Savaşta insan kalabilmek, ölmekten daha zor.
2022 Booker Ödülü adayı Koloni’nin yazarı Audrey Magee’nin kaleminden çıkan Yüzleşme, II. Dünya Savaşı’nın göbeğinde aşka ve aile olma olasılığına tutunan iki yalnız kalbi mektuplarla birbirine mühürleyen epik bir eser.
On dilde yayımlanan, ayrıca beyazperdeye de uyarlanmakta olan bu güçlü roman, okuru iktidar-halk kesişiminde ve ilişkisinde süregelen ikiyüzlülüğün altını eşelemeye ve “Sen olsan ne yapardın?” sorusunun peşinden dürüst ve sahici yüzleşmelere davet ediyor.
İnsan eliyle yaşanan kıyımlara karşı topyekûn sergilenen hissizleşmenin köklerine inmemizi sağlayan kitap, başkasının felaketine susmanın ya da ondan yararlanmanın açtığı onulmaz yaraları deşiyor.
Dünyadaki en güçlü ülke olacağız.
Babasız çocuklarla, kocasız karılarla dolu bir dünya. Bu mu büyük plan?
İnsanlık tarihinde yıkıcı bir dönüm noktası: II. Dünya Savaşı…
Bir yanda Almanya’nın Rusya cephesinde görevli Alman askeri Peter, öteki yanda ailesiyle birlikte Berlin’de yaşayan Katharina. Birbirlerini daha önce hiç görmeyen bu iki insanın kaderi, gıyaben kıyılan bir nikâhla birleşir. Apayrı çıkarlar gözeterek imzaladıkları akit, tanışmalarından sonra verdikleri bağlılık sözüyle bambaşka bir dönemece evrilir. Savaşın zorlu koşulları altında günden güne ezilen Katharina ağır bedeller öderken cephedeki Peter’ı hayata bağlayan yegâne şey bir an önce yeni eşine geri dönmek olur. Mektup satırlarında akıp giden ilişkileri zamanla kök salmaya başladıkça değişimin ve dönüşümün ayak sesleri şiddetlenir. İkili önce adım adım kendi içlerinde, sonra ise birbirleriyle bir yüzleşme yaşayacaktır.
Audrey Magee, savaşın sıcak nefesiyle uyutulan ve uyuşturulan bir toplumun bıçak sırtı hikâyesini anlattığı Yüzleşme’de, savaşın acımasız yüzüne sırt çevirenlerin bilinçle ya da bilinçsizce sebep oldukları felaketin izini sürüyor.
Attığımız ya da atmaktan çekindiğimiz her adımın bir bedeli olduğu gerçeği üstüne okuru sorgulamaya iten bu çarpıcı roman, zihinlerde bıraktığı duygusal yankıyla etkisini uzun süre hissettirecek bir anlatı sunuyor.
Her şeye tahammül edilmesi gerekiyordu. Ama her şeye tahammül edilemezdi.
1
Dikenli telleri itip direkten uzaklaştırarak kurumuş toprakta bir alan açtı ve gömleğinin cebinden fotoğrafı çıkardı. Fotoğrafı direğe dayadı ve iple bağladı. İp, kadının saçlarını ve boynunu örtmüştü ama yüzünü açıkta bırakıyordu. Onları hâlâ gözlerinin önüne getirebiliyordu, kadının ciddi gözlerini ve somurtuk dudaklarını hâlâ görebiliyordu. İpe düğüm attı ve yere tükürdü. Bu kadınla yetinmek zorundaydı. Yaz güneşinin son ışıltılarının tadını çıkarmak için, esen rüzgârın süpürdüğü toz toprağa aldırmadan, sırf dinlenmek ve beklemenin geçici hiçliğini deneyimlemek için uzandı. Ama yine doğrulup oturdu. Yer çok sert, güneş fazla sıcaktı. Bir sigara yaktı ve güneşin yaydığı sıcak dalgaları arasında kendine doğru yaklaşan tombul şekli gördü. Şeklin kolları ve bacakları çabuk çabuk hareket etse de hızlı yürüyemiyordu. Adam sonunda nefes nefese, homurdanarak yanına vardı. Beyaz rahip yakalığına ter damlıyordu. “Neden bu kadar uzağa geldin?” dedi rahip.
“Yalnız kalmak istedim.”
“Eh, kaldın işte. Her şey hazır mı?”
“Evet.”
“İşimize bakalım o zaman,” dedi rahip. “Zamanında yapmamız
lazım.”
Cebinden bir kurşunkalem ve kırışık bir kâğıt çıkardı.
“Damat kim, asker?”
“Benim.”
“Adın ne peki?”
“Peter Faber.”
“Şahitler?” dedi rahip.
“Şurada,” dedi Faber, kıvrılmış uyuyan üç adamı göstererek.
Rahip o tarafa yürüyüp adamları tekmeledi.
“Sarhoş bunlar.”
Faber mavi gökyüzüne sigarasından duman halkaları üfledi.
“Sen de mi sarhoşsun, Faber?”
“Daha değil.”
Rahip daha sert tekmeler attı. Adamlar istemeye istemeye kıpırdandı.
“Pekâlâ, şimdi işimizi göreceğiz. Sigaranı söndür, Faber. Ayağa
kalk. Biraz saygı göster.”
Faber sigarayı toprağa bastırarak söndürdü; ince, uzun ellerini
yere dayadı ve yavaşça ayağa kalktı.
“Saçlarını gözlerinden çek be adam!” dedi rahip. “Kiminle evleniyorsun?”
“Katharina Spinell.”
“Bu o mu, fotoğraftaki?”
“Bildiğim kadarıyla.”
“Bildiğin kadarıyla mı?”
“Onu daha önce hiç görmedim.”
“Ama onunla evlenmek istiyorsun?”
“Evet, efendim.”
“Heveslisin.”
“Bu iğrenç cehennem çukurundan kurtulmak için.”
Rahip çabucak bir şeyler yazdı ve kalemle kâğıdı cebine koydu.
“Başlayabiliriz,” dedi. “Miğferin, Faber?”
“Şurada. Yerde. Fotoğrafın yanında.”
“Toplanın, beyler,” dedi rahip. “Sağ eller miğfere.”
Kirli, içe göçmüş kaskın etrafında çömelip küçük bir halka oluşturdular; dizleri ve dirsekleri birbirine çarpıyordu.
“İlk önce damat.”
Faber elini metalin üstüne koydu ama hemen çekti.
“Çok sıcak.”
“Devam et,” dedi rahip. “Memlekette saat on ikiye bir var.” Faber ceketinin yenini elinin üzerine çekti. “Çıplak teninle, Faber. Ceketinin yeniyle değil.” Rahip bir avuç toprak alıp miğferin üzerine serpti. “İşte.” “Teşekkür ederim.” Faber elini miğferin üzerine koydu ve diğer adamlar da onu taklit etti. Rahip konuşmaya başladıktan birkaç dakika sonra Faber Berlin’de yaşayan, hiç tanışmadığı bir kadınla evlenmişti. Bin beş yüz kilometre uzakta, tam olarak aynı anda, kadın da babasının ve annesinin şahitliğinde benzer bir törene katılmıştı. Savaştaki bu nikâh akti damat için balayı izni, o öldüğü takdirde de kadın için dul maaşı vadediyordu. “İşte bu kadar,” dedi rahip. “Artık evlisin.” Adamlar teker teker damadın elini sıktılar. “Bir içkiye ihtiyacım var,” dedi Faber. Miğferini yerden aldı ama fotoğrafı bıraktı ve yürüyerek kampa döndü.
Nezaket sınırlarını aşacak kadar uzun süre baktıktan sonra nihayet
konuştu.
“Ben Peter Faber.”
“Biliyorum. Fotoğrafınızdan tanıdım.”
“Siz Katharina mısınız?”
Katharina başını salladı ve Peter onun elini sıktı, elinin yumuşaklığına, omuzlarına dökülen siyah saçlarına şaştı. Katharina elini çekiştirdi.
“Elim,” dedi. “Alabilir miyim?”
“Özür dilerim.”
Peter eli bıraktı ve kaldırıma inerek çantasıyla silahının yanında
durdu. Katharina kalçasını aralık kapıya dayayarak olduğu yerde kaldı.
“Uzun bir yolculuk mu oldu, Bay Faber?”
“Evet. Evet, uzundu. Çok uzun.”
Katharina eliyle güneşi perdeleyip ona baktı.
“Ne kadar kalacaksınız?”
“On gün.”
Katharina kapıyı çekip açtı.
“İçeri girin.”
Peter eşyalarını aldı ve karanlık, penceresiz hole girdi. Katharina
eliyle burnunu ve ağzını kapattı. Peter leş gibi kokuyordu. Katharina
ondan uzaklaştı ve merdivene tırmanmaya başladı.
“İkinci katta yaşıyoruz.”
“Siz kim?”
“Annem, babam ve ben.”
“Onlarla yaşadığınızı bilmiyordum.”
“Yalnız yaşayacak kadar para kazanmıyorum.”
“Öyledir herhâlde. Ne iş yapıyorsunuz?”
“Mektubumda anlatmıştım. Bankada çalışıyorum. Sekreter olarak.”
“Ah evet, unutmuşum.”
Peter kadının peşine düştü ve her adımda eteğinin altında bir
yandan diğerine salınan tombul kalçalarını seyrederek, muşamba
döşemesi aşınmış basamakları tırmandı. Katharina ona döndü.
“Yardıma ihtiyacınız var mı?”
“Yok,” dedi Peter.
“Sizinle tanışmayı dört gözle bekliyorlar.”
Dairenin kapısını itip açtı. Peter çantasını omzundan indirdi.
“Ben alayım,” dedi Katharina.
“Çok ağır.”
“Taşıyabilirim.”
Katharina çantayı kapının arkasındaki odaya sürükledi ve tüfeği
almak için döndü.
“O bende kalsın,” dedi Peter.
“Berlin’desiniz artık.”
“Yanımda kalmasını tercih ederim.”
Peter, Katharina’nın peşinden dar bir koridoru geçip buharla buğulanmış küçük bir mutfağa girdi. Katharina’nın annesiyle babası
ayağa kalkıp coşkuyla selam verdiler.
“Ben Günther Spinell,” dedi adam. “Katharina’nın babasıyım.”
Faber onun elini sıktı.
“Ailemizde bir asker daha olması bize büyük gurur veriyor.”
Faber masaya baktı. Birbiriyle uyumsuz, çentikli çanak çömlekle
dört servis hazırlanmıştı.
“Oğlum sizin kuzeyinizde, Bay Faber. Moskova dışında bir yerde.”
“Zavallı adam.”
“Johannes çok cesur bir adamdır, Bay Faber.”
Katharina’nın kıvırcık, kır saçlı annesi, bir sandalye gösterdi.
“Lütfen oturun, Bay Faber.”
Peter miğferini, cephane keselerini ve ekmek çantasını kemerlerinden söktü ve ocağın yanındaki dar tezgâha yığdı. Oturdu ve sırtını
ahşaba sürterek kaşıdı.
“Rahat mısınız?”
“Rahatım.”
“Yolculuğunuz iyi geçti mi?” dedi Bayan Spinell.
“Geceleyin tren çok soğuktu.”
“Kış için parkanız yok mu ya da eldiveniniz?”
“Henüz yok.”
“Sizce Johannes’in var mıdır?”
“Bilmiyorum.”
Bayan Spinell yeninden mendil çıkarıp ağzına ve burnuna tuttu.
Öksürdü ve boğazını temizledi.
“Pencereyi aç, Katharina.”
Peter, Katharina’nın camı itip dışarı eğildiğinde arkadan belirginleşen kalçalarına baktı. Katharina olduğu yerde durarak soğuk ekim
havasını içine çekti. Peter onun geniş, etli kalçalarını seyretti.
“Bay Ewald sandıklarını yığıyor,” dedi Katharina.
Faber tahtaya çarpan tahtanın sesini duydu.
“Bay Ewald manavımız, Bay Faber,” dedi babası. “Son derece sadık bir adamdır.”
“İşi erken bitmiş,” dedi Bayan Spinell.
“Bugün fazla mal yoktu,” dedi Katharina.
Odaya döndü.
“Hadi gel, anne. Kahve yapmamız lazım.”
Faber bir sigara yaktı. Bayan Spinell masaya küllük koydu. Gamalı haç şeklindeydi.
“Bu Johannes’in, Bay Faber ama siz de kullanabilirsiniz.” İki kadın konuşmadan işe koyuldular.
“Daha önce Berlin’e gelmiş miydiniz, Bay Faber?” diye sordu Bay
Spinell.
“Hayır.”
“Sonra Katharina size şehri gezdirir.”
Bayan Spinell kahve doldurdu ve Katharina bir dilim keki tabağa
koydu.
“Limonlu.”
“Teşekkür ederim.”
Peter kahveyi burnuna doğru götürdü, sonra onu bıraktı ve keki
aldı. Hafifçe iç çekti. Gülüştüler.
“Özür dilerim,” dedi Peter. “Çok uzun zaman oldu.”
“Hadi,” dedi Bayan Spinell. “Yiyin.”
Peter süngersi keki ısırdı ve ardından bir yudum kahve aldı, tatlı
ve acı birbirini kovaladı. Aynısını yine yaptı. Yine gülüştüler.
“Çok güzel, Bayan Spinell.”
“Gerçek kahvedir,” dedi Bay Spinell. “Bir arkadaşımdan, Dr.
Weinart’tan aldım.”
“Bir komşu da kek için yumurta verdi,” dedi Bayan Spinell. “Evlilik hediyesi.”
“Komünistin teki,” dedi Bay Spinell.
“Bayan Sachs iyi bir insan, Günther.”
“Gerçek kimliklerini böyle saklıyorlar, Esther. Komşuluk ilişkileriyle.”
Katharina kendi kahvesini yudumladı ve kekini Faber’e doğru ittirdi.
“Siz yiyin. Benden daha çok ihtiyacınız var.”
Faber onun kekini de yedi, sonra üçüncü bir dilimi de. Sandalyesinde arkasına yaslandı ve bir sigara daha yaktı.
“Ne öğretmenisiniz, Bay Faber?”
“İlkokul, Bayan Spinell.”
“İşiniz var mı?”
“Evet. Kendi okuduğum okulda.”
“Pozisyonunuzu sizin için tutuyorlar mı?”
“Evet.”
“Ama öğretmen maaşı pek yüksek değil,” dedi Bayan Spinell. “Kızımı doğru düzgün geçindirebilir misiniz?”
Peter ailenin gözlerini üzerinde hissetti. Sonra baba güldü.
“Katharina’nın annesi çok endişelenir,” dedi.
“Ben yalnızca kızımızı korumaya çalışıyorum, Günther,” dedi.
“Önceki savaşın ardından benim çektiklerimi çekmesin diye.”
“Şimdi sırası değil, Esther,” dedi Bay Spinell.
“Şimdi sırası. Yemek bulmak için sokaklara düşmüştüm Bay Faber,
açlıktan ağlayan çocuklarımı doyurmak için çöp tenekelerini karıştırdım. Johannes hüngür hüngür ağlıyordu. Hâlâ da aç, bundan eminim.”
“Johannes’in bir şeyi yok, anne.”
“Sen anlamazsın, Katharina. Bu savaşın sonunda senin çocukların acı çekene kadar da anlamayacaksın.”
“Bu sefer farklı olacak, Esther,” dedi Bay Spinell. “Artık herkes
bizden korkuyor. Hızla zafer kazanacağız.”
“Ama o hâlâ yalnızca bir öğretmen olacak,” dedi Bayan Spinell.
Buğu tutmuş duvarlar, sert, rahatsız sandalyeler ve çentikli tabaklar aniden Faber’i sinirlendirdi. Öne eğildi.
“Benim babam hayatı boyunca öğretmenlik yaptı ve bizi pekâlâ
besleyip büyüttü,” dedi.
“Ama bu yeterli olacak mı?”
“Annem için yeterli oldu.”
“Mütevazı bir kadın mıdır?”
“Tüm diğer kadınlar gibi, Bayan Spinell; hayatını kocasına ve çocuklarına adamıştır.”
“Katharina’dan da aynısını bekleyebilirsiniz,” dedi Bay Spinell.
“Katharina iyi bir eş olacak. Ve iyi bir anne.”
“İyi eş ve anne olmak için işi iyi olan bir kocaya ihtiyacı var,
Günther.”
“Yeni dünyamızda öğretmenlik çok saygın bir meslek olacak,
Esther. Şimdi, genç adam, bana cepheden bahsedin, Kiev’den.”
Faber üçüncü sigarasını yaktı, derin derin ciğerlerine çekerek sessizce tadını çıkardı ve sonra dumanını yavaşça odaya üfledi. Sigaranın külünü silkti ve boğazını temizledi.
“Ruslar dirençli, Bay Spinell ama bizim modern silahlarımız karşısında direniş faydasız.”
“Noel’e kadar hepsi bizim olacak,” dedi Bay Spinell. “Moskova’ya
yalnızca üç yüz kilometre kaldı; bizi kimse yenemez.”
“İyi savaşıyoruz.”
“Sizinle ve tüm Alman askerleriyle gurur duyuyorum,” dedi Bay
Spinell.
Faber sigarasını yine içine çekti ve başını sallayarak tavana dumanını üfledi.
“Teşekkür ederim, Bay Spinell.”
“Bu savaş bittiğinde, bize yüzyıllar boyunca yetecek toprağımız,
yiyeceğimiz, suyumuz ve petrolümüz olacak. Siz ve kızım dilediğiniz
kadar toprak sahibi olacaksınız.”
“Bunu yapacak mıyız?” dedi Katharina.
“Ne?”
“Toprak sahibi olmak? Doğuya taşınıp evimizi orada mı kuracağız?”
Peter ona bakakaldı. Hava serindi ama o terliyordu.
“Rusya fakir, pis ve çamurdan evlerde yaşayan köylülerle dolu.
Ben oraya tahammül edemediğim için buradayım.”
“Sizin için çalışacaklar,” dedi Bay Spinell. “Onların kulübelerini
yıkabilir, araziyi temizleyebilir, güzel bir Alman evi yaptırabilirsiniz.
Hayal etsenize, kendi çiftliğiniz olacak.”
“Ben çiftçilik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.”
“Eğitim verilecek. Savaştan sonra genç erkeklere nasıl çiftçi olacakları, Almanya için nasıl gıda üretecekleri öğretilecek.”
“Ülkeme hizmet ettiğim için mutluyum ama savaş bittiğinde
Darmstadt’a ve öğretmenliğe döneceğim.”
“Başka şeyler yapabilirsiniz. Daha fazla para kazanabilirsiniz.”
“Öğretmenlik hoşuma gidiyor.”
“Öyle becerikli bir adama benziyorsunuz ki…”
“Becerikli bir öğretmenim.”
“Ama yapılabilecek onca başka şey var, özellikle de Berlin’de. Bir
servet kazandıktan sonra, ileri yaşlarda öğretmenlik yapabilirsiniz.”
Faber sigarasını küllüğe bastırdı ve yavaşça odada etrafına bakındı.
“Sizin yaptığınız gibi, Bay Spinell.”
Katharina tabakları toplamaya başladı.
“Size şehri gezdireyim,” dedi, “Hava fazla kararmadan.”
“Benim talihim dönmek üzere, Bay Faber. Sizinki de dönebilir.”
“Ben hayatımdan memnunum, Bay Spinell.”
“Sizi Dr. Weinart ile tanıştırayım. Çok dürüst, çevresi çok geniş
biridir.
Faber ayağa kalktı.
“Düşünürüm.”
Tüfeğini aldı.
“Onu burada bırakmalısınız,” dedi Katharina.
“Yanımda olmasını tercih ederim.”
“Evde bırakmanız daha iyi. Parka gideceğiz.”
“Yanımda götüreceğim.”
Faber kapıya yöneldi.
“En azından beni bekleyebilirsiniz,” dedi Katharina. “Ceketimi
alayım.”
Faber onu beklemedi, merdivenden indi ve sokağa çıktı. Manav,
dükkânının önündeki tezgâhı söküyordu. İki adam birbirlerine başlarını eğerek selam verdiler. Faber ayak uçlarında yaylandı, ceketinin kollarını ovalayarak soğuk rüzgâra karşı ısınmaya çalıştı. Katharina eteğine göre fazla kısa olan ceketinin düğmelerini ilikleyerek kapı eşiğine çıktı.
“Gidip kardeşimin paltosunu getireyim mi size?”
“İyiyim ben.”
“Üşümüş görünüyorsunuz.”
“İyiyim dedim.”
Katharina Faber’in yanından geçip onun tanımadığı şehre doğru
ilerledi.
“Nereye gidiyoruz, Katharina?”
“Parka. Göle.”
“En azından beni bekleyebilirsiniz.”
“Neden? Siz beni beklemeye zahmet etmediniz.”
Faber omuzları hafifçe çökerek durdu.
“Özür dilerim. Oradan çıkmak zorundaydım, o kadar.”
“Annemle babam insanda bu etkiyi bırakır.”
“Üzerime çok geldiler. Beklediğimden daha fazla.”
“Hep öyle yaparlar.”
“Siz nasıl dayanıyorsunuz?”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYüzleşme
- Sayfa Sayısı272
- YazarAudrey Magee
- ISBN9786257314770
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviDelidolu /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İvan Denisoviç’in Bir Günü ~ Aleksandr Soljenitsin
İvan Denisoviç’in Bir Günü
Aleksandr Soljenitsin
Yayımlandığında dünyada hem edebi hem de siyasi yankı uyandıran İvan Denisoviç’in Bir Günü, Stalinist baskıyı edebiyata taşıyan ilk roman. Aleksandr İsayeviç Soljenitsin İvan Denisoviç’in...
- Pellucidar VII-Vahşi Pellucidar ~ Edgar Rice Burroughs
Pellucidar VII-Vahşi Pellucidar
Edgar Rice Burroughs
Yeryüzünün 500 mil altında başka bir dünya yatmaktadır: Dinozorların hâlâ dolaştığı, mağara adamlarının avlandığı, ebedi bir güneşin kavurduğu ve dış dünyada çoktan tarihe gömülen...
- Ripley’nin Oyunu ~ Patricia Highsmith
Ripley’nin Oyunu
Patricia Highsmith
“Bianca’yı ancak o zaman gördü Jonathan. Adam, Fritz’den çok ona yakındı. Kahverengi deri düğmeli, gri renkte şık bir palto giyen, ablak yüzlü, esmer bir...