüllü yazar Salah Naoura’dan, görünenlerle görünmeyenleri sevgi yolunda buluşturan katıksız bir aile güldürüsü daha!
Çocukların duygu dünyasını olumsuz etkileyebilecek ebeveyn ayrılığı, yeniden evlilik kararı, kayıp ve yas süreci gibi hassas konular üstüne düşünmeye davet eden roman, aileye ilişkin temel kavramları sorgulamaya itiyor.
Eksantrik tiplemeleri ve sırlarla örülmüş sürükleyici kurgusuyla okuru daha ilk sayfalarından avucunun içine almayı başaran bu matrak kitap, iyiliğe çelme atmaya ant içmiş “bazı” kötülerin ipliğini pazara çıkaran nefes kesen bir kovalamaca.
Lena’nın teyzesi Mel’in, kimselerin bilmediği çok özel bir yeteneği vardır: Görünmezlik!
Bir zamanlar, Pirelli sirkinde trapez cambazı olarak çalışırken yaşadığı bir kaza sonucunda keşfettiği bu sıra dışı özelliği sayesinde istediği zamanda ve yerde, bedeninden ayrılıp gezebilmektedir!
Derken bir gün, üzücü bir trafik kazasının ardından Mel teyze bedenini kaybederek artık tamamen görünmez olur. Çözümü biricik yeğeni Lena’nın yanına taşınmakta arayan kadın, kendini bir anda arapsaçına dönmüş olayların ortasında bulur. Aile ilişkilerini düzeltmek kolay iş değildir; ama hem eski bir sirk cambazı hem de en afilisinden bir falcı olarak, üstesinden gelemeyeceği şey yoktur Mel teyzenin. Tabii Lena’nın ve eski dostlarının da yardımıyla…
Çözülme noktasına gelen aile bağlarını yeniden güçlendirmek için teyzesiyle birlikte kolları sıvayan on yaşındaki bir çocuğun dünyasını merkezine alan bu içtenlikli roman, karşılaştığımız tatsız durumlara bir de iyi tarafından bakmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Hayatın küçük cilvelerine mizahla karşılık veren Teyzem Görünmez Oluyor, sihirli şekilde “ölüme” bile kafa tutabilecek, sonsuz eğlenceli bir kitap.
O ses de nesi?!
Yoksa mutfakta biri mi var?
Kafadaki Sesler
Lena’nın teyzesi falcıydı. Oturduğu evin altında, geleceği merak eden insanlarla dolup taşan bir odası vardı. Hatta Lena kimi zaman teyzesine gidip, masaya koyduğu kartları ya da insanların avuçlarını okumasını izliyordu. Tabii, gelenler bunu sorun etmediğinde. Bazı günlerde Mel teyzenin Pirelli Sirki’nden arkadaşları da gelirdi. Lena bu insanları çok severdi, özellikle de yılan oynatıcısı Bayan Lapislazuli’yi. Bayan Lapislazuli, en sevdiği yılanı yanında olmadan evinden asla çıkmazdı. Yılanın adı Bella’ydı. Bella iki metre uzunluğunda, sarı bir boa yılanıydı.
Bayan Lapislazuli çoğu zaman Bella’yı atkı gibi boynuna dolar, bazen de şapka gibi kafasında taşırdı. Bu “boa şapkası” daha çok sivri bir kavuğa benziyordu. Bella’nın, şapkanın en sivri noktasındaki çatallı dili, rüzgârda sağa sola sallanan bir gözetleme kulesi bayrağı gibi dalgalanıyordu. Çok önceleri Mel teyze de Pirelli Sirki’nde çalışıyormuş. Sahnenin üzerinde sallanan trapeze yalnızca topuğuyla tutunur, insanları başaşağı selamlarmış. Bunu üç yıl boyunca sürdürmüş; ta ki seyircilerden biri yanlış zamanda hapşırana kadar… Çadırdakiler nefeslerini tutup bu heyecanlı gösteriyi izlerken birdenbire gelen ses Mel teyzeyi ürkütmüş. Sessizliği bölen ani sesten Mel teyzenin ayağı da ürkmüş olacak ki tutunduğu yerden birazcık sıçramış ve derin boşluğa doğru düşmüş. Neredeyse boynu kırılacakmış ama neyse ki bir şey olmamış. Mel teyze bu hikâyeyi her anlattığında, “İyi tarafından da bakmak lazım canım,” derdi. Çünkü o gün, sahnenin ortasına düşüp ağrıdan hareket edemediğini fark ettiğinde, bedeninden de çıkmaya karar vermiş.
O güne kadar bunu yapabileceğini bilmiyormuş. Öylece bedeninden süzülüp çıkmış; hatta kurtarma ekibinin, bedenini hastaneye götürüşünü izlemiş. Mel teyze o sırada kendisini çok iyi hissediyormuş, artık bedeninde olmadığından ağrı da duymuyormuş. Hastaneden çıkmasına izin verildiğinde ise boynu kaskatıymış ve yürüyebilmek için koltuk değneklerine ihtiyaç duymuş. Trapeze bir daha çıkamadığı için de sirkteki işini bırakıp çalışma odasındaki bu falcılık işine başlamış… Lena, Mel teyzesini her şeyden çok seviyordu. Onun müthiş sezgilere sahip olduğunu düşünüyor, çok iyi bir falcı olduğuna inanıyordu. Örneğin Mel teyze, Lena’nın kendisini nasıl hissettiğini her zaman bilirdi. Lena’nın anne babası, ayrılmadan önce çok kavga ederdi. Hatta bazen o kadar kötü kavga ederlerdi ki Lena mutfak masasının altına girip, “Buradan gitmek istiyorum! Gitmek İSTİYORUM!” diye avazı çıktığı kadar bağırırdı.
O zaman, daha yarım saat geçmeden biri kapıya vurmaya başlardı. Herkes onun Mel teyze olduğunu bilirdi. Çünkü Mel teyze zili çalmaz, koltuk değneğiyle kapıya vururdu. Lena’nın annesi, babasını, “Sakın kapıyı açayım deme!” diye uyarmasına rağmen babası her zaman kapıyı açardı. Lena’nın annesi Mel teyzeden, yani öz kardeşinden hiç hoşlanmazdı. Mel teyze duyduklarını duymamış gibi yapar, sonra da kafasını masanın altına uzatıp, “Hadi Lena, gel de seninle baş başa bir tur atalım,” derdi. Mel teyze ile yürüyüşe çıkarlar, böylece Lena’nın ailesi rahatça kavga edebilirdi. Mel teyzenin en müthiş özelliği ise “düşünce yolu mesajları” idi. Lena, akşamları saat dokuz olup da kilisenin çanları çaldığında kafasında teyzesinin sesini duyardı. Bu ses ona sanki Mel teyzenin gerçek sesi değilmiş de telefonda görüşüyorlarmış gibi gelirdi.
Ses âdeta kafasının içindeydi. Mel teyze ona düşünce yoluyla mesaj göndermeden önce Lena çoğu zaman yatağında yatar, neredeyse uykuya dalardı. Kafasındaki bu sesler aşağı yukarı şöyleydi: “Mel teyzeden Lena’ya, Mel teyzeden Lena’ya! Alo? Alo? Orada mısın?” Lena da, “Evet… evet buradayım,” diye cevap verdi kafasında. “Seni duyuyorum, ancak sesin biraz cızırtılı geliyor.” “Bugün bağ… cızır… cızır… lantımız biraz kötü. Ee, günün nasıl geçti?” dedi o gün Mel teyze. “Saçmaydı.” “Ah, neden ki?” “Annem dün babamı evden kovdu ve bir daha ne buraya gelebileceğini ne de bizi arayabileceğini söyledi.” “Hmm. Öyleyse senin onu araman ve ziyaret etmen lazım.” “Mümkün değil ki. Nerede oturduğunu bile bilmiyorum. Hem, annem evdeki telefonu da kaldırdı. Sadece ceptelefonunu kullanıyor. Benim zaten cep telefonum yok, çünkü çok pahalı.” Düşünce hattı epey bir cızırtılıydı. Mel teyze biraz düşündükten sonra, “Öyleyse babanla nasıl konuşacakmışsın?” dedi. “Hiçbir şekilde,” dedi Lena. Mel teyze sinirle ve yüksek sesle homurdandı; ki bunu ancak, bir şeye çok öfkelendiyse yapardı. “Yarın gelip annenle görüşeceğim!”
Ertesi gün Mel teyze geldi ve değnekleriyle kapıya vurdu. Lena’nın annesi bağırarak, “Git başımdan!” diye karşılık verdi. Mel teyze de aynı tonla, “Doro, çabuk kapıyı aç!” dedi. “Eğer hemen açmazsan şu değneklerle kafana bir tane geçiririm!” Lena’ya göre bu çok mantıksızdı. Ne de olsa bir insan kapıyı açmadıktan sonra dayak da yiyemezdi, değil mi? Ancak belli ki annesi Doro pek de mantıklı düşünemiyordu, ya da o an düşünememişti; çünkü Mel teyzenin bu cümlesinden öyle korktu ki kapıyı açıp onu içeri aldı. İkisi mutfak masasında oturuyordu. Mel teyze masanın sağında, Doro solundaydı. Lena da rafların önündeki mutfak merdivenine oturdu. “Lena’nın babasıyla görüşmesini yasaklayamazsın!” dedi Mel teyze öfkeyle. “Sen bana karışamazsın!” diye karşılık verdi Doro hiddetle. Lena onların konuşmalarını dinlemiyordu bile. Oturmuş, birbirlerine benziyorlar mı diye yüzlerini inceliyordu. Ne de olsa kardeştiler.
Doro uzun ve sıskaydı. Kazık gibi bacakları ve kirpi dikenlerine benzeyen kırmızı, kabarık saçları vardı. Mel’in ise gıdığı ve kahverengi kıvırcık saçları vardı. Değnekleriyle merdivenlerden çıkarken her yeri bıngıl bıngıl sallanıyordu. Doro’nun öyle değildi. Yok, yok, bu ikisine kardeş demeye bin şahit ister, diye düşündü Lena. Doro sinir küpüne döndü ve “Kimin tarafındasın sen?” diye sordu. “Benim mi, yoksa Piet’in mi?” Mel teyze bu soruyu aptalca bulmuş olacak ki sinirle iç çekip gözlerini devirdi. “Lena’nın tarafındayım,” dedi. “Lena senin değil, benim kızım!” Mel teyze değneklerine uzanıp yavaşça ayağa kalktı. “Lena’yı babasıyla görüştürmezsen seninle bir daha asla konuşmam.
Asla!” dedi ve topallayarak, ağır ağır çıktı. Birkaç gün geçti. Bir akşam Lena yatağında uzanmış, Mel teyzesinin düşünce mesajlarını bekliyordu. Dışarıda hava kararmıştı. Sokak lambalarının yaydığı ışık, tavanda hareket eden leopar desenleri oluşturuyordu. Rüzgâr ağacın tepesini okşadığı anlarda odasında oluşan bu gölgeler Lena’nın başının üzerinde dans ediyordu. Mel teyze düşünce mesajlarını göndermeye başladığından beri Lena karanlıktan korkmuyordu. Aksine, kendisini güvende hissediyordu. Karanlık onu sıcak ve yumuşak bir yorgan gibi sarıyordu. Kilisenin çanları dokuz kez çaldı. Saat dokuz olmuştu. Lena çanları dinledi. Mel teyzenin sesi genelde dokuzuncu çandan biraz sonra gelirdi. Bunun sebebi, Mel teyzenin birkaç dakika gecikmeli çalışan eski saatiydi. Saat dokuzdu. Lena gözlerini kapadı ve beklemeye başladı. O sırada kapı birdenbire açıldı ve odanın ışıkları yandı. Lena gözlerini açtı. Annesi gelmişti. Yüzü öyle solgundu ki görenler onun kırmızı saçlı bir vampir olduğunu düşünebilirdi.
