Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Arafta
Arafta

Arafta

George Saunders

“Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.” Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun…

“Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.”

Ölmek nasıl bir şey?
Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun süredir merakla beklenen ilk romanında, bu can alıcı sorunun yanıtını arıyor. Oysa bu sorunun yanıtı meçhul; kimsenin bilmediği, bilse bile insanlara nasıl aktaracağını bilemediği, gizemli bir yanıt bu. Arafta kalan kişi, Amerikan İç Savaşı’nın kahramanı, eski başkan Abraham Lincoln’ın oğlu Willie Lincoln ve ona eşlik eden onlarca başka hayalet… Herkes geriye dönmenin, Lincoln ise devam etmenin ve huzura kavuşmanın peşinde. Ancak bilmedikleri önemli şeyler var: Bazı darbeler, kırılgan insanlara fazla ağır gelebilir; darbeler insanı bitirebilir ya da zirveye taşıyabilir…

Ezber bozan kalemiyle George Orwell, Kurt Vonnegut gibi yazarlarla karşılaştırılan George Saunders’ın, Lincoln’ın yedi yaşındaki oğlunu kaybetmesinden yola çıkarak teatral bir atmosferde ve deneysel bir anlatım biçimiyle kurguladığı Arafta, ölüm, kayıp ve yas kavramlarına okurun hiç alışık olmadığı bir perspektiften yaklaşırken, dönemin Birleşik Devletleri’nin arka planını anlatmaktan da geri kalmıyor.

Folio Ödüllü yazar, klasik roman kalıplarını yıktığı Arafta’da, sanat tarihinin heykel başyapıtlarından Michelangelo’nun ünlü Pietà eserine de çeşitli göndermelerde bulunuyor.

Amerika ile aynı anda Türkiye’de de yayımlanan Arafta, zihin zorlayan kurgusu, alışılmadık biçimi ve acıyı bile bir mizah ögesi haline getirebilen üslubuyla, okurun önünde yepyeni ve deneysel bir patika açıyor.

“Sevdiğimiz her şey sonlanmak zorundaysa sevmeye ve yaşamaya nasıl devam ederiz?”

“Kimse acı, kayıp, talihsizlik ve mahrumiyet üzerine George Saunders kadar etkili yazamaz.”
Michiko Kakutani, The New York Times

1

Evlendiğimiz gün ben kırk altı yaşındaydım, o da on sekizindeydi. Ne düşündüğünüzü biliyorum: Hiç de ince sayılamayacak, kısmen kel, bir bacağı aksak ve dişleri tahtadan ihtiyar adam, evlilik imtiyazını kullanarak zavallı genç kızı rezil… Ama yanılıyorsunuz. Oysa tam da bunu yapmayı reddettim, anlayacaksınız. Düğün gecemizde, yüzüm içip içip dans etmekten kızarmış şekilde merdiveni takır tukur tırmandım ve onu teyzelerinden birinin zoruyla incecik bir şeyler giymiş, o titredikçe kıpırdayan ipek yakasıyla, süslenmiş vaziyette beni bekliyor buldum… ama yapamadım. Yumuşak bir ses tonuyla konuşarak içimi döktüm ona. Güzel bir kızdı. Ben yaşlı, çirkin, tükenmiş bir adamdım; bu evlilik tuhaftı, aşka değil menfaate dayalıydı. Onun babası fakir, annesi hastaydı. Bu yüzden buradaydı işte. Bütün bunları pekâlâ biliyordum. Ona dokunmak aklımın ucundan bile geçmezdi, ne kadar korktuğunu gördüğümde ona böyle dedim, kullandığım sözcük “tiksinti” idi.

