Yılın bilimkurgu romanı Üç Cisim Problemi, Çince aslından çevirisiyle Türkçede!
Gizli bir askeri proje, uzaylılarla iletişime geçmek için uzaya sinyal gönderir. Bu sinyali yakalayan, yıkımın eşiğindeki bir uygarlık ise Dünya’yı kendisi için istemektedir.
“Olağanüstü bir kitap, bilimsel ve felsefi tartışmaların eşsiz bir karışımı.” -George R. R. Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin Hugo, Nebula ve Locus ödüllü yazarı
“Cixin Liu, bilimkurgunun süperstarı.” -John Scalzi, Yaşlı Adamın Savaşı serisinin Hugo ve Locus ödüllü yazarı
“Türünün en iyilerinden, alışılmış ama aynı zamanda da tuhaf.” -Kim Stanley Robinson, Mars Üçlemesi ve 2312’nin Hugo, Nebula ve Locus ödüllü yazarı
“Etkili ve yaratıcı. Cixin Liu, spekülatif kurgu yazarlarının en iyilerinden.” -David Brin, Postacı’nın Hugo ve Nebula ödüllü yazarı
“Güçlü bir yazarın kaleminden, birinci sınıf bir kitap.” -Ben Bova, Hugo ve Nebula ödüllü yazar
1
Çılgınlık Yılları
Çin, 1967
Kızıl Birlik’in, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargah binasına yapılan saldırısı iki gündür devam ediyordu. Kızıl bayrakları, çıra arayan alevler gibi rahatsızca dalgalanıyordu.
Kızıl Birlik’in kumandanı endişeliydi ama bu endişenin sebebi karargah binasının muhafızları değildi. Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının iki yüzden fazla Kızıl Muhafızı, 1966 yılının başlarında Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin başında kurulmuş olan Kızıl Birlik’in kıdemli Kızıl Muhafızları’yla kıyaslandığında çaylaktan öteye gidemezdi. Kızıl Birlik ülke çapında gerçekleşen devrimci turlarının kargaşalı deneyimlerine ve Tiananmen Meydanı’nda Başkan Mao’yu görmeye alışmıştı.
Ama kumandan, binanın içinde bulunan, her biri elektrikli fünyelerle bağlı ve içi patlayıcı dolu olan ocaklardan korkuyordu. Bunları göremiyordu ancak tıpkı yakınındaki bir mıknatısın demiri çekmesi gibi onları hissedebiliyordu. Bir muhafız bu anahtarı çevirecek olsa, hem devrimciler hem de karşı devrimciler koca bir patlamada ölür giderdi.
Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu’nun Kızıl Muhafızlar’ı bunu yapabilecek kadar kafayı yemişti. Kızıl Muhafızların birinci kuşak kadınları ve erkekleriyle kıyaslandığında, yeni isyancılar ipini koparmış, deliden daha deli bir kurt sürüsünden farksızdı.
Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu karargahının tepesinde, dev bir kızıl sancagı dört bir yana dalgalandıran genç ve güzel bir kız belirdi. Bu güzel kızı, birbirine karışan silah sesleri karşıladı. Kıza saldıran silahlar çok çeşitliydi; bunların arasında Amerikan yapımı eski tüfekler, Çek yapımı makineli tüfekler ve Japon Tip-38 tüfekleri, ‘August Editorial’ yazısının yayımlanmasından sonra Halk Kurtuluş Ordusu’ndan çalınmış HKO tüfekleri gibi daha yeni silahlar ve hatta Çin yapımı eski kılıçlar ve mızraklar da vardı. Modern ile tarih tek bir yerde toplanmış gibiydi.
Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu’nun sayısız üyesi buna benzer manzaralarla birçok kez karşılaşmıştı. Binanın tepesinde sancak sallar, megafonla sloganlar atar ve etrafa bildirt saçarlardı. O cesur kadın ve erkekler her seferinde, kurşun yağmurundan, kazandıkları görkemli zaferlerle sağ çıkmayı başarmıştı.
Ve belli ki bu yeni kız çocuğu da o kadar şanslı olacağını düşünüyordu. Kız yanan gençliğini ortaya koyuyormuş gibi savaş sancağını salladı. Düşmanlarının alevler içerisinde yanarak kul olacağını, damarlarında kanıyla beraber akan şevk ve coşkudan mükemmel bir dünyanın doğacını umuyordu. Bir kurşun göğsünü delip geçene kadar kız bu kızıl hayallerle mest olmuştu.