“Lena,” dedi kısılmış sesiyle. “Sana bir şey söylemem gerekiyor.”
“Ne oldu?”
“Mel teyzen bir kaza geçirdi.”
“Evet, biliyorum,” dedi Lena. “Ben küçükken, sirkteki trapezden düşmüştü.”
“Hayır, onu demiyorum. Bugün öğleden sonra bir araba
kazası olmuş.”
Lena, Doro’nun dudaklarının titrediğini gördü. Onu hiç
böyle görmemişti.
Mel teyze, eski bir arkadaşıyla bir bahçe marketine gitmişti.
Aceleleri olduğundan hızlı gidiyorlardı ve virajın bitiminde,
trafikte duran arabalara çarpmışlardı.
Arkadaşı kazadan kurtulmuş, ancak Mel teyze kurtulamamıştı.
Doro hıçkırarak, “Mel öldü!” dedi.
Lena işte o anda, Mel teyzesinden gelen düşünce mesajlarını duymaya başladı:
“Hiç de bile!” dedi Mel teyzenin sesi. “Hiç de öyle olmadı!”
Lena yatağından fırladı. “Anne, Mel teyze ölmedi!”
Doro şaşkın şaşkın kızına bakıyordu. “Neden bahsediyorsun sen?” “Teyzemin sesini duyuyorum. Tam şu anda. Ve bana, gayet iyi olduğunu söylüyor.” “Lena, şu an gerçekten sırası değil…” “Ama doğru söylüyorum. Kafamda onun sesini duyuyorum. Onunla böyle anlaşmıştık. Her akşam saat dokuz olduğunda bana düşü…” “Kes sesini! Seni dinlemek istemiyorum!” “Ama…” “Ama filan yok Lena!” Lena işte bu yüzden annesine düşünce mesajlarından hiç bahsetmemişti… Doro yüzündeki gözyaşlarını sildi. Sanki karşısındaki kendi kızı değil de bir yabancıymış gibi bir süre ona baktıktan sonra tek kelime etmeden odadan çıktı. “Mel teyze, orada mısın?” dedi Lena fısıldayarak. “Evet, buradayım. Ama sakın korkma.” Lena ürperdi. Çünkü bu sefer Mel teyzenin sesi kafasından değil, çok yakından gelmişti.
O kadar yakındaydı ki sanki birkaç adım ötede, hemen şu masanın orada duruyormuş gibiydi. Ama orada kimsecikler yoktu. “Yoksa sen… ruh musun?” “Hayır,” dedi Mel teyze, emin bir ses tonuyla. Ama tuhaftı, çünkü sonuçta Mel teyze görünmüyordu. “Biraz yana kay, ben de oturayım.” Sonra Lena’ya, kazada neler yaşandığını anlattı: Arabayı kullanan kişi Mel teyzenin bahçıvan arkadaşı Theo’ymuş. Mel teyze yan koltukta oturuyormuş. Yoldayken birden, Mel teyzenin aklına mutfak ocağının sol gözünü açık unuttuğu gelmiş. Gerçi pek de emin değilmiş. Ama sirkteki kazadan beri bedeninden çıkabildiği için, yolculuk sırasında hemen eve gidip her şey yolunda mı diye bir bakmak istemiş. “Neyse ki bedenimden çıkabildiğim için, kaza sırasında arabada değildim,” diye devam etti Mel teyze. “Ancak bedenim arabadaydı ve artık yapacak bir şey yoktu.
Ama ben… ben hâlâ buradaydım. Zaten ocağı da kapatmışım!” “Sen şimdi ruh musun öyleyse?” Mel teyze homurdanarak, “Lena, saçmalama lütfen!” dedi. “Ruhlar konusunda uzman sayılırım. Ruhlar böyle benim gibi konuşabilir mi?” “Hayır. Ama öyleyse sen nesin?” Mel teyze oturuşunu değiştirdi ve yatak biraz gıcırdadı. “Hmm. Bir şeyden şüpheleniyorum ama bunun için bana tartıyı getirmen gerek.” “Tartıyı mı?” “Evet, banyodaki tartıyı.” Lena parmak ucunda yürüyerek banyoya gitti ve kısa süre sonra elinde tartıyla odasına döndü. Mel teyze yataktan kalkıp tartıya çıktı. Lena bunu tartıdaki sayıların değişmesinden anlamıştı. “İşte! Tam da düşündüğüm gibi!” dedi Mel teyze. “Ne oldu?” “Otuz beş kilo!” Ağırlığım, eskisinin tam da yarısı kadar. Evet, ben kesinlikle yarı maddeselim!” “Yarı maddesel mi? O ne demek ki?”
“Ruhum artık gözle görülmeyen, ince bir zara sahip,” dedi Mel teyze. Tartıdan indi. Lena, Mel teyzesini hissetmek için dikkatle elini uzattı. Pek bir şey hissetmemişti ama yine de azıcık direnci olan bir şey hissetmişti. Hissettiği şey sıcak ve yumuşaktı. “Çok saçma. Seni görmeyi tercih ederim,” dedi Lena. Mel teyze durumu kabullenerek, “Evet, bu bir dezavantaj,” dedi. “Ama bir de şöyle bak: Artık bedavaya sinemaya gidebilirim. Ya da Avustralya’ya uçabilirim. Hem artık boynum da ağrımıyor. Üstelik diyet yapmadan da zayıflamış oldum! Ama en güzeli ne, biliyor musun? Artık yürümek için değneklere ihtiyacım yok! Bir daha asla topallayarak yürümeyeceğim! Müthiş değil mi?” “Anneme söyleyelim mi?” diye sordu Lena. “Hmm, bilmem ki. Biraz daha beklememiz gerektiğini düşünüyorum. Daha doğrusu, öyle hissediyorum. Kimbilir bu hâlimin başka nelere faydası olur…” Mel teyzenin sezgileri şimdiye kadar onu hiç yanıltmamıştı. “Öyleyse aramızda kalsın,” diye fısıldadı Lena. “Yalnızca ikimiz bilelim!” Sırlar harikadır, diye geçirdi içinden. “Aynen öyle canım,” dedi Mel teyze de fısıldayarak. “Bu bizim sırrımız olsun.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıTeyzem Görünmez Oluyor
- Sayfa Sayısı144
- YazarSalah Naoura
- ISBN9786052858011
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ödül ~ Julie Garwood
Ödül
Julie Garwood
Fatih William’ın Sakson tutsağı Nicholaa, Norman soylularından biriyle evlenmek zorunda bırakılır. Genç kadın eş olarak kendine merhametli savaşçı Baron Royce’u seçer. Becerikli, isyankâr ve...
- Buda’da Bir Boşanma ~ Sándor Márai
Buda’da Bir Boşanma
Sándor Márai
Kitap, Budapeşte’de iki dünya savaşı arasında yaşanan iç içe geçmiş yaşamları anlatıyor… Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı sarsıntıyı henüz atlatamamış, dağılmış bir ülke. İkinci...
- Bay Cadmus ~ Peter Ackroyd
Bay Cadmus
Peter Ackroyd
İngiliz kasabası Küçük Camborne’da, birbirine yakın evlerde yaşayan Bayan Finch ve Bayan Swallow geçmişteki suçlarını, pişmanlıklarını geride bırakmış, sakin bir hayat sürmektedir. Bir gün...