Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Einstein Yaşamı ve Evreni
Einstein Yaşamı ve Evreni

Einstein Yaşamı ve Evreni

Walter Isaacson

Bir dâhinin bilinmeyen yönleri 20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi Albert Einstein’ın sıra dışı yaşam öyküsü… CNN Yönetim Kurulu Başkanı, Time Dergisi Yazı İşleri…

Bir dâhinin bilinmeyen yönleri

20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi Albert Einstein’ın sıra dışı yaşam öyküsü…

CNN Yönetim Kurulu Başkanı, Time Dergisi Yazı İşleri Müdürü ve Aspen Enstitüsü Başkanı gibi önemli pozisyonlarda görev alan Kuzey Amerikalı biyografi yazarı Walter Isaacson tarafından kaleme alınan bu değerli kitap, Albert Einstein’ın tüm eserleri ortaya çıktıktan sonra yazılan ilk kapsamlı biyografisi.

Walter Isaacson, birçok farklı dile çevrilen ve dünya çapında çoksatanlar listesine giren “Steve Jobs” ve “Benjamin Franklin: Bir Amerikalının Hayatı” adlı biyografilerinde olduğu gibi, bu çalışmasında da yine pek çok bilinmeyeni ortaya koyuyor:

Einstein’ın zihni nasıl işliyordu?
Onu dâhi kılan olgular nelerdi?
Dâhiliğinin özel yaşamına etkileri var mıydı?
Tanrı kavramına yaklaşımı nasıldı?
Einstein’ın bilimsel düş gücünde karakterinin isyankâr doğasının da bir payı var mıydı?..

Albert Einstein’ın bilinmeyen dünyasına ışık tutan bu benzersiz kitap, öncü fizikçinin insani yönlerini paylaşmayı da ihmal etmiyor. Büyük dâhinin daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış fotoğrafları ile zenginleştirilen “Einstein-Yaşamı ve Evreni”, her kütüphanede bulunması gereken ilham verici bir kaynak.

İÇİNDEKİLER

Teşekkür
Ana Karakterler
BİRİNCİ BÖLÜM
Işık Demetiyle Seyahat
İKİNCİ BÖLÜM
Çocukluk, 1879-1896
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Zürih Politeknik, 1896-1900
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Âşık Çift, 1900-1904
BEŞİNCİ BÖLÜM
Mucize Yılı: Kuantum ve Moleküller, 1905
ALTINCI BÖLÜM
Özel Görelilik, 1905
YEDİNCİ BÖLÜM
En Mutluluk Verici Düşünce, 1906-1909
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Gezgin Profesör, 1909-1914
DOKUZUNCU BÖLÜM
Genel Görelilik, 1911-1915
ONUNCU BÖLÜM
Boşanma, 1916-1919
ON BİRİNCİ BÖLÜM
Einstein’ın Evreni, 1916-1919
ON İKİNCİ BÖLÜM
Şöhret, 1919
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Gezgin Siyonist, 1920-1921
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Nobel Ödülü, 1921-1927
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
Birleşik Alan Teorileri, 1923-1931
ON ALTINCI BÖLÜM
Ellisini Devirmek, 1929-1931
ON YEDİNCİ BÖLÜM
Einstein’ın Tanrısı
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
Mülteci, 1932-1933
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
Amerika, 1933-1939
YİRMİNCİ BÖLÜM
Kuantum Sorunsalı, 1935
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
Bomba, 1939-1945
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
Tek Dünyacı, 1945-1948
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sınır İşareti, 1948-1953
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Cadı Avı, 1951-1954
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
Son, 1955
SONSÖZ
Einstein’ın Beyni ve Einstein’ın Zihni
Kaynakça
Notlar
Dizin

BİRİNCİ BÖLÜM 

IŞIK DEMETİYLE SEYAHAT 

Patent ofisinde çalışan genç memur, arkadaşına şöyle yazmıştı: “Karşılığında sana dört makale vaat ediyorum.” Bu mektubun, bilim tarihindeki en önemli haberlerden birini taşıdığı ortaya çıkacaktı, ama ciddiyeti, yazarının tipik çocuksu tavrıyla maskelenmişti. Öyle ki arkadaşına daha biraz önce ‘dondurulmuş balina’ diye hitap etmişti ve ‘boşboğazlık’ ettiği için özür dilemişti. Ancak boş zamanlarında yazdığı makaleleri açıklamaya geçtikten sonra, önemlerini hissettiğine dair bir işaret verecekti.1 “İlki, ışınım ve ışığın enerji özellikleriyle ilgili ve büyük bir devrim niteliğinde,” diye açıklamıştı. Evet, gerçekten de devrim niteliğindeydi. Işığın yalnızca bir dalga olarak değil, kuantum olarak adlandırılan küçük parçacıkların akışı olarak da görülebileceğini savunuyordu. Katı bir nedensellik ya da kesinlikten uzak bir kozmos kavramına dayanan bu teoriden er geç çıkarılacak anlamlar, yaşamının geri kalanında onu ürkütecekti. “İkinci makalem, atomların gerçek boyutlarının belirlenmesi üzerine.” Atomların varlığının halen tartışılabilir olmasına karşın, yazdıkları arasında en açık olanı olduğundan, doktora tezi konusunda en son girişimi için en uygun yol olarak seçmişti bu makaleyi.

Fizikte devrim yapma sürecindeydi, ama akademik bir iş bulma ya da kendisini görev yaptığı patent ofisinde üçüncü sınıf memurluktan ikinci sınıf memurluğa yükseltebileceğini umut ettiği bir doktora derecesi kazanma çabaları, defalarca sonuçsuz kalmıştı. Üçüncü makale, mikroskobik parçacıkların sıvı içindeki kontrolsüz hareketlerini, rastgele çarpışmaların istatistiksel analizini kullanarak açıklıyordu. Süreç içinde atomların ve moleküllerin varlığını gerçekten kanıtlıyordu. “Dördüncü makalem ise henüz kaba bir taslak halinde: Uzay ve zaman teorisine bir değişiklik getiren hareketli cisimlerin elektrodinamiği üzerine.” Einstein’ın boşboğazlık etmediği çok açıktı. Bir laboratuvarda değil, sadece kendi kafasında gerçekleştirdiği düşünce deneylerine dayanarak, Newton’ın mutlak uzay ve zaman kavramlarının geçersiz olduğu sonucuna ulaşmıştı. Bu daha sonra Özel Görelilik Teorisi olarak bilinecekti. Henüz aklına gelmemiş olduğu için arkadaşına anlatamadığı şey ise, aynı yıl, dördüncü makalesine küçük bir eklemeyle, enerjiyle kütle arasındaki ilişkiyi saptayan beşinci bir makale yazacak olmasıydı.

Bu makalesinden, fizik tarihinin en çok bilinen denklemi ortaya çıkacaktı: E = mc² Klasik kalıpları kırma arzusuyla hatırlanacak bir yüzyılı geride bıraktığımız ve bilimsel yenilik için gereksinim duyulan yaratıcılığı beslemeyi amaçlayan bir çağın eşinde olduğumuz düşünüldüğünde, bir kişi, çağımızın en önemli ikonu olarak göze çarpar: Çılgın saç halesi, parıldayan gözleri, dikkat çekici insanlığı ve olağandışı dehasıyla sembol bir sima haline gelen, adı dâhilikle eş anlamlı olan, o sevecen mülteci. Albert Einstein, hayal gücüyle kutsanan ve doğanın maharetiyle uyumlu bir inanç tarafından yönlendirilen bir çilingirdi. Yaratıcılıkla özgürlük arasındaki bağlantıyı miras bırakan ilgi çekici öyküsü, modern çağın zaferlerini ve kargaşasını yansıtır. Artık arşivleri tamamen açılmış olduğu için, Einstein’ın özel yanlarının –uyumsuz kişiliği, isyankâr içgüdüleri, merakı, tutkuları ve objektifliği– politik ve bilimsel yanlarıyla nasıl iç içe geçtiğini keşfetmek olasıdır. Onu tanımak, biliminin kaynaklarını anlamamıza; biliminin kaynaklarını anlamak da, onu tanımamıza yardım eder. Karakteri, hayal gücü ve yaratıcı dehası, tıpkı birleşik bir alanın parçaları gibi birbirine bağlıydı. Mesafeli olarak nitelendirilmesine karşın, aslında hem kişisel hem de bilimsel uğraşlarında tutkuluydu. Üniversitede fizik bölümündeki tek kadın olan Sırp kökenli, gizemli ve güçlü Mileva Marić’e delicesine âşık oldu. Evlenmeden önce bir kızları olmuştu, daha sonra evlendiler ve iki çocukları daha oldu. Mileva Marić, bilimsel fikirlerini sunduğu, sınadığı biri gibiydi ve makalelerindeki matematik işlemlerini kontrol etmesine yardım etti; ancak zamanla ilişkileri zayıfladı.

Einstein ona bir anlaşma önerdi. Günün birinde Nobel Ödülü’nü kazanacağını söyledi ve eğer boşanmayı kabul ederse, ödülle gelen parayı ona vermeyi teklif etti. Mileva Marić bunu bir hafta boyunca düşündü ve kabul etti. Teorileri öylesine radikaldi ki, patent ofisinden mucizevi bir biçimde dışarı taşmasının üstünden on yedi yıl geçtikten sonra ödüllendirildi ve Mileva Marić ödül parasını aldı. Einstein’ın yaşamı ve çalışmaları, 20. yüzyılın başlarındaki modernist atmosferdeki sosyal kesinliklerin ve ahlaki mutlaklıkların ortadan kalkmasına tanıklık etti. Yaratıcı uyumsuzluk, dönemin havasına işlemişti: Picasso, Joyce, Freud, Stravinsky, Schoenberg ve diğerleri geleneksel kalıpları kırıyordu. Bu atmosfer, uzay ve zamanın ve parçacıkların özelliklerinin, gözlemlerin değişkenliğine dayalı göründüğü bir evren fikriyle birleşiyordu.

Einstein, aralarında küçümseyici tavırları anti-Semitizm ile beslenenlerin de yer aldığı birçok kişi tarafından bu şekilde yorumlansa da, gerçek anlamda bir rölativist değildi. Görelilik de dahil olmak üzere teorilerinin tümü, değişken olmayanı, kesinliği ve mutlaklığı aramaya yönelikti. Einstein, evrenin yasalarının temelini oluşturan ahenkli bir gerçeklik olduğuna inanıyordu ve bilimin hedefi bunu keşfetmekti. Einstein’ın arayışı, 1895 yılında, 16 yaşındayken, bir ışık demetine binerek seyahat etmenin nasıl olacağını hayal etmesiyle başladı. On yıl sonra, yukarıdaki mektupta açıklanan en parlak dönemini yaşadı. Böylece 20. yüzyıl fiziğinin iki önemli ilerlemesi olan görelilik ve kuantum teorilerinin temellerini attı. Bundan on yıl sonra, 1915’te, bilim tarihindeki en harikulade teorilerden biri olan göreliliğin genel teorisini geliştirerek, doğadan, kendisini taçlandıran görkemi elde etti. Özel görelilikte olduğu gibi, teorisini yine düşünce deneyleriyle geliştirdi. Uzayda hızla yükselen kapalı bir asansörün içinde olduğunuzu hayal edin. O, bunlardan birinin içinde olduğunu varsaydı. Bu durumda hissedeceğiniz etkiler, yerçekimi deneyiminden ayırt edilemeyecektir. Varsaydığı yerçekimi, uzay ve zamanın bükülmesiydi ve bu bükülmenin dinamiklerinin madde, hareket ve enerji arasındaki karşılıklı etkileşimden kaynaklandığını açıklayan denklemleri buldu. Bu, farklı bir düşünce deneyi kullanılarak da açıklanabilir. Bir bowling topunun, bir trambolinin iki boyutlu yüzeyinde nasıl yuvarlanacağını gözünüzde canlandırın. Daha sonra bilardo toplarını yuvarlayın. Bilardo topları, bowling topu gizemli bir çekim uyguladığı için değil, trambolinin yüzeyi bu şekilde eğrildiği için ona doğru gider. Şimdi de bunun uzay ve zamanın dört boyutlu yapısında nasıl gerçekleştiğini hayal edin. Tabii ki hiç kolay değil; ama zaten Einstein’ı bizlerden ayıran şey de bu. Einstein’ın meslek hayatının tam orta noktası, bundan on yıl sonra, 1925’te gerçekleşti ve bu bir dönüm noktasıydı. Başlamasına yardımcı olduğu kuantum devrimi, belirsizliklere ve olasılıklara dayalı yeni bir mekaniğe dönüştürülüyordu. O yıl kuantum mekaniğine son büyük katkılarını gerçekleştirdi, ama aynı zamanda da buna karşı çıkmaya başladı. 1955’te ölüm yatağındayken karaladığı bazı denklemlerle sonlanan otuz yılını, kuantum mekaniğinin eksiklikleri olarak gördüğü şeyleri inatla eleştirerek ve kuantum mekaniğini birleşik alan teorisiyle birleştirmeye çaba sarf ederek geçirdi. Einstein, hem bir devrimci olarak geçirdiği ilk otuz yılında, hem de muhalif olarak geçirdiği sonraki otuz yılında, uyumsuzluğa uyumlu, sakin ve yaptığı işten keyif alan bir yalnız kurt olarak kalma arzusunda tutarlıydı. Bağımsız düşünen biri olarak, geleneksel bilginin sınırlarını aşan bir hayal gücüyle hareket etti. Özel biriydi, saygılı bir isyancıydı ve olayların şans eseri olarak gerçekleşmesine izin vererek kumar oynamayacak bir Tanrı’ya olan inancıyla hareket etti. Bu inancını neşeyle ve gözlerindeki pırıltıyla taşıdı. Einstein’ın uyumsuz yönü, kişiliği ve siyasi anlayışında da belirgindi. Sosyalist idealleri paylaşsa da aşırı devlet kontrolünü ya da merkezi otoriteyi kabullenemeyecek kadar bireyciydi.

Genç bir biliminsanı olarak fazlasıyla işine yarayan küstah içgüdüleri, onu milliyetçiliğe, militarizme ve sürü zihniyeti kokan her şeye alerjik kıldı. Hitler jeopolitik denklemlerini yeniden gözden geçirmesine neden olana dek, savaş karşıtlığını savunan içgüdüsel bir pasifistti. Einstein’ın öyküsü sonsuz küçükten sonsuza, fotonların yayılmasından kozmosun genleşmesine kadar, modern bilimin muazzam bir bölümünü kapsar. Onun büyük zaferlerinden yüzyıl sonra, halen Einstein’ın evreninde –makro ölçekte görelilik teorisiyle ve mikro ölçekte şaşırtıcı olmaya devam etse de uzun ömürlü olduğu ortaya çıkan kuantum mekaniğiyle tanımlanan bir evrende– yaşamaya devam ediyoruz.

Günümüz teknolojisinin tümünde onun parmak izleri vardır. Fotoelektrik piller ve lazerler, nükleer güç ve fiber optik, uzayda seyahat ve hatta yarı iletkenler, hep onun teorilerine kadar uzanır. Franklin Roosevelt’e bir mektup yazarak, atom bombasının yapılmasının mümkün olduğu konusunda uyarmıştır; sonuçta ortaya çıkan dev mantar bulutunu gördüğümüzde, onun, enerjiyle kütlenin ilişkisini açıklayan ünlü denklemini hatırlarız. 1919 yılındaki tutulma sırasında gerçekleştirilen ölçümler, Einstein’ın, yerçekiminin ışığı nasıl eğdiğine ilişkin varsayımını doğruladığında hızla artan ünü, yeni bir çağın doğuşuna denk düştü ve ona katkıda bulundu. Einstein bilimsel bir süpernovaya ve gezegenimizin en ünlü yüzlerinden biri olan hümanist bir ikona dönüştü. Kamuoyu onun teorileri karşısında gerçekten hayrete düştü, onu bir deha kültüne dönüştürdü ve dünyevi bir aziz olarak yüceltti.

Elektriklenen saç halesi ve parıldayan gözleri olmasaydı, yine de bilimin posterleri süsleyen seçkin çocuğu olabilir miydi? Bir düşünce deneyi olarak, onun Max Planck ya da Niels Bohr gibi göründüğünü varsayın. Onların ününün yörüngesinde kalıp yalnızca bilimsel bir deha mı olurdu? Yoksa Aristotales, Galileo ve Newton’ın paylaştığı panteonda kendine bir yer bulabilir miydi?2 Kendi adıma ikincisinin doğru olduğunu düşünüyorum. Çalışmaları çok kişisel bir karaktere sahipti; tıpkı bir Picasso tablosunun Picasso’ya ait olduğunun ayırt edilebilmesi gibi, çalışmanın ona ait olduğunu belli eden bir iz taşıyordu. Yaratıcı sıçramalar gerçekleştirdi ve büyük ilkelere, deneysel veriye dayalı sistemli tümevarımla değil, düşünce deneyleri aracılığıyla ulaştı. Sonuçta ortaya çıkan teoriler, zaman zaman şaşırtıcı, gizemli ve sağduyuya aykırıydı. Yine de popüler hayal gücünü ele geçirebilen kavramlar içeriyordu: Uzay ve zamanın göreliliği, E = mc², ışık demetlerinin eğilmesi ve uzayın eğrilmesi. Aurasına, yalın insancıllığı ekleniyordu. İç dinginliği, doğanın verdiği huşudan gelen alçakgönüllülükle dengeleniyordu. Yakınındakilerden ayrı ve uzak olabilirdi, ama genel olarak insanlığa karşı, gerçek bir iyilikseverlik ve yumuşak bir şefkat duyuyordu. Bütün o popüler cazibesine ve dış görünüşündeki ulaşılabilirliğine karşın Einstein, modern fiziğin, sıradan bir insanın kavrayamayacağı bir şey –Harvard profesörü Dudley Herschbach’ın ifadesiyle “papaz benzeri uzmanların alanı”– olduğu anlayışını da sembolize etti.3 Bu her zaman böyle değildi.

Galileo ve Newton da büyük dehalardı, ama dünyayı mekanik neden-sonuç ilişkisiyle açıklamaları, konu üzerinde kafa yoran birçok kişinin kavrayabileceği bir şeydi. Benjamin Franklin’in yaşadığı 18. ve Thomas Edison’un yaşadığı 19. yüzyılda, eğitimli bir kişi bilime bir çeşit aşinalık hissedebilir ve hatta bilimle amatörce uğraşabilirdi. Bilimsel çabalara yönelik popüler anlayış, 21. yüzyılın ihtiyaçları doğrultusunda mümkünse yeniden canlandırılmalıdır. Bu, her edebiyat uzmanının hafifletilmiş bir fizik kursunu takip etmesi ya da bir şirket hukukçusunun kuantum mekaniğini öğrenmesi gerektiği anlamına gelmez. Bilimin metotlarına yönelik takdirin, sorumlu bir yurttaş için faydalı bir nitelik olacağı anlamına gelir. Bilim, çok önemli bir biçimde, olgusal kanıtlarla genel teoriler arasındaki ilişkiyi öğretir bize.

