Ağustos ayının son günlerine yaklaşırken bir akşam, Jane Pearson, kocası Leo ve beş yaşındaki oğulları Benjamin ile birlikte California ormanlarının derinliklerinde kamp yaparlar. Jane alacakaranlık çökerken Leo ve Benjamin’in yatmaya hazırlandıkları çadırın dışına astıkları hamakta uyuyakalır. İşte tam da Jane’in o uyku ânında Y kromozomu taşıyan kim varsa ortadan kaybolur. Ameliyatın ortasında ameliyathanelerden, direksiyon başından, tartışmalardan, sohbetlerden, sevişmelerden, ilişkilerden bir anda yok olur Y kromozomu taşıyanlar.
Çocuklar, yetişkinler hatta fetüsler bile artık yoktur. En başta da Leo ve Benjamin yoktur. Nedeni, nasılı bilinmez, nerede olduklarına akıl sır ermez.
Sandra Newman’ın son romanı Erkekler, kusursuz bir toplum hayalini, feminist ütopyaları ve imkânsız fedakârlıkları sürükleyici bir dille anlatırken bireysel arzu ile toplumun iyiliği arasındaki çatışmayı sorguluyor ve sorgulatıyor.
“Kitabın tedirgin edici hayal gücü,
sayfaları arasından dünyamıza ulaşıyor…”
Naomi Alderman, Güç romanının yazarı
“Çarpıcı bir feminist ütopya (ya da distopya demeliyiz belki de)…
Newman, feda etme eyleminin sınırlarının ne kadar zorlanacağına dair çok kuvvetli öngörüler sunuyor. Karakterler birbirine yaklaştıkça yazar da bu toplu kayboluşa yönelik sarsıcı açıklamalarda bulunuyor. Bu cidden feci.”
Publishers Weekly
*
“Başlangıçta var olup da sayıca az olan ve fani insanların çokluğuna, kanunsuzluğuna galip gelen tanrılar, bazı hayvanların kılığına girerek kendilerini insanlığın vahşet ve şiddetinden kurtardılar.”
Bibliotheca Historica, Diodorus Siculus,
1
Erkekler ortadan kaybolduğunda sanki hiçbir şey olmamıştı. Kocam ve oğlumla birlikte Kuzey California dağlarında kamp yapıyorduk. Hava alacakaranlıktı ve gökyüzünde tek bir renk hâkimdi: Kadifemsi ipeği andıran sıkıcı bir gri… Tepemde limon yeşili yaprakları salınıp duran akçaağaç, gökyüzünden daha aydınlık ve canlıydı. Kocam Leo çadırda iPad’inde bir şeyler okurken geceleri kâbus gören, beş yaşındaki oğlumuz Benjamin’i yanında uyutuyordu. Çadırın havalandırma penceresinden iPad’in ışığını görebiliyordum. Ben ise onlara katılmamış, dışarıdaki hamakta sallanıyordum. Ağustos ayındaydık ve hava dağlarda bile çok sıcaktı. Yıldızların ortaya çıkışını izleyip kimseye bağlı olmadan vahşi ve yalnız hissetmek istemiştim. Her şeyden kaçma, Japonya’da başbalerin olma ya da dünyayı tek başıma gezme fantezilerimi -hiç evlenmediğim ve tüm hayatımı özgürce geçirdiğim fantezilerimi şımartmak istedim.
Yine de kocamla oğlumun orada olduğunu hissediyor ve yanımdaki varlıklarını seviyordum. Onlara âşıktım. Bekâr ve çocuksuz olmak istememiştim; onların varlığıyla hayaller âlemine dalmak istedim. Onların uzun süre ses çıkarmaması beni endişelendirmedi. Dünyada korktuğum anlar olmuştu. Korkunç anlar… Şu an korkunç bir ânın içinde değildim ve mutluydum.
Akşam 19.14’te yoğun bir hiçbir şey olmadı hissi yaşamadım, sadece sinirlere ya da beyne ait olmayan bir coşku hissettim. Daha sonra bunu tıpkı “uyuşturucu gibi” bir şey olarak hatırlayacaktım. Geçip bittiğinde ise Leo ve Benjamin’in gittiğini düşündüm ama bu fikri aptalca bularak çabucak reddettim. Ruh hali değişimleri benim için normaldi ve çoğu zaman buna tuhaf fikirler eşlik ederdi. Çadıra baktım ve tabletin ışığını gördüm: Canlı bir nokta. Seslenmedim. Benjamin’i uyandırmak istemedim. Düşüncelerime geri döndüm.
Saat sekiz gibi ben de uyuyakalmışım. Dağ eteklerinde kadınlar çoktan polisi aramaya başlamışlardı. İsimleri çağırarak adeta çılgına dönmüşçesine evlerinde dolanıyorlardı. Yardım için komşularının kapılarını çaldıklarında onların da seslenerek evlerinde dolandıklarını buldular. Polis merkezlerine akın ettiklerinde kapıları ve lambaları açık boş bir ofisle karşılaşıyorlardı. Yer yerinden oynarken ben dağda uyuyakalmışım. Gündoğumuna kadar da uyanmadım.
Canlı sesleri, boğuk ve derindi. Evin başka bir yerinde bir adamın sesi yankılanıyordu. Çocuklar adeta dallardan sarkan maymunlar gibi birbirlerine bağırıp tekme atıyorlardı. Üç erkek çocuğu nasıl da on kişilik ses çıkarıyordu! Bir masada davul çalınıyor. Islıklar ötüyor. Erkeksi, bilinçsiz bir gürültü. Artık yoktu.
Bu kurulda çok az kadın vardı. Kadınsız bir yönetim kurulu daha. Kadınların bedenleri hakkında karar veren erkekler. Erkek kulüpleri. Erkek hakları. Kadın dergileri. Feminizm. Artık yoktu.
Bir erkek arkadaşının bilgisayar oyunu oynamasını izlemek. Bir adamın hikâyesine, sonra başka bir adamın hikâyesine gülmek. Yaptığı bir şeyi size gösterdiğinde kendinizi desteklemek. Fena olmadığında rahatlamak. Kız gibi davranmak. Kız gibi ses çıkarmak. Daha uzun olduğundan emin olmak için düz ayakkabı giymek.
Omzunuzdaki büyük el. Sana her şeyin yoluna gireceğini söylemesi. Otoriter bir sesle, “Çok güzelsin,” demesi. Onun konuyu halletmesine izin vermek. Araba sürmesine izin vermek. Karar vermesine izin vermek. Seni yatağa taşıması. Ondan önce cinsel olarak çaresiz olmanın telaşı. Erkekler için arzu nesnesi olmak.
Artık yoktu.
Üzerine konuşulmanın boğulmuşluk hissi. Seninle alay etmek için yüksek sesle konuşan bir erkek. Bir partide, genç bir kadın avına çıkan bir erkeğin gözleri. Sorunu yanıtlaması ama bir başka kadına hitap etmesi. Genç bir kadının menfaati için konuşan iki adam; sanki bir yarışmayı değerlendiriyormuş gibi sessizliğini koruyan bir kadın. Sen bir şey söylerken üçünün de sabırsızlıkla konuşmanı bitirmeni beklemesi. Kimse seni duymuyor çünkü sana bakmak istemiyorlar. Umumi bir tuvalette aynanın karşısında durup gördüklerini görmek.
Korkutucu olan bir erkek. Duvarı yumruklaması. Başını aşağıda tutarak onun öfke nöbetinin geçmesine izin vermek. Onu harekete geçirdiğin için utanmak. Yapmadığın için gurur duymak. Kontrolün sende olmadığını fark ettiğin an, tüm büyülü düşüncenin kaybolması ve artık öldürülen bir bedenden ibaret olmak. Ya da sadece bir sokak köşesinde bir grup erkeğe denk gelmek. Sen geçerken susup dikkatle sana bakılması. Yüzüne değil. Karanlıkta arkanda ayak sesleri. Koca ellerin boğazında olması. Onu durduramamak.
Artık yoktu.
Baban. Ağabeyin. Erkek kardeşin. Arkadaşın. Oğlun. Kocanla ilk tanışma.
Benim için Leo…
Leo’nun arkadaşı, babamın tamir ettiği bir 91 model C4 Corvette arabaya bakmaya gelmişti. Leo, hafif bir yabancı aksanı olan, sıradan sarışın bir adama eşlik ediyordu. Garaj duvarına yaslandı, can sıkıntısına yol açacak şekilde öne eğildi. Aslında otuz sekiz yaşında olmasına rağmen genç gösteriyordu. Bir anda göz göze geldik ve bana gülümsedi.
Alain’dan hemen sonraki en kötü dönemimdi. Panik ataklarım, sedef hastalığım, iki kez yerine oturtulması gereken kırık bir ayağım vardı. Gittiğim her yerde taciz edildim. Babamın yanına taşınmıştım çünkü yalnız yaşamak artık güvenli değildi. Dairemin kapısına bantlanmış ölüm tehditleri bulduğum olmuştu. On dokuz yaşında ve lanetli: Her zaman kafamda düşündüğüm iki kelimeydi.
Ancak ben de Leo’nun gülümsemesine karşılık verdim. Hemen uyum sağlamıştık.
Uzun ince vücudu, bir köpeğin başka bir köpeğe selam verdiğindeki gibi dost canlısı bir tavırla yanıma geldi. Belirgin aksanıyla, “Selam, ben Leo,” dedi.
“Ben de bir Leo’yum,” dedim, ardından beceriksiz bir tavırla ekledim. “Yani aslan burcuyum ama astrolojiye inanmam.” Leo gülümsese de yanıt vermedi. İkimiz de arabaya baktık. Araba yere yakındı ve tetikte bir hali vardı, bir anda hız almak için toplanmış gibi görünen bir arabaydı. Rengi kraliyet mavisiydi. Leo’nun arkadaşı şimdi içinde oturuyordu ve babam açık kapıdan eğilmiş, motorda yaptığı işi ona anlatıyordu. Babama arabada çalışmasına yardım etmiştim ve bu işi yalnızlığın acı vereceği şekilde sevmiştim. Bazen etrafta kimsecikler yokken arabayla konuşurdum. Leo ona baktığında bunun başkaları için bir önemi olmadığını hissettim. Arkadaşı bunu isteyebilir veya istemeyebilirdi, sonuçta başka arabalar da vardı. Leo’nun spor arabaları aptalca bulduğunu hissettim, ben de bir zamanlar böyle düşünürdüm. Aslan burcu olduğum bile doğru değildi. Gergin olduğum anlarda sık sık aptalca yalanlar söylerim. Leo ve arkadaşının Santa Cruz California Üniversitesi’nde biyolog olduklarını biliyordum ve ona bir zamanlar benim de bir hayatımın olduğunu söylemek istedim. Balerindim, profesyonel bir dansçıydım. Tüm hikâyeyi kendimi haklı çıkaran bir şekilde anlatmak istedim, bundan şimdiye kadar kaçınmıştım aslında. Elbette bunu zaten biliyor olabilirdi. Bana dönüp Sen şu Jane Pearson, değil misin? demek üzere olabilirdi. O çocukların asla eskisi gibi olmayacağını bilmek nasıl bir duygu?
Ona yeniden baktığımda beni incelediğini gördüm. Birbirimize çok yakın duruyorduk, öpüşecek gibiydik. Leo kızardı, kolaylıkla utanan bir adamdı. Ben de kendimin farkında olmayarak aptal küçük bir kız gibi sırıtıp duruyordum. Aklima eğlenceli bir şey gelmiyordu. Sonra herhangi bir anlamı olmaksızın gözlerimi kaçırdım. Şimdi o da gidebilirdi ve bir daha onu görmezdim.
“Astrolojiye inanmadığına sevindim,” dedi. Dört ay sonra evlendik.
Dağın yamacında uyuyakalmıştım. Güneş batmıştı. Yüzümdeki esinti değişikliklerinin ustaca yönlendirdiği rüyalarım alevlenip akarken yıldızlar parlıyordu. Kocam ve çocuğum saatlerdir sonsuzluğun kucağındaydı. Sabaha kadar gözümü kırpmadan uyumuşum. Uyandığımda güneş çoktan doğmuştu. Gökyüzü açık, devasa bir kızılgerdan yumurtanın mavisi kadar maviydi. Herhangi bir şey sezmemiştim. Çadırın boş olduğunu, ayakkabılarıyla birlikte kocamın telefonu ve araba anahtarlarının hâlâ orada durduğunu görünce, ormana işemeye gittiklerini sandım. Leo ormanda kendini evinde hisseder ve ayakkabıya ihtiyaç duymayabilirdi. Kahve yapıp yumurta için bir tava ısıttım. Zaman geçtikçe korku yavaş yavaş büyüdü, sonra aniden kulaklarım uğuldadı. O kadar kötü oldu ki hiçbir şey hissedemedim. Orman ve gökyüzü çok parlak film gibiydi. Bayılmamak için nefes almaya çalışıyordum. Adlarını haykırmaya başladım.
Elimden geldiğince derin derin nefesler alıp isimlerini haykırdım, ne kadar zaman orada kaldığımı bilmiyordum. Sanki toprağı kazmak gibi zorladığının farkındaydım. Birkaç kez 911’i aramayı denedim ancak telefonuma yanıt alamadım. Bir yandan haykırıyor, bir yandan adeta bir papatya şekli çizercesine kamp alanının etrafında dolanarak ormanda bağırıyordum. Burada düşecekleri bir yer yoktu. Herhangi bir iz de yoktu. Leo’nun ne düşündüğünü tahmin etmeye çalıştım. Benjamin’i neden bir başına götürmüştü, nasıl kaybolmuşlardı? Ancak Leo kaybolmazdı. Hayatını ormanlardan kazanıyordu. Uyandığımda onların ortada olmadığını görmeme dayanamazdı. Her şeyden öte sorumluluk sahibi bir adamdı.
Gözüm KitKat ambalajına takıldı ama KitKat yememiştik ve ambalajı çoktan solup kırışmıştı. Yine de vücudum bunun bir anlamı olduğuna inanıyordu. Olduğum yerde çömelerek dağ aslanlarını, Leo’nun felç geçirdiğini ve oğlumun yanlış yöne kaçtığını düşündüm. Tekrar ayağa kalktığımda güneş, ağaçların arasından yükselmişti ve KitKat ambalajının yanında çömelmişken baş döndürücü bir şekilde yükseldiğini hissettim.
Tüm bedenimi bir korku dalgası sarınca dağ eteğinden aşağıya yürümeye koyuldum. Arabamıza yaklaşmışken telefonuma sinyalin geldiğini fark ederek 911’i aradım. Telefon çalarken şimdiden rahatlamıştım. Her şeyin yoluna gireceğini düşünerek zafer turu atmaya başladım. Arama kurtarma ekipleri bu durumlar için vardı. Nasılsa tüm gün kayıp insanları buluyorlardı. Sadece birkaç saatlerini alırdı, hem Leo ve Benjamin ayakkabılarını giymedikleri için çok uzağa gitmiş olamazlardı. Bunun kesinlikle can yakmayan bir açıklaması olmalıydı. Önceleri de çok paniklerdim ve hep canımı acıtmayan bir açıklamayla karşılaşmıştım.
Telefon açıldığında volta atmayı bıraktım ve dikkat kesilmek istercesine doğruldum. Bir klik sesiyle hatta bir kayıt belirdi: “Lütfen bekleyin. Şu anda tüm hatlarımız dolu…” Öfkeye kapılmamaya çalışarak sakince bekledim, kulağıma dayadığım telefonla sesli bir şekilde nefes alıp verdiğimi fark edebiliyordum. Aklımda türlü düşünceler hâkimdi. Oğlumun üstünde kırmızı Yenilmezler pijaması vardı. Route 199 yolu üzerindeki Siskiyou Ulusal Ormanı’ndaki Diamond Gölü patikasındayız. Benjamin beş yaşında. Arılara alerjisi olup olmadığını bilmiyoruz. Sonra kayıt kesildi ve elektrik çarpmış gibi kaskatı kesildim. Bir kadın sesi, “911. Acil durumunuz bir erkekle mi ilgili?” diye sordu.
Soru mantıklı gelmedi, bu yüzden duymazdan geldim. “Arama kurtarma ekibine ihtiyacım var, lütfen,” dedim. Bunu söylemek ağlamama neden oldu. Hıçkırarak daha yüksek sesle, “Hem oğlum hem de kocam kayıp. 199’da Siskiyou Ulusal Ormanı. Ayakkabılarını giymemişler. Saatlerdir yoklar,” dedim. “Kaybolan iki kişi de erkek mi?” diye sordu kadın.
“Ne? Kocam ve oğlum. Evet, ikisi de erkek. Evet.”
“Hanımefendi, şimdi size bildirge okuyacağım. Lütfen dinlemeye çalışın çünkü şu an için size bu şekilde yardımcı olabiliyoruz. 26 Ağustos Pasifik zaman dilimine göre akşam 19.14 sularında sadece erkekleri ve erkek çocuklarını etkileyen kitlesel bir kayıp durumu yaşanmıştır. Krizin büyüklüğü kişiye bireysel olarak yardımcı olmayı imkânsız kılmaktadır, bu yüzden sizlerden sakin olmanızı ve gelişmeleri haberlerden takip etmenizi istiyoruz. Şu an elimizde başka bir bilgi yok. Lütfen acil servisi bir daha aramayın…”
“Lütfen beni sadece Arama kurtarma bölümüne bağlar mısınız?” diyerek sözünü kestim. “Lütfen, oğlum beş yaşında. Küçük bir çocuk. Arama kurtarma ekibine ihtiyacım var.’ “Hanımefendi, anlamıyorsunuz.”
“Beni bölüme bağlamak zorundasınız. Bu sizin işiniz.” “26 Ağustos Pasifik zaman dilimine göre akşam 19.14 sularında kitlesel bir kayıp durumu…”
Telefonu suratına kapadım. Ardından son aranan numaraları kontrol ederek 911’i aradığımdan emin oldum. Bir kez daha aradım ve kaydı dinledim. Bu beni korkudan tüketti ama volta atıp hıçkırarak, bir şeyler mırıldanarak hattı bekledim. Sonunda telefon açıldı ve başka bir kadın ben daha konuşmadan bildiriyi okumaya başladı. “26 Ağustos Pasifik zaman dilimine göre akşam 19.14 sularında sadece erkekleri ve erkek çocuklarını etkileyen kitlesel bir kayıp durumu yaşanmıştır…” Çığlık attım. “Beni dinleyecek misin? Lanet olsun, beni bir dinleyecek misin?”
“Durum bir kadınla mı ilgili?” diye sordu görevli. “Hayır,” dedim ve kadın telefonu kapadı.
Tekrar 911’i aradım, ağlamaktan bitap düşmüş bir halde kaydı dinledim. Küfredip telefonu yere fırlattım, ardından da peşinden koştum. Tepemde ağaçlar gürültülü bir şekilde uğulduyordu, sonra rüzgâr kesildikçe o uğultu yerini sessizliğe bıraktı. Ayak sesi yoktu. Ayak sesi olabilecek hiçbir ses de yoktu. Benjamin’i kurtarmak için canımı verirdim. Bunun bir fark yaratması gerekiyordu. Yere oturup babamı aramayı denedim ama açmadı.
Her ne kadar cep telefonunu çadırdan alıp cebime koymuş olsam da kocamın numarasını çevirdim. Zihnimde bir yerde telefonuma yanıt verip nerede olduğunu söyleyeceğine dair küçük bir umut vardı. Duyduklarıma teslim olmadım. Şimdi zaman kaybedersem onları mahveden şey bu olabilirdi. Ayağa kalktım. Dağın yamacına geri döndüm.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıErkekler - Erkeklerin Olmadığı Bir Dünyanın Distopyası
- Sayfa Sayısı240
- YazarSandra Newman
- ISBN9786257425339
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDüşbaz / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ne Güzel Tesadüf ~ Mary Balogh
Ne Güzel Tesadüf
Mary Balogh
Amerika’nın en iyi hikâye anlatıcılarından sayılan Mary Balogh klasik bir aşk öyküsüyle karşınızda. Şeytana uymanın ve baştan çıkmanın ağına düşmüş bir adam ve bir...
- Kıbrıs’ın Acı Limonları ~ Lawrence Durrell
Kıbrıs’ın Acı Limonları
Lawrence Durrell
Osmanlı yönetiminde halkın temsilcileri oy çoğunluğuna sahipti. İngiliz yönetiminde halkın temsilcileri yönetimden tamamıyla dışlandı. Türkler burada üç yüz yıl kaldı, İngilizler yetmiş yedi. …...
- Mutluluğun Parfümü Yağmur Altında Daha Güzel Kokar ~ Virginie Grimaldi
Mutluluğun Parfümü Yağmur Altında Daha Güzel Kokar
Virginie Grimaldi
“Seni artık sevmiyorum.” Üç kelimeden oluşan bu kısacık cümle Pauline’in hayatını alt üst etmeye yetti. O geceden sonra Pauline hayatla bağlarını kopardı ve sadece...