Bir anda yıldızı parlayan genç yazar
Melissa De La Cruz’dan
gerçekçi mekânlarda geçen kurgusal bir üçlemenin ikinci kitabı…
Maskeli Balo
İyi insanlar bile zorunlu kaldıklarında sahteliklere başvuruyorsa, iyi vampirler neden bunu denemesin?
Schuyler Van Alen, büyükannesini kaybettikten sonra yarı insan ve yarı vampir olarak hayatta tek başına kalır. En iyi arkadaşı Oliver, onun her zaman yanında olsa bile bu dostluk Schuyler’ın sıkıntılarının üstesinden gelmesine yardımcı olmaz.
Büyükannesinin vasiyeti üzerine, Kardinaller Meclisi tarafından sürgüne gönderilen büyükbabası Lawrence’ı bulmak için Venedik’e giden Schuyler’a seyahatinde Oliver destek olur ve kovalamaca başlar. Schuyler büyükbabasını bulmuştur ama esas sorun, onun bir Asil Kanlı olarak yüzyıllardır süregelen vampir lanetini çözmesinde gizlidir.
Vampirler arasındaki sahte yüzler, bir maskeli baloda oyunlarını oynamaya başlar ve akıl almaz gelişmelerle Schuyler, kendini hiç ummadığı bir hayatı yaşarken bulur.
1.BÖLÜM
Şişman, gri, bodur ve sessiz yüzlerce güvercin, St Mark Meydanı’nı ele geçirerek umursamaz turistlerin geride bıraktığı ekmek kırıntılarını gagalıyorlardı Öğle vaktiydi; fakat güneş bulutların arkasında saklandığından şehrin üzerine kasvetli bir hava çökmüştü. Boş gondollar iskelelerde sıralanmıştı. Çizgili gömlekli gondolcular küreklerine yaslanmış müşterilerini bekliyorlardı. Binalarda suların çekilmeden önce bıraktığı kara lekeler belli oluyordu ve şimdi sular çekilmişti.
Schuyler Van Alen dirseklerini kafenin yıpranmış masasına koymuş ve başını ellerinin arasına almıştı. Bu yüzden çenesi, bollaşan balıkçı yakalı kazağının altında saklanmıştı. O, Van Alenlar’ın Manhattan’ın meydana gelmesinde rol oynayan, son zamanların önde gelen ailelerinden biri sonuncusu olan Mavi Kanlı bir vampirdi ki Mavi Kanlılar, Asil Kanlı olarak da nitelendiriliyorlardı. Bir zamanlar, Van Alen ismi, güç, ayrıcalık ve himaye ile eş anlamlıydı. Ancak aile serveti yıllardır azalıyordu ve Schuyler alışveriş çılgınlığından çok pintiliğe alışmıştı. Kıyafetleri kalçalarından aşağı sarkan siyah, balıkçı yaka kazağı, kesilmiş pantolonu, askeri ceketi ve eskimiş motorsiklet botları ile ucuzcu dükkânından alınmaydı.
Bu eski püskü giysiler, başka bir kızın üzerinde sanki evsiz bir avare tarafından biraraya getirilmiş gibi durabilirdi; fakat Schuyler’da soylu bir kıyafete dönüşüyor ve onun narin, yuvarlak hatlarını daha çarpıcı bir hale getiriyordu. Fildişi soluk teni, derin mavi gözleri ve koyu renk mavi siyah saçları nefes kesiciydi; inanılmaz derecede şirin biriydi. Güzelliği, güldüğünde daha da belirgin oluyordu; fakat bu sabah bunun olma olasılığı düşüktü.
“Neşelen,” dedi Oliver Hazard Perry, küçük bir bardakta espressosunu içerken. “Ne olursa olsun en azından biraz tatil yaptık. Şehir sence de muhteşem görünmüyor mu? Hadi ama itiraf et, Venedik’te olmak, kimya laboratuvarında tıkılıp kalmaktan çok daha iyi.”
Ela gözlü, uzun boylu ve yumuşak saçlı olan Oliver, güleryüzlü, nazik ve yakışıklı bir gençti. Çocukluklarından beri Schuyler’in en iyi arkadaşıydı. Onun sırdaşı ve suç ortağıydı. Son zamanlarda öğrendiği üzere de onun Conduit’i geleneksel olarak bir vampirin hizmetkârı ve sağ kolu, asil bir kölelik görevi konumundaydı. Kısa sürede New York’tan Venedik’e gelmelerine yardımcı olmuştu. Oliver, babasını Avrupa’daki iş seyahatinde ona eşlik etmelerine izin vermesi için ikna etmişti.
Oliver’ın avutucu sözlerine rağmen Schuyler hüzünlüydü, Venedik’teki son günleriydi ve hiçbir şey bulamamışlardı. Yarın elleri boş bir şekilde New York’a geri döneceklerdi; seyahatleri tam bir başarısızlıktı.
Schuyler, soda şişesinin üzerindeki etiketi soymaya başladı; dikkatlice koparıyordu böylece uzun, ince yeşil kâğıt şeritleri oluşuyordu. Bu kadar çabuk pes etmek istemiyordu.
Yaklaşık iki ay önce, Schuyler’ın büyükannesi Cordelia Van Alen’a Mavi Kanlı Asil Kanlı vampirlerin ölümcül düşmanları olan bir Gümüş Kanlı saldırmıştı. Schuyler, Cordelia’dan Gümüş Kanlıların da Mavi Kanlılar gibi cennetten düşmüş melekler olduğunu ve sonsuz hayatlarını yeryüzünde yaşamaya mahkûm edildiklerini öğrenmişti. Nitekim Mavi Kanlılar’dan farklı olarak Gümüş Kanlılar. Cennetin Prensi Lucifer’ın kendisine bağlılık yemini etmişlerdi ve Vampirlerin Kitabı’na uymayı reddetmişlerdi. Mavi Kanlılar bir gün bu kurallara uyarak cennete dönmeyi umut ediyorlardı.
Cordelia, Schuyler’ın yasal koruyucusu olmuştu. Schuyler ailesini hiç tanımamıştı. Babası o doğmadan ölmüş, annesi ise doğumdan sonra komaya girmişti. Çocukluk döneminde Cordelia ona karşı soğuk ve uzaktı; fakat o, Schuyler’ın sahip olduğu tek aileydi. İyi ya da kötü büyükannesini seviyordu.
“Burada olacağından emindi,” dedi Schuyler, masalarının altındı toplanan güvercinlere umutsuzca ekmek kırıntıları atıyordu. Venedik’e vardıklarından ben aynı şeyi tekrarlıyordu. Gümüş Kanlı’nın saldırısı Cordelia’yı zayıf düşürmüştü; fakat büyükannesi döngüye boyun eğmeden, (Mavi Kanlılar ölümsüz varlıklardı.) çıkarılma basamağı tamamlanmadan önce, Schuyler’ı kayıp büyükbabası Lawrence Van Alen’ı bulması gerektiğine inandırmıştı. Schuyler, Gümüş Kanlılar’ı yenmek için büyükbabasına ihtiyaçları olduğunu düşünüyordu. Schuyler’ın büyükannesi son nefesini verirken onun Venedik’e seyahat etmesini, dönemeçti sokaklarda ve uzun kanallarda onun izine rastlayana kadar her yeri taramasını söylemişti.
“Fakat her yere baktık. Kimse ne Lawrence Van Alen’ın, ne de Dr. John Carver’ın adını duymuş.” dedi Oliver; üniversiteyi, Cıpriani’dekı Harry’s Barı, bütün otel. villa ve pansiyonları aradıklarını belirtti.John Carver,Lawrence’ın, Plymouth yerleşkesinde kullandığı bir isimdi.
“Biliyorum ve onun hiç varolmadığını düşünmeye başladım,” diye yanıtladı Schuyler.
“Belki de yanılıyordu. Seni nereye göndereceğine karar vermek için çok zayıf düşmüş ve kafası karışmış olabilir,” dedi Oliver. “Boşa kürek çekiyor olabiliriz.”
Schuyler olasılığı değerlendirdi. Belki Cordelia yanılmıştı; belki de Mavi Kanlılar’ın lideri Charles Force haklıydı. Fakat büyükannesini kaybetmek onu derinden etkilemişti. Schuyler, yaşlı kadının son isteğini yerine getirmek için kesinlikle kararlıydı.
“Böyle olduğunu düşünemem Ollic. Eğer bunu kabul edersem pes etmiş olurum. Onu bulmak zorundayım. Büyükbabamı bulmalıyım. Charles Force’un dediklerini düşünmek çok acı veriyor. . .”
“Ne dedi?” diye sordu Oliver. Schuyler, Charles Force ile aralarında geçen bir konuşmadan bahsetmişti fakat detaylarından bahsetmemişti.
“Dedi ki . . .” Schuyler gözlerini kapattı ve gerilim dolu karşılaşmayı hatırlamaya çalıştı.
Hastaneye annesini ziyaret etmeye gitmişti. Allegra Van Alen her zamanki gibi güzeldi ve hâla komadaydı; yaşam ile ölüm arasında sıkışmış bir kadın. Schuyler doğduktan kısa süre sonra lutatonik duruma gelmişti. Schuyler annesinin yatağının başında bir ziyaretçi bulunca şaşırmıştı.
Charles Force, onun yatağının yanında idi; çökmüştü; fakat hızlıca ayağa kalktı ve Schuyler’i gördüğünde gözlerini sildi.
Schuyler adama karşı bir acıma hissetti. Sadece bir ay önce onu şeytanlıkla bağdaştırıyordu; bir Gümüş Kanlı olmakla bile suçlamıştı. Ne kadar da yanılmıştı.
Charles Force, Cennet’ten kovulan ve temiz kalpli baş meleklerden biri olan Mikail’di. Mavi Kanlılar olarak yeryüzünde yaşamaya mahkûm edilen meleklerle birlikte yolculuk etmeye gönüllü olan meleklerden biri. Yalnızca istediği için bir vampir olmuştu; günahlarından dolayı değil. Annesi, Allegra Van Alen bu farkı paylaşan diğer tek vampirdi. Allegra, saf ve erdemli olan Cebrail’di. Mıkaıl ve Cebrail’in uzun ve karışık bir geçmişleri vardı. Vampir kardeşlerdi; birbirlerine kan ile bağlılardı. Döngüde ağabey ve kardeş olarak doğmuşlardı.
Bağ, Mavi Kanlılar arasında bir anttı; fakat Cebrail ya da diğer adıyla Allegra, Schuyler’ın Kırmızı Kanlı babasına onu evcil bir insan gibi görmeyerek kocası olarak bağlandığında andı bozmuştu.
“Annenin neden komada olduğunu biliyor musun? Ya da neden komada olmayı seçtiğini?” diye sormuştu Charles.
Schuyler başıyla onaylamıştı. “Babam öldükten sonra başka bir evcil insan almamaya yemin etti. Cordelıa, kendisi de ölmek istediği için böyle yaptığını söyledi.”
“Fakat ölemez. O bir vampir, bu yüzden yaşayacak,”‘ dedi Charles, acı dolu bir şekilde. “Eğer buna yaşamak denirse..
“Bu onun seçimi,” dedi Schuyler sakince. Charles’ın kelimelerindeki yargılamadan hoşlanmıyordu.
“Seçim,” diye lanetleyerek tepki gösterdi Charles. “Romantik bir hevesten başka bir şey değil.” Schuyler’a döndü, “Venedik’e gideceğini duydum.”
“Yarın ayrılıyoruz. Büyükbabamı bulmak için,” diye belirtti Sehuyler. Söylendiğine göre Cebrail’in kızı bizi aradığımız kurtuluşa götürecek, demişti büyükannesi. Sadece büyükbaban Gümüş, Kanlılar’ı yenmenin yolunu biliyor. O sana yardım edecek.
Cordelia, ezelden beri Gümüş Kanlılar’ın, Mavi Kanlılar’ı avladığını, onların kanını ve hatıralarını tükettiğini söyledi. Son bilinen saldırılar Plymouth’ta, vampirler yeni dünyaya geçtiklerinde meydana gelmişti. Dört yüz yıl sonra, New York’da, Schuyler, seçkin bir okul olan Duchcsne’de ikinci yılına başladığında saldırılar tekrar başlamıştı İlk kurban bir öğrenciydi; Aggie Carondolet. Aggie’nin ölümünden onu bilimlerin sayısı artmıştı. Schuyler için en rahatsız edici olansa avlanarak seçilenlerin hepsi genç Mavi Kanlılar’dı. Bu gençler en hassas dönemlerinde on beş ile yirmi bir yaşları arasında güçlerinin kontrolünü tamamen ellerine almadan önce avlanıyorlardı.
“Lawrence Van Alen sürgün edilmiş bir mülteci,” dedi Charles Force. “Venedik’e yolculuk edersen yalnızca kafa karışıklığı ve dert bulacaksın,” diye belirtti parlak gözlü büyük adam.
“Umurumda değil,” diye mızmızlandı Schuyler, gözlerini yere dikmişti. Süveterinin kenarını sıkıca tuttu, düğüm düğüm çevirdi. “Birçoğumuz daha şimdiden onlara av olduğu halde, Gümüş Kanlılar’ın dönüşünü kabullenmeyi hâlâ reddediyorsun.”
Büyükannesinin cinayetinden sonra bir cinayet daha meydana gelmişti. Geçen senenin debutantesi olan cemiyete son gelen Summer Amory, Trump Gökdelenindeki kral dairesinde kanı tükenmiş olarak bulunmuştu. Gümüş Kanlılar’ın en kötü yanı ölüm getirmeleri değildi hayır ölümden de kötü bir kader getiriyorlardı. Vampir Kitabı, kendi türlerine Caerimonia Osculor uygulamalarını. Kutsal Öpücüğü, onların kanıyla beslenmelerini yasaklıyordu. Cacrimonia katı kuralları olan bir ritüeldi. Hiçbir insan istismar edilemez ya da. kanı tamamen tüketilemezdi.
Fakat Lucıfer ve birliği, öpücüğü insanlar yerine diğer vampirlere uyguladıklarında onları çok daha güçlü yaptığını keşfetmişti. Kırmızı Kan, sadece bir canlının hayat enerjisine sahipti; fakat Mavi Kan daha güçlüydü; ölümsüz bir bilgi kalesi barındırıyordu. Gümüş Kanlılar bir vampirin kanını ve hatıralarını tamamen tüketiyor ve Mavi Kanlılar’ı çılgın bir zihnin kölesi olarak bırakıyorlardı. Gümüş Kanlılar bir kabuğun akında ebediyen lıapsolmuş birçok varlıktan oluşuyorlardı. Nefret.
Charles Force kaşlarını çattı. “Gümüş Kanlılar sürüldüler. Bu imkânsız. Olanların başka bir açıklaması var Komite bunu araştırıyor…”
“Komite hiçbirşey yapmadı! Komite hiçbirşey yapmamaya devam edecek!” diye karşı çıktı Schuyler Charles Force’un, Mavi Kanlılar’ın Eski Roma’daki son savaşı kazandığı, Lucifer’ı kendi başına yendiği, bundan sonra çılgın Gümüş Kanlı İmparator Calıgula olarak bilindiği ve altın kılıcıyla işaret ederek onu Cehennem’in derin alevlerine gönderdiği hikâyeye saplanıp kaldığını biliyordu.
“İstediğin gibi olsun,” diye iç çekti Charles. “Venedik’e gitmene engel olamam, fakat seni uyarmalıyım ki Lavrance, Cordelia’nın olmasını istediği adamın yarısı bile değil.”
Charles, Schuyler’ın çenesini kaldırdı ve Schuyler ona meydan okurcasına gözlerini dikti. “Dikkatli olmalısın Allegra’nın kızı,” dedi daha nazik bir şekilde.
Schuyler bu dokunuşu hatırlayarak ürperdi. Son iki hafta, Charles Force’un neden bahsettiğini bildiğini kanıtlamaktan başka bir işe yaramamıştı. Belki de Schuyler sorular sormayı kesmeli, New York’a dönmeli, iyi bir kız, iyi bir Mavi Kanlı olmalıydı. Komitenin kararlarını ve hareketlerini sorgulamayan, tek derdi St. Regis’deki 400 Balosu’nda ne giyeceğine karar vermek olan biri.
Perçemlerini üfledi ve masanın karşısında oturan en iyi arkadaşına yalvarırcasına baktı. Oliver sadık bir destekçi olmuştu. Bu zorlu zaman boyunca ve cenazede onun yanındaydı hep.
“Burada olduğunu biliyorum, bunu hissediyorum,” dedi Schuyler. “Keşke bu kadar erken ayrılmak zorunda olmasaydık.” Soda şişesini, etiketi tamamen soyulmuş halde masaya geri bıraktı.
Garson hesapla döndü ve Oliver, Schuyler’ın karşı çıkmasına vakit bırakmadan kredi kartını deri defterin arasına bıraktı.
Tarihi şehri gezmek için son bir gondol turu yapmaya karar verdiler. Oliver, Schuyler’ın kayığa binmesine yardım etti ve ikisi aynı anda yumuşak yastığa oturdular. Elleri üst üste geldi. Schuyler biraz uzaklaştı, fiziksel temastan utanmıştı. Bu yeni bir şeydi. Oliver’ın yanında kendisini hep rahat hissetmişti; birlikte büyümüşlerdi. Büyükannesinin Nantucket’daki evinin arka bahçesinde bulunan gölette çırılçıplak yüzmeye, çift kişilik uyku tulumunda yan yana kıvrılıp uyumaya alışıktılar. Kardeş kadar yakındılar; fakat son zamanlarda Oliver’ın varlığına açıklayamadığı yeni içine kapanık bir duyguyla yaklaşıyordu. Sanki bir gün uyanmış ve en yakın arkadaşının oldukça yakışıklı bir erkek olduğunun farkına varmıştı.
Gondolcu limandan ayrıldı ve küçük yolculuklarına başladılar. Oliver fotoğraf çekti ve Schuyler manzaranın tadını çıkarmaya çalıştı. Şehir ne kadar güzel olursa olsun, stresliydi ve kendisini çaresiz hissediyordu. Eğer büyükbabasını bulamazsa ne yapacaktı? Oliver dışında kimsesi yoktu; savunmasızdı. Ona ne olacaktı? Gümüş Kanlılar tarafından iki kez saldırıya uğramıştı bile. Kendini geçmiş saldırıdan korurcasına elini boynuna bastırdı. Ne zaman geleceğini kim bilebilirdi? Komite’nin umduğu gibi bu kıyım duracak mıydı yoksa Schuyler’ın şüphelendiği gibi hepsi tükenene dek sürecek miydi?
Schuyler havada esintiden eser olmamasına rağmen titredi. O sırada kanalın karşısına baktı ve bir kadın gördü. Bir binadan çıkıyordu bu kadın ve ürkütücü şekilde tamdık gelmişti.
Olamaz, diye düşündü Schuyler. Bu imkânsız. Annesi New York’da bir hastane odasında komadaydı. İtalya’da olmasına imkân yoktu. Yoksa olabilir miydi? Schuyler’ın Allegra hakkında bilmediği bir şey mi vardı?
Sanki sesini duymuş gibi kadın Schuyler’ın gözlerine baktı.
Annesiydi! Bundan emindi. Kadın, Allegro.’nun zarif sarı saçlarına, ince burnuna, aynı çıkık elmacık kemiklerine, aynı kıvrak endama, aynı parlak yeşil gözlere sahipti.
“Oliver bu aman Tanrım!” Schuyler haykırdı. Arkadaşının ceketini çekiştiriyordu. Kanalın karşısını işaret ediyordu.
Olİver döndü. “Ne?”
“Şu kadın… Sanırım o… Annem! Orada!” dedi Schuyler…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMaskeli Balo
- Sayfa Sayısı288
- YazarMelissa De La Cruz
- ISBN9944821919
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Fırtına Çiçekleri ~ Laura Kinsale
Fırtına Çiçekleri
Laura Kinsale
Jervaulx Dükü keskin zekâlı, yetenekli bir adam olsa da skandal gazetelerinde adı sürekli geçen ahlaksız, cüretkâr, müsrif ve bir o kadar da tehlikeli biridir....
- Şeytan ve Genç Kadın ~ Paulo Coelho
Şeytan ve Genç Kadın
Paulo Coelho
Paulo Coelho, Şeytan ve Genç Kadın’da insanların değer yargılarını temelden sarsmanın hiç de zor olmadığını gösteriyor. Gözlerden uzak, kuytu bir dağ köyü ve bu...
- Ejderin Aşkı ~ G. A. Aiken
Ejderin Aşkı
G. A. Aiken
İnsana dönüşebilen ejderhaların tutkulu aşk oyunlarıyla alev alacaksınız. * Kalbi bir ejderhaya, şehvetiyse kibirli bir şövalyeye aitti. Bir gün bunların bir araya gelebileceğini kim...