Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Son Ayakta Kim Geldi?
Son Ayakta Kim Geldi?

Son Ayakta Kim Geldi?

Ozan Torun

“Kum pist, tribün, yedekte dolaştırılan atlar, ekserisi aşina olduğum simalar, piste çıkan atlar, ata binmek için çalışan jokeyler, işini bitirmiş çayını içen seyisler, simitçiler,…

“Kum pist, tribün, yedekte dolaştırılan atlar, ekserisi aşina olduğum simalar, piste çıkan atlar, ata binmek için çalışan jokeyler, işini bitirmiş çayını içen seyisler, simitçiler, tribünde kronometre tutanlar, ahırlar, içeride bir sürü otomobil. Bir yaz sabahı Veliefendi, bir ilkbahar sabahı Kızılçullu ve bir sonbahar sabahı Ankara Hipodromunda da aynı manzara görünür. (…) Civar, hep atçıların toplandıkları kahvelerle dolu. At sahibinden seyisine, meraklısından müşterek bahisçisine kadar bu kahvelerde hepsine rastlamak kabil. Yattığınız otelde, akşam yemek yediğiniz lokantada hep attan ve yarıştan bahsediliyor.” Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar, Türkiye’de at yarışları âleminin rengârenk bir hikâyesi…

Yarışların kurumsal çerçevesinden yarış mekânlarına, yetiştiriciler ve jokeylerden atların nakil koşullarına kadar, her yönüyle tarihsel değişim süreci… Sevgilisine mektuplarında yarış tüyoları veren Orhan Veli’den At’a Senfoni’yi yazan Necip Fazıl’a, at ve yarış tutkunları… Bahis “rejimi”, “altılı ganyancılık”… Yarış bültenleri, tahmincileri ve spikerleriyle kendine özgü at yarışı “medyası”… Ozan Torun’un olağanüstü ayrıntılı çalışması Son Ayakta Kim Geldi?, çok yönlü bir kültür tarihi niteliğinde. Gündelik hayata, eğlence endüstrisine, onlarla birlikte medenileşme ve modernleşme algısının tarihsel seyrine geniş açılı bir bakış sağlıyor.

İÇİNDEKİLER

KOŞU BAŞLARKEN: OYUNLAR, İNSANLAR VE ATLAR……………………………………………………..11
BİRİNCİ BÖLÜM
BATILI TATLAR, ASKERÎ İHTİYAÇLAR:
OSMANLILARIN İLK YARIŞ VE BAHİS DENEYİMLERİ………………………………………………………….19
İzmir ve çevresindeki ilk düzenli yarışlar………………………………………………………………………………………….20
Kâğıthane yarışları ve Dersaadet Jokey Kulübü Cemiyet-i Sipahiye…………………………………..33
Samsun yarışları…………………………………………………………………………………………………………………………………………….39
Osmanlı Jokey Kulübü…………………………………………………………………………………………………………………………………41
Islah-ı Nesl-i Feres Cemiyeti ve Sipahi Ocağı………………………………………………………………………………… 44
İşgal yıllarında at yarışları………………………………………………………………………………………………………………………..53
İKİNCİ BÖLÜM
CUMHURİYET TÜRKİYE’SİNDE YÜZYILLIK BİR KOŞUNUN
İLK VİRAJI (1920-1948)…………………………………………………………………………………………………………………………….59
Milli Mücadele’den Yüksek Yarış ve Islah Encümeni’ne:
Yeni rejimin ilk yarışçılık deneyimleri…………………………………………………………………………………………………63
Devlet eliyle yarışlar ve bahisler:
Yüksek Yarış ve Islah Encümeni Dönemi …………………………………………………………………………………………..74
Bir kalkınma ve propaganda aracı:
At yarışlarına devletin gözünden bakmak………………………………………………………………………………………..75
Önce tarım, sonra yarış: Yetiştiricilikte çağdaş yöntemlere geçiş……………………………………………..75
Yarışlarda devletin temsili: Güç, gurur ve meşruiyet gösterileri …………………………………………………91
Yarış programlarında örtülü propaganda: Kimliklendirilmiş koşular……………………………………106
Yeni bir oyun, yeni deneyimler: At yarışlarına toplumun gözünden bakmak …………………… 119
Kamusal alanda buluşmalar: Yeni bir eğlence ve sosyalleşme biçimi…………………………………….121
Dörtnala koşan umutlar: Cumhuriyet’in bahis oyunu ………………………………………………………………138
Talih kuşunu piyangoda değil, ganyanda aramak ………………………………………………………………139
Erken Cumhuriyet yıllarının oyunları, oyuncuları
ve oyunbozanları……………………………………………………………………………………………………………………………152
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DİZGİNLER EL DEĞİŞTİRİYOR,
KOŞU SÜRATLENİYOR (1948-1968)………………………………………………………………………………………………175
Türkiye Jokey Kulübü’nün (TJK) kuruluşu:
Sorunlar, ihtiyaçlar, hedefler……………………………………………………………………………………………………………….176
Starttan geç çıkıp grubu yakalamak: TJK’nın atılım dönemi……………………………………………….186
Yüzyılın ortasında oyunlar ve oyuncular……………………………………………………………………………………….201
Yeni dönemin girişimcileri ve tüketicileri ………………………………………………………………………………………..202
Oyuncular çeşitleniyor: Eski kentliler, yeni göçmenler……………………………………………………………….203
Kentte ilgi çekici bir yer: Hipodrom …………………………………………………………………………………………………..206
Trenden dört tekerleğe geçiş………………………………………………………………………………………………………………..208
Yarışlara yeni rakip: Futbol ve Spor Toto…………………………………………………………………………………………211
Oyunun eksiklerine rağmen havuzda biriken para büyüyor…………………………………………………….213
Seyretmediği yarışa bahis oynayanlar, bahis oynamak için
şehir değiştirenler…………………………………………………………………………………………………………………………………….216
Oyunbozanlık emareleri: Doping ve yarış hileleri…………………………………………………………………………221
Uyanık bir girişimci sınıfı: Karaborsacılar………………………………………………………………………………………225
Güneyden katılan yeni oyuncular………………………………………………………………………………………………………227
Oyunun değişmeyen yönü: Yarışlarda siyaset ve sembolizm…………………………………………………..231
“Yüzyılın ortası” geride kalırken………………………………………………………………………………………………………..235
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
OYUN KÜLTÜRÜNDE BİRİNCİ DEVRİM:
ALTILI GANYAN (1968)…………………………………………………………………………………………………………………………241
Bilet koparmaktan, kupon doldurmaya…………………………………………………………………………………………249
Gazetecilikte yeni bir alan: Yarış basını ………………………………………………………………………………………….251
Oyuna eleştirel bakışlar: “Sömürü”, “günah”, “kumar” ……………………………………………………….255
Kayıt dışının evrimi: Karaborsacılıktan yazıcılığa……………………………………………………………………..264
At yarışları beyazperdede………………………………………………………………………………………………………………………270
“Dış” kulvardan doldurup gelenler: Serbest piyasa
ve yüksek enflasyon………………………………………………………………………………………………………………………………….279
BEŞİNCİ BÖLÜM
OYUN KÜLTÜRÜNDE İKİNCİ DEVRİM:
YARIŞLAR NAKLEN TELEVİZYONDA (1992)…………………………………………………………………………….287
“Bağırmayın atlar sizi duyamaz”………………………………………………………………………………………………………..296
Sesin büyüsü: Spikerlik kurumunun dönüşümü…………………………………………………………………………304
Oyunun parlayan “markası”: Gazi Koşusu…………………………………………………………………………………….309
“… jokeyi Halis Karataş’la kazanıyor!”……………………………………………………………………………………………315
Beyazperdeye geri dönüş: Bizim İçin Şampiyon…………………………………………………………………………..324
Yeni binyılda “tıklanan atlar”, “e-oyuncular”, “online yazıcılar”…………………………………….328
ALTINCI BÖLÜM
SON DÜZLÜKTE OYUNA ETNOGRAFİK BAKIŞ:
OYUNCUNUN BİR GÜNÜ……………………………………………………………………………………………………………………343
Hipodromda bir gün………………………………………………………………………………………………………………………………….346
Ganyan bayiinde bir gün …………………………………………………………………………………………………………………………359
Oyunsuz bir gün…………………………………………………………………………………………………………………………………………..372
GÜN BATARKEN: EVLERE VE AHIRLARA DÖNÜŞ ……………………………………………………………..381
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………………………………………………………………………………..391
DİZİN…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………425

KOŞU BAŞLARKEN:
OYUNLAR, İNSANLAR VE ATLAR

Elinizdeki bu kitap, Cumhuriyet Türkiye’sinde at yarışlarının ve müşterek bahislerin tarihini, etnografik bir bakışla ele almaya çalışan bir araştırmaya dayanıyor. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Anabilim Dalı çatısı altında hazırlanmış bir doktora tezi olsa da, araştırmada aslında elden geldiğince sosyal antropolojinin temel araştırma yöntemlerinden yararlanıldı. Bu yöntem tercihinin altında, araştırmacının bir antropolog olmasının elbette payı büyük.

Ancak bu tercihin esas nedeni, çalışmanın at yarışları tarihini yetiştiriciler, at sahipleri veya Türkiye Jokey Kulübü (TJK) gibi “yukarıdakiler” üzerinden değil, bugüne kadar isimleri çok duyulmamış, haklarında pek araştırma yapılmamış, belki de göz ardı edilmiş olan yarışseverler ya da burada anılan isimleriyle “oyuncular” üzerinden ele alması. Başka deyişle, at yarışı oyuncularının bir asırdır tecrübe ettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı oyunla ilgili geleneklere, ritüel, inanış, eylem ve söylemlere odaklanmış bir çalışma bu. Atların değil, fakat onlara tutkuyla bağlı insanların aracılığıyla, Cumhuriyet dönemi toplumsal tarihine farklı bir bakış arayışı belki de.

At yarışları, insanın atla buluştuğu en erken dönemlerden bu yana en geniş coğrafyalara kadar yayılan binlerce yıllık bir etkinliktir. En az iki atın, binicileriyle birlikte bir noktadan diğerine tutuştuğu mücadeleyi ifade eder. Temelinde, eldeki atlar içinde hangisinin daha güçlü ve daha hızlı olduğunu tespit etmeye dayanan, bazen bir savaş talimi bazen bir spor ve eğlence aracı bazen de bir iddialaşmadır. Uçsuz bucaksız düzlüklerde başlayan mücadeleler, Eski Yunan ve Roma kentleri geliştikçe önce sınırları belli hipodromlara kayar, ardından Britanya’da yetiştiriciliğe verilen önem yarışlara da yeni kurallar getirir ve oradan dünyaya yayılarak günümüzün evrensel yarışçılık kültürü ortaya çıkar. Atlar, Antik Çağ’dan 20. yüzyıla kadar iki temel amaç için yarıştırılmıştır: savaş talimi ve gösteri. Atlı savaş arabalarının ve süvarilerin cephede belirleyici roller üstlendiği dönemlerde, yarışlarda başarı gösteren atlar, ordularının kritik unsurları olur. En hızlılardan ulaklar ve akıncılar yararlanır, daha yavaş fakat güçlü olanlar erzak ve top arabalarını çeker. Ortada bir düşman olmadığında ise, bu defa bir gösteri için karşı karşıya gelir ve çevredekilerin beğenisini kazanmaya çalışırlar. Mızraklarını birbirine doğrultmuş iki şövalyenin altında, şehzadenin sünnet düğününde tozu dumana katarken ya da Ben-Hur’un iki tekerlekli arabasını çekerken, aslında bilmeden tribündeki izleyicileri eğlendirmeye çabalarlar. Hele bir de işin içinde bahis varsa, o zaman gösterecekleri performans daha da derin anlamlar taşır.

Günümüzde, kökleri 17. yüzyıl Britanya’sına uzanan kurallarıyla, atlar dünyanın dört bir yanındaki pistlerde koşuyor. Onlara tutkun insanlarsa rüzgârda dalgalanan yelelerini, fal taşı gibi açılmış gözlerini, koştukça şişen damarlarını ve yerden kesilen fulelerini büyük bir heyecanla seyrederken, bir yandan da hangilerinin daha iyi olduğuna dair bahis oynuyorlar. Bahse tutuşmanın tarihi, aşık kemiğinden zar yapan, havanın ne zaman bozacağı ya da düşmanın ne taraftan geleceği üzerine tahminler yürüten, büyücülerini ve şifacılarını el üstünde tutan avcı toplayıcı atalarımıza kadar uzandığına göre, yarışan atlar üzerine de bahis oynanmasına şaşırmamak lazım.

Belki talihe, belki kadere, belki de benliğe karşı bir mücadelenin, arayışın ya da temsilin, başrolünde atların olduğu bir oyuna bürünmüş hâli gibi. At yarışları ve bahisler, birbirinden ayrı düşünülmesi pek de kolay olmayan iki olgu. Zira yarış, bir grup at arasında hangisinin daha iyi olduğunu ortaya koymaya yarasa da, sonuçta bu kararı verecek veya doğru tahminde bulunacak olan insandır. Atları yarıştıran, onları izlemekten zevk alan, niteliklerini geliştirmeye çalışan, içlerinde en iyi olanı sahiplenen veya başkasına hediye eden insan, pistteki bu mücadeleyi kendisi için de bir oyuna dönüştürür.

Ne de olsa, oyun kültürle doğrudan ilişkilidir ve insan yalnızca çocuklukta kişisel gelişim için değil, tüm yaşamı boyunca oyun oynamaya ihtiyaç duyar. Oyun, ona katılmayı tercih eden oyuncu için rahatlama, eğlenme, öğrenme, özgüven, sosyalleşme, kültürleşme gibi kazanımlar sunar. Yetişkin insan, ancak oyun oynayarak gündelik hayatın sıkıntılarından uzaklaşır, bileğinin veya zekâsının gücünü sınama şansı bulur, başka heyecanlar yaşar, yeni insanlarla tanışır, hatta kendini yeniden keşfeder. Önemli olan, insanın beklentilerine uygun olan doğru oyunu seçebilmesidir. Kimi için hızlı giden bir araba, kimi için teatral bir canlandırma, kimi içinse birbirine çarpan iki zar veya dörtnala koşan bir grup at cezbedici ideal oyuncaklar olabilir. Yarışlara ve bahislere farklı dönem ve kültürlerde çeşitli anlamlar yüklense de, bu çalışma birbirini tamamlayan bu iki olguyu bütüncül bir yetişkin oyunu olarak ele alır. Zira yarışlara sadece estetik bir spor, periyodik bir eğlence ya da ocak söndüren bir kumar olarak bakmak, onun tarihsel ve kültürel pek çok yönünü göz ardı ettiği gibi, ona kendi rızasıyla katılan oyuncuların da paranın ötesindeki deneyim ve kazanımlarını yok sayar. Halbuki bu oyunun, bu bakış açılarının hepsini birden kapsadığı, hatta onlardan çok daha fazlasını barındırdığı ileri sürülebilir. Kısacası, yarışlar ve bahisler, kökleri binlerce yıl öncesine uzanan, insanın düzenlemekten ve katılmaktan keyif aldığı, uygarlık tarihinin en eski oyunlarından biridir.

Bu önkabulden hareketle, şunun altını peşinen çizmek gerekiyor: Türkiye’de at yarışlarına ve bahislere ilgi gösterenler için yaygın olarak “yarışsever” tabiri kullanılsa da, bu çalışmada yarışlar ve bahisler bütünsel bir “oyun” olarak ele alındığı için, metin boyunca bu oyuna ilgi gösterenler de basit ve tarafsız bir dille “oyuncu” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlama at yarışlarına ilgi duyanlar hakkında olumlu veya olumsuz herhangi bir yargı taşımaz. Yarışların temelde bir oyun olduğu iddiasını destekleyen ilk unsur, ona katılımı ifade ederken başvurulan eylemdir: “oynamak.” Nitekim at yarışı “oynanır.” Gündelik hayatta insanlar, karşısındakinin at yarışlarına ilgi duyup duymadığını, katılıp katılmadığını, takip edip etmediğini öğrenmek için, ona at yarışı oynayıp oynamadığını sorar. Halk ağzında yerleşmiş biçimiyle, insanlar at yarışı oynamaya gider, oyunu kurar, oyuna ortak arar, oyunu takip eder, oyunu kazanmaya çalışır…

Hatta bu durum halk ağzının ötesine geçmiş ve resmî söylemde de yer etmiştir: TJK kurumsal internet sitesinde, bastırdığı kuponların arkasında ve bilumum yayın organında da aynı fiili kullanır. Yurttaşları tertip ve ilan ettiği yarışlara “oynamaya” davet eder. Kurallarını, koşullarını ve ödüllerini belirlediği faaliyetleri ise türlü “oyunlar” olarak tanıtır: “altılı ganyan oyunu”, “yedili plase oyunu”, “çifte bahis oyunu” gibi. At yarışının açıkça bir oyun olduğu, aynı zamanda onun temel kurallarından birinde de dikkat çeker: yetişkin olmayanların oyuna kabul edilmemeleri kuralı. Nitekim resmî bahislerin oynatıldığı ganyan bayilerinin duvarlarında, daima şu uyarıyla karşılaşılır: “18 Yaşından Küçüklerin Müşterek Bahis Oynamaları Yasaktır.” Yüklem seçiminin işaret ettiği bu durumla, yalnızca Türkçede değil, aynı zamanda “bahse girmek” veya “iddiaya tutuşmak” gibi anlamlar taşıyan söz öbeklerine sahip olup, yine de “oynamak” fiilinin tercih edildiği Fransızcada, İtalyancada ve Yunancada da rastlamak mümkün. Dilin ötesinde, yarışları ve bahisleri bir oyun olarak kavramaya katkı sunan diğer yaklaşım ise, Hollandalı tarihçi Johan Huizinga’nın 1938’de yayınlanan Homo Ludens adlı eserinde, oyunun kültürle ilişkisi üzerine savunduğu görüşlerdir. Geleneksel olarak oyunun çocuklukla sınırlı görülen ilişkisini sorgulayan ve yetişkin insanın da oyuna ihtiyaç duyduğunu ve oynadığını, hatta oyunun varlığının insanlığın köklerine kadar uzandığını ileri süren Huizinga, oyunu şöyle tanımlar:

Özgürce razı olunan ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile “alışılmış hayattan”, “başka türlü olmak” bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyet.

Kişinin bilinç ve davranışlarından, etkinliğin zaman ve mekân sınırlarına kadar hayli kapsayıcı sayılabilecek bu tanımlamayı yaparken, tezini Eski Yunan kültüründeki yarışmalara veya mücadelelere, yani agon’a dayandırır. Sözlük anlamı “toplanma” veya “toplantı” demek olan agon, başlangıçta bir yarışmayı izlemek üzere bir araya gelen seyircileri ifade ederken, zaman içinde genel olarak tüm yarışmaları ve oyunlar içindeki mücadeleleri tanımlar hâle gelmiştir. Spor müsabakaları, güzellik yarışmaları, atış talimleri vb. her türlü mücadele agon kapsamına girer. Huizinga’nın tanımladığı oyunun beş temel özelliği vardır: bir boş zaman ve rahatlama etkinliğidir, belirli bir alan ve zamanla sınırlıdır, kendi disiplini ve kuralları vardır, her oyuncu kendi rızasıyla katılır ve sadece maddi bir kazanç için oynanmaz.

At yarışlarını, Huizinga’nın beceriye ve mücadeleye dayanan bu oyun tanımı içinde düşünmek mümkün. Öyleyse oyunun beş temel kuralını yarışlar üzerinden incelemeye çalışalım. Yarışlar, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bugüne, daima halkın boş zamanlarında, başka deyişle tatil günlerinde koşulmuştur. Her ne kadar günümüzde haftanın her günü birden çok kentte yarış düzenlense ve bunların bazıları hafta içi gündüz saatlerinde koşulsa da, geleneksel olarak bu etkinlik 1935’e kadar Cuma, 1935 sonrasında ise Pazar günleri gerçekleşir. Birden çok gün ve saatte yarış düzenlendiği zamanlarsa, yine hafta içi akşam yarışları ile hafta sonu yarışlarına rağbet gösterilir. Gazi Koşusu gibi büyük organizasyonlar ise tatil günlerine denk getirilir. İkinci olarak, yarışların kadim oyun alanları hipodromlardır. Daha sonra bu oyun alanlarına ganyan bayileri, kahvehaneler ve günümüzde internet bağlantısı bulunan cihazlar da dâhil olur. Hangisi olursa olsun, oyunun sınırları belli bir icra alanı vardır. Oyuncu, oyuna katılmak için o sınırlardan içeri girmek zorundadır. Tıpkı oyunun zaman sınırları gibi. Her oyunun süresi, yeni bir gün doğduğunda başlar, bahisler kapanıp atlar koşmaya başladığında sona erer. Bu süre, kimi için bilet gişesinin başında, kimi için televizyonun karşısında, kimi için elinde yarış bültenini incelediği süre kadardır. Önemli olan, oyun başlamadan içeri girmek, oyun boyunca dışarıda kalmamaktır. Üçüncü sırada, yarışların ve bahislerin, oyuncular için önceden ilan edilen kuralları ve bazı uyarıları gelir. Kuponların doğru işaretlenmesi, hipodromlarda bazı alanlara girilmemesi, 18 yaşından küçüklerin oynayamaması veya oyunbozanlığa izin verilmemesi gibi. Nitekim sadece yarışların değil, her oyunun temel direğinin adalet olduğuna inanılır. Tüm iskambil kâğıtlarının kapalı şekilde dağıtılması ya da atların yarışa aynı çizgiden başlamaları gibi. Dördüncü olarak, hiç kimse herhangi bir zorlamayla bahis oynamaz, hipodroma gitmez, atları seyretmez. Dolayısıyla, at yarışları ve bahisler ancak gönüllü katılıma açık bir oyundur. Elbette vakti geldiğinde, masadan kalkmayı da bilmek gerekir. Zira kimse oyuna zorla katılmadığı gibi, bazen gidişat istediği yönde değilse, ölçüyü kaçırma olasılığı da vardır. Böyle durumlarda, başlangıçtaki çocuksu heyecan, yerini içinden çıkılamayan bir hırsa, hatta bağımlılığa kadar götürebilir. Bu, oyunun tehlikeli yanıdır. Son olarak, belki de at yarışı bahislerine hem bir oyun kimliği veren hem de onu diğer şans oyunlarından ayıran en önemli özelliği, oyuncularına paranın ötesinde sağladığı deneyimler ve kazanımlardır. Zira çalışmanın genelinde sık sık değinileceği gibi, at yarışları bir “muhabbet oyunudur.” Piyango bileti çekmeye, gelişigüzel lotarya rakamları karalamaya, başıboş dönen topları veya zarları beklemeye benzemez.

Başarıya ulaşmak ve kazanmak için çalışmak, takip etmek, bir dizi analiz ve hesap kitap yapmak, kısacası emek harcamak gerekir. Karşılığında ise, oyuncu büyük veya küçük bir ikramiyenin ötesinde, onca atın arasında birinci geleni doğru tahmin etmenin hazzını, gururunu, aynı dili konuştuğu onca oyuncunun arasında elde eder. Bu nedenle bu oyun, yalnızken değil, kalabalık içinde oynandığında anlamlıdır. Kısacası at yarışı, “köşeyi döndürecek” büyük bir ikramiyenin değil, bilgi ve deneyim sayesinde şansın alt edilmeye çalışıldığı bir oyundur. Becerinin, kör talihe karşı galibiyetinin bir arayışıdır. Huizinga’nın oyun tanımındaki bu son özellik, bu çalışmaya ilham veren diğer bir sosyal bilimcinin oyunlar arasında yaptığı sınıflandırmaya da katkı sunmuştur. Fransız sosyal bilimci Roger Caillois, 1958’de yayınlanan Les Jeux et les Hommes (Oyunlar ve İnsanlar) adlı eserinde, Huizinga’nın oyun tanımını desteklemekle birlikte, oyunları türlerine göre sınıflandırarak Hollandalı tarihçinin çalışmasını bir adım ileriye taşır. Caillois’ya göre, Huizinga oyun analizini bedensel ve zihinsel beceriye dayalı yarışmalar üzerine kurmuştur. Halbuki oyun, bir atletizm yarışıyla ya da satranç oyunuyla sınırlı değildir. Dahası, saklambacı, pandomimi, tavlayı ya da horoz dövüşünü aynı yöntemle incelemek yeterli ve doğru olmaz. Bu nedenle Caillois, oyunları dört kategoriye ayırır: bilgi ve beceriye dayalı oyunlar (agon), şans oyunları (aléa), taklit oyunları (mimicry), adrenalini yükselten ve oyuncuyu transa geçiren oyunlar (illinx).2 Bu sınıflandırma, yaygın görüşe göre şans oyunları kategorisinde değerlendirilen at yarışları açısından önemlidir.

Zira at yarışı ve bahisleri, piyango ve lotarya gibi oyuncunun edilgen şekilde kaderin yüzüne gülmesini beklediği bir oyun değildir. Piste çıkan atlar, bir küre içinde dönen türdeş toplar değil, üstlerindeki jokeyleriyle birlikte özgün birer canlı varlıktır. Her birinin farklı niteliği olabildiği gibi, günden güne değişen motivasyonu, psikolojisi, beden sağlığı, hatta keyfi ya da sıkıntısı vardır. Bahis oyuncusu, kazanacak atı doğru tahmin edebilmek için tüm bu dinamikleri ve çok daha fazlasını hesaba katmak, araştırmak, incelemek, kendi bilgi ve deneyimini işin içine katmak zorundadır. Dolayısıyla, at yarışı sadece bir talih oyunu değil, bilgi ve deneyimin şansla bileşkesidir. Ne zar atmaya benzer, ne de rulet çevirmeye. Bu nedenle, aléa ile agonun bir araya geldiği bir tür iş birliğidir. Birçok şans oyununa kıyasla daha keyifli, derinlikli, cezbedici, elbette bir o kadar da risklidir. Her oyunun temelinde bir belirsizlik vardır ve oyuncunun amacı, o belirsizliği alt etmektir. At yarışına, ancak bunca dinamik içinde kaybolmayı seven, türlü verileri analiz etmekten keyif alan, hem pistteki diğer atları hem de kendi şansını alt etmeyi hedefleyen insan oynar. İşte bu çalışma, Cumhuriyet toplumunun dört kuşağa yayılan bu oyuncularını araştırmayı ve oyunu onların gözünden incelemeyi hedeflemiştir.

At yarışları, Türkiye Cumhuriyeti’ne Osmanlılardan kalan bir kültür mirasıdır. Osmanlı toplumu, Britanya’da filizlenen yetiştiricilik ve yarışçılık uygulamalarıyla, imparatorluğun Batılılaşma sürecinin derinleştiği 19. yüzyıl ortalarında İzmir’de tanışır. Yarım asırdan uzun bir süre boyunca, bölgede yaşayan Levantenler ve yabancı görevlilerin öncülüğünde, kısmen de Müslüman tebaanın katılımıyla, yarışlar Buca ve çevresindeki yerleşimlerde periyodik bir etkinliğe dönüşürken, zaman zaman başkentteki Kâğıthane Çayırı’nda da saltanatın himayesi altında düzenlenir. Levantenlerin bir spor ve eğlence ögesi olarak getirdikleri bu oyunu, ordusunu modernize etme uğraşındaki Osmanlı, eldeki atların niteliğini geliştirmeyi hedefleyen bir talim olarak görür. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bireysel girişimler ve devlet yatırımlarıyla gitgide daha kurumsal bir kimlik edinen yarışlar, II. Meşrutiyet döneminde artık büyük ölçüde Dersaadet’te koşulur. On Yıllık Savaş dönemi boyunca, cepheye gönderilecek atlar, askerî bir oyun havasında başta Veliefendi Çayırı olmak üzere, ülkenin belli başlı kentlerinde subayların ve ahalinin katıldığı yarışlarda boy gösterirler. Ne var ki, bu yıllarda herhangi resmî bir bahis sisteminden söz edilemeyeceği gibi, cepheye giden atlardan geriye dönen de pek olmaz. Yine de İzmir’de, İstanbul’da, Samsun’da, Manisa’da ve Urfa’daki bu ilk girişimlerin, toplumu “modern” yarışlarla tanışma konusunda ilk tohumları attığı aşikârdır. Cumhuriyet’in ilanı ise atlara ve yarışlara ayrı bir önemin atfedildiği yeni bir dönemi başlatır.

Yeni rejimle birlikte, at yarışları hızlı bir gelişim göstererek günümüze kadar ulaşan büyük bir sektöre, yaklaşık yüzyıldır aralıksız şekilde devam eden çok boyutlu bir oyuna, kuşaktan kuşağa aktarılan ve yaşayan bir kültür ögesine dönüşür. Bu çalışma, bir yetişkin oyunu olarak nitelendirdiği at yarışları ve müşterek bahislerin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki gelişim sürecini, onu oynayan ve oynatan insanları merkezine alarak beş ana dönemde inceler. Bu dönemlemede belirleyici olan kilometre taşları, Türkiye’de tarihyazımında sıkça başvurulan makro siyasal ve ekonomik değişimler değil, toplumun bu oyuna gösterdiği ilgide, yüklediği anlamlarda, beklentilerinde, kazandıklarında ve kaybettiklerinde, kısacası oyun oynama kültüründe yaşadığı temel dönüşümlerdir.

Söz konusu dönemler, atçılığın yeniden inşa yılları (1920- 1926); yarışların tarımsal kalkınma ve toplumsal modernleşmeye aracılık ettiği yıllar (1926-1948); bireysel yetiştiricilerin oyunun yönetimini devletten devralıp, oyunun altyapısını ve kapsamını geliştirme süreci (1948-1968); altılı ganyanın yürürlüğe girip oyun kültüründe köklü dönüşümleri başlattığı dönem (1968-1992) ve oyunun televizyonda naklen yayımlanmaya başlayarak etki alanının genişlediği, oyun kültürünün yeni dönüşümler geçirdiği ve günümüze kadar ulaşan son dönemdir (1992-). Başta TJK arşivi olmak üzere, atçılıkla ilgili birçok arşivden ve süreli yayınlardan toplanan belgeler, sözlü tarih görüşmelerinde aktarılan anılar ve deneyimler ile araştırmacının hipodromlar ve ganyan bayilerinde yaptığı katılımlı gözlemin bulguları, çalışmanın temel veri kaynaklarını oluşturur.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur