Ünlü bir tiyatro oyuncusunun evindeki akşam yemeğine on üç konuk davetlidir. Ne var ki konuklar arasında bulunan yumuşak huylu rahip Stephen Babbington şanssız bir gecesindedir. Adamcağızın yudum yudum içtiği içki boğazına kaçar ve çırpınarak ölür.
Rahibin içki kadehi kimyasal analiz için adli tıbba yollanınca, Poirot’un tahmin ettiği sonuç ortaya çıkar: Kadehte zehir izine rastlanmamıştır.
Şimdi oldukça karmaşık bir durum ortaya çıkmıştır, çünkü cinayet işlemek için geçerli bir neden de yoktur.
Birinci Perde: Davet
1
Bay Satterthwaite Karga Yuvası’nın terasında oturmuş, ev sahibi Sir Charles Cartwright’ın denizden çıkan yolu tırmanmasını seyrediyordu. Karga Yuvası modern ve güzel bir villaydi. Eve bu adı, tepeden Loomouth Koyu’na baktığı için takmışlardı. Gerçekten de terasın, sağlam bir tırabzanın koruduğu köşesinden aşağıya, denize doğru dimdik bir yamaç iniyordu. Bir uçurum. Karayoluyla gidilirse, Karga Yuvası kasabadan iki kilometre kadar ötedeydi. Eve yürüyerek, Sir Charles Cartwright’in şimdi tırmandığı dik balıkçı patikasından yedi dakikada erişiliyordu.
Sir Charles orta yaşlı, atletik yapılı, teni güneşten yanmış bir adamdı. Arkasına beyaz bir kazak ve eski gri flanel bir pantolon giymişti. Yürürken biraz yalpalıyordu. Yumruklarını da ha. fifçe sıkmıştı. Onu gören on kişiden dokuzu, “Emekli bir denizci,” derdi. “Tipik bir gemici.” Ama daha zeki ve anlayışlı olan onuncu kişi duraklar, pek yerine oturmayan bir şey yüzünden şaşırırdı. Sonra belki de istemeden gözünün önünde bir sahne belirirdi. Bir geminin güvertesi… Ama gerçek bir geminin değil. Kalın, renkli perdelerin çerçevelediği bir güverte. Ve güneşle ilgisi olmayan bir işığın aydınlattığı bir erkek… Charles Cartwright. Yumruklarını sıkmış, gemiciler gibi hafifçe yalpalayarak dolaşıyor. Bir ingiliz denizci ve centilmeninin rahat ve tatlı sesi etrafta yankılanıyor. “Hayır, efendim. Korkarım bu sorunuzu cevaplayamayacağım.”
Sonra ağır perdeler hışırdayarak kapanıyor. Salonun ışıkları yanıyor. Ve böylece Charles Cartwright’in Amiral Vanstone rolünü oynadığı “Denizin Çağrısı” oyununun birinci perdesi sona eriyor….
Oturduğu yerden aşağıya bakan Bay Satterthwaite gülüm. sedi. Ufak tefek, kupkuru bir adamdı. Sanatçı ve tiyatro koruyu. cusu, nazik ve sevimli bir züppeydi. Önemli toplantılara ve partilere daima çağrılırdı. Çok zekiydi, insanları ve olayları incelemesini iyi bilirdi.
Bay Satterthwaite başını sallayarak mırıldandı. “Bu aklıma gelmezdi… Hayır, hiç gelmezdi.”
Terasta yankılanan ayak seslerini duyarak başını çevirdi. Bir iskemleyi çekerek oturan iriyarı, kır saçlı adamın mesleği zeki bakışlı gözlerinde, sevecen ifadeli yüzünde yazılıydı sanki. “Doktor.” diye. Sir Bartholomew Strange mesleğinde çok başarıli olmuştu. Tanınmış bir sinir mütehassısıydı. Kraliçenin doğum gününde şövalyelik verilenlerin arasında o da vardı.
