İsveç’in Kuzey Kutup Dairesi içinde kalan topraklarında kış tüm gücüyle hüküm sürmektedir. Ailesi, Sami ailelerin çoğu gibi rengeyiği yetiştiriciliğiyle uğraşan dokuz yaşındaki Elsa bir sabah çok sevdiği rengeyiğinin katledilişine tanık olur fakat kendini ve ailesini korumak için sessiz kalmayı seçer. Geçim kaynağı olmanın ötesinde yaşamsal bir önem taşıdıkları halde “çalınan” rengeyikleri ile ilgili yapılan sayısız şikâyet sonuçsuz kalacak, kanun gereği hırsızlık sayılan bu suçla ilgili herhangi bir işlem yapılmayacaktır. Ta ki aradan yıllar geçene ve artık bir yetişkin olan Elsa hem içinde bulunduğu toplumun hem de kendisinin kaderini değiştirmek için harekete geçene dek…
Ann-Helén Laestadius’un gerçek olaylardan yola çıkarak yazdığı ödüllü romanı Çalınan, İsveç’te ulusal bir çoksatar olmanın ötesine geçerek 24 dile çevrildi ve dünyanın dört bir yanından okurlarının beğenisini kazandı. Çalınan, küçük bir kızın sancılı büyüme öyküsünden, yılın büyük bir bölümünü karlar altında geçiren coğrafyadaki zorlu yaşam şartlarına; iklim krizinin etkilerinden, Sami halkının yıllardır yaşadığı baskı ve ayrımcılığa; birbirlerine sıkıca bağlı aile üyelerinden, bireylerin hayatta kalma savaşına dek pek çok konuyu zarafet ve ustalıkla ele alıyor.
“Açık yürekli ve cezbedici bir roman.”
–Financial Times
“Dünyanın her yerinde sevilecek bir büyüme öyküsü.”
–Fredrik Backman
*
1. BÖLÜM
DALVİ, KIŞ, 2008
1 Okta
Elsa arkasına bakmadan sırtını dikleştirip kendini ritme kaptırmaya çalıştı. Ancak yine de yoldan şaşmadığından emin olmak için arada bir kayaklarına göz atması gerekiyordu. Aslında dışarısı yola çıkmak için biraz fazla karanlıktı ama o yerinde duramamıştı.
Yanakları rüzgârdan buz kesmişti. Gözucuyla bakınca koyu renkli bir tutam saçının beresinden dışarı fırlayıp gümüş grisine döndüğünü gördü. Kirpikleri bile renk değiştirmişti. Gözlerini kırpıştırmasıyla ayazı hissedebiliyordu. Bu bambaşka birine dönüşmek gibiydi.
Gölün yüzeyi ev, komşular, kuzenler ve rengeyiği ağılı arasında gidip gelen yol boyunca kar motoru izleriyle doluydu. Elsa yoldaki en geniş kar motoru izini takip etti. Kendini tam anlamıyla ritme kaptırmıştı artık, kayakları ayaklarının altında hışırdıyordu. Dokuz yaşındaydı: Koca kız olmuştu artık. Bunlar kendi kayaklarıydı. Mattias’ın eskileri değil.
Güçlü kollarıyla batonlarını sertçe saplayıp uzun sıçrayışlarla kaydı. Evinin birazdan arkasında küçücük bir nokta halinde gözükeceğini biliyordu. Göl yerini ormana bıraktı ama Elsa hiç korkmadı. Hiçbir zaman korkmazdı çünkü nerede olduğunu çok iyi bilir, evin yolunu da her zaman bulurdu. Yine de gölden çok uzaklaşmazdı. Ama artık büyümüştü.
Ocak ayının başlarında güneş onlara yeniden yüzünü göstermişti. Ancak gösterir göstermez de ardında pembe bir ışıltı bırakarak yine ortadan kaybolmuştu. Bugünse bulutlar gün ışığını beklediğinden erken yutmuştu, ancak zifiri karanlığın çökmesine hâlâ biraz zaman vardı. Elbet karanlık çökmeden yetişecekti. Kar köknar ve huş ağaçlarında birikmiş, dallarını eğmişti. Hepsi Elsa’nın karşısında reverans yapar, onu evinin girişinde karşılar gibiydi. Gümüş rengi, buz tutmuş saçlarına ve yeni kayaklarına rağmen onu nasıl da tanıyabilmişlerdi?
Rengeyiklerinin seslerini duyunca kaskatı kesilmiş yorgun bacaklarına rağmen daha hızlı kaydı. Soluğunun hızlanmasıyla soğuk boğazını yaktı. Kurumuş dudaklarını yalamamalıydı yoksa kızarıp çatlarlardı. Kan tadını sevmiyordu.
Bu saatte orada kimse olmazdı, bunu biliyordu. Annesi, babası ve Mattias evdeydiler. Henüz rengeyiklerinin beslenme vakti gelmemişti, ama Elsa onlara sürpriz yapacaktı; yemleri hazırlayacak, çuvalları dışarı sürükleyecek ve hatta içeri girip birazını serpiştirecekti. Rengeyikleri hiç korkmadan yanına gelip etrafında toplaşsınlar diye elindeki rengeyiği likenini uzatacaktı.
Çalıştırılan bir kar motorunun sesiyle birden durdu; tam bir hayal kırıklığı. Demek buraya gelen ilk kişi o değildi. Kar motoru boşta çalışıyordu. Batonlarıya sessizce kendini geriye ittirip bir çam ağacının gövdesine tutunup dikkatlice öteye baktı. Bu oydu.
Adamın adını asla ağzına almazdı.
Adamın ağzında, gergin dudaklarının arasında yumuşak tüylü bir şey vardı, elinde de kanlı bir bıçak. Elsa batonlarını birden öyle bir sıktı ki eldivenlerinin içindeki buz kesmiş parmak eklemleri sızladı.
Adam kulak parçasını ağzından çıkarıp kirli, yol yapımında çalışan işçilerin giydiklerine benzeyen sarı pantolonunun cebine soktu. Kar motorunun farlarının önünden geçerken üzerindeki geniş reflektör şeritler parlıyordu. Ölü geyik ağılın hemen dışında çitin dibinde yerde yatıyordu. Adam eğildi… Onu yanında mı götürecekti? Yoksa bu Elsa’nın rengeyiği miydi? Evet, ta kendisiydi. Onu alnındaki beyazlıktan hemen tanıdı, Nástegallu’ydu bu. Elsa’nın boğazını temizlemesiyle adam birden başını kaldırdı. Etrafı hızlıca ve ustaca tarayan gözleri onu hemen buldu. Kim bilir, belki de gümüş rengi saçlarıyla onu tanımazdı.
Bir hışımla Elsa’ya doğru yaklaşırken küfürler savuruyordu. Dilini üstdudağın içindeki tütünün üzerine bastırmıştı.
Sonra sırıtarak Elsa’yı işaret etti ve sessiz kalması için işaretparmağını ince dudaklarına götürdükten sonra elinin kenarını boğazının bir ucundan bir ucuna sürükledi. Ölüm. Elsa bunun ölüm demek olduğunu biliyordu.
Adam kar motoruna geri döndü. Pantolonunun cebinden siyah eldivenlerini çıkarıp bacağını motorunun üzerinden savurdu. Cebinden çıkanın sadece eldivenleri olmadığının farkında değildi. Fırlayan tüylü küçük kulak parçası havada savrulup karın üzerine düştü. Kulağın üzerindeki damga yavrunun onların rengeyiği sürüsüne ait olduğunun kanıtıydı.
Adamın gaza basmasıyla birlikte havaya egzoz kokusu ile beraber, tanımlayamadığı Elsa’nın burnunu kırıştırmasına sebep olan başka bir şey daha yayıldı.
Titreyen bacaklarla kayarak ilerledi, eldivenlerini çıkardı ve kulağı eline aldı. Üzerindeki karı temizlerken eline kan bulaştı. Kulak bütün değildi, adam sadece damganın olduğu en dış kısmı kesmişti.
Çitin orada yatan ölü hayvana baktı. Daha fazla yaklaşıp onun kendi rengeyiği olduğunu doğrulamak istemiyordu. Ama bunu yapmalıydı.
Evet, Nástegallu’ydu. Kulakları olmasa da gözlerinin ortasındaki beyaz leke ve o alışılmadık derecedeki uzun bacaklarıyla o olduğunu biliyordu. Kan, yumuşak tüylerinin üzerinde damlalar halinde leke bırakmıştı. Ait olduğu yeri gösteren damgası eksik olsa da o Elsa’nın rengeyiğiydi. Elsa ne ağlayabildi, ne de bağırabildi. Başında günün birinde o adamı öldüreceğini haykıran korkutucu bir uğultu vardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÇalınan
- Sayfa Sayısı472
- YazarAnn-Helén Laestadius
- ISBN9786254297229
- Boyutlar, Kapak12.5 x 20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mira Her Şeyi Bilir ~ Luigi Ballerini
Mira Her Şeyi Bilir
Luigi Ballerini
Kapımızdaki distopya: Yapay zekâ! Yaşam; gözetleyen, izleyen, her sorunu çözen, her soruyu cevaplayan bir yapay zekânın, Mira’nın kontrolünde! Dijital ağlarla örülü “mükemmel” topluma ayak...
- Mitrofan’ın Ay Serüveni ~ Faddey Venediktoviç Bulgarin
Mitrofan’ın Ay Serüveni
Faddey Venediktoviç Bulgarin
19. yüzyıl Rus edebiyatının hiciv ve taşlama ustalarından Faddey Bulgarin, Mitrofan’ın Ay Serüveni’nde insanlığın ütopyacı umutlarının çarpıcı bir tasvirini sunuyor. Beş öykülük bir derlemeden...
- Utanç ~ Salman Rushdie
Utanç
Salman Rushdie
Politik bir roman, Utanç. İktidar çılgınlığına kapılmış politikacılar, olgunlaşmamış gördükleri toplumun vasiliğine kendilerini atayan hırslı, “dini bütün” generaller, tepkisiz kalabalıklar, elbirliğiyle demokrasisi delik deşik...