Yüzyıllardır aramızda yaşayan, zamanın içerisinde süzülüp giden, imparatorlukların kuruluş ve yıkılışına tanıklık eden bir adam. Göktürk Kağanlığı’nda doğdu, ölümsüzlüğünü keşfeden Kam Ana Kambur adını koydu: Nefes.
Sayısız yoldaşı oldu ama hiçbiri Gölge kadar iz bırakmadı. Öldükten sonra başka bedenlerde yeniden hayat bulan bu kadınla çağlar boyunca kesişen yolları bazen aşka,
bazen felakete çıktı.
Hakkındaki rivayetlerin her birinde Nefes’in bambaşka bir yüzü anlatıldı, akla kara birbirine karıştı: Ölümden mahrum bırakılmış alelade biri mi, tarihin akışını değiştiren bir kahraman mı yoksa tabiatın yasalarına başkaldırışıyla dünyamız için bir tehdit mi? Belki de hepsi…
Nefes Rivayetleri, edebiyatımızın nitelikli yazarları tarafından farklı bakış açılarıyla ele alınan, geçmişten geleceğe uzanırken edebi türler arasında maharetle gezinen bir ölümsüzlük anlatısı, modern bir mit inşası.
Girizgâh
Nefes adıyla anılan ölümsüz şahsiyet hakkındaki rivayetlerin ekseriyeti, asırlar boyu sözlü ve yazılı muhtelif kaynaklardan toplanmış, günümüze dek değişe dönüşe, elinizde tuttuğunuz kitaptaki hikâyelerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Böyle bir adam sahiden aramızda yaşamakta mıdır, yoksa zaman içinde bire bin katılarak efsaneleşmiş midir, bilinmez. Kesin olan şudur ki, Nefes’in hayatı ve sergüzeştleriyle alakalı anlatılarda tekerrür eden unsurlar kadar birbiriyle çelişen pek çok teferruat da yer bulmaktadır. Efsaneler böyledir ne de olsa; bir bakmışsınız birinin söylediğini bir başkası yalanlamış… İlerleyen sayfalarda, ebedi yaşamla mükâfatlandırılmış ya da lanetlenmiş Nefes’le tanışacaksınız. Buyurun Nefes Rivayetleri’ne…
Ölüg Kelürten
Mehmet Berk Yaltırık
A-shih-na boyunun hükmü altındaki T’u-chüe’lerin,2 Altay Dağları’nın eteklerinde demir dövdüğü vakitlerde, gelmesinler diye adlarını çoktan unuttukları uğursuz iyelerin mesken tuttuğu, karaçamların çokluğundan toprağına güneş değmez azametli ormanlardan birinde, “Ölüg Kelürten”, “Ölü Çağıran” diye anılan, sayısız bahar devirmiş, korkulan yaşlı bir kadın yaşardı. Ölüg Kelürten’in adını anmak çağırmak demek olduğundan asıl adı çoktan unutulmuştu ancak taktıkları bu lakap bile uluorta söylenemezdi. Kurganların tepelerindeki diken eller unutulup gitmiş, köhne taş atalar misali tek tük kalmış dişleriyle lokmasını çiğnemekten aciz, kemikleri sayılan derisi kirden görünmez olmuş ve ölü koyuna benzer gözlerinin feri çoktan sönmüş bu yaşlı kadından, Altay Dağları’ndan Yenisey Nehri boylarına, Juan-Juan3 ellerinden batı ve doğu Wei memleketlerine4 dek ürpermeyen kimse bulunmazdı.
Zira hakiki gıdasının lapadan ve kurut çorbasından ziyade insan ruhu olduğu bilinirdi. Renkleri kargadan farksız, gözleri gece renginde olsa da kuytularda kor kızıl parıldayan iki erkek geyiğin çektiği, eski orman halklarının meçhul kurganlarından çıkarılma külrengi bir kızakla dolaşırdı. Bu iki geyiğin vaktiyle ruhlarını ele geçirdiği iki kudretli kam olduğu söylenirdi ki, beyaz renkte kızağının görüldüğü avulda insanın da hayvanın da başından hastalık, ölüm eksik olmazdı. Tüm bu fenalığına karşın Ölüg Kelürten’den kimse kurtulmak istemezdi. O ömür boyunca çatılan bir doğal felaketten, rahatsızlıktan başka bir şey değildi, gelir geçerdi. Üstelik kendi imkânlarıyla gerçekleştiremeyecekleri hırslarını ve arzularını, göze görünmez güçleri kullanarak elde etmelerini sağlardı. Oklarının eremeyeceği bir düşmanı öldürmek, kıskanç bakışlarıyla deviremedikleri güzelleri soldurmak, hatta yaşaması istenmeyen herhangi birinden kurtulmak için onun sıklıkla gezindiği vahşi ormanlara, mezar sessizliğindeki bataklıkların kıyılarına sepet sepet yiyecekler, değerli kürkler bıraktıktan sonra dileklerini hiçbir canlı kulağın duymayacağı şekilde dokuz kere haykırmak yeterliydi. Köle yaptığı ölülerin ruhları ona uğursuz yellerle haber iletirlerdi. Ölüg Kelürten lanetlere kapı açandı; dilerse bu arzuyu yerine getirirdi, dilemezse sunulanları kabul eder ve karşılığında o kişiyle ailesine hastalık getirmezdi. Eğer birinin canının alınması isteniyorsa, o kişinin kanından bir can isterdi. Kendisinden büyü isteyen kişinin eşiğine kuzgun kanatlarıyla düğümlenmiş,kirle kaplı saçlarından bir tutam bırakırdı. Bu tılsım ölmesi istenen kişinin eşiğine saklanmazsa, bu sefer büyüyü yaptıran canından olurdu. Bozkırın, dağların ve ormanların kimi tasvirli, kimi tasvirsiz sayısız tanrısı ve şeytanı arasında, Ölüg Kelürten yürüyüp giden kanlı canlı bir musibetti.
Ancak o kocakarının da apayrı bir korku içerisinde hayatı boyunca kıvranıp durduğunu kimseler bilmezdi. Karanlık ruhların hizmetkârı olan bu kocamış kişi, bunca kötülüğü, hastalık ve ölümü getirirken, gasp ettiği ruhları ya kendisi yer ya da o habis varlıklara sunardı. Sadece yeraltının tekinsiz derinliklerinde, kurban alırcasına canlıları yutan bataklık ve ormanlarda gezinen kötü ruhlara tapınıp onlara adaklar sunar, saçılar saçardı. Ölüg Kelürten’in kara iyeleri, tekinsiz ruhları, hatta kendi kara kam atalarını çağırıp kötülük ve ölüm saçmasından korkulsa da oklarının delemeyip kılıçlarının eremeyeceği düşmanlarına karşı son çareydi. Bu yüzden hiçbir oba kendisinden bunca nefret ettiği halde “Bir gün işimize yarayası tutar!” diyerek ondan kurtulmaya çabalamamıştı. Avlanmaya avlanmaya azmanlaşan bir ayı gibi, insan yüzü görmedikçe pervasızlaşıp kıyıcılığı artan kurt sürüleri misali bu ölü çağıran da zapt edilemez hale geldi. Ancak bozkırın üzerine bir felaket gibi çökmesi günlerden bir gün Juan-Juan’ların hükümdarı A-na-kuei’nin, o vakte kadar kimsenin kendisinden arzulamadığı bir istekle kapısını çalmasıyla oldu. Hâkimiyetini daha da genişletip gün doğusundan batıda Dünyanın Sonundaki Deniz’e dek tüm kavimlere boyun eğdirmeyi isteyerek, hükümdar kibrini çiğneyip kocakarının eşiğine kapandı.
“Taptığın kara tinlere ben de tapayım, kılıcımı bozkırın tüm kılıçlarından keskin kıl!” diye yalvardı. Ağaçlardan yaşlı kadın, kurttan vahşi, tilkiden kurnaz, sansardan uyanıktı. Alıcı kuşlar misali ömrünün fırsatını görerek kendini gösterdi: “Ben güçlenirsem, sen de güçlenirsin! Ben bir sözümle avullara ölüm yağdıran hale gelirsem, sen de öyle olursun! Bozkıra hükmetmenin yolu, beni en kavi silahına dönüştürmekle olur Juan-Juan hâkimi! Benim bunca şar, orman, dağ içinde boyun eğdiremediğim tek bir kara ruh vardır. Onu yenip ele geçirmeme yardım edersen, isteğini yerine gelmiş bil!” Ölü Çağıran’ın yıllar öncesinde duyup iştahını kabartan bu kara ruh, ta Yenisey boylarında insan ayağının basmadığı ormanlardan birinin içindeki kurganında uyuyup duran, Hisungnu’ların5 zamanında yaşamış dehşetli bir kara kamdı.
Onu bu denli kudretli kılan, asırlar evvelinde yeryüzünde yürümüş ejderha soyundan son insan olmasıydı. Ejderha tini taşıdığı için efsanevi Mo-tu Shanyü’ye6 akınlarında zaferler getirmiş bu adı unutulup gitmiş kamın tininin ışıltısı, Ölüg Kelürten’in arzuladığı yegâne ruh olmuştu ama onu bir türlü zapt edememişti. Juan-Juan hükümdarına bu kurgandan bahsedip, “Onun evren7 biçimli kemiklerine yeniden can verip asla kıramayacağı demirden zincirlerle kendime bağlayabilirsem bizi kimse alt edemez! Ancak bana en iyi demircilerini göndermen lazımdır” deyince, “Oldu bil!” yanıtını aldı. T’u-chüe demircilerini tüm maiyetiyle bizzat ziyaret eden A-na-kuei kocakarının isteğinden bahsedip, “Siz onun isteğini sağlarsanız, dileyin benden ne dilerseniz!” dedi. Demirciler korksa da A-shih-na’ların hâkimi Bumın da bunu gücüne güç katacak bir fırsat olarak bildi. Bozkırın kocakarısıyla yürüyecek olmalarını ürpertiyle karşılayan demircilerine Ölüg Kelürten ne derse yapmalarını emretti. Demircilerin söze dökemediği korkuyu, iki hükümdarın haşmetli gölgesinden çekinmeyerek dile getirebilen tek kişi çıktı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıNefes Rivayetleri
- Sayfa Sayısı312
- YazarOzancan Demirışık
- ISBN9786256666290
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk-ı Zemheri (Baharı Bekleyen Bir Aşk Hikayesi ) ~ Mürvet Sarıyıldız
Aşk-ı Zemheri (Baharı Bekleyen Bir Aşk Hikayesi )
Mürvet Sarıyıldız
…Baharı Bekleyen Aşk Hikayesi… İsmiyle müsemma olmayan genç bir kadın, Gülbahar. Yüzyıllar öncesinde, dününde, bugününde ve geleceğinde yer alacak olan 4 farklı İbrahim. İnsanın...
- Bir Çatışma ~ Patrick Süskind
Bir Çatışma
Patrick Süskind
Paris’teki Lüksemburg Bahçeleri’nde usta yaşlı satranç oyuncusuyla kimsenin tanımadığı amatör genç oyuncunun girdiği heyecan ve gerilim dolu müsabaka giderek “bir çatışma”ya dönüşür. Oyunu kazanmak...
- Dağa Çıkan Kurt ~ Halide Edib Adıvar
Dağa Çıkan Kurt
Halide Edib Adıvar
“Uşak’a girerken düşündüm, Anadolu’da geçen yıllarımda yüz evden otuz eve eriyerek dağılan, ölen, erkeksiz ve kimsesiz köylerde Himmet çocuğun eşlerine rastlıyor, onlara memleketin hayat...