“Tiksinti” hissetmediğine dair beni temin etti, ama güzel, pembe yüzünün ağzından çıkan yalanla çarpıldığını görebiliyordum. Dost olmayı önerdim. Başkalarının yanında, her konuda gerçek bir karıkocaymışız gibi davranırdık. Evimde rahat ve mutlu hissetmeli, onu kendi yuvasına dönüştürmeye çalışmalıydı. Ondan daha fazlasını beklemeyecektim. Bu şekilde yaşadık. Dost olduk. Yakın dostlar. Hepsi buydu. Ama bu haliyle bile çok değerliydi. Birlikte güldük, evimizle ilgili kararları birlikte aldık; hizmetkârlara karşı daha düşünceli olmama, onları önemsemez tavırda konuşmamı bırakmama yardımcı oldu. Estetikten anlıyordu ve odaları tahmin ettiğimden çok daha ucuza yeniden dekore etti. Ben içeri girdiğimde neşelendiğini görmek, evle ilgili bir şeyi konuşurken bana doğru eğildiğini hissetmek, açıklayamayacağım şekilde hayatımı güzelleştirdi. Mutluydum, yeterince mutlu, ama şimdi kendimi sık sık dua ederken buluyordum, sade bir biçimde O burada, hâlâ burada, diyorum. Sanki çağlayarak akan bir ırmak yatak değiştirip evimden geçmişti ve şimdi evim taze suyun kokusuyla dolmuştu; artık cömert, doğal, nefes kesici bir şeyin çevremde dolaştığını hissediyordum. Bir akşam yemekte, arkadaşlarımın yanında, kendiliğinden beni övdü, iyi bir adam olduğumu söyledi: düşünceli, zeki ve nazik. Göz göze geldiğimizde içten olduğunu gördüm.

Ertesi gün çalışma masama bir not bıraktı. Utangaçlığı, bunu sözle veya hareketleriyle belli etmesine engel olsa da notta, ona gösterdiğim iyiliğin o çok arzu ettiğim etkiyi yarattığı yazıyordu: Mutluydu, evimizde gerçekten rahattı ve kendi sözleriyle şöyle diyordu: “Mutluluğumuzun sınırlarını, şimdiye dek yabancısı olduğum mahrem şekillerde genişletmek istiyorum.” Bu konuda ona yol göstermemi istiyordu, “tıpkı yetişkinliğin pek çok diğer alanında” olduğu gibi. Notu okudum, akşam yemeği için içeri gittim. Heyecanlıydı. Hiç umut vadetmeyen bir başlangıçtan sonra kendimiz için yaratmayı başardığımız bu ilişkiden duyduğumuz sevinçle hizmetkârların önünde içtenlikle bakıştık durduk. O gece, onun yatağında, o zamana dek davrandığımdan farklı davranmamaya özen gösterdim: yumuşak, saygılı ve uyumlu. Çok az şey yaptık. Öpüşüp kucaklaştık ama bu ani hazzın büyüklüğünü hayal edin. Yükselen şehvet dalgasını ikimiz de hissediyorduk (evet, elbette), ama bu dalgayı o âna dek inşa ettiğimiz telaşsız, sağlam bir sevgi destekliyordu: güvenilir bir bağ; dayanıklı ve hakiki. Deneyimsiz bir adam değildim. Gençken çılgındım; (utanarak söylüyorum) Mermer Sokak’ta, Orkestra Bölmesi’nde, o berbat Kurt İni’nde yeterince zaman geçirmiştim; bir kere evlenmiştim, sağlıklı bir evlilikti ama şimdiki duygunun yoğunluğu benim için çok yeniydi. Açıkça dile getirmesek de, ertesi gece bu “yeni kıta”yı keşfetmeye devam edeceğimizi biliyorduk. Sabahleyin evde kalmamı emreden içgüdüye karşı koyarak matbaaya gittim.

Ama heyhat! O gün kiriş günüydü. Evet, evet, benimki de ne şans! Tavandan bir kiriş düştü; tam burada, masamda otururken bana çarptı. Bu yüzden, ben iyileşene kadar planımızı ertelemek zorunda kaldık. Doktorumun tavsiyesi üzerine… Hasta-kutusuna girdim… kutunun…

hans vollman
Tesirli.
roger bevins iii
Tesirli, evet. Teşekkür ederim, dostum. Tesirli olacağı
düşünülüyordu.
hans vollman
Hiç önemli değil.
roger bevins iii

