Bu gümbürtüden, arkamızdan gelecek hayat oluşuyorduşu anda ve arkamızdan gelen bu hayat bizi yavaş yavaş yok edecekti, tıpkı bizim, bizden çok önce var olanı yavaş yavaş yok ettiğimiz gibi.”Korkunun, bunaltının ve ruh daralmasının insanda yarattığı hislerin izini süren dört öykü anlatıyor Sebald bize Vertigo’da. Birbirinden bağımsız da okunabilen, fakat sanatsal olarak iç içe örülmüş esrarlı öyküler bunlar: Stendhal’i, Kafka’yı ve bizzat Sebald’i kıskıvrak yakalayan yoğun bir içsel yaşantıdan, melankolik bir duygu durumundan bahsediyorlar. Gerçekliğe dair algı bir kez bozulup da denge kaybolunca, hatırda kalanlar ile aslında olanlar arasında açılan o tehditkâr yarıkta anlatıcının kapıldığı baş dönmesini okurun bilincine taşıyorlar.
İçindekiler
Beyle ya da Aşkın Şayan-ı Hayret Hakikatı ……………………11
All’estero ………………………………………………………………….37
Dr. K.nın Riva Tatili …………………………………………………127
Il ritorno in patria ……………………………………………………149
BEYLE1
YA DA AŞKIN
ŞAYAN-I HAYRET HAKİKATI
Napoléon 1800 yılı Mayıs ayının ortasında 36.000 askeriyle Büyük St. Bernard Geçidi’ni aştı, bu o zamana kadar gerçekleştirilmesi neredeyse tamamen imkânsız kabul edilen bir teşebbüstü. Göz alabildiğine bir insan, hayvan ve malzeme seli neredeyse on dört gün boyunca Martigny’den yola çıkarak Orsières üzerinden Entremont Vadisi’ne, oradan da hiç bitmeyecek gibi görünen yılankavi yolu tırmanarak deniz yüzeyinden 2.500 metre yukarıdaki geçide aktı. Askerler ağır top namlularını içi oyulmuş ağaç kütüklerine yatırıp kısmen kar ve buzun kısmen de kar örtüsü erimiş kayalık zeminin üzerinde sürükleyerek çekmek zorunda kalıyorlardı.
Henri Beyle, Alpler’in aşıldığı bu efsanevi geçişin isimsiz kalmamış az sayıdaki katılımcısından biriydi. Bu sırada on yedi yaşındaydı Beyle, derin bir nefret duyduğu sonuna geldiğini düşünüyordu ve kendisini Avrupa’da daha çok dolaştıracağını artık pek iyi bildiğimiz ordu kariyerine, coşkulu denilebilecek bir ruh haliyle, henüz başlıyordu. Beyle’in elli üç yaşına geldikten sonra, bu gençlik günlerinin meşakkatini hafızasının derinliklerinden çıkarmayı denediği notları kaleme alındıkları dönemde Civitavecchia’da bulunuyordu yazar– hatırlamanın çeşitli zorluklarını etkili bir şekilde gözler önüne serer.
Kimi zaman sadece gri alanlardan müteşekkildir yazarın geçmiş tasavvuru, kimi zaman da hafızasında inanmaması gerektiğini düşündürecek kadar sıra dışı netlikte örneğin General Marmont’unki gibi resimlere rastlar. General Marmont’u Martigny’de, ikmal arabalarının geçtiği yolun sol tarafında, üzerinde devlet konseyi üyelerine ait gök ve kraliyet mavilerinin yan yana kullanıldığı kıyafetle gördüğüne inanır Beyle ve General Marmont’un o sırada devlet konseyi kıyafeti değil general üniforması giyiyor olması gerektiğini pekâlâ bilmesine rağmen, gözlerini kapatarak hafızasında bu sahneyi canlandırdığında onu hâlâ böyle gördüğüne bizi temin eder.
Bütün hedefi burjuvaziye has hünerler edindirmek olan tamamen hatalı eğitimi nedeniyle o dönemde, on dört yaşında bir kız çocuğunun bünyesine sahip olduğunu iddia eden Beyle, yol kenarındaki ölü atların çokluğundan ve kıvrıla kıvrıla zirveye doğru ilerleyen ordunun bir iz gibi geride bıraktığı diğer her türlü savaş döküntüsünden fazlasıyla etkilenmiş olduğunu da belirtir. O kadar etkilenmiştir ki, o günlerde onu dehşete düşürenin ne olduğunu sarih olarak hatırlayamaz artık. Sanki izlenimlerinin şiddeti, bu izlenimlerin kendisini yok etmiş gibi gelir ona. Bu nedenle aşağıdaki çizim sadece Beyle’in, içinde bulunduğu yürüyüş kolu, Bard köyü ve kalesinin yakınlarında ateş altında kaldığında, durumun nasıl olduğunu gözünde canlandırmak için kullandığı bir araç olarak kabul edilmelidir.
B, Bard köyüdür. Sağ taraftaki yükseltinin üzerindeki üç C kalenin toplarını simgeler, sarp P yamacında uzayıp giden yol üzerindeki L L L noktalarını ateş altında tutar bu toplar. X’in işaretlediği noktada, vadinin dibinde atlar yatarlar, delirten bir korkuyla yoldan aşağıya yuvarlanmışlardır ve artık kurtarılmalarına imkân yoktur. H ise Henri’nin, yani anlatıcının konumunu gösterir. Beyle bu noktadayken olan biteni elbette bu şekilde görmüş değildir çünkü hakikatte her şey, hepimizin bildiği gibi, her zaman farklıdır.
Ayrıca Beyle, el altında gerçekliğe yakın hafıza resimlerinin olduğu durumlarda dahi bunlara fazla güvenilmemesi gerektiğini yazar. Tıpkı Martigny’deki General Marmont’un, tırmanış öncesindeki muhteşem imgesi gibi; yolun en meşakkatli bölümünü geride bıraktıktan hemen sonraki, geçidin en yüksek noktasından iniş ve sabahın güneşine karşı açılan St. Bernard Vadisi imgeleri de, Beyle’de hiçbir zaman kaybolmayacak izler bırakmışlardır güzellikleriyle.
Bakmaktan alıkoyamamıştır kendisini ve bu sırada, birkaç gün önce yanında gecelediği bir rahibin kendisine öğrettiği ilk İtalyanca kelimeleri –quante miglia ci sono da qui a Ivrea ve donna cattiva 1 sürekli olarak aklından geçirmiştir. Beyle, uzun bir süre, at üstündeki bu yolculuğu özellikle de Ivrea kentinin, güneşin azalan ışıklarında, üç çeyrek mil kadar bir uzaklıktan ilk kez ona sunduğu resmi bütün ayrıntılarıyla hatırlayabileceğine inanarak yaşadığını yazar.
Giderek genişleyen vadinin yavaş yavaş ovaya açıldığı yerde, biraz sağa doğru Ivrea kalırken, sol tarafta, ufkun derinliğinde dağlar yükselir: Resegone di Lecco, ki daha sonra onun için özel bir anlam kazanacaktır ve daha da geride muhtemelen Rosa Dağı. Beyle, birkaç sene önce eski evrakını karıştırırken altında Prospetto d’Ivrea2 yazan bir gravüre rastladığını ve akşam güneşiyle yıkanan şehre dair hafızasındaki imgenin işte bu gravürün bir kopyasından başka bir şey olmadığını kendine itiraf etmek zorunda kalarak büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını anlatır. Bu nedenle insanlara, seyahatlerde karşılaştıkları güzel manzara ve görüntülerin gravürlerini almamalarını öğütler. Çünkü gravürler kısa bir süre içinde adı geçenlere dair anıların yerlerini ele geçirecek, hatta şunu söylemek bile kabildir ki, bu anıları tahrip edeceklerdir.
Örneğin Dresden’de gördüğü muhteşem Sistina Madonnası’ını bütün gayretine rağmen hafızasında canlandıramaz; çünkü Müller’in –resimden yaptığı– gravürü1 resmin kendisinin önüne geçmiştir, buna karşın Mengs’in aynı galeride bulunan ve bir kopyasıyla hiçbir yerde karşılaşmadığı berbat pastellerini gayet sarih olarak gözünün önüne getirebilir. Beyle, ordugâh kuran ordunun bütün evlere ve kamuya açık mekânlara el koyduğu Ivrea’da, kendisine ve şehre beraberce at sırtında geldiği Capitaine Burelvillers’e, başlarını sokmak için bir boyahanenin deposunda binbir çeşit fıçı ve bakır kazanın arasında, her köşesinde tuhaf, ekşi bir havanın teneffüs edildiği bir yer bulabilmişti.
Yeni barınağını hemen yerleştikten sonra, bahçenin ortasında yaktıkları büyük ateşe atmak için panjurları ve kapıları sökmek isteyen bir güruha karşı savunmak zorunda kaldı. Beyle sadece bu vaka değil, son günlerde yaşadığı bütün hadiseler nedeniyle artık rüştünü ispatlamış hissediyordu kendisini; ne açlık ve yorgunluğunu dikkate aldı ne de Capitaine’in itirazlarına kulak verdi, içinde bir şeyler yapma isteğiyle Emporeum’a gitti. Önceden afişlerde görmüştü, o akşam Cimarosa’nın Il Matrimonio Segreto’su [Gizli Evlilik] sahneleniyordu.
Beyle’in, her köşede hüküm süren kuralsızlıkla zaten sıkı bir devinim içersine girmiş hayal hanesi Cimarosa’nın müziğiyle iyice altüst oldu. Daha birinci perdede, gizlice evlenmiş Paolino ve Caroline’nin korku dolu Cara, non dubitar: piatede troveremo, se il ciel barbaro non è1 düeti için seslerini birleştirdikleri anda, bizzat derme çatma sahnenin üzerinde olduğunu düşlemeyi geçmiş, gerçekten kulakları ağır işiten Bologna’lı tacirin evinde olduğuna ve onun en küçük kızını kollarının arasında tuttuğuna inanır hale gelmişti. Öylesine iliklerine işledi ki hikâye, eserin devamında defalarca gözleri doldu. Emporeum’dan ayrılırken Caroline’i oynayan ve bakışlarını defalarca özellikle kendisine yönelttiğine kesinkes inandığı aktrisin ona, müziğin vaat ettiği mutluluğu bahşedeceğinden emindi.
Sopranonun sol gözünün, zor koloraturlarla başa çıkma gayreti içindeyken hafifçe dışarıya doğru dönmesi de, sol üst köpek dişinin yerinde yeller esmesi de Beyle’i hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu; hatta aksine tam da bu hatalarda iyice sağlamlaşıyordu kabaran duyguları. Artık biliyordu mutluluğu nerede arayacağını; hâlâ Grenoble’dayken zannettiği gibi Paris’te değil, Paris’teyken bazen geri dönmeyi hasretle istediği Dauphiné Alpleri’nde de değil, burada, İtalya’da, bu müzikte, böyle bir oyuncunun yanında. Ertesi sabah, Ivrea’yı geride bırakıp Milano’ya doğru atlarını sürerlerken ve Beyle, kalbindeki kıpırtıların sayısız ağacın taptaze bir yeşille her köşesinden onu selamladığı ilkyaz manzarasının derinliğine doğru taştığını hissederken, Capitaine’in, tiyatro dünyasından hanımefendilerin tereddüt uyandıran ahlak anlayışlarına dair arsız şakalar yaparak ona takılması da bu kanaatini değiştiremedi.
23 Eylül 1800’de, Milano’ya gelmesinden aşağı yukarı üç ay sonra, o tarihe kadar Fransa Cumhuriyeti Elçiliği’nin Casa Bovara’daki bürolarında evrak işlerine yardımcı olan Henri Beyle, 6. Hafif Süvari Alayı’na mülazım-ı sani türbesiyle tayin edilir. Üniformasını tamamlamak için satın alması gerekenler bütçesinde koca bir delik açar hızla; geyik derisinden pantolonlar, ensesinden kafasının tepe noktasına kadar kısa kesilmiş at kılıyla süslenmiş miğfer, çizmeler, mahmuzlar, kemer tokaları, göğüs kayışı, apoletler, düğmeler ve rütbe işaretleri için yaptığı harcamalar, sair zamanda hayatını idame ettirmesine yeten rakamların çok üstüne çıkar. Beyle aynada kendi endamını incelediğinde ve hatta yarattığı etkinin Milanolu kadınların gözlerindeki yansımasını algıladığına inandığında, muhakkak ki adeta başka biri gibi hissetmiştir kendisini. Nihayet tıknaz vücudundan kurtulmayı başardığına inanır, üniformasının işlemeli hâkim yakası fazlasıyla kısa boynunu uzatmıştır adeta.
Birbirinden olması gerektiğinden çok uzak ki onlar yüzünden sıkça Le Chinois1 olarak adlandırılmış ve bundan büyük üzüntü duymuştur– bile bir anda daha cüretli bakarlar ve hayalî bir orta noktaya daha fazla odaklanırlar sanki. On yedi buçuk yaşındaki hafif süvari, yeni kıyafetlerine büründükten sonra günler boyunca, ta ki Paris’ten beraberinde getirdiği bekâretinden kurtulmaya cesaret edene kadar ereksiyon halinde dolaşır. Bu hususta kendisine yardımcı olan donna cattiva’nın ne adını ne de yüzünü hatırlayacaktır daha sonra. Şiddet dolu duyguların, bu hadiseyle ilgili bütün hatıraları hafızasından sildiğini yazar Beyle. Takip eden haftalarda o kadar ciddiye alır ki çıraklık eğitimini, daha senenin sonu gelmeden enfeksiyonun ve keza, cıva ve potasyum iyodür tedavisinin verdiği acıyı tadar ve ileriki yıllardan dönüp geriye baktığında, (yetişkin) hayata ilk adımlarıyla şehrin genelevlerinde geçirdiği zaman birbirine karışıp bulanıklaşır. Fakat bu onu aynı dönemde çok daha soyut bir tutku oluşturmaktan da alıkoymaz. Tapınma ihtiyacının objesi, arkadaşı Louis Joinville’in metresi Angela Pietragrua’dır; ama Pietragrua çirkin ve toy hafif süvari zabitini, zaman zaman alay ve acıma dolu bir bakışla süzmekle yetinecektir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıVertigo
- Sayfa Sayısı224
- YazarW.G. Sebald
- ISBN9789750727146
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Menekşe Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk Derince
Menekşe Kokulu Hikayeler
Ender Haluk Derince
“Menekşe Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Sevinçlerini Sakın Erteleme Her Yemekten Sonra Şükret Biri Seni Kucakladığında İlk Bırakan Sen Olma… Okurken içinizi...
- Öğretmen Neden Çıldırdı? ~ Mavisel Yener
Öğretmen Neden Çıldırdı?
Mavisel Yener
İngilizce konuşulanları anlayan ama Türkçe sözleri anlamayan köpek Coco, elbise dolabında bekleyen tostlar, Irmak’ın fare ilaçları hakkındaki tuhaf ödevi… Evinden çıkmayan Behçet Amca’nın sırrı...
- Keje: Bir Gecede Büyümek ~ Emine Uçak Erdoğan
Keje: Bir Gecede Büyümek
Emine Uçak Erdoğan
Güneydoğuda Çocuk Olmak Bir Gecede Büyümek Demek Bütün çocuklar kadar mutlu, bütün çocuklar kadar tasasızdılar. Kasabanın bütün bağlarına girebilir, bütün bahçelerinden yiyebilir, meyve ağaçlarına...