On beş yaşındaki kızın bedeni o kadar narindi ki, kurşun girip çıkarken yavaşlamamıştı bile. Genç Kızıl Muhafız, sancagıyla beraber aşağı düşmeye başladı. Hafif bedeni gökyüzünü terk etmek istemeyen bir kuş misali, kızıl kumaştan bile daha yavaşça düşüyordu.
Kızıl Birlik savaşçılan sevinç içerisinde haykırdı. Birkaç kişi hemen binanın önüne koştu, Yirmi Sekiz Nisan Kolordusu’nun savaş sancağını koparıp aldı ve narin cansız bedene el koydu. Kızın zarif ve ince bedenini, galibiyet kupası kaldırır gibi havaya kaldırdılar. Daha sonra onu avludaki demir kapının üzerine attılar. Kapının metal çubuklarının çoğu sivri uçluydu ve hiziplerin iç savaşlarında mızrak olarak kullanılmak üzere kapıdan sökülmüştü. Fakat bunlardan iki tanesi halen yerindeydi. Demir çubukların sivri uçları küçük kızı yakaladığında, kız bir anlığına hayata döner gibi sarsıldı.
Kızıl Muhafızlar biraz geri çekilip atış talimi için kızın kazığa geçirdikleri bedenini kullanmaya başladılar. Küçük kız uzun zamandır hiçbir şey hissetmediğinden, yorgun mermi fırtınası, çiseleyen bir yağmurdan farksızdı. Ara sıra, havada asılı incecik kolları sanki yağmur damlalarını vücudundan silkmek istiyormuş gibi sallanıyordu. Mermilerden biri kızın kafasının yarısını uçurdu. Artık, 1967 yılının mavi gökyüzüne bakabilecek tek bir güzel gözü kalmıştı. Bakışlarında acı yoktu, sadece katıklaşmış bir tutku ve özlem vardı.
Ama yine de diğerlerine kıyasla şanslıydı. En azından, büyük bir tutkuyla ideali için kendini feda etme şansı bulmuştu.
Buna benzer savaşlar, Pekin’in dört bir yanında patlak veriyordu ve paralel CPU’lar gibi el ele vererek Kaltar Devrimi’ni oluşturuyorlardı. Delilik tıpkı bir sel gibi şehri boğuyor, sızmadık yer bırakmıyordu.
Şehrin kenarında bulunan Tsinghua Universitesi’nin açık hava sporlarının yapıldığı spor alanında, binlerce insanın katıldığı bir ‘mücadele oturumu’ tam iki saattir devam etmekteydi. Kalabalık önünde suçlarını itiraf edene kadar, sözlü aşağılama ve fiziksel istismar yoluyla devrimin daşmanlarını yıkmak amacıyla kurulmuş bir tür kamu mitingiydi bu.
Devrimciler çeşitli gruplara bölünmüş, karşıt gruplar her yerde karmaşık harekatlar düzenlemişti. Üniversite bünyesinde Kızıl Muhafızlar, Kültür Devrimi Çalışma Grubu, İsci Propaganda Takımı ve Askeri Propaganda Takımı arasında yoğun çatışmalar patlak vermişti. Ve zaman zaman bu parçalardan, her biri farklı bir temele ve gündeme sahip, yeni bir isyancı grup çıkıyordu. Bu da daha acımasız savaşlara sebep oluyordu.
Ama bu toplu mücadele oturumunda, kurbanlar, tutucu burjuva akademisyenlerdi. Bunlar her grubun düşmanıydı ve bu yüzden her taraftan gelen zalimce saldırılara katlanmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu.
Diger ‘Canavarlar ve Şeytanlar” ile kıyaslandığında tutucu akademisyenler özeldi: İlk mücadele oturumlarında hem kibirli hem de inatçıydılar. Aynı zamanda bu aşamada en çok kaybı onlar vermişlerdi. Sadece başkent Pekin’de, mûcadele oturumları sırasında, kırk günlük bir süreç içerisinde, dövülerek öldürülen bin yedi yüzden fazla kurban vardi. Lao She, Wu Han, Jian Bozan, Fu Lei, Zhao Jiu Zhang, Yi Qun, Wen Jie, Hai Mo ve bir zamanların daha birçok saygın aydını bu çılgınlıktan kurtulmak uğruna daha kolay bir yol seçerek kendi hayatlarını sona erdirmeyi seçmişlerdi.
Birinci aşamadan canlı çıkanlar, acımasız mücadele oturumları sırasında yavaş yavaş uyuşmuşlardı. Ruhsal bir koruyucu kabuk, tam bir sinirsel çöküş yaşamalarını engellemişti. Oturumlar sırasında çoğunlukla yarı uyur halde olurlar, ancak birisi çoktan defalarca tekrarladıkları suçlarını bir kez daha tekrarlamaları için suratlarına haykırdığında uyanırlardı.
Ardından bazıları üçüncü aşamaya geçti. Bilgi ve rasyonellik üzerine inşa ettikleri dev zihinleri çökene kadar, bitmek bilmeyen acımasız mücadele oturumlarında politik imgeler beyinlerine kazınıyordu. Gerçekten suçlu olduklarına inanmaya başlıyor, devrimin yüce ülküsüne ne kadar zarar verdiklerini idrak ediyorlardı. Bu sebeple gözyaşlarına Ye Zhetai’in sahneye çıkışı kalabalığı heyecanlandırdı. Yavaş yavaş zayıflamış tezahüratlar, onun sahneye çıkmasıyla tekrar gücünü kazandı ve bir medcezir misali diğer tüm sesleri bastırdı.
Sabırla sloganların kesilmesini bekledikten sonra, Kızıl Muhafız erkeklerinden biri kurbana döndü. “Ye Zhetai, sen mekanikte uzmansın. Karşı koyduğun birleşik kuvvetlerin ne kadar güçlü olduğunu görüyorsun. Inatçılığının devam etmesi ölümüne sebep olacak! Fazla konuşmaya gerek yok. Bugün, oturum geçen sefer kaldığı yerden devam edecek. Her zamanki yalanlarına başvurmadan şu soruyu cevapla: 1962-1965 yılları arasında fizik derslerine Görelilik Kuramını eklemek kendi kararın değil miydi?”
“Görelilik, fiziğin en temel teorilerinin bir parçasıdır. Nasıl olur da temel ders kapsamında öğretilmez?” diye cevapladı Ye Zhetai.
Yan tarafındaki bir kadın Kızıl Muhafız, “Yalan söylüyorsun,” diye bağırdı. “Einstein gerici bir akademisyendi. O adam cebini parayla dolduracak her efendiye hizmet eder. O ki, Amerikan Emperyalistleri’nin kucağına gidip onlar için atom bombaları inşa etti. Bilimsel devrim yapmak istiyorsak, görelilik kuramının temsil ettiği kapitalizmin siyah bayrağını indirmeliyiz!”
Ye Zhetai sessiz kaldı. Boynundaki demir plaka ve başındaki ağır demir şapkanın verdiği acıyla, cevaplanmaya değmeyen soruları cevaplayacak mecali yoktu. Arkasındaki kız öğrencilerden biri kaşlarını çattı. Konuşan kız, dört Kızıl Muhafız arasından en zeki olanıydı. Belli ki önceden çalışmıştı. Sahneye çıkmadan önce, mücadele oturumunun senaryosunu ezberlerken görülmüştü.
Ama Ye Zhetai gibi birine karşı birkaç slogan bana mısın demezdi. Kızıl Muhafızlar, öğretmenlerine karşı hazırladıkları yeni silahlarını kullanmaya karar verdiler. İçlerinden biri sahnenin dışındaki birine işaret etti. Ye Zhetai’ın fizik profesörü olan eşi Shao Lin ön sıradaki kalabalıktan sıyrılarak ayağa kalktı. Üzerine hiç de düzgün oturmamış çimen yeşili bir kıyafet giymişti. Kızıl Muhafızlar’ın askeri üniformalarını taklit etmeyi amaçladığı çok açıktı. Shao Lin’i tanıyanlar, onun ders anlatırken şık bir qipao giydigini bilirlerdi. Şimdiki görüntüsü zorlamaydı ve ona hiç yakışmamıştı.
Shao Lin, parmağıyla kocasını işaret ederek, “Ye Zhetai!” diye seslendi. Böyle oyunlara alışık olmadığı belliydi. Sesini yükseltmeye çalışsa da sesi ancak daha da çatallaşmıştı. “Karşına çıkıp seni ifşa edeceğimi, eleştireceğimi düşünmedin, değil mi? Evet, geçmişte beni kandırdın. Gerici dünya görüşün ve bilimsel bakışınla benim gözlerimi boyadın! Ama artık uyandım ve gözlerim açık. Devrimci gençlerin yardımıyla devrimin ve halkın safında yer almak istiyorum.”
Kalabalığa döndü. “Yoldaşlar, devrimci gençler, devrimci öğretim üyeleri ve personeller, Einstein’in görelilik kuramıyla Einstein’ın gerici doğasını açıkça anlamamız gerek. Bu kendini en çok genel görelilikte belli ediyor: Evrene dair ortaya attığı statik model, maddenin dinamik doğasına ters. Bu anti-diyalektiktir. Evreni sınırlı bir şeymiş gibi görür ve bu da şüphesiz gerici bir idealizmdir…”
Ye Zhetai karısının konuşmasını dinlerken yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Shao Lin ben mi seni kandırdim? Sen, kalbimde her zaman çözemediğim bir gizemdin. Bir keresinde senin üstün yeteneğini babana övmüştüm. Ne mutlu ona ki erkenden öldü de bu felakete şahit olmadı. Oysa baban başını sallamış ve senin akademisyen olarak bu kadar başan kazanacağını asla tahmin etmediğini söylemişti. Ardından söylediği şeyse, hayatımın ikinci yarısı için çok belirleyici bir laf olup çıktı: “Lin Lin çok zekidir. Temel teori üzerinde çalışması için aptal olması gerekir.”
Yıllar sonra, bu sözlerin anlamını daha net anlamaya başladım. Lin, sen gerçekten de çok zekiydin. Hatta birkaç yıl öncesinden akademide siyasi rüzgarın değiştiğini hissederek kendini bu duruma hazırlamıştın. Örneğin, artık öğrencilere anlatırken Ohm yasasına direnç kanunu, Maxwell denklemlerine elektromanyetik denklemler, Planck sabitine kuantum sabiti demeye başlamış ve bu tip yasa ve sabitlerin adını degiştirmiştin. Ogrencilerine tüm bilimsel başarıların, çalışan kitlelerin bilgeliğinden gelen bir sonuç olduğunu ve kapitalist akademi yetkililerin sadece bu başarıları çalıp üzerine kendi isimlerini yapıştırdıklarını açıkladın.
Ama yine de devrimci tayfanın gözüne girmeyi başaramadın. Şimdi şu haline bir bak? “Devrimci öğretim üyeleri ve personellerin” kırmızı kol bandını takmana izin vermemişler ve elinde Küçük Kırmızı Kitap’ı taşıma iznin bile yok. Senin, devrim öncesi Çin’de önde gelen bir aileye doğma ve bu ailenin ünlü alimler olması gibi bir kusurun var ve bu kusur peşini bırakmıyor.
Gerçi Einstein hakkında itiraf edecek benden çok şeyin var. 1922 yılının kışında Einstein Şangay’ı ziyaret etmiş. Çok akıcı bir Almancası olduğu için babandan bu turda Einstein’a eşlik etmesi istenmiş. Defalarca bana, babanın Einstein’ın teşvikiyle fiziğe başladığını, senin de babanın etkisiyle fiziği seçtiğini anlattın durdun. Bu durumda Einstein’ın dolaylı olarak senin öğretmenin olduğu söylenebilir. Ve onca zaman böylesi bir bağınız olduğu için gurur duymuş ve şanslı hissetmiştin.
Sonra ben babanın sana söylemiş olduğu beyaz yalanı yakaladım. Baban ve Einstein arasında uzun sohbetler değil, kısa bir konuşma geçmişti, hepsi bu. 13 Kasım 1922 sabahında baban Einstein’a Nanjing caddesindeki yürüyüşünde eşlik etmiş. O yürüyüşte Şangay Üniversitesi’ndeki meslektaşı Yu Youren ve Ta Kung Pao gazetesinin genel müdürü Cao Gubing de varmış. Cadde üzerinde bakımı yapılan bir alandan geçerken, Einstein bir işçinin yanında durmuş. Eli yüzü kir içinde, kıyafetleri yırtık ve taş parçalayan bu genci izlemeye koyulmuş.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÜç Cisim Problemi
- Sayfa Sayısı416
- YazarCixin Liu
- ISBN9786053754992
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Saraydan Sürgüne ~ Kenize Murat
Saraydan Sürgüne
Kenize Murat
Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi...
- Ben Senin Bildiğin Kızlardan Değilim ~ Siobhan Vivian
Ben Senin Bildiğin Kızlardan Değilim
Siobhan Vivian
“Vivian, kabullenme, bağışlama ve aşk hakkında pozitif mesajlar veriyor.” -Booklist- “İlk aşkı, bağımsızlığını kazanmanın ve birey olmanın ilk sancılarını ele alan ve gençlere cesaret...
- Orman ~ Harlan Coben
Orman
Harlan Coben
Yirmi yıl önce, yaz kampındaki dört genç bir gece yarısı ormana girmiş; sonrasında ikisi ölü bulunmuş, diğer ikisinden de bir daha haber alınamamıştır. Ancak...