Meleklerin Uğramadığı Yer, 20. yüzyılın büyük yazarı, romancı ve eleştirmen E. M. Forster’ın ilk büyük eseri. Henüz 26 yaşında yazdığı Meleklerin Uğramadığı Yer’de Forster, roman sanatında büyük bir ustalık sergilerken Britanya’nın kolonyal geçmişinden kalan önyargılarına yönelik eleştirel bir bakış da sunar. Kocasının vefatından sonra gittiği İtalya’nın ücra bir kasabasında toy bir delikanlıya vurulan Lilia Herriton tüm geçmişini geride bırakıp İtalya’da yeni bir hayat kurmaya karar verir. Lilia’nın hiç kimsenin tanımadığı, meteliksiz bir İtalyan’la evleneceğinin duyulması İngiltere’deki yakınlarını endişelendirir ve Lilia’yı kurtarmak için “İtalya’ya bir seyahat” başlar. Meleklerin Uğramadığı Yer, Forster’ın Hindistan’a Bir Geçit gibi başyapıtlarında işlediği yabancı ülkeye seyahat ve kültürel karşılaşma temasının ilk yetkin örneğini oluşturan, unutulmaz bir eser.
“26 yaşında bu kadar olgun bir roman yazabilmiş olması Forster’ın başından beri olağanüstü pırıltılı bir zekâya sahip olduğunu gösterir.”
LIONEL TRILLING
Birinci Bölüm
Lilia’yı uğurlamak için Charing Cross İstasyonu’na gelmişlerdi hepsi: Philip, Harriet, Irma, hatta Bayan Herriton. Bay Kingcroft yol arkadaşlığı edince Bayan Theobald bile Yorkshire’den oralara gelmeyi göze almıştı. Bayan Abbott’u da kendi akrabaları uğurluyorlardı; birkaçı birden. Onca insanın hep bir ağızdan konuşarak böylesine değişik şeyler söylemeleri Lilia’yı bir türlü bastıramadığı kahkahalara boğdu. Birinci mevki vagonun perceresinden sarkarak, “Enikonu tören oldu,” diye haykırdı. “Bizi soylu birileri sanacaklar. Haa, Bay Kingcroft, ayaklarımızı sıcak tutacak bir şey getirebilir misiniz bize?” İyi yürekli delikanlı çabucak harekete geçti, onun yerine sokulan Philip de genç kadına son anda öğütler yağdırmaya başladı nerelerde konaklamalı, İtalyancayı nasıl öğrenmeli, ne zaman cibinlik kullanmalı, hangi tabloları görmeli. “Unutma,” diye sürdürdü, “ülkeyi gerçekten tanımak istiyorsan herkesin gittiği yerlerde gezme. Küçük kasabaları gör Gubbio’yu, Pienza’yı, Cortina’yı, San Gimignano’yla Monteriano’yu. Ve yalvarırım, İtalya’yı yalnızca bir tarihsel kalıntı ve sanat müzesi olarak gören o korkunç turist kafasıyla çıkma yola. İtalyanları tanı ve sev.
Çünkü o halk, o topraklardan daha harikuladedir.” Kayınbiraderinin gösterdiği umulmadık ilgiden göğsü kabaran Lilia, “Keşke sen de bizimle gelseydin Philip,” diye söylendi. “Keşke gelebilseydim.” Gitmesi pek güç olmazdı aslında; çünkü barodaki işleri arada sırada tatil yapmasını önleyecek kadar yoğun değildi. Ne var ki ailesi ikide bir Avrupa’ya gitmesinden hoşlanmıyor, Philip de işlerinin kentten ayrılmasına olanak bırakmayacak kadar çok olduğunu düşünmekten haz duyuyordu. “Hoşçakalın, sevgililerim! Ne telaş oldu ama!” Küçük kızı Irma’ya gözü ilişince ağırbaşlı bir analık gösterisinin gerekli olduğunu sezdi. “Hoşçakal, şekerim,” dedi.
“İyi çocuk ol, ninenin dediğinden çıkma.” Kendi annesinden değil, nine denmekten nefret eden Bayan Herriton’dan söz ediyordu. Irma ciddi bakışlı yüzünü öpülmek üzere kaldırıp, “Elimden geleni yaparım,” deyip ölçülü bir karşılık verdi. Gürültücü topluluğun kıyısında düşünceli bir havayla dikilen Bayan Herrition, “İyi çocuk olacağı kesindir,” diye söylendi. Gelgelelim Lilia, perondaki akrabalarına sessizce hoşçakalın diyen uzun boylu, ağırbaşlı sevimli bir kız olan Bayan Abbott’a seslenmeye koyulmuştu o arada.
“Caroline, sevgili Caroline! Bin hadi! Yoksa sana göz kulak olmak için gelen yol arkadaşın sensiz gidecek.” İtalya’nın düşüncesinden bile sarhoş olan Philip yeniden başlamıştı; önlerindeki yolculuğun unutulmaz anlarını anlatıyordu Lilia’ya; St. Gotthard Tüneli’nden çıktıklarında birden karşılarında bulacakları, gelecekten haber veren Airolo Campanile’i; tren Monte Cenere’nin yamaçlarını tırmanırken göz önüne serilen Ticino’yla Lago Maggiore’nin görünümü; Lugano’nun görünümü; Como Gölü’nün görünümü…
İtalya, genç kadını yoğun bir bulut gibi sarıyordu artık; karanlık ve pis sokaklardan geçtikten sonra tramvayların tangırtısı ve ark lambalarının parlak ışıkları arasında birden karşılarında bulacakları Milano Katedrali’nin yüksek duvarları ve ilk konaklama. Harriet, “Yakalıklarla mendiller!” diye haykırdı. “Yakalıklarla mendilleri kakmalı kutuma koydum. Kakmalı kutumu ödünç verdim sana.” “Ne iyi yüreklisin, Harry!” Lilia herkesi bir kere daha öptü ve kısa bir sessizlik oldu. Philip’le yaşlı Bayan Theobald’dan başka herkes yüzlerinde donup kalan gülüşlerle gülümsüyordu. Yalnız Philip sisten ötürü öksürmeye, yaşlı Bayan Theobald da ağlamaya başlamıştı.
Bayan Abbott da bindi vagona. Kondüktör kapıyı kendi elleriyle kapadı ve Lilia’ya kaygılanacak bir şey olmadığını bildirdi. Derken tren biraz ilerledi, perondakiler de trenle birlikte bir iki adım ilerlediler, mendillerini sallayıp kısık, şen çığlıklar attılar. Bayan Kingcroft da yolcuların ayaklarını sıcak tutabilmeleri için aldığı içi korlarla dolu olan yassı metal kabı çay tepsisi taşırcasına iki ucundan tutmuş geliyordu. Zamanında yetişemediği için çok üzgündü. Titrek bir sesle, “Güle güle Bayan Charles,” diye seslendi. “Yolculuğunuzun eğlenceli geçmesini dilerim. Tanrı yolunuzu açık etsin.” Lilia başını sallayarak gülümsedi. Ardından da metal kabın tutuşundaki gülünçlüğü görerek elinde olmadan gülmeye başladı yeniden. Arkaya doğru bakarak, “Bağışlayın,” diye haykırdı. “Bağışlayın ama öyle gülünç bir haliniz var ki! El sallarken hepiniz öyle gülünç görünüyorsunuz ki! Ay, çok affedersiniz!”
Bastıramadığı kahkahaların arasında sise gömülüp gözden uzaklaştı. Bayan Theobald mendiliyle gözlerinin uçlarını kuruladı. “Böylesine uzun bir yolculuğa başlarken bu kadar neşeli olabilmek!” Bay Kingcroft onunla aynı kanıda olduğunu göstermek için başını sallayıp, “Bayan Charles’a şu kabı verebilmek isterdim,” diye söylendi. “Bu Londralı görevliler de taşralıların isteklerine hiç kulak asmıyorlar.” Bayan Herriton, “Siz elinizden geleni yaptınız,” diye söylendi. “Böyle bir havada onca yolu göze alıp Bayan Theobald’ı buraya kadar getirmeniz de çok soylu bir davranış bence.” Sonra da çabucak el sıkıştı ve ona yol gidip Bayan Theobald’ı evine bırakmak görevini yine genç adama bıraktı. Kendi evi Sawston’da Londra yakınlarındaydı; onun için de çay saatini geçirmeden yerlerine varabildiler. Çay yemek odasında içilecekti.
Neşesine gölge düşmesin diye çocuk için bir yumurta da kaynatmıştı. On beş günlük telaştan sonra ev yadırganacak kadar sessiz gelmişti onlara. Sesleri kısık, konuşmaları kopuk kopuktu. Yolcuların Folkestone’a varıp varmadıkları konuşuldu bir ara; denizin dalgalı olup olmayacağını, dalgalıysa zavallı Bayan Abbott’un ne hale düşeceğini söz konusu ettiler. Irma, “Peki, nine, o koca tekne İtalya’ya ne zaman varacak?” diye sordu. Bayan Herriton, “Nine değil, babaanne diyeceksin, yavrum,” diye söylenerek çocuğu öptü. “Üstelik onun adına da tekne değil gemi denir. Kaldı ki annen İtalya’ya kadar gemiyle gidecek değil. Bir Avrupa haritası alıp bakarsan nedenini anlarsın.
Çocuğu sen götür, Harriet. Harriet halanla git, o sana haritayı gösterir.” Küçük kız, “Ta-mam!” diye söylenerek hiç istekli görünmeyen Harriet’ı yazı odasına sürükledi. Bayan Herriton’la oğlu yalnız kalmışlardı. İkisinin arasında hemen bir dert ortaklığı havası doğdu. Philip, “Ve böylece Yeni Yaşam başlamış oluyor,” dedi. Bayan Herriton, “Zavallı çocuk,” diye mırıldandı. “Ne görgüsüz, ne bayağı! Daha kötü olmadığına da şaşmak gerek ya! Yine de, zavallı Charles’a benzeyen bir yanı var.” “Ayrıca da ne yazık ki Bayan Theobald’a benzeyen bir yanı. Onun da hayalet gibi ortaya çıkıverişi ne korkunçtu. Kadıncağızın yalnızca geri zekalı olmakla kalmayıp aynı zamanda yatalak olduğunu sanıyordum ben. Neden gelmiş acaba?” “Gelmesini Bay Kingcroft istemiştir. Hiç kuşkum yok. Lilia’yı bir kere daha görmek istedi, başka yol bulamadı.”
“Umarım ki geldiğine sevinmiş olsun. Bana kalırsa gelinimiz bizlerden ayrılırken pek kibar davranmadı.” Bayan Herriton dişlerini sıkıp ürperdi. “Artık gittiğine göre üstelik de Bayan Abbott’la gittiğine göre hiçbir şeye aldırmıyorum. Otuz üç yaşında bir dulu çekip çevirmesi için ondan on yaş daha küçük bir genç kıza gerek duyması da utanç verici bir durum ya!” “Bayan Abbott’a acıyorum doğrusu. Neyse ki hayranlardan biri İngiltere’ye zincirle bağlanmış gibi. Bay Kingcroft tarladaki ürünü mü bırakamıyor, iklimi mi bırakamıyor… Öyle bir şey işte. Bence o da kendini gözden düşürdü bugün. Tıpkı Lilia gibi, o da kalabalıkta gülünç olmanın sanatını biliyor.” Bayan Herriton, “Bir erkek iyi bir aileden gelmiyorsa, seçkin kişilerle akrabalığı yoksa, yakışıklı değilse, zeki ya da zengin bile değilse, zamanla, Lilia da olsa soğur,” diye karşılık verdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri
- Kitap AdıMeleklerin Uğramadığı Yer
- Sayfa Sayısı256
- YazarE. M. Forster
- ISBN9789750529702
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tutarsızlığın Tutarsızlığı ~ Kurtubalı İbn Rüşd
Tutarsızlığın Tutarsızlığı
Kurtubalı İbn Rüşd
İbn Rüşd Batı’yı etkileyen İslam filozoflarının başında gelir. Bir yandan felsefe, tıp ve astronomi, bir yandan da İslam düşüncesi ve hukuk alanlarında klasik sayılacak...
- Benim Üniversitelerim ~ Maksim Gorki
Benim Üniversitelerim
Maksim Gorki
Gorki’nin yaşamöyküsünü anlatan üçlemenin bu son kitabı, onun yirmili yaşlarına kadar topladığı hayat deneyimleri üzerine kuruludur. Kunduracı çıraklığından aşçı yamaklığına, kuş avcılığından ikona mağazası...
- Kumarbaz ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Kumarbaz
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Dostoyevski’nin ünü ve etkisi dünyaca büyük romanlarından kaynaklanır ancak yazar uzun öykülerinde de insan ruhunun dehlizlerine dalmış hayal ve fantezilerinin dünyasında hayatın gerçeğinden kopuk...