Sandalyesini Bay Satterthwaite’inkine yaklaştırarak, “Ne aklınıza gelmezdi?” dedi. “Açıklayın bakalım.”
Bay Satterthwaite, hızla yokuşu çıkan Sir Charles’ı işaret etti. “Sir Charles’in bu kadar zaman böyle sakin bir hayata dayanabileceği hiç aklıma gelmezdi. Bu adeta bir sürgün hayatına benziyor.”
“Ah, gerçekten! Ben de öyle.” Doktor başını arkaya atarak kahkahayla güldü. “Charles’ ta çocukluğumuzdan beri tanırım. Oxford Üniversitesi’nde de beraberdik. Daima aynıydı o. Özel hayatında, sahnedekinden daha üstün bir oyuncuydu! Her za man rol yapar Charles. Bu elinde değil. Artık onda bir huy halini aldı. Charles bir odadan çıkmaz. “Sahneden ayrılır.” Ve tabii bunu yaparken anlamlı, önemli bir söz de söyler. Ama o rol değişikliğinden de hoşlanır. İki yıl önce sanat hayatını bıraktı. Sakin bir köyde yaşamak istediğini söylüyordu. Dünyadan elini eteğini çekecek ve eski aşkı denize dönecekti. Buraya gelerek bu villayı yaptırttı. Charles’a göre sade bir köy kulübesi bu. Ve bu lüks villada üç banyo, türlü modern gereç var! Ben de sizin gibi bu yaşantıya dayanamayacağını düşünüyordum, Satterthwaite. Neticede Charles da bir insan. Ve onun her zaman seyircilere ihtiyacı var. İki üç emekli kaptan, birkaç yaşlı kadın ve bir rahip. Charles için karşılarında rol yapacağı uygun ve yeterli bir grup değil bu. Ben bu “denizi seven basit bir erkek” rolünün ancak altı ay süreceğini sanıyordum. Açıkçası bundan bıkacağını düşünüyordum. Bundan sonra Monte Carlo’da dünyadan bıkmış, tecrübeli bir erkek veya İskoçyalı bir derebeyi rolüne çıkacağından emindim. Charles’in repertuvarı geniştir.”
Doktor sustu. Uzun bir konuşma olmuştu. Patikayı tırmanan adama bakarken gözlerinde sevgi ve neşe vardı. Sir Charles bir iki dakika sonra yanlarına erişecekti.
Sir Bartholomew, “Sanırım yanılmış olduğumuz anlaşılıyor,” diye ekledi. “Sakin hayattan hâlâ bıkmadı.”
Bay Satterthwaite de hatırlattı. “Bazen melodrama kaçan tavırlar takınan kimseler hakkında yanlış yargıya varılır. İnsan onların bazı iddialarını ciddiye almaz.”
Doktor başını salladı. “Evet. Bu doğru.”
Sir Charles neşeyle, “Merhaba!” diye seslenerek terasin ba. samaklarından çabucak çıktı. “Mirabelle bugün şahaneydi. Gelmeliydiniz, Satterthwaite.”
Bay Satterthwaite başını salladı. Manşı çok kere aştığı için midesinin denize dayanıklılığı konusunda büyük hayalleri yoktu. Ayrıca o sabah yatak odasının penceresinden Mirabelle’i izle. mişti. Sert bir rüzgâr vardı. Ve Bay Satterthwaite karada olduğu için de Tanrı’ya şükretmişti.
Sir Charles hizmetçiden içki getirmesini istedi.
Sonra da doktor arkadaşına, “Sen de gelmeliydin, Tollie,” dedi. “Muayenehanende oturup hastalarına denizin çok iyi geleceğini söylemiyor musun?”
Sir Bartholomew, “Doktor olmanın en iyi tarafı,” diye cevap verdi. “Önerilerini yerine getirmek zorunda olmamandır.”
Sir Charles güldü. Hâlâ farkına varmadan neşeli, canlı denizci rolünü oynuyordu. İnanılmayacak kadar yakışıklı bir erkekti, Sir Charles. Atletik yapılı vücudu biçimli, ince, neşeli ifadeli yüzünün hatları düzgündü. Şakakları ağarmış olan saçları ona daha dikkati çeken, kibar bir hava veriyordu. Yüzünden ne olduğunu anlamak mümkündü. Önce bir ‘centilmen’, sonra da bir aktördü o.
Doktor sordu. “Tekneyle yalnız başına mı çıktın?”
“Hayır.” Sir Charles içkisini tiril tiril üniformalı orta hizmetçisinden aldı. “Yardımcım vardı. Yani şu… Egg adlı kız.”
Sesinde acayip bir ifade belirmişti. Adeta utanca benzer bir şey. Bu Bay Satterthwaite’in kafasını çabucak kaldırmasına neden oldu. “Miss Lytton Gore’u mu kastediyorsunuz? O yelkenlilerden anlıyor değil mi?”
Sir Charles acı acı güldü. “Benim kendimi denize ilk defa çikan bir insan gibi hissetmeme neden oluyor. Ama Egg’in sayesinde yelkenciliği öğrenmeye başlıyorum.”
Bay Satterthwaite’in kafasında düşünceler süratle birbirini kovalıyordu. “Acaba?… Egg Lytton Gore… Belki Sir Charles’in buradan bıkmamasının nedeni o kız. Pak hoştur o.”
Sir Charles sözlerini sürdürdü. “Ah, deniz… Deniz gibi güzel hiçbir şey yok. Güneş, rüzgâr, deniz ve dönebileceğiniz küçücük bir kulübe.” Ve büyük bir hoşnutlukla arkasındaki üç banyolu, her odasında sıcak ve soğuk su bulunan, kaloriferli, üç hizmetçi ve bir aşçının çalıştığı şahane villaya baktı. Sir Charles’ın sade yaşantı konusundaki fikirleri biraz acayipti anlaşılan.
Uzun boylu, son derecede çirkin bir kadın evden çıkarak onlara doğru geldi.
“Günaydın, Miss Milray.”
“Günaydın, Sir Charles… Günaydın…” Kadın başıyla diğerlerine hafif bir selam verdi. “Akşam yemeğinin listesi bu. Bunda bir değişiklik yapılmasını ister misiniz?”
Sir Charles listeyi alarak mırıldandı. “Bakayım… Him… Çok güzel… Herkes dört buçuk treniyle gelecek.”
“Holgate’e gereken emirleri verdim. Ah, aklıma gelmişken. Affedersiniz, Sir Charles, fakat bu gece benim de sizinle birlikte yemek yemem doğru olacak.”
Sir Charles şaşırdı, ama kibar bir tavırla, “Çok memnun olurum, Miss Milray,” dedi. “Fakat… şey…”
Miss Milray sakin sakin açıkladı. “Aksi takdirde sofrada on üç kişi olacaksınız, Sir Charles. Ve çok kimsenin batıl inançları vardır.” Sesinden, hayatı boyunca her gece on üç kişiyi hiç çekinmeden aynı sofraya oturtabileceği anlaşılıyordu. Sözlerini sürdürdü. “Her şey tamam sanırım. Holgate’e Lady Mary ve Babbington’ların arabayla alınacaklarını söyledim. Sanırım öyle olacaktı değil mi?”
“Evet. Ben de size bunu söyleyecektim.”
Miss Milray çirkin yüzünde zafer oldu bir gülümseyişle uzaklaştı.
Sir Charles saygıyla, “İşte mükemmel bir kadın,” dedi. “Sabahları gelip dişlerimi oymaya kalkışmasından korkuyorum.” Sir Bartholomew, “Her yönüyle becerikli birisi,” diye mirildandı.
Sir Charles, “Miss Milray altı yıldır yanımda,” dedi. “Önce Londra’da sekreterliğimi yapıyordu. Burada bir tür kâhyalık görevi yüklendi. Burayı saat gibi düzenli bir şekilde yönetiyor. Ama artık gidiyor.”
“Neden?”
Sir Charles kuşkulu bir tavırla burnunu oğuşturdu. “Yatalak bir annesi olduğunu iddia ediyor. Açıkçası ben bu hikâyeye inanmıyorum. Öyle bir kadının annesi olamaz. Miss Milray’in bir ‘dinamo’dan çıkıverdiğinden eminim. Hayır, gitmek istemesinin başka bir nedeni olmalı.”
Sir Bartholomew, “Herhalde etraftakiler dedikodu yapıyorlar,” diye cevap verdi.
“Dedikodu mu yapıyorlar?” Aktör hayretle arkadaşına baktı. “Ne hakkında?”
“Charles’cığım, dedikodunun ne olduğunu bilirsin.”
“Yani Miss Milray’le… benim hakkımda mı konuşuyorlar? O suratla? O yaşta?”
“Kadın herhalde henüz ellisinde değil.”
“Herhalde.” Sir Charles bir an bu sorunu düşündü. “Fakat Tollie, Miss Milray’in yüzüne dikkat ettin mi? Evet onun da iki gözü, bir ağzı ve burnu var. Ama bu “yüz” diye tanımlanacak bir şey değil. Bir kadın yüzü yani. Buradaki en rezalet düşkünü bir dedikodu kumkuması bile öyle bir suratla bir skandalı birbirine bağlayamaz.”
“Sen ihtiyar İngiliz kızlarının hayal gücünü küçümsüyorsun.” Sir Charles başını salladı. “Buna inanmam. Miss Milray’in öyle korkunç, saygıdeğer bir hali var ki… Bu ihtiyar İngiliz kızlarını bile etkiler. O canlı bir saygıdeğerlik ve dürüstlük örneği. Ve işe yarayan bir kadın. Ben sekreterlerimi daima günah kadar çirkin kadınlardan seçerim.”
“Akıllı bir adamsın.”
Sir Charles birkaç dakika derin derin düşündü.
Sir Bartholomew sessizliği bozmak için, “Bugün kimler geliyor?” diye sordu.
“Angie…”
“Angela Sutcliffe mi? Bu iyi.”
Bay Satterthwaite ilgiyle öne doğru eğildi. Konukların kimler olduğunu öğrenmeyi çok istiyordu. Angela Sutcliffe çok tanınmış bir aktristi. Artık genç değildi, ama halk hâlâ ona hayrandı. Zekâsı ve sevimliliğiyle ün yapmıştı.
“Sonra… Dacres’lar.”
Bay Satterthwaite başını salladı. Bayan Dacres, ünlü moda evi ‘Ambrosine’in sahibiydi. Tiyatro programlarında çoğunlukla şöyle bir yazıya rastlardınız. ‘Miss Falan filan’ın birinci perdedeki kıyafetleri Ambrosine tarafından hazırlanmıştır. Kocası Bay…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÜç Perdelik Cinayet
- Sayfa Sayısı 176
- YazarAgatha Christie
- ISBN9789752101890
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Saklı Duygular ~ Sara Sheridan
Saklı Duygular
Sara Sheridan
Onuru Kırılmış Bir Kadın… Uzak Bir Diyar… Yasak Bir Aşk… Yaşadığı kaçamakla 1840’ların Londra’sında bir skandal yaratan Mary, kız kardeşi Jane ve eşi Robert...
- Beyaz Diş ~ Jack London
Beyaz Diş
Jack London
1906 yılında Beyaz Diş yayınlandığında, Jack London artık ünlü bir yazar olma yolunda önemli adımlar atmış, sadece Amerika’da değil, dünyanın başka ülkelerinde de popülerleşmeye...
- Ebeveynler Nasıl Eğitilir? Keşif Günlüğü ~ Jenny Smith
Ebeveynler Nasıl Eğitilir? Keşif Günlüğü
Jenny Smith
Ah, şu büyükler! Eve geç kaldığınız için annenizle aranız mı açıldı? Ödevinizi zamanında teslim etmediğiniz için babanız harçlığınızı mı kesti? Peki ya anne babanız...