Georges Bataille’ın Lord Auch müstear adıyla 1928 yılında el altından yayınladığı Gözün Öyküsü, 20. yüzyıl edebiyat tarihinin en aykırı metinlerinden biridir. Sayısız değerlendirmeye konu olmuş, edebiyat eleştirisinden felsefeye, psikanalizden sinemaya farklı disiplinlerce ele alınmış bu metin, Battaile’ın estetik anlayışının dışavurumudur: Romaneskten ve psikolojik yorumlamadan arınmış kısa roman. Çağrışımların büyüleyiciliğiyle ivme kazanan, provokatif hamleleriyle güçlenen ve sinemaya da uyarlanan bu erotika; acının, şiddetin, ölümün ve cinselliğin kutsallığının iç içe geçtiği estetik, esrik ve “uygunsuz” bir başyapıt.
İÇİNDEKİLER
Kedi Gözü ……………………………………………………………….. 7
Normandiya Gardırobu …………………………………………… 13
Marcelle’in Kokusu ………………………………………………….. 19
Güneş Lekesi ……………………………………………………………. 23
Kan Sızıntısı …………………………………………………………….. 29
Simone …………………………………………………………………….. 33
Marcelle …………………………………………………………………… 39
Ölü Kadının Açık Gözleri ………………………………………… 43
Müstehcen Hayvanlar………………………………………………. 47
Granero’nun Gözü …………………………………………………… 51
Sevilla Güneşi Altında ……………………………………………… 57
Simone’un Günah Çıkarması ve
Sir Edmond’un Ayini ……………………………………………….. 61
Sinek Bacakları ………………………………………………………… 67
Gözün Öyküsü’nün Devam Planı ……………………………… 81
Kedi Gözü
Yalnız büyütüldüm. Anımsayabildiğim kadarıyla cinsellikle ilgili şeyler hep kafama takılmış, beni kaygılandırmıştı. Yaşıtım olan bir genç kıza, Simone’a, X… plajında rastladığımda on altı yaşlarındaydım. Ailelerimiz uzaktan akraba olduğundan çabucak yakınlık kurmuştuk. Tanıştıktan üç gün sonra Simone’la ben onun villasında yalnız kalmıştık. Siyah bir önlük giymiş, kolalı bir yaka takmıştı. Önlüğünün altında sanki çıplakmış gibi göründüğü için o gün daha da şiddetli bir hal alan bu kaygımı onun da paylaştığını sezmeye başlamıştım. Dizlerinin üstüne kadar çıkan siyah ipek çoraplar giyiyordu Simone. Onu henüz kıçına kadar (Simone için kullandığım bu sözcük bana seksle ilgili en güzel sözcüklerden biri gibi geliyordu) görememiştim. Fakat, önlüğünü hafifçe kaldırırsam arkasını çırılçıplak göreceğimi düşünüyordum. Koridorun bir köşesinde kedi için süt dolu bir tabak duruyordu.
“Tabaklar üstlerine oturmak için yapılmıştır,” dedi Simone. “Bahse var mısın? O tabağın üstüne oturacağım.” “Buna cesaret edemeyeceğine bahse girerim,” dedim, soluğum kesilerek. Hava sıcaktı. Simone tabağı küçük bir sıranın üstüne koyup karşıma geçti, gözlerini bana dikip kıçını sütün içine daldırarak oturdu. Yüzüme kan hücum etmişti, titriyordum; o, pantolonumu geren sertleşmiş kamışımı seyrederken, ben bir süre önünde öylece kalakaldım. Ayaklarının dibine uzandım. Kımıldamıyordu artık. Beyaz sütün içinde yüzen “pembe ve kara et”ini ilk kez gördüm. İkimizin de yüzü kıpkırmızı, kımıldamadan uzun süre öylece kaldık. Simone ansızın ayağa kalktı: Süt baldırlarından çoraplarına süzüldü.
Tek ayağını sıranın üstüne koyup, ayakta, tepemde mendiliyle silindi. Ben de yerde kıpırdayıp durarak elimle kamışımı ovuşturuyordum. Birbirimize dokunmadan neredeyse aynı anda doyuma ulaştık. Ama annesi eve döndüğünde, alçak bir koltuğa oturup, genç kızın anasının kollarında büzüldüğü bir andan yararlanarak, görünmeden önlüğünü kaldırıp elimi onun sıcacık bacaklarının arasına daldırdım. Yeniden otuzbir çekme sabırsızlığı içinde koşarak evime döndüm. Ertesi gün, gözlerimin etrafında mor halkalar oluşmuştu. Simone yüzüme dikkatle, uzun uzun baktı, başını omzuma gömüp, “Artık bensiz otuzbir çekmeni istemiyorum,” dedi. Aramızda öyle sıkı fıkı, öyle zorunlu bir aşk ilişkisi işte böyle başladı ki birbirimizi görmeden bir hafta geçirmemiz bile neredeyse olanaksızdı. Bu konuda hiç konuşmadığımızı söyleyebilirim. Benimle birlikteyken benimkilere benzer, anlatılması güç duygular hissettiğinin farkındaydım. Arabayla sürat yaptığımız bir günü anımsıyorum. Bisikletli genç ve güzel bir kızı ezmiştim; tekerlekler neredeyse kızın boynunu koparmıştı.
Uzun süre kızın ölüsünü seyrettik. Kısmen mide bulandırıcı, kısmen de çok hoş bu et yığınının uyandırdığı dehşet ve umutsuzluk duygusu, genellikle birbirimize baktığımızda içimizde uyanan duyguyu hatırlatıyordu. Simone genelde sade bir kızdı; uzun boylu ve güzeldi; ne bakışlarında ne sesinde umut kırıcı bir şey vardı. Ama duyguları altüst eden şeylere öylesine susamıştı ki, en ufak bir çağrıyla gözlerini kan bürüyor, yüzü, sonsuz mutluluk ve vicdan rahatlığı hissini yok eden her şeyi, ani dehşeti, cinayeti çağrıştıran bir niteliğe kavuşuyordu. Yüzündeki bu sessiz, mutlak kasılmayı –ben de aynı hissi paylaşıyordum– kıçını tabağın içine daldırdığı gün ilk kez gördüm. Doğrusu, böyle anlar dışında pek dikkatle bakışmıyorduk. Yalnızca, boşaldıktan sonraki kısa gevşeme anlarında dinginleşip eğleniyorduk. Bununla birlikte, uzun süre sevişmeden geçirdiğimizi burada söylemeliyim.
Buna rağmen oyunlarımızı oynamak için tüm fırsatlardan yararlanıyorduk. Kesinlikle utanmaz değildik, tersine; ama bir tür huzursuzluk ikimizi de utanca meydan okumaya zorluyordu. Nitekim, benden artık tek başıma otuzbir çekmememi isteyeli çok kısa bir süre geçmişti ki (bir yarın tepesinde bulunuyorduk), pantolonumu indirip beni yere yatırdı, eteklerini toplayıp karnımın üstüne oturdu ve kendinden geçmeye başladı. Spermimle ıslanan parmağımı kıçına sokmuştum. Sonra, başı kamışımın altında kalacak şekilde yere uzandı ve kıçını dizleriyle omuzlarımdan destek alarak havaya kaldırıp bana yaklaştırdı, ben de başımı bu kıçın hizasında tutuyordum. “Şimdi kıçıma gelecek kadar havaya işeyebilir misin?” diye sordu. “Elbette,” diye yanıt verdim, “ama giysin ve yüzün sidik içinde kalacak.”
“Olsun,” diye kestirip attı. Ama dediğini yapar yapmaz onu yeniden ıslattım, bu kez beyaz spermle. Bu sırada denizin kokusu ıslak kumaşların, çıplak karınlarımızın ve spermin kokusuna karışıyordu. Akşam oluyordu. Biz hiç kıpırdamadan bu pozisyonda dururken, birinin otları ezerek yürüdüğünü işittik. “Kıpırdama,” diye yalvardı Simone. Ayak sesleri kesilmişti, yaklaşanın kim olduğunu göremiyorduk, ikimiz de soluklarımızı tutmuştuk. Simone’un böyle yukarı kalkmış kıçı doğrusu bana güçlü bir yakarış gibi geliyordu: Kusursuz bir kıçtı bu; dar ve hoş kaba etlerinin ayrığı derindi. Yaklaşmakta olan o bilinmeyen erkek ya da kadının da birazdan dayanamayıp soyunmak zorunda kalacağından kuşku duymuyordum. Ayak sesleri yeniden duyulmaya başladı. Sanki birisi koşuyordu.
Çok güzel bir genç kızın, kız arkadaşlarımız arasında en saf ve en duygulandırıcı olan Marcelle’in ortaya çıktığını gördüm. Olduğumuz halde, parmağımızı bile oynatamayacak denli kasılıp kalmıştık. Zavallı arkadaşımız ansızın hıçkıra hıçkıra ağlayarak otların arasına yığıldı kaldı. Ancak o zaman birbirimizden ayrılıp kendinden geçmiş bu bedenin üstüne atıldık. Simone kızın etekliğini kaldırdı, külodunu sıyırdı ve kendininki kadar güzel yeni bir kıçı bana büyük bir coşkuyla gösterdi. Bu kıçı kudurmuşçasına öptüm. Artık tek gizlediği şeyi hıçkırıkları olan o tuhaf Marcelle’in beline bacaklarını dolamış Simone’un kıçını da okşuyordum. “Marcelle,” diye bağırdım, “yalvarırım, artık ağlama. Beni dudaklarımdan öpmeni istiyorum.” Simone da onun tüm bedenine sevgi dolu öpücükler kondurarak güzel düz saçlarını okşuyordu. Bu arada hava fırtınaya çevirmişti. Geceyle birlikte düşmeye başlayan iri yağmur damlaları çok sıcak ve havasız bir günün yol açtığı bunaltıdan sonra bizi rahatlatmıştı. Denizden korkunç bir gürültü gelmeye başlamıştı bile. Bu gürültüyü art arda patlayan uzun gökgürültüleri bastırıyor, çakan şimşekler sessizliğe gömülmüş genç kızların mıncıklanan kıçlarının güpegündüz görülmesini sağlıyordu. Üçümüzün de bedenleri hoyratça bir taşkınlıkla coşmuştu.
İki genç ağız kıçım, taşaklarım ve kamışım için çekişiyordu, ben de tükürük ve spermden ıpıslak olmuş bacaklarımı durmadan açıyordum. Sanki bir canavarın pençesinden kurtulmak istiyor gibiydim. Ama bu canavar hareketlerimin şiddetinden başka bir şey değildi. Sonunda sıcak bir yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı; sular bedenlerimizin üstünden sel gibi akıyordu. Şiddetli gök gürlemeleri bizi her defasında sarsarak kudurganlığımızı artırıyor ve her şimşek çakışında cinsel organlarımızı görüp giderek daha fazla çığlık atıyorduk. Simone çamurlu bir su birikintisi bulmuş, her yanını çamura buluyordu: Çamurla mastürbasyon yapıyor, kırbaç gibi vuran sağanak altında doyuma ulaşıyordu. Başım çamura bulanmış bacaklarının arasında sıkışmış, yüzüm çamurun içine gömülüydü. Bir kolunu Marcelle’in beline dolamış olan Simone, diğer eliyle Marcelle’in bacaklarını kuvvetle çekip ayırarak onun kıçını mıncıklıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGözün Öyküsü
- Sayfa Sayısı86
- YazarGeorges Bataille
- ISBN9789755709239
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bakirenin Aşığı – Kraliçe Soruyor: Aşk mı, Taht mı? 3. Kitap ~ Philippa Gregory
Bakirenin Aşığı – Kraliçe Soruyor: Aşk mı, Taht mı? 3. Kitap
Philippa Gregory
Boleyn Kızı ve Kraliçenin Soytarısı romanının yazarından, Kraliçe Elizabeth döneminin ilk yıllarını ve o tehlikeli günleri anlatan, nefes kesici bir roman. İngiltere’nin yeni kraliçesi...
- Agnes Grey ~ Anne Brontë
Agnes Grey
Anne Brontë
Richard Grey aile birikimlerini riskli bir yatırımda kaybedince ümitleri suya düşen ailenin küçük kızı Agnes, hem ailesine maddi destek olmak hem de kendi hayatını...
- Aşk Her Yerde ~ Rachel Gibson
Aşk Her Yerde
Rachel Gibson
Genç ve güzel Faith Duffy, Chinooks Hokey Takımı’nın yeni sahibi olmuştur..Kendisine miras kalan takımıyla kazanması gereken bir kupa vardır.Fakat Faith hokey hakkında hiçbir şey...