Orada, hasta-kutusunda, aptal gibi hissederek yattım. Kutuyu oturma odasına yerleştirmiştik; daha geçen gün (neşeyle, suçluluk duyarak, el ele) içinden geçip yatak odasına gittiğimiz oturma odasına. Sonra doktor döndü ve asistanları bana ait hasta-kutusunu onun hasta arabasına taşıdı. Anladım ki planımızı belirsiz bir tarihe kadar ertelememiz gerekecekti. Ne büyük hayal kırıklığı! Evliliğin tüm zevklerini ne zaman tadacaktım, onun çıplak vücudunu ne zaman görecektim, aç dudakları ve kızarmış yanaklarıyla ne zaman bana dönecekti, şehvetli bir jestle dağılan saçları ne zaman etrafımıza dökülecekti? Eh, ben tamamen iyileşene kadar beklemek zorunda kalacakmışız gibi görünüyordu. Gerçekten de can sıkıcı bir durum.

hans vollman
Ama her şeye tahammül edilebilir.
roger bevins iii

Kesinlikle. Gerçi, o sırada bu şekilde düşünmediğimi itiraf etmeliyim. O sırada, orada, hasta-arabasının üzerinde, henüz bağlanmamışken, kısa süreliğine hasta-kutumdan çıkabildiğimi fark ettim, küçük toz fırtınaları yaratarak fırladım, hatta bir vazoya çarptım, verandadaki vazoya. Ama karım ve doktor ciddi ifadelerle yaram hakkında konuşuyorlardı ve beni fark etmediler. Buna dayanamadım. Küçük bir sinir krizi geçirdim, itiraf ediyorum. Köpeklerin arasından geçip her birini ayı görmüş gibi uyandırarak ciyak ciyak kaçışmalarına neden oldum. O günlerde bunu yapabiliyordum! Ne günlerdi! Artık buradaki genç ve sessiz dostumuzu akşam yemeğine ne kadar çıkarabiliyorsam köpeklerde de o kadar ayı görmüş etkisi uyandırabiliyorum! (Gerçekten genç görünüyor, değil mi, Bay Bevins? Yüz hatlarındaki bir şeyden mi kaynaklı, duruşundan mı?) Her neyse, hasta-kutusuna geri döndüm ve alışık olduğumuz şekilde ağladım; sen bunu yaşadın mı, genç dostum?

Bu, hastane koğuşuna yeni geldiğimizde ve ağlamaklı hissettiğimizde olan bir şeydir küçükbey; hafifçe geriliriz ve eklemlerimizde zehirli bir his oluşur, sonra içimizde küçük şeyler patlar. Arada birazcık da olsa kakamızı kaçırabiliriz. O gün arabada benim yaptığım da buydu: Hasta-kutusundayken öfkeden birazcık kakamı kaçırdım ve sonucu ne oldu dersin? Bu zamana kadar o kakayı yanımda sakladım ve aslını sorarsan –umarım bunu kabalık ya da iğrençlik olarak görmezsin küçükbey, umarım yeni başlayan dostluğumuza zarar vermez– o kaka şu anda hâlâ burada, hastakutusunda ama kurumuş bir halde tabii! Tanrım, çocuk musun sen? O bir çocuk, öyle değil mi?

hans vollman
Sen söyleyince fark ettim… Sanırım öyle.
İşte geliyor.
Şimdi neredeyse tamamen şekillenmiş.
roger bevins iii

Özür dilerim. Yüce Tanrım. Daha çocukken bir hasta-kutusuna kapatılmak ve bir yetişkinin kendi hasta-kutusundaki kurumuş kakasından bahsetmesini dinlemek zorunda kalmak, yeni bir dostluğa başlamak için pek de, eee… ideal, ah… Bir çocuk. Yalnızca bir oğlan çocuğu. Eyvah eyvah. Çok özür dilerim.

hans vollman

II

“Bilirsiniz,” dedi Bayan Lincoln bana, “Başkan’ın her kış bir dizi resmi ziyafet vermesi gerekiyor ve bu ziyafetler çok maliyetli. Üç büyük resepsiyon verirsem, resmi ziyafetleri programdan çıkarabiliriz. Bay Lincoln’ın da aynı şekilde düşünmesini sağlayabilirsem, fikri uygulamaya koyabilirim.” “Haklısın bence,” dedi Başkan. “Gerekçelerin makul. Bence resepsiyonda karar kılmalıyız.” Mesele kararlaştırıldı ve ilk resepsiyon için ayarlamalar yapıldı.

“Sahne Arkasında: Otuz Senelik Kölelik
ve Beyaz Saray’da Dört Sene”,
Elizabeth Keckley.

Kölelik karşıtları Beyaz Saray’da eğlence düzenlenmesini eleştirdiler ve pek çok kişi daveti reddetti. Ben Wade’in üzüntüsünü sert sözlerle ifade ettiği söyleniyordu: “Başkan ve Bayan Lincoln, bir iç savaşın sürdüğünün farkındalar mı? Onlar değilse Bay ve Bayan Wade farkında ve bu nedenle ziyafet ve danslara katılmayı reddediyorlar.”

“Washington’da Kalk Borusu,
1860-1865”, Margaret Leech. 

Çocuklar, Tad ile Willie, sürekli hediyeler alıyorlardı. Willie küçük midillisine o kadar sevindi ki ona her gün binmekte ısrar etti. Hava değişkendi, açık hava gezintilerinde feci soğuk aldı ve ateşi yükseldi.

Keckley, a.g.e.

Ayın beşi gecesi, annesi parti için giyinirken Willie ateşten yanıyordu. Güçlükle nefes alıyordu. Annesi ciğerlerinin tıkandığını anlayabiliyordu ve korku içindeydi.

“Yirmi Gün”, Dorothy Meserve
Kunhardt ve Philip B. Kunhardt Jr.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıArafta
  • Sayfa Sayısı456
  • YazarGeorge Saunders
  • ISBN9786257314817
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aralığın Onu ~ George SaundersAralığın Onu

    Aralığın Onu

    George Saunders

    “İngilizce yazan en iyi kısa öykü yazarı.” Time Yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak gösterilen 2014 Folio Ödülü sahibi George Saunders’ın şimdiye kadarki en...

  2. İkna Ulusu ~ George Saundersİkna Ulusu

    İkna Ulusu

    George Saunders

    “İnsanın tercih ettiği yaşam tarzını korumasından daha dürüst bir şey var mıdır?” Dünyanın yaşayan en iyi öykücülerinden sayılan Folio Ödüllü George Saunders’tan çarpıcı, tüyleri...

  3. Kurtuluş Günü ~ George SaundersKurtuluş Günü

    Kurtuluş Günü

    George Saunders

    Dünya yeterince haşin bir yerse; kurtuluş günü yakın! Time’ın İngilizce yazan “en iyi öykücü” olarak nitelendirdiği, 2017 Man Booker sahibi George Saunders’ın kaleminden çıkan Kurtuluş...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kaçaklar ve Mülteciler ~ Chuck PalahniukKaçaklar ve Mülteciler

    Kaçaklar ve Mülteciler

    Chuck Palahniuk

    Chuck Palahniuk’in bademciklerinin bu aralar nerede ikâmet ettiğini bilmek ister misiniz? Peki ya Chuck’ın MTV’de bir video klipte görünmesinin hikâyesini? Mutfak dolaplarınızda saklanmış bir...

  2. Kim Bu ~ Joan Kim ErkanKim Bu

    Kim Bu

    Joan Kim Erkan

    Türkiye’de pek de sıradan olmayan bir yaşam… Türkçe ve İngilizce baskıları eşzamanlı yayımlanan Kim Bu / Lady Who, 1959’da henüz yirmi iki yaşındayken Galler’den ayrılıp, önce İstanbul’a...

  3. Ana ~ Maksim GorkiAna

    Ana

    Maksim Gorki

    Maksim Gorki’den müthiş bir eser ‘Ana’ onun en önemil kitaplarından sadeci biri. Vasili, yere çömelip tencereye bakarken, koynuna bir deste kağıt sıkıştırdı. Yüksek sesle...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur