Eylül 1913. Birinci Dünya Savaşı arifesinde tüberkülozdan mustarip Mieczysław Wojnicz tedavi amaçlı Görbersdorf kasabasındaki bir sağlık merkezine, Avrupa’nın dört bir yanından hastaları ağırlayan Beyler Konukevi’ne gelir. Her gün hastalarla yemek salonunda toplanıp dönemin büyük meselelerini tartışırlar: Savaş çıkacak mıdır? Monarşi mi yoksa demokrasi mi daha iyidir? Şeytanlar var mıdır? Kadınlar doğuştan aşağı varlıklar mıdır? Bu sırada konukevinde ve çevresinde tuhaf şeyler ardı ardına yaşanmaktadır. Birileri ―ya da bir şey― onları izliyor, bu kapalı dünyaya sızmaya çalışıyordur.
Erkekler konukevinin çevresinde yaşanmış tuhaf olayları dinledikçe günbegün korkularına yenik düşerler. Wojnicz hem kendi gerçeklerini hem de dört yanını kuşatan uğursuz güçlerin gizemini çözmeye çalışırken onların bir sonraki hedeflerini çoktan seçtiklerini fark etmez.
Olga Tokarczuk okurunu ilk sayfasından itibaren yükselen ritmi ve gerilimiyle merak uyandırıcı, büyülü yer yer rüya gibi bir yolculuğa çıkarırken insan varoluşunun temel sorunlarını ve toplumsal cinsiyet rollerini masaya yatırıyor. Büyülü Dağ’ın yayımlanmasından bir asır sonra Olga Tokarczuk, Thomas Mann’ın topraklarını yeniden ziyaret ediyor ve doğa-insan, yaşam-ölüm gibi izlekleri felsefesiyle harmanlayarak bu topraklara sahip çıkıyor.
Empusyon, Olga Tokarczuk’un Nobel Ödülü’nden sonra merakla beklenen ilk romanı…
Empusyon Üzerine
“Yabancılık Gölgelerden Bizi İzler”
2018 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk, ödül aldıktan sonra yazdığı ilk romanı Empusyon’la bir başka Nobelli yazar Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ına edebî bir selam gönderiyor. Zira Tokarczuk’un son romanıyla Büyülü Dağ arasında ilk bakışta birçok ilişki bulmak mümkün. Yazarın pek çok söyleşisinde yinelediği üzere, Büyülü Dağ’ı onlu yaşlarında okuduğunu ve o zamandan beri düzenli olarak bu romana döndüğünü ve her yeni okumada bu başyapıtta yeni bir şey bulduğunu biliyoruz. Bu noktadan hareketle yazarın ustasını, Nobel aldıktan sonra yazdığı yeni romanıyla anmasında şaşıracak bir şey yok. Evet, iki roman arasında birçok benzerlik bulunmaktadır.
Her iki roman da I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce geçmektedir ve benzer yapıları vardır. Empusyon’un baş karakteri Mieczyslaw Wojnicz’le Büyülü Dağ’ın Hans Castorp’u arasındaki görünürdeki benzerlikler dikkat çekicidir. Her ikisi de romanın başında bir kaplıca kasabasında ortaya çıkar; her ikisi de mühendislik eğitimi almıştır, erken yaşta annelerini yitirmişler ve belki de bu yüzden çekinik bir karaktere sahip olmuşlardır, bulundukları kaplıcada kendilerinden daha bilgili ve deneyimli, yaşlıca insanların tartışmalarına dâhil olurlarsa da, konuşmalarda genellikle susan taraf olarak kalırlar.
Ve tabii ki mustarip oldukları hastalık da aynıdır. Kısacası Wojnicz, aslında Hans Castorp’un edebî bir ikizi gibi görünmektedir. Daha doğrusu Wojnicz, ilk bakışta Polonyalı Castrop olarak algılanabilir. Ne var ki bu benzerlikler sadece başlangıç noktasında aynıdır. Zira Wojnicz, Hans Castrop’un karşılaştığı zorluklarla daha farklı ve kendine özgü bir yön izleyerek başa çıkmaya çalışır. Ne de olsa iki zıt kutup arasında sallanan Mieczyslaw Wojnicz, beyaz ve siyahla özdeşleşemeyen, ancak bu iki değer arsında denge kuran bir bölgede durarak Oidipus, Othello, Raskolnikov gibi pek çok kült kahramanla da özdeşleşir. Bir başka deyişle Tokarczuk, özgün anlatısıyla kendi mesajlarını iletmek için Mann’ın Büyülü Dağ’ıyla ilgili temel temaları ve atmosferin benzerini Empusyon’da kullanarak yola çıkar, ancak okurlarına farklı bir bakış açısı sunar.
Öncelikle Empusyon’un öyküsünü ilginç bir anlatıcının, daha doğrusu, anlatıcıların gözünden izlediğimizi hatırlatalım, çünkü romanı, bu eril olmayan anlatıcının bakış açısı yönlendiriyor. Aslında romanda neredeyse hiç ‘konuşan bir kadın karakter’ görmüyoruz diyebiliriz. Öyleyse bu dişi anlatıcılar kimdir? Hayalî varlıklar mı? Empusyon’daki kadınların yokluğu ya da hayalî varlığı Olga Tokarczuk’un psikanalitik hayal gücü ve şiirsel bakış açısının bir sonucudur. Peki, kimdir bu varlıklar? Yoksa mitolojik cadılar olan doyumsuz Empusalar mıdır? Sakın her şeyi sımsıkı saran ve bu perspektifte, erkek katılımcıları dikkatle gözleyen ve bazen onları cezalandıran o koca doğa ananın yansımaları olmasın bu dişiler? Öyle veya böyle yazar bu hayalî dünyaya mitolojik anlatılarda adı geçen kadınların günahkârlığı, şeytanla ortaklığı ve kirliliği temasıyla giriş yaparak çağdaş sistemler ve karşı kültür gurularının cinsiyetçi dogmatizmi dâhil, her türlü ataerkil kültürel modeli yıkmayı amaçlar.
Öykünün birkaç kuşak öncesine dayanan gerçeklikle ilişkilendirilmesi Tokarczuk’un o dönemin ataerkil kültürünü anlatmasına olanak tanır. Tokarczuk, bu tür sahneleri desteklemek ve savunmak için bir kanıt olarak kitabın sonuna, romanın sayfalarında dillendirilen mizojinist, yani kadın düşmanı görüşlerin sahiplerinin listesini içeren bir not ekler. Bu listede William Somerset Maugham, John Milton, Friedrich Nietzsche, Publius Ovidius Naso, Platon, Ezra Pound, Jean Racine, François de La Rochefoucauld, Jean-Paul Sartre, Arthur Schopenhauer, hatta Shakespeare gibi isimler bulunmaktadır. Bu metni, sadece genel geçer erkek şovenizmini eleştiren bir çalışma olarak değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet kategorilerini sıkıca dayatmak suretiyle, hâlâ bazı çağdaş toplumlarda yaşanan her türlü baskının eleştirisi olarak da okumak gerekir.
Yazar, romanını “doğal yöntemlerle tedaviye ilişkin bir korku romanı” olarak adlandırmış. Bu noktada okur romanı eline alır almaz, gizemli bir gerilim romanı okuyacağı beklentisine giriyor. Bayan Opitz’in esrarengiz ölümüyle başlayan roman, satır aralarına serpiştirilen gerilim havasıyla devam ediyor. Hani bazen okurken, gerilim müziği duyar gibi oluyor insan. Öyküye katılan gizem ve gerilim, tüm öykünün önemli varlıkları, belki de anlatıcısı olarak Tuntschi adı verilen kuklalarla bağlantılı. Çobanlar, ormancılar ve kömürcüler tarafından ormandaki doğal malzemelerle oluşturulan bu kuklalar, yazgısına boyun eğen zavallı bir orta malı kadın görevi görmektedirler. Aynı zamanda nesnelleştirilmiş, istismar edilmiş ve kirletilmiş doğanın bir simgesi olarak romanın sonunda hakları için talepte bulunabilen bir varlık halini alacaklardır. Tokarczuk, Odysseus’un yoluna çıkan ve denizcileri şarkılarıyla kendilerine çeken mitolojik sirenlere benzeyen bu dişi varlıkların önemini öyküsünde zekice belirler. Empusyon’da, orman ve dağların gizemli gücü, erkekleri çağırır ve onlar da bu sihirli enerjiye karşı koyamazlar. Tek kurtuluşları, tıpkı bağlanarak sirenlere karşı koymak isteyen denizciler gibi bir sandalyeye bağlı kalmak ve ölümcül ‘amok koşusu’ tamamlanana kadar zincirli bir halde beklemektir.
Kitabı bir gerilim kitabı gibi okumak oldukça keyifli, özellikle korkutucu sahnelerin dillendirildiği zaman. Bu korku, öykünün üzerine atılmış çikolata taneleri gibi. Öyküyü bu hava ciddi biçimde canlandırıyor. Okuru çekip kendine bağlıyor.
Empusyon’un birçok derin ve karmaşık katmanı bulunmakta. Olga Tokarczuk’un yazarlığını, okurları her zaman cezbeden belirli temaların sürekliği karakterize eder. Bunlar arasında seyahat, zamanın iç içe geçişi, belirsiz kimlik, azınlıkta kalan insanların hakları, yaşam ve ölüm sınırlarının aşılması, sıra dışı bilinç durumları, canlı varlıklara ve manzaralara derin empati, doğanın yaratılarına duyulan aşk başattır. Yazar, sevdiği tüm bu temaları Empusyon’da da başarıyla birleştiriyor ve sentezliyor. Söz konusu eserdeki bu temalar, farklı karakterler ve çok katmanlı anlatımın karmaşıklığı, yazarın becerisi ve yaratıcılığının göstergesi. Empusyon gibi bir roman, birçok açıdan yorumlanabilir ve her okurun farklı katmanlarda ve temalarda dikkatini çekebilir. Bu, Nobel ödüllü yazarın anlatım gücünün bir örneğidir; okurlara eseri farklı perspektiflerden değerlendirme ve anlama fırsatı sunar.
Empusyon, her bireyin kendi yolculuğunu bulabileceği, dünyada kaybolmuş gibi hissedenlere rehberlik edebilecek bir metindir. Ana karakterle empati yapabilenler için özel bir bağ kurma fırsatı sunar. Aynı zamanda daha derinlere inebilen okuyucular, içlerinde sakladıkları özel kimliklerini keşfetme cesareti bulabilirler. Bu kitap, herkesin kendine dair yeni pencere açabileceği bir kapıdır. Çeşitlilik, zenginlik ve karmaşıklıkla dolu bir mozaik olan bu metinde birçok renk ve desen, tek bir tuval üzerinde bir araya gelir. Bu, her biri kendi özgün hikâyesini anlatan birçok farklı sesin birleşiminde yankılanan bir orkestranın performansına benzer. Bu çeşitlilik ve çok katmanlılık, kutuplaşmanın yerine anlayışı önerir.
Doğrudan ifadelerden kaçınan bir yazar olarak tanınan Olga Tokarczuk, incelikle dokunmuş bir anlatının örtüsü altında kaçındığı bu ifadeleri gizlemeye çabalar, sözcükleri ustaca bir oyun alanına dönüştürür; konularla oynar, kültürel göndermeler ve lezzetlerle dans eder, bu şekilde okurlarına yalnızca bir hikâye anlatmakla kalmaz, aynı zamanda bir sanat eseri de sunar. Başlangıçta Hans Castrop’un edebî ikizi olarak düşünülebilecek olan Wojnicz’in öyküsü, kendi öyküsünü anlatma hakkı için verilen mücadelenin canlı bir kaydıdır. Tokarczuk’un eserini bu bağlamda okumak, yaratıcı bir düşünce çatışmasının ve mevcut değerleri baştan aşağı yeniden düşünme çabasının içinde bulunduğu olağanüstü bir edebî yapıyı keşfetmeye yardımcı olabilir. Bu bağlamda Empusyon, yaratıcı tartışmaların ve tamamen yeni değerlendirmelerin izini sürme çabalarının iç içe geçtiği büyüleyici ve gizemli bir edebî maceraya dönüşebilir. Ne de olsa Fernando Pessoa’nın dediği gibi, “Güneş ışığı, görünür dünyanın işleyişini sürekli olarak düzenler. Yabancılık, gölgelerden bizi izler.”
Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce
Dünyada her gün, bildiğimiz kanunlar çerçevesinde açıklanamayan olaylar meydana gelir. Bu olaylar, her gün önceden biraz gürültüyle görünüp sonra unutulur ve onları getirdiği gibi götüren o aynı gizem de unutulmuşa dönüşür. İşte kural: Açıklanamayan şeyler unutulmalıdır. Güneş ışığı, görünür dünyanın işleyişini sürekli olarak düzenler. Yabancılık, gölgelerden bizi izler.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat
- Kitap AdıEmpusyon
- Sayfa Sayısı352
- YazarOlga Tokarczuk
- ISBN9786050848670
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ölüm Tüneli ~ Susan Sontag
Ölüm Tüneli
Susan Sontag
“Gerçekten yaşamayan insanlar genelde yoğun bir sıvının içinde hareket ederler. Yaşamlarını ancak bu şekilde sürdürebilirler. Hayatları görmemelerine bağlıdır.” Yakışıklı, iyi eğitimli ve bir süre...
- Hazlar ve Günler ~ Marcel Proust
Hazlar ve Günler
Marcel Proust
Marcel Proust’un 20’li yaşlarında kaleme aldığı, kısa anlatılardan ve şiirlerden oluşan bu eser, bir bakıma Kayıp Zamanın İzinde’nin habercisidir. Honoré’nin yakışıklı sofra arkadaşı gençliğin...
- Aşk ve Öbür Cinler ~ Gabriel Garcia Marquez
Aşk ve Öbür Cinler
Gabriel Garcia Marquez
Mezar yazıtı ilk kazma darbesiyle parça parça yerinden fırlamış, yoğun bakır renginde canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmıştı. Ustabaşı, işçilerinin de yardımıyla bunları...