Bu, Einstein’ın yaşamında da açıkça karşımıza çıkan bir şeydir. Ayrıca bilimin ihtişamının takdiri, iyi bir toplum için sevindirici bir özelliktir. Düşen elmalar ve asansörler gibi sıradan şeyleri çocukça bir hayretle izleyebilme yeteneğinden uzaklaşmamamıza yardımcı olur. Bu, Einstein’ı ve diğer büyük kuramsal fizikçileri karakterize eden özelliktir.4 Einstein üzerine çalışmak, bu yüzden faydalı olabilir. Bilim, ilham verici ve soyludur; ve efsane olmuş bilim adamlarının bize anımsattığı gibi, büyüleyici bir misyonun peşinde koşar. Yaşamının sonlarına doğru kendisine, New York State Eğitim Departmanı tarafından, okulların neye vurgu yapması gerektiği sorulmuştur. “Tarih öğretilirken, bağımsız karakteri ve kararlarıyla insanoğluna fayda sağlayan kişiliklerin üzerinde etraflıca durulması gerekir,”5 diye karşılık vermiştir.

Einstein’ın kendisi de bu kategoriye girer. Küresel rekabette, bilim ve matematik eğitimini daha da önemseyen bir yaklaşımın söz konusu olduğu bir süreçte, Einstein’ın yanıtının diğer kısmını da dikkate almalıyız. “Öğrencilerin eleştirel yorumları dostça bir tavırla karşılanmalıdır,” demişti. “Bilgi birikiminin, öğrencinin bağımsızlığını boğması engellenmelidir.” Bir toplumun rekabete dayalı üstünlüğü, okullarının çarpım tablosunu ve periyodik cetveli iyi öğretmesinden değil, hayal gücünü ve yaratıcılığı teşvik etmesinden gelir. Einstein’ın dehasının ve yaşamından alınacak derslerin anahtarının burada olduğuna inanıyorum. Genç bir öğrenciyken, ezbere dayalı öğrenmede asla başarılı olmadı. Daha sonra bir teorisyenken, başarısı, zihinsel işlem gücünün kaba kuvvetinden değil, hayal gücünden ve yaratıcılığından geldi. Karmaşık denklemleri kurmayı biliyordu, ama daha da önemlisi, matematiğin, doğanın kendi harikalarını açıklamak için kullandığı dil olduğunu biliyordu. Bu nedenle denklemlerin gerçekliğe nasıl yansıdığını gözünde canlandırabiliyordu:

James Clerk Maxwell tarafından keşfedilen elektromanyetik alan denklemlerinin, bir ışık demetiyle seyahat eden bir çocuğa kendilerini göstermeleri örneğinde olduğu gibi. Einstein şöyle demiştir: “Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir.”Bu yaklaşım, Einstein’ın uyumsuzluğu kucaklamasını gerektirdi. Çok sonraları karısı olacak olan sevgilisine şöyle haykırmıştı: “Çok yaşa küstahlık! Sen, bu dünyadaki koruyucu meleğimsin.” Uzun yıllar sonra, birçok kişi, kuantum mekaniğini kabullenme noktasındaki isteksizliğinin, üstünlüğünü yitirmiş olmasından kaynaklandığını düşünürken, bunu esefle karşıladı: “Kader, otoriteyi küçümsediğim için beni cezalandırmak istedi ve bir otorite konumuna getirdi.”7 Einstein’ın başarısı, geleneksel bilgiyi sorgulamaktan, otoriteye meydan okumaktan ve başkalarına olağan görünen gizemleri fark etmekten kaynaklandı. Bu, onu özgür zihinlere, özgür ruhlara ve özgür bireylere saygıya dayalı bir ahlak ve politika anlayışını kucaklamaya yöneltti. Despotluğu reddetti ve hoşgörüyü yalnızca hoş bir erdem olarak değil, yaratıcı bir toplum olmanın zorunlu bir koşulu olarak gördü. “Bireyi beslemek önemlidir,” demişti, “çünkü yalnızca birey yeni fikirler üretebilir.”8 Bu görüş açısı, Einstein’ı, doğanın ahengine saygı duyan bir isyankâr kıldı; evren anlayışımızı değiştirmek için hayal gücüyle bilginin doğru karışımına sahip biri haline getirdi. Bu özellikler, başarımızın yaratıcılığımıza bağlı olacağı bu yeni küreselleşme çağında, Einstein’ın, 20. yüzyılın başlarında modern çağın başlamasına yardım ettiği zamanki kadar hayatidir.

İKİNCİ BÖLÜM 

ÇOCUKLUK
1879-1896

Swabia

Einstein konuşmayı geç öğrenmişti. Bu durumu, “Ailem öylesine endişelendi ki bir doktora danıştı,” diye anlatacaktı sonradan. İki yaşını geçip sözcükleri kullanmaya başladığında bile, evin temizlikçisinin onu “der Depperte”, yani budala olarak çağırmasına ve ailenin diğer üyelerinin, onun gelişimini “âdeta geriye doğru” olarak nitelemesine neden olan bir tuhaflık geliştirdi. Ne zaman bir şey söylemek istese, bunu ilk önce kendi kendine deniyor ve yüksek sesle telaffuz edilecek kadar iyi bir hâle gelene dek yavaşça fısıldıyordu. Saygılı, küçük kız kardeşi bunu ileride şöyle hatırlayacaktı:

“Ağzından çıkan her cümleyi, ne kadar alışılmış olursa olsun, dudaklarını kıpırdatarak kendi kendine tekrarlardı.” Bunun çok endişe verici olduğunu düşünmüşlerdi. “Konuşurken o kadar güçlük çekiyordu ki, çevresindekiler konuşmayı asla öğrenemeyeceğinden korkuyordu.”1 Ağır gelişimi, otoriteye karşı küstahça başkaldırmasıyla birleşti. Okuldaki öğretmenlerinden biri onu kapı dışarı ederken, bir diğeri de onun uğraşmaya değer biri olmadığını söyleyerek tarihe geçmiştir. Bu özellikler, Albert Einstein’ı, dünyanın dört bir yanındaki dikkati dağılmış okul çocuklarının koruyucu azizi kıldı.2 Ama bunlar aynı zamanda onun modern zamanların en yaratıcı bilimsel dehası haline gelmesine katkıda bulundu ya da en azından kendisi böyle olduğuna inandı.

Otoriteye karşı takındığı kendini beğenmiş, küçümser tavır, aldığı bilgileri, akademideki iyi eğitimli asistanların asla aklına getirmediği şekillerde sorgulamasına yol açtı. Ağır sözel gelişiminin, başkalarının gündelik bir şeymiş gibi kabul ettiği şeyleri hayranlıkla gözlemesine izin verdiğine inandı. “Görelilik teorisini neden başkasının değil de benim keşfettiğimi kendi kendime sorduğumda, şu koşulun etkili olduğuna inanıyorum,” diye açıklamıştı.

“Sıradan bir yetişkin asla uzay ve zaman sorunlarına kafa yormaz. Bu gibi şeyleri çocukken düşünür. Ben öylesine ağır bir gelişim göstermiştim ki, uzay ve zamanı ancak bir yetişkin haline geldikten sonra merak etmeye başlamıştım. Sonuçta, bu sorunu sıradan bir çocuğa oranla daha derinlemesine araştırdım.”3 Einstein’ın gelişimsel sorunları muhtemelen abartılmıştır, hatta bunu kendisi bile abartmış olabilir.

Zira çok sevdiği büyükannesi ve büyükbabası tarafından yazılmış olan ve onun da tıpkı diğer torunları gibi akıllı ve sevimli olduğuna yer verilen bazı mektuplar bulunmaktadır. Bununla birlikte Einstein, yaşamı boyunca ifadeleri, özellikle de kendisini eğlendiren ifadeleri iki ya da üç kez kendi kendine tekrarlamasına neden olan ılımlı bir “yankılama” belirtisi göstermiştir. Genellikle resimler halinde düşünmeyi tercih etmiştir. Bu, en çok, düşen bir asansörün içindeyken yerçekiminin hissedilmesi ya da hareket halindeki bir trenden, düşen yıldırımların izlendiğinin hayal edilmesi gibi ünlü düşünce deneylerinde karşımıza çıkar. Daha sonra bir psikoloğa şunları söylemiştir: “Sözcüklerle nadiren düşünürüm. Bir düşünce gelir ve sonradan bunu sözcüklerle açıklamaya çalışırım.”4 Einstein hem anne, hem de baba tarafından Yahudi soyundan gelir.

Bunlar, en azından iki yüzyıldır, Güneybatı Almanya’da, Swabia’nın kırsal bölgelerinde, esnaflık ve seyyar satıcılık yaparak geçinen ve gösterişsiz bir yaşam süren ailelerdir. Her yeni kuşakla birlikte, sevdikleri Alman kültürüne gittikçe daha çok asimile olmuşlar ya da en azından bunun böyle olduğunu düşünmüşlerdir. Kültürel kimlikleri ve soy içgüdüleri itibariyle Yahudi olmalarına karşın, dine ya da ritüellerine sınırlı bir ilgi göstermişlerdir. Einstein, kendisini şekillendiren etkenlerin içinde kalıtsal özelliklerin rolünü sürekli reddetti. Yaşamının son yıllarında bir arkadaşına şunları söyledi: “Atalarımın araştırılması, sonuçsuz bir çabadır.”5 Bu, gerçeği tam olarak yansıtmıyordu. Eğitime önem veren, bağımsız düşünceli ve anlayışlı bir ailede dünyaya gelme şansına sahip olmuştu. Kendine özgü bir entelektüel geleneğe sahip olan, dışlanmanın ve sürekli gezgin olmanın tarihini paylaşan bir dini mirasın üyesi olmaktan, hem olumlu hem de trajik bir biçimde etkilendi. Elbette ki 20. yüzyılın başında Almanya’da Yahudi olması, kendisinin tercih ettiğinden daha fazla dışlanmasına ve daha fazla gezgin hayatı sürmesine neden oldu. Ancak bunlar da onun kimliğini ve dünya tarihinde oynayacağı rolü bütünledi.

Einstein’ın babası Hermann, 1847 yılında, Swabia’nın Buchau köyünde dünyaya gelmişti. Gelişen Yahudi toplumu, o sıralar, her meslekte çalışabilme hakkını yeni elde etmişti. Hermann’ın “matematiğe karşı belirgin bir eğilimi” vardı6 ve ailesi onu, liseyi okuması için, yetmiş beş mil kuzeye, Stuttgart’a gönderebildi. Ne var ki çoğu, çeşitli nedenlerle Yahudilere kapatılan üniversitelerden birine göndermeye mali güçleri yetmediğinden Hermann, ticaretle uğraşmak için Buchau’ya geri döndü. Birkaç yıl sonra, Almanya’daki Yahudilerin 19. yüzyılın sonlarında endüstri merkezlerine genel göçünün bir parçası olarak, Herman ve ailesi, otuz beş mil uzaklıktaki, daha gelişkin Ulm kentine taşındı.

Ulm, önceden biliyormuşçasına, halkının matematikçi olduğu anlamına gelen “Ulmenses sunt mathematici” özdeyişiyle övünüyordu.7 Hermann orada, bir kuzeninin kuştüyü yatak şirketine ortak oldu. Daha sonra oğlunun anlatacağı gibi, “son derece dost canlısı, kibar ve bilge” biriydi.8 Uysallığa varan nezaketi nedeniyle, bir işadamı olmaya uygun olmadığı ve finansal sorunlarda pratik davranamayacağı ortaya çıktı. Ancak uysallığı, cana yakın bir aile babası ve iradesi güçlü bir kadına iyi bir eş olmasını sağladı. 29 yaşındayken, kendisinden on bir yaş küçük olan Pauline Koch ile evlendi. Pauline’in babası Julius Koch, tahıl tüccarlığı yaparak ve Württemberg ailesine erzak sağlayarak önemli bir servet edinmişti. Pauline onun pratikliğini miras almıştı, ama alaycılıkla birleşen şakacılığı ve hem bulaşıcı, hem de yaralayıcı olabilen gülüşüyle, babasının asık yüzlü yaradılışından ayrılıyordu. Bu özellikleri, oğluna da geçirecekti. Hermann ile Pauline’in evliliği her açıdan mutlu bir evlilikti. Pauline’in güçlü kişiliği, eşinin pasifliğiyle “tam bir uyum” içinde birleşmişti.

İlk çocukları, kısa bir süre önce Swabia’nın diğer bölgeleriyle birlikte yeni Alman Eyaleti’ne katılan Ulm kentinde, 14 Mart 1879 Cuma günü, saat 11:30’da dünyaya geldi. Pauline ve Hermann ilk başta oğullarına, büyükbabasının adı olan Abraham adını vermeyi planlamış, ancak daha sonra bu adın kulağa “fazla Yahudi” geldiğini düşünmüşlerdi.10 Bu yüzden sadece baştaki A harfini bırakıp, onu Albert Einstein diye adlandırmışlardı.

Münih

Hermann, Albert’in doğumundan bir yıl sonra, 1880’de, kuştüyü yatak işi kötüye gidince, Münih’te gaz ve elektrik gereçleri şirketi açan kardeşi Jakob’un yanına taşınmaya ikna edildi. Beş kardeşin en küçüğü olan Jakob, Hermann’ın aksine daha yüksek bir eğitim alabilmiş ve mühendis olmuştu. Güney Almanya’daki belediyelere jeneratör ve elektrikli aydınlatma donanımı sağlamaya yönelik sözleşmeler yapmaya çalışıyorlardı. Jakob işin teknik yönüyle ilgilenirken, Hermann az da olsa bir satıcı olarak sahip olduğu yeteneklerini kullanıyor ve belki daha da önemlisi, karısının ailesinden kredi sağlıyordu.11 Pauline ve Hermann’ın ikinci ve son çocukları, 1881’in Kasım ayında dünyaya geldi. Maria adını verdikleri kızları, yaşamı boyunca Maja kısaltmasını kullandı. Albert, kız kardeşini ilk defa gördüğünde, oynayabileceği güzel bir oyuncak olduğunu sanmıştı. Ona bakıp şöyle haykırmıştı: “İyi ama tekerlekleri nerede?”12 Bu pek anlayışlı bir soru olmayabilir, ama üç yıldır yaşadığı dil sorunlarının, hatırlanmaya değer bazı yorumlarda bulunmasını engellemediğini göstermişti. Çocukluğa özgü az sayıdaki atışmalarının dışında, Maja ağabeyinin en yakın dostu haline geldi. Einstein’lar Münih’in dış mahallelerinde, büyük ağaçları ve güzel bir bahçesi olan rahat bir evde yaşadı.

Bu, en azından Albert’in çocukluğunun büyük bir bölümü boyunca, saygın bir burjuva yaşamı olarak kabul ediliyordu. Münih, çılgın Kral II. Ludwig (1845-1886) tarafından mimari açıdan yenilenmişti ve kiliselerinin, sanat galerilerinin ve kentin sakini Richard Wagner’in eserlerinin tercih edildiği konser salonlarının bolluğuyla övünüyordu. 1882 yılında, Einstein’lar geldiğinde, kentte yaklaşık 300.000 kişi yaşıyordu. Bunların yüzde 85’i Katolik, yüzde 2’si Yahudi’ydi. Münih, elektrik lambalarının kent sokaklarına yerleştirildiği ilk elektrik sergisine ev sahipliği de yapmıştı. Einstein’ların arka bahçesi, çoğu zaman kuzenler ve çocuklarla dolup taşıyordu. Ancak Einstein, onların gürültülü oyunlarından uzak duruyor ve bunun yerine “daha sakin şeylerle” ilgileniyordu. Mürebbiyelerden biri ona “Sıkıntı Kumkuması” adını takmıştı. Genelde yalnızlığı tercih ediyordu. Bu eğilimi bütün yaşamı boyunca sürdürdü. Ancak onunki, yoldaşlıktan ve entelektüel arkadaşlıktan aldığı zevkle birleşen özel bir yalnızlıktı. Onunla uzun süre birlikte çalışan meslektaşı Philipp Frank’e göre, “En başından beri kendini yaşıtlarından ayırmaya, gündüz düşü kurmaya ve derin düşüncelere dalmaya eğilimliydi.”13 Puzzle çözmeyi, oyuncak inşaat setiyle karmaşık yapılar inşa etmeyi, amcasının kendisine vermiş olduğu buhar makinesiyle oynamayı ve oyun kartlarından ev yapmayı seviyordu. Maja’ya göre Einstein, oyun kartlarından on dört katlı yapılar kurabiliyordu. Ona hayranlık duyan küçük kız kardeşin anımsadıklarının abartılı olduğunu düşünsek bile, şu iddiasında muhtemelen bir gerçeklik payı vardı: “Israr ve kararlılık, en başından beri, onun karakterinin bir parçasıydı.”

Ayrıca, en azından çocukluk döneminde, öfke nöbetleri geçirmeye eğilimliydi. Maja onun bu anlarını şöyle anlatıyordu: “Yüzü sapsarı kesiliyor, burnunun ucu kar gibi beyazlaşıyor ve kendini kontrol edemez hale geliyordu.” Beş yaşındayken, bir sandalyeyi kaldırıp öğretmenine fırlatmıştı. Öğretmeni de çıkıp gitmiş ve bir daha geri dönmemişti. Maja’nın başı da çeşitli sert nesnelerin hedefi olmuştu. Daha sonraları şu şakayı yapacaktı: “Bir entelektüelin kız kardeşi olmak için sağlam bir kafaya ihtiyaç var.” Israrcılığı ve kararlığından farklı olarak, sonunda öfkesinden kurtulabildi.14 Psikologların dilini kullanacak olursak, Einstein’ın sistemleştirme (bir sistemi yöneten yasaları ayırt etme) yeteneği, empati kurma (diğer insanların neler hissettiğini anlama ve umursama) yeteneğinden çok daha büyüktü. Bu yüzden Einstein’ın, hafif gelişim bozukluğu belirtileri gösterdiğinden endişelenenler olmuştu.15 Ancak mesafeli ve yer yer isyankâr olmasına karşın, yakın arkadaşlıklar geliştirebildiğini ve hem iş arkadaşlarıyla hem de genel olarak insanlıkla empati kurabilme yeteneğine sahip olduğunu da gözden kaçırmamak önemlidir. Çocuklukta gerçekleşen büyük uyanışlar genellikle solup gider. Ancak Einstein’ın 4 ya da 5 yaşlarındaki bir deneyimi bütün hayatını değiştirmiştir ve hem kendi zihnine, hem de bilim tarihine bir daha hiç çıkmayacak şekilde kazınmıştır. Bir gün hasta yatarken, babası ona bir pusula getirmişti. Yıllar sonra, pusulanın gizemli güçlerini incelerken ürperip buz kesecek kadar heyecanlandığını hatırlayacaktı. Manyetik iğnenin, dokunma ya da temas içeren daha bilindik mekanik bir yöntem yerine, âdeta gizli bir güç alanının etkisi altındaymış gibi davranması, onu bütün yaşamı boyunca yönlendiren merak hissini doğurmuştu.

Birçok kez anlattığı bu olay hakkında bir seferinde şunları söylemişti: “Bu deneyimin üzerimde derin ve devamlı bir etki yarattığını hatırlayabiliyorum ya da en azından öyle olduğuna inanıyorum. Gördüklerimizin ardında, derinlere gizlenmiş bir şeyler olmalıydı.”16 Dennis Overbye ise Âşık Einstein adlı kitabında şuna dikkat çeker: “Küçük bir çocuğun, kaotik gerçekliğin ardındaki görünmez düzen karşısında ürpermesi, ikonlaşmış bir öyküdür.” IQ adlı filmde Walter Matthau, Einstein’ı boynuna bir pusula asarak canlandırmıştır. Pusula, Shulamith Oppenheim tarafından kaleme alınan Albert’in Pusulasını Kurtarmak adlı çocuk kitabının da odağındadır.

Oppenheim’ın kayınpederi, bu öyküyü 1911’de Einstein’dan dinlemiştir.17 Pusulanın iğnesinin görünmeyen bir alanın etkisinde olmasından büyülendikten sonra, Einstein yaşamı boyunca doğayı açıklamanın bir yolu olarak alan teorilerine ilgi duyacaktı. Alan teorileri, uzayın belirli bir noktasındaki koşulların maddeyi ya da bir başka alanı nasıl etkileyeceğini açıklamak için, sayılar, vektörler ya da tensörler* gibi matematiksel nicelikleri kullanır. Örneğin kütle çekimsel ya da elektromanyetik bir alanda, belirli bir noktadaki parçacığı etkileyebilen kuvvetler vardır ve alan teorisi denklemleri, alan içinde hareket edildikçe bu kuvvetlerin nasıl değiştiğini açıklar. 1905 tarihini taşıyan özel görelilik hakkındaki ünlü makalesinin ilk paragrafı, elektriksel ve manyetik alanların etkilerine ilişkin bir değerlendirmeyle başlar. Genel görelilik teorisi, kütle çekimsel bir alanı açıklayan denklemlere dayanır. Yaşamının sonunda, her şeyi içine alan bir teoriye temel olabileceği umuduyla, alan denklemleri üzerinde inatla kafa yormuştur. Bilim tarihçisi Gerald Holton’un dikkat çektiği gibi, Einstein “klasik alan kavramını, bilimsel ruha yapılmış en büyük katkı” olarak görmüştür.18 Usta bir piyanist olan annesi, hemen hemen aynı süreçte, etkisi yine yaşamı boyunca sürecek olan bir başka hediye vermiş, onun için keman dersleri ayarlamıştı. Einstein ilk başta eğitimin mekanik disiplininden hoşlanmamıştı. Ancak Mozart’ın sonatlarıyla karşılaştıktan sonra, müzik onun için hem büyülü, hem de duygusal hale gelmişti. “Sevginin, en azından benim için, görev hissinden daha iyi bir öğretmen olduğuna inanıyorum,” ifadesini kullanacaktı.19 Çok geçmeden, kendisine piyanoda eşlik eden annesiyle, Mozart düetleri çalmaya başladı. Sonraları bir arkadaşına, “Mozart’ın müziği öylesine saf ve güzel ki, bunda evrenin içsel güzelliğinin bir yansımasını görebiliyorum,” diyecek ve Mozart hakkındaki görüşünü olduğu kadar matematik ve fizik hakkındaki görüşünü de yansıtan şu sözünü ekleyecekti: “Elbette ki bütün büyük güzelikler gibi, müziği kusursuz bir sadelikte.”20 Müzik yalnızca bir eğlence değildi. Tersine onun düşünmesine yardımcı oluyordu. Oğlu Hans Albert şunları söyleyecekti: “Ne zaman yolun sonuna geldiğini hissetse ya da çalışmasında büyük bir güçlükle karşılaşsa, müziğe sığınıyordu ve böylelikle bütün güçlükleri aşabiliyordu.”

Berlin’de tek başına yaşadığı ve genel görelilikle boğuştuğu yıllarda kemanın faydasını gördü. Bir arkadaşının anlattığına göre, “Kemanını çoğu zaman mutfağında, gecenin geç saatlerinde çalıyordu ve doğaçlama melodiler çalarken, karmaşık sorunlar üzerine kafa yoruyordu. Sonra birdenbire çalmayı bırakıp heyecan içinde haykırıyordu: ‘Buldum!’ Âdeta ilham alırmış gibi, soruların yanıtlarını müziğin ortasında buluyordu.”21 Müziğe ve özellikle de Mozart’a duyduğu takdir hissi, evrendeki uyumu sezmesinden kaynaklanıyor olabilir. 1920’de kendisiyle yaptığı sohbetlere dayalı olarak Einstein’ın bir biyografisini yazan Alexander Moszkowski de buna dikkat çekmek istemişti: “Müzik, Doğa ve Tanrı, izi asla silinmeyen bir hisler bütününde, ahlaki bir birlikte, iç içe geçmişti onda.”22 Albert Einstein yaşamı boyunca bir çocuğun hayranlık ve sezgisini korudu. Yetişkinlerin çok sıradan bulduğu manyetik alanlar, yerçekimi, eylemsizlik, ivme, ışık demetleri gibi doğa fenomenlerinin büyüsü karşısında duyduğu merakı asla yitirmedi. Aynı anda iki düşünce üzerinde kafa yormayı, bunlar çatıştıklarında ya da altlarındaki birlikteliği sezdiğinde hayret edebilmeyi hep sürdürdü. Yaşamının daha sonraki bir döneminde, bir arkadaşına şöyle yazacaktı: “Senin ve benim gibiler asla yaşlanmaz. İçinde doğduğumuz büyük gizemin karşısında meraklı birer çocuk gibi durmaktan asla vazgeçmiyoruz.

Okul

Einstein, daha sonraki yıllarında, ailesinde sinagoga giden tek kişi olan agnostik amcası hakkındaki eski bir şakayı anlatacaktı. Amcası, kendisine neden sinagoga gittiği sorulduğunda şöyle yanıt verirdi: “Ah, bunu asla bilemezsin.” Öte yandan Einstein’ın annesi ve babası “dinden tamamen uzaktı” ve kendilerini garanti altına alma ihtiyacı duymuyorlardı. Beslenme ile ilgili koşer kısıtlamalarına uymuyorlar ve sinagoga gitmiyorlardı. Babası, Yahudi ritüellerini “eski hurafeler” olarak görüyordu.24 Dolayısıyla altı yaşına giren Albert’in okula gitmesi gerektiğinde, evlerinin yakınlarında hiçbir Yahudi’nin bulunmamasına aldırış etmemişlerdi.

Albert, civardaki en büyük Katolik okul olan Petersschule’ye gitti. Sınıfındaki yetmiş öğrenci arasında bir tek o Yahudi olduğu için, Katolik inancı doğrultusundaki zorunlu dersi aldı ve bundan çok hoşlandı. Aslında bu derste o kadar iyiydi ki sınıf arkadaşlarına yardım ediyordu.25 Günün birinde öğretmeni sınıfa büyük bir çivi getirerek, “İsa çarmıha gerildiğinde kullanılan çiviler bunun gibiydi,” demişti.26 Einstein daha sonraları, öğretmenleri tarafından hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadığını söyleyecek, “Öğretmenler açık fikirliydi ve inanç temelinde hiçbir ayrım yapmıyorlardı,” diye yazacaktı. İş, öğrenci arkadaşlarına geldiğinde durum farklıydı. Bunu daha sonradan şöyle hatırlayacaktı: “İlkokuldaki çocuklar arasında, Yahudi karşıtlığı yaygındı.” Okula gidip gelirken “çocukların tuhaf bir biçimde haberdar olduğu ırksal karakteristikler” temelinde kendisiyle alay edilmesi, bütün yaşamı boyunca hissedeceği dışlanmışlık hissinin güçlenmesine katkıda bulundu. “Okuldan eve dönerken sık sık fiziksel saldırılar ve hakaretler gerçekleşiyor, ama bunlar genellikle fazla ileriye gitmiyordu. Yine de bir çocukta bile güçlü bir dışlanmışlık hissini pekiştirmeye yetiyordu.”27 Einstein dokuz yaşına bastığında, Münih’in merkezine yakın bir yerdeki Luitpold Gymnasium’a girdi. Burası, Latince ve Yunancanın yanı sıra matematik ve fen bilimlerine de ağırlık veren aydın bir okul olarak biliniyordu.

Ayrıca okul, Einstein ve diğer Yahudiler için dini dersler veren bir öğretmen de sağlıyordu. Einstein, anne ve babasının laik anlayışına karşın ya da belki de sırf bu nedenle, Museviliğe birdenbire büyük bir tutkuyla bağlandı. Kız kardeşine anlattığına göre, “İnancı öylesine ateşliydi ki kendi adına Museviliğin dini kısıtlamalarını her ayrıntısıyla uyguluyordu.” Domuz eti yemiyor, dinin getirdiği beslenme kurallarına uyuyor, cumartesi günleri çalışmıyor, ibadet ediyordu. Ailesinin geri kalanının küçümser bir tavırla ilgisiz kaldığı bütün kuralları yerine getiriyordu. Hatta Tanrı’yı yüceltmek için kendi ilahilerini besteliyor ve okuldan eve yürürken bunları kendi kendine söylüyordu.28 Einstein hakkındaki yaygın inanışlardan biri, öğrenciyken matematikte başarısız olduğudur. Bu, başarısız öğrencilerin endişelerini gidermek için tasarlanan binlerce Web sitesi ve çok sayıda kitap tarafından, çoğu zaman da “herkesin bildiği gibi” şeklinde bir ifade eşliğinde öne sürülen bir iddiadır. Hatta Ripley’in ünlü “İster İnan İster İnanma!” gazete sütununda bile yer almıştır.

Einstein’ın çocukluğu birçok ilginç ironi sunar, ama bu onlardan biri değildir. 1935 yılında, Princeton’daki bir haham ona, Ripley’in sütunundaki “Yaşayan En Büyük Matematikçi, Matematikte Başarısızdı” başlığını gösterdiğinde, Einstein gülmüş, “Matematikte hiç başarısız olmadım,” diye düzeltmişti. “On beşime gelmeden integral hesabında uzmanlaşmıştım.”29 Aslında en azından entelektüel açıdan harika bir öğrenciydi. İlkokulda sınıf birincisiydi. Yedi yaşındayken annesi, teyzesine şöyle demişti: “Albert dün karnesini aldı. Yine sınıf birincisi.” Gymnasium’da Latince ve Yunanca gibi dillerin mekanik öğrenimi hoşuna gitmemişti.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
  • Kitap AdıEinstein Yaşamı ve Evreni
  • Sayfa Sayısı504
  • YazarWalter Isaacson
  • ISBN9786257314626
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Steve Jobs ~ Walter IsaacsonSteve Jobs

    Steve Jobs

    Walter Isaacson

    “Dünyayı değiştirebileceklerini düşünecek kadar çılgın olan insanlar, bunu yapan insanlardır.” – Apple’ın “Farklı Düşün” reklamı, 1997 “Bir şeyin olması gerektiğine karar vermişse, olmasını sağlar....

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Bir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır ~ Charles R. CrossBir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır

    Bir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır

    Charles R. Cross

    Eşsiz, şahane bir portre. Cross, Cobain’in son saatlerini harikulade bir dille, nefis bir sürükleyicilikle betimliyor. […] Bölümün sonuna geldiğimde ellerimi yüzüme gömmüştüm, gözyaşlarıma hâkim...

  2. Son Deha Theodor W. Adorno ~ Detlev ClaussenSon Deha Theodor W. Adorno

    Son Deha Theodor W. Adorno

    Detlev Claussen

    Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Kuram olarak bilinen düşünce hareketinin ilk akla gelen isimlerinden olan Theodor W. Adorno, iki Dünya Savaşı, Stalin Diktatörlüğü, Soğuk...

  3. Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ ~ İrem Ela YıldızeliBir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ

    Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ

    İrem Ela Yıldızeli

    Yaprakları sararmış eski bir günlük ortaya çıkıveriyor. Günlüğü bulan İrem Ela Yıldızeli, sahibi ise Dr. Osman Şevki Uludağ… İrem’in büyükdedesi. Babaannenin evinden çıkan günlüğün...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur