Adalet için savaşan eski bir köle. Artık var olduğuna inanmayan, inzivaya çekilmiş bir savaşçı.
Kaderlerini birleştiren karanlık bir sihir. Küçük bir çocukken artık unuttuğu vatanından koparılıp alınan Tisaanah, keskin zekâsı ve sihrin küçük dokunuşu sayesinde hayatta kalmayı öğrenmişti. Ama özgürlüğünü satın almaya çalıştığı gece neredeyse canından olacaktı. Ardında bıraktığı en yakın arkadaşını kurtarmak için çırpınırken dünyanın en güçlü hünerciler örgütü olan birlikleri bulmak üzere yola çıktı. Ancak onlara katılabilmek için, birliklerden nefret eden ve uzun bir süre önce kendini dünyaya kapatan yakışıklı ateş hünercisi Maxantarius Farlione’nin yanında çıraklık eğitimini tamamlaması gerekiyordu.
Birliklerin gizemli niyetleri doğrultusunda, yaklaşan savaşta kendini kanıtlamak zorunda kalmıştı. Ama Maxantarius’a karşı beslediği duygular çok daha büyük bir tehlike yaratıyordu. Adamın unutmak istediği kanlı geçmiş, Tisaanah için geleceğin anahtarı olabilirdi… belki de onları yıkıma götürecek olan şeydi. Ardında bıraktığı insanları kurtarmak için her şeyi yapacaktı; birliklerin ölümcül oyunlarında kumar oynamak, kalbini kurban etmek anlamına gelse bile. Ölümle işbirliği yapmak anlamına gelse bile…
*
Yolların iki yanı sıkışık, birbirine sokulmuş eğri büğrü küçük evlerle kaplıydı. Pencerelerde korku içindeki yüzler görülebiliyordu. Anneler çocuklarını çelik, sihir ve ateşin birbirine karıştığı bu korkunç ve ölümcül dans manzarasından uzak tutuyordu.
Zihninin derinliklerinde bir ses kıkırdadı.
Kapa çeneni, diyerek tekrar kavgaya atıldı. Sokaklarda adeta uçarcasına koşuyor, nefesiyle fısıldadığı alevleri kendine çağırıyordu. Alevler büyük bir iştahla ellerine toplanıp kollarına sarılırken evlerle sokaklardaki yangını incecik derilerden ve kırılgan kemiklerden çekip alıyordu.
Ama alevler çok fazlaydı. Bütün dikkatini ve gücünü tüketiyorlardı. Öyle ki suratına keskin bir acı saplandığında darbeden kaçacak zaman bulamadı. Kanın sıcağı tuzlu ter damlalarına karışiyor, tenine iğnelerin saplanmasına sebep oluyordu.
Devam, devam, devam.
Dişlerini sıkıp karşısındaki asi tekrar hamle yapamadan tecrübesiyle harekete geçtiğinde ceset çuval gibi yere yığıldı. Yerdeki kadına dönüp bakmadı. Kıvırcık kahverengi saçlarının yüzünü kapatması iyi bir şeydi.
İçindeki ses taze kanın kokusuyla uyanmış gibi aniden canlandı. Öldür! diye tıslıyor, bir kapıyı pençeleriyle tırmalarcasına düşüncelerinin üstüne çıkmaya çalışıyordu.
Hayır…
Verdiği ara fazlasıyla uzundu. Bir darbeyle yan sokaklardan birine yuvarlandığında içgüdüleri devreye girdi ve eli istemsizce hançerine uzanıp saldırganının boğazını hedef aldı. Ancak başını çevirip baktığında…
“Beni öldürmeye cesaret edemezsin.” diye mırıldandı sıcacık tanıdık bir ses kulağına. “Bunu senin yerine yapmak için can atan yüzlerce asi var.”
O ses.
O anda genç adamın hayatında duyduğu en güzel sesti.
Rahatlayarak sessizce nefesini verirken hançerini indirdi. “Nerelerdeydin.””
Genç kadın yılmayan çelik gibi bakışlarıyla karşılık verdi. Açık mavi irisleri gözlerinin beyazına karışıyor, dikkatle bakan simsiyah gözbebeklerini daha da belirginleştiriyordu. Yanakları kan ve ise bulanmıştı, birbirine dolanan beyaz örgüleri kirlenmiş. Omzuna attığı ceket bir zamanlar maviydi; şimdiyse kırmızı lekeler mora dönüyor, yakasındaki hilal sembolüne karışıyordu.
Gördüğü manzara karşısında genç adamın kalbi korkuyla doldu. “Kanın ne kadarı sana ait?”
“Sendeki lekelerin ne kadarı sana ait?” Kadın onu omzundan tuttuğu gibi döndürdü.
“O kadar kötü mü?“
“Çok kötü.”
“Harika.” diye homurdandı genç adam. Yarasını hissettiği kadar derin olmadığını umuyordu.
Genç kadın kollarını tutarak yüzüne baktı. “Kanaman var. Hisetmiyor musun?”
Artık hissetmiyorum.
Genç adam başımı iki yana salladı. Bu hareket bile sanki batmak üzere olan bir gemideymiş gibi etrafındaki bütün dünyanın sarsılmasına neden oluyordu. Arkasındaki güneşin ceketini kesen bıçakla ikiye bölündüğünü hayal etti. Güneşin iki yarısı gökyüzünde…
“Hey.”
Burnunun önünde şıklayan parmakların sesiyle kendine geldi. Genç kadın öfkeli görünüyordu ama onu sadece korkusunu başvurmaya çalıştığını bilecek kadar iyi tanıyordu. Çocukken ilk kez ormana gidip saatlerce dolaşarak kaybolduklarında olduğu gibi görünüyordu. Ta ki…
“Uyan.” Genç kadın artık onu sarsıyordu. “Benimle kal.” Zihninin kıyılarına bir şeylerin yaklaştığını hissetti. Kadının sivri beynini gıdıklıyordu. “Yapma,” diye kükredi.
Ses çok uzaklardan iğrenç bir şeyler söyleyip kıkırdadı.
“Sadece kontrol ediyorum.” diye karşılık veren kadın kaşları canlanırken geri çekildi. “Şehrin batı ucuna gittim. Çok fazla ölü var.” Haddinden fazla ölü var
Genç adam kırık camlardan bakan minik yüzlerin hatırasını gözlerini kırpıştırarak zihninden kovdu. “Geri çekilmen gerekiyor,” dedi. “Burada çok fazla insan var. Giderken ateşi toplayabilirim.” “Liderleri burada. Geri çekilmek bir seçenek değil. Kaçırılmayacak bir fırsat.”
Genç adam neredeyse kahkaha atacaktı. Acı, çirkin ve neşesiz bir kahkaha… “Fırsat mı? Hayır, bu…”
“Savaşı burada… kendi şehirlerinden birinde başlatmayı onlar seçti,” dedi genç kadın tükürürcesine. “Kendi yataklarına pislemek istiyorlarsa, pisliklerinde uyuyabilirler.”
Bu sözler genç adamın karnına yediği bir yumruk gibiydi. Midesini genç kadının taşlaşmış kalbinin mi, yoksa kan kaybı mı
bulandırdığını kestiremiyordu.
“Asi olsun olmasın, burada bir sürü insan var,” diye tersledi onu.
“Bunlar insan.”
“Seçeneklerimiz var.”
“Gördüğüm kadarıyla yok.”
“Sen varsın,” diye fısıldadı genç kadın. Bir eli kaskatı çenesinin üzerinde dolaşıyordu. “Sen varsın.”
Yüreğinin derinliklerinde bir ürperti hisseden genç adam öylece kalakalmıştı. Dudakları aralansa da içindeki tiksintisiyle ölçüşebilecek kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Sonunda sadece, “Hayatta olmaz.” diyebildi.
Genç kadın dudaklarını sıktı. Bu sırada adamın şakağını ovuyor, siyah saçlarını kulağının arkasına itiyordu. “Başka çaremiz yok.” diye fısıldadı. “Lütfen.”
“Olmaz. Şehrin ortasındayız. Ayrıca…” Ayrica ne? Bir sürü şey vardı. Kelimelere sığmayacak kadar çok şey. Dehşet buzdan kıymıklar gibi damarlarını parçalıyordu. “Üzgünüm,” dedi usulca. “Ama yıkım… ve ben…” Herhalde hayatında ilk kez Birlik’in çıkarı için hareket etmeye karşı çıkıyordu. Buna rağmen tek düşünebildiği pencerelerdeki o küçük yüzlerdi.
Genç kadın bir an için ısrar edecekmiş gibi görünse de yüz ifadesi dalgalanarak yumuşadı. Dudaklarında hüzünlü bir gülümseme belirmişti. “Kanayan yüreğin bir gün seni öldürecek, biliyorsun değil mi?”
Belki, diye düşündü genç adam. Muhtemelen, diye fısıldadı ses.
Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda genç kadın, “Ben senin komutanınım,” diye kestirip attı.
Genç adam doğru duyduğundan emin olamamış gibi afalladı. “Sen… ne?” Düşüncelerinin arasında dolaşan bir kahkaha kalbinin korkuyla sıkışmasına neden oluyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHiçbir Dünyanın Kızı - Kayıp Kalplerin Savaşı 1
- Sayfa Sayısı608
- YazarCarissa Broadbent
- ISBN9786253660963
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMartı Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İnci ~ John Steinbeck
İnci
John Steinbeck
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş İnci, bir zamanlar İspanya Kralı’na büyük zenginlikler getiren bir koyda yaşayan fakir bir inci avcısının, Kino’nun ve ailesinin hikâyesini...
- Yıldırım Sesli Manasçı – Asker Çocuğu – Beyaz Yağmur ~ Cengiz Aytmatov
Yıldırım Sesli Manasçı – Asker Çocuğu – Beyaz Yağmur
Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov’un birbirinden güzel üç hikâyesinin yer aldığı kitap; aslında insan, mekân ve hafıza arasında birbirini sürekli besleyen ilişkinin göz önüne serilmesi bakımından büyük...
- Harry Potter ve Ateş Kadehi ~ J. K. Rowling
Harry Potter ve Ateş Kadehi
J. K. Rowling
Harry Potter’ın büyücülük okulundaki dördüncü yılında başından geçenleri anlatan Harry Potter ve Ateş Kadehi, dizinin önceki kitaplarında tanık olduğumuzdan hem çok daha eğlenceli, hem...