Lyon’da Düğün Fransız Devrimi sırasında yaşanan kargaşa ve zulüm günlerinde ölüme yaklaşan insanlara umut veren bir aşkın hikâyesidir. 1793’te kentte kurşuna dizilmeyi bekleyen karşı devrimcilerin toplandığı hapishane tuhaf bir nikâha sahne olur. İki Yalnız İnsan, acı çeken iki çaresiz insanı buluşturur. Birinin yüreğinden kopan çığlık diğerininkinde karşılık bulurken, farkında olmadan birbirlerinin yıllar süren yalnızlığına son verirler. Wondrak ise yazarın savaş karşıtı yapıtlarından biridir. Bohemya’nın küçük bir kentinde çirkinliğiyle sürekli alaya maruz kalan bir kadın tecavüze uğradıktan sonra doğurduğu çocuk sayesinde yaşama tutunmuştur, ama patlak veren Birinci Dünya Savaşı yüzünden oğlunu askere alarak ondan koparmaları söz konusudur. Zweig bu öykülerde toplum dışına itilmiş karakterleri üzerinden insanlık durumunu analiz eder. Karakterlerinin başlarından geçenler “yazgı” değil, insanlığın iflasının sonucudur.
*
İçindekiler
Lyon’da Düğün 1
İki Yalnız İnsan 15
Wondrak 21
Lyon’da Düğün
12 Kasım 1793’te Barère, Fransız Ulusal Meclisi’nde sadakatsiz ve nihayet kuşatılarak ele geçirilmiş Lyon kentini yok edecek öldürücü önergeyi verirken sözlerini şu etkili cümleyle bitiriyordu: “Lyon özgürlüğe karşı savaş açmıştır. Lyon artık yoktur.” Önergeyi veren kişi, halkın isyankâr kentin tüm binalarını yıkmasını, tüm anıtların yakılıp kül edilmesini, hatta kentin adının bile elinden alınmasını talep ediyordu. Meclis, Fransa’nın ikinci büyük kentinin tamamen yok edilme kararını kabul etmeden önce sekiz gün düşündü, tereddüt etti, karar imzalandıktan sonra bile Halk Temsilcisi Couthon”, Robespierre’in” gizli onayına güvenerek acımasız emrin uygulanmasını kasten uzatmak için elinden geleni yapmaya çalıştı. Emri yerine getiriyormuş gibi yapıp halkı büyük bir tantanayla Bellecourt Meydanı’na topladı ve gümüş bir çekiçle sembolik olarak yıkılması kararlaştırılan binalara vurdu. Fakat baltalar binaların muhteşem cephelerine çekine çekine indirildi, giyotinin boğuk gümbürtüsü de ara sıra duyuluyordu. İç savaş ve aylarca süren kuşatma nedeniyle son derece korkmuş, tir tir titreyen kent halkı böylesine beklenmedik bir yumuşaklık karşısında tam sakinleşmeye, umudun ilk soluğunu almaya cesaret edebilmişken, insani bir çekingenlik gösteren Halk Temsilcisi Couthon birdenbire görevden alınıp yerine Collot d’Herbois* ve Fouché** halk temsilcisi olarak Ville Affranchie’ye*** -çünkü cumhuriyetin kararnamelerinde Lyon artık böyle anılıyordu- atandılar. Kente girdiklerinde üzerlerinde halk meclisi üyelerinin taktığı kuşak vardı. Ve aslında korkutmak amacıyla çıkarılan bu acınası ölçüde caydırıcı kararname bir gecede korkunç bir gerçeğe dönüştü. Ne kadar vatanperver olduklarını göstermek için sabırsızlanan ve kendilerinden önceki temsilcinin ne kadar yumuşak davrandığı hususunda kuşku uyandırmak isteyen yeni atanan halk temsilcileri Meclis’e verdikleri raporda “Bugüne kadar burada hiçbir şey yapılmamıştır,” diye belirttiler ve bu rapordan sonra korkunç idamlar başladı; o tarihlerde “Mitrailleur Lyon”**** olarak anılan, geleceğin Otronto Dükü ve tüm yasaların savunucusu olan Fouché yıllar sonra bu olayların hatırlanmasını hiç istemeyecekti.
Artık yavaş yavaş kazmalarla yıkmak yerine, barut ve bombalarla olağanüstü binalar yerle bir ediliyor, “güvenilmez ve yetersiz” bulunan giyotin yerine yüzlerce hükümlü yaylım ateşine tutuluyordu. Her gün yeniden çıkarılan yok edici kararnamelerle adalet bir tırpan gibi insan gruplarını biçiyor, tabuta koyma, mezar kazma gibi ağır ilerleyen işler bu hıza yetişemediğinden cesetler Rhône Nehri’ne bırakılıyordu; hızla akan nehir cesetleri alıp sürüklüyordu, artık hapishanelerde bu kadar çok zanlıyı koyacak yer kalmamıştı. Bu nedenle okul ve manastır gibi kamu binalarının bodrum katlarına da hükümlüler yerleştiriliyordu, fakat o da çok kısa bir süre için, çünkü tırpan hemen işlemeye başlıyordu ve saman yatak bir bedeni bir geceden fazla ağırlamıyordu.
O kanlı olayların devam ettiği aylarda, dondurucu soğuğun olduğu bir gün bir grup hükümlü belediye binasının mahzenine getirilmişti. Öğleyin her biri teker teker komiserin karşısına çıkarılmış, hızlı hızlı sorgulamalarla yazgıları hakkında karar verilmişti; işte şimdi kadın ve erkeklerden oluşan altmış dört hükümlü tavanı basık, şarap fıçılarının kokusunun ve rutubetinin sindiği, ısıtmaktan çok is yapan sobanın olduğu bodrum katındaydı. Birçoğu bitkin bir halde saman çuvallarının üzerine yaslanmıştı, bazıları ise ayakları sallanan tahta masaya geçip titrek mum ışığı altında aceleyle geride kalanlara veda mektubu yazıyordu, hepsi de hayatlarının bu soğuk mahzende mavi titrek ışığı olan mumdan daha kısa süreceğini biliyordu. Fakat hiçbiri fısıldaşmanın dışında bir şey yapamıyordu, tam da o sırada caddede patlayan bombaların boğuk sesleri ve hemen arkasından yıkılan evlerin gürültüleri donmuş sessizliği parçaladı. Ancak olayların bu kadar hızla cereyan etmesi, bir sınavdan geçen bu insanların hissetme ya da net düşünebilme yetilerinin tümünü yok etmişti; çoğu bu karanlık mahzende mezarlarını hayal ediyormuş gibi hiç hareket etmeden, hiç konuşmadan, bir yere yaslanmış öylece duruyordu; artık hiçbir beklentileri kalmamıştı, hayata, yaşayanlara çoktan sırt dönmüş, hiç hareket etmiyorlardı.
Akşam saat yedi sularında birden kapıda sert ve haşin ayak sesleri, süngü ve dipçik sesleri duyuldu, paslı kapının sürgüsü gıcırdadı. Gayriihtiyari hepsi korkuyla ayağa fırladı. Genelde hükümlülere bağışlanan o bir geceden vazgeçilmiş olabilir miydi? Açık kapıdan esen soğuk cereyanda, mumun mavi alevi solgun bedenini terk etmek ister gibi sıçradı, onunla beraber bilinmeyene karşı bir korku duyuldu. Fakat aniden yükselen korku kısa sürede geçti; zindancı yeni bir grup hükümlü getirmişti, yirmi kadar vardı sayıları, zindancı ağzına kadar dolu mahzende yeni gelenleri yer göstermeden ve hiçbir şey söylemeden merdivenlerden indirdi. Sonra da ağır demir kapı inlercesine bir gürültüyle kapandı.
Mahzendeki hükümlüler, yeni gelenlere soğuk soğuk baktılar, çünkü insan doğasının bir garip yanı da her yere çabucak uyum sağlaması, geçici olarak bulunduğu yerde kendini evinde hissetmeyi bir hak olarak görmesidir. Bu nedenle daha önce gelenler, rutubet kokan boğuk mahzeni, küf kokan saman çuvallarını, sobanın çevresindeki yeri farkında olmadan kendi malları gibi görmeye başlamışlardı ve yeni gelen her insan onlar için istenmeyen, davetsiz misafirdi. Yeni gelenler ise kendilerinden önce gelenlerin o soğuk düşmanlığını -ölüme yaklaştıkları şu son saatlerde çok tuhaf olsa da çok açık bir şekilde fark ettiklerinden aynı kaderi paylaştıkları bu insanlarla selamlaşmadılar, tek kelime konuşmadılar; masaya oturmaya, saman çuvallarına yaslanmaya kalkışmadılar; hiçbir şey demeden, somurtarak bir köşeye çekildiler. Öncesinde korkunç bir şekilde tepelerine çöken sessizlik, anlamsızca meydan okumanın gerginliğiyle daha da sıkıcı bir hal aldı.
Tam o anda kopan tiz, berrak ve başka bir dünyadan geliyormuş hissini veren bir çığlık birdenbire bu sessizliği yırtıp parçaladı; en ilgisiz insanın bile hissiz kalamayacağı, huzurunu, bezginliğini elinden alacak aydınlık, titrek bir çığlıktı bu. Çığlığı atan yeni gelenlerin içindeki bir genç kızdı, birden sarsıla sarsıla öne fırladı, kollarını açarak titrek ve heyecanlı bir sesle “Robert, Robert,” diye bağırırken yanındakilerden uzakta, pencerenin parmaklığına yaslanırken kendisine doğru koşmaya başlayan bir gencin yanına gitti. Birden bir ateşin iki alevi gibi iki gencin bedeni ve dudakları birbirini buldu, o kadar içten, o kadar için için yanıyorlardı ki ikisinin de yanaklarından sevinç gözyaşları süzülüyordu, hıçkırıkları tek bir boğazdan çıkıyordu sanki. Birbirlerini bulduklarına inanamıyor, gerçek mi değil mi anlamak için bir anlığına ayrılıyor ve imkânsız olan kavuşmalarından duydukları sevinçten korkarak daha büyük bir hasret ve ateşle birbirlerine sarılıyorlardı. Hayret ve şaşkınlıkla kendilerine yaklaşanlara aldırmaksızın, duygunun sonsuzluğunda tek başınalarmış gibi ağlıyorlar, hıçkırıyorlar ve adeta tek bir soluktan çığlık atıyorlardı.
Genç kız, belediyede çalışan yüksek mevkideki bir memurun oğlu olan Robert de L. ile çocukluğundan beri arkadaştı, aylar önce nişanlanmışlardı. Kilisede evlenme belgeleri askıya çıkmıştı. Meclisin askeri birliklerinin kente girdiği o kanlı günde nikâhları kıyılacaktı, fakat Percy’nin ordusunda Cumhuriyet’e karşı savaşmış olan nişanlısı, Kralcı bir generalin ümitsiz hedefine ulaşmasında yardımcı olması için göreve çağrılmıştı. Haftalarca nişanlısından haber alamayan kız, yavaş yavaş onun İsviçre sınırından kaçmayı başardığını umut etmeye başlamıştı; ta ki belediyeden bir kâtip, muhbirlerin, nişanlısının bir çiftlikte saklandığını ihbar ettiklerini ve delikanlının dün devrim mahkemesine sevk edildiğini öğreninceye kadar. Cesur genç kız, nişanlısının tutuklandığını, ölüme…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Modern Klasikler Dizisi Roman (Yabancı)
- Kitap AdıLyon’da Düğün
- Sayfa Sayısı56
- YazarStefan Zweig
- ISBN9786254057670
- Boyutlar, Kapak12.5 x 20 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yüreğimdeki Son Perde ~ Eloisa James
Yüreğimdeki Son Perde
Eloisa James
Aşkta mantık yoktur. Villiers Dükü Leopold Dautry, gayrimeşru çocuklarına annelik yapacak birini bulabilmek için bir an önce evlenmelidir ve bu kişi asil bir kadın...
- Kırgın Fısıltılar ~ Neva Altaj
Kırgın Fısıltılar
Neva Altaj
Tuvaldeki Yaralar ile okurların beğenisini kazanan Neva Altaj, yeni kitabı Kırgın Fısıltılar’da anlaşmalı bir evlilikle bir araya gelen iki yaralı karakterin hikâyesini anlatıyor. Mikhail...
- Sıkı Dostlar ~ John Le Carre
Sıkı Dostlar
John Le Carre
“Shakespeare’in III. Richard’ı, Orwell’in 1984’ü gibi polemik yaratacak bir eser.” Washington Post Pakistan’da dünyaya gelen Ted Mundy bir İngiliz subayının oğludur. Sasha ise